Ahmet Haşim kitaplarından Bize Göre ve Bir Seyahatin Notları kitap alıntıları sizlerle…
Bize Göre ve Bir Seyahatin Notları Kitap Alıntıları
İpekler ve boyalar ruhun eksikliklerini bilmem ki nasıl telafi edebilir?
Dünya basınına göz atılınca hükmedilir ki zamanımızda mide ve bağırsak beyinden çok daha şerefli birer organ derecesini almıştır.Hatta iri göbekli insanların etrafımızda çoğaldığına bakılırsa, birçoklarının şimdi beyinlerini kemik kutusundan çıkarıp karınlarında taşıdıklarına hükmetmek lazım geliyor.
“Âşık,yüz bulmayan adamdır.”
“Karanlık,ölümün bir parçasıdır,onun için dinlendiricidir.”
“Aşk değişmeyince ölür.”
Alemin manzarası renklerden olduğu kadar kokulardan örülmüştür.
Bilmem bu muammayı nasıl halletmeli ?
İnsan gayesini hâlâ aramakla meşguldür.
Desene şu çarkları su ile dönen dünya, eski zaman işi bir değirmenden hâlâ farklı değil.
Bir aşk dakikasının lezzetine ebediyet verecek kudrete sahip olmayanlar süsten medet ummakta belki çok haklıdırlar. Fakat ipekler ve boyalar ruhun eksiklerini bilmem ki nasıl telafi edebilir?
Zannedilir ki ufuklarımızın ötesi bambaşka alemlerin eşiğidir.
O suretle ki her adamın şişip koca bir otomobil haline gelmesi ve caddelerde akan halkın bir dev sürüsünü andırması hiç de uzak bir gelecek değil!
– Hayat pahalılaştı, kazanmak da o nispette güçleşti.
Fakat ipekler ve boyalar ruhun eksikliklerini bilmem ki nasıl telafi edebilir?
Seyahat, hele deniz seyahati ruhun bütün dertlerine devadır.
Kadınlar için hakiki cazibenin ezeli düsturu bize göre daima şundan ibaret kalacaktır:
Çok konuşmamak ve yılışmamak.
Çok konuşmamak ve yılışmamak.
”Fikrin şekilden evvel hazırlandığı hissini veren eserlerde şiir mucizesinin vücut bulmasına imkan yoktur. ”
Boyalar olmasa bilmem kadın ne yapardı?
– Kadın ne yapardı bilmem Fakat boyalar olmasa bilmem ki göz nasıl boyanırdı?
– Kadın ne yapardı bilmem Fakat boyalar olmasa bilmem ki göz nasıl boyanırdı?
Meyhane mukassi görünür taşradan amma
Bir başka ferah, başka letafet var içinde*
* Meyhane kasvetli görünür dışarıdan ama / Bir başka ferahlık ve hoşluk var içinde. Nedim (1681-1730)
Bir başka ferah, başka letafet var içinde*
* Meyhane kasvetli görünür dışarıdan ama / Bir başka ferahlık ve hoşluk var içinde. Nedim (1681-1730)
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bizde de başparmağın akla ve ukalalığa üstün gelmesini temenni etmek hepimizin kutsal bir vazifesi olmalı.
Gerçekten birçok hayvanın parmakları yoktur. Parmakları oluşmuş olanlardaysa başparmak insanda olduğu gibi elin diğer parmaklarıyla uyum sağlayamadığından faydalı bir iş görecek vaziyette değildir.
İlk insan zekasıyla değil, sırf elinin organ haline gelmesi sayesinde taştan bir balta imal etmeyi başararak ağaç dallarını kesmiş ve mağara haricinde, güneş ve sema altında ilk mimari eseri vücuda getirebilmiştir.
Başparmağın diğer parmaklarla birleşip iş görebilecek bir vaziyette olmasıdır ki insana nesneler üzerinde üstünlük imkanını veriyor. Bunu söyleyen doğa tarihidir.
İnsanın en asil organı hangisidir diye sorsalar hepimizin vereceği cevap şudur: Beyin! Halbuki beyinden daha yüksek ve hatta insanı diğer yaratıklardan ayıran ve onu bütün hayvanlara nazaran üstün bir mevkie çıkaran beyin değil, sadece elinin başparmağıymış.
Hiçbir şey lisan kadar bir ağaca benzer değildir. Lisanlar -tıpkı ağaçlar gibi- mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Eleştirmen ise her insani marifetin hala olgunlaşmaya muhtaç olduğunu bağırmakla, her sabah insana hayvan olmadığını hatırlatıyor.
Aşk değişmeyince ölür.
Aşk geçici, evlilik ise daimidir.
Üstadım Gourmont’un dediği gibi aşk ile evliliği karıştırmamalı. Aşk yabani bir hayvandır. Kanunlar haricinde, isyan ve ihtilal dağlarında yaşar Halbuki evlilik bir şehir kurumu, bir emniyet düzenidir.
Hala bize bir oyun yapmak için bir tarafta gizlendiğini ve neredeyse bir kapı arkasından sesinin gürleyeceğini zannediyorum. Ebedi kudretlerin hemcinsi olan bu adamın ölmesi rüzgarın sonsuza dek durması gibi insana gayritabii görünüyor.
Tırnaklarını uzatıp sivrilten ve vücudunu baştan başa tüylü göstermek isteyen kadın belli ki insandan gayrı bir hayvana benzemek için uğraşıyor. Kadınlarda bu insan şeklinden uzaklaşma meylinin sebepleri ne olsa gerek?
Zeka -nar, ayva ve portakal gibi- geç renk ve rayiha bulan bir sonbahar mahsulüdür. En az kırk sene güneşte pişmeden bu asil meyve ballanmıyor.
Tepkiler, hiddetler, kinler ve hınçların durduğu bir fikir alemi içinde, artık yeni hiçbir ürünün vücut bulmadığına zerre kadar şüphemiz olmamalıdır!
müzikte de artık sanatkar neslinin tükenmiş olduğuna hükmetmek lazım geliyor.
“Bir seyahat daima alışılmış hayatın düzlüğü haricinde fevkalade maceralar fikrini gerektirir. Zannedilir ki ufuklarımızın ötesi bambaşka alemlerin eşiğidir. Güneşin battığı yerde bulutlardan başka saraylar kurulduğunu, erguvandan kaleler yükseldiğini, ateşten caddeler açıldığını, zümrüt veya yakuttan tavuslar ve horozlar dolaştığını görenler kendi hayatlarından artık tat almaz olurlar ve ufukların arkasında emsalsiz bir cihanın saklandığını zannederek bu alemin hasretini çekmeye koyulurlar.”
“…Hasılı hayatın sonsuz çarklarını döndüren bulutlardır! Desene! Şu çarkları suyla dönen dünya eski zaman işi bir değirmenden hala farklı değil!”
“Halbuki her fikir otlağından topal ve yaralı bir hayvan gibi sopayla, taşla, tekmeyle uzaklaştırılan eleştirmen hakikatte insan zekasının en etkili hizmetkarlarından biridir. Müstakbel şafaklara doğru yürüyen alayın ta önünde ümidin bayraklarını dalgalandıran onun koludur.”
“Bizde manzum sözle konuşanlar içinde hiçbir genç ve sağlıklı insan yok mudur? Bunların hepsi de yaşlı, hasta verem, sıracalı, kambur, kör ve topal mıdır ki sesleri yalnız ah ve inleme perdesinden yükseliyor, sevgilileri onları kovuyor, nişanlıları bırakıyor ve su, gece ve mehtap kendilerini mütemadiyen ölüme çağırıyor?”
“Şekil ve madde ışığın yansımasına göre anbean değişir. Bu bakımdan hiçbir çehrenin vasıfları belirli bir tek görüntüsü yoktur.”
“Gazetecilik ticaret mahiyetini aldıktan sonra kendisine ‘müşteri’ isminin verilmesi daha doğru olan okurun hoşuna gitmek gayretiyle gazeteler giderek sütunlarından ‘fikir’in bütün şekillerini süpürüp attılar.”
Bir seyahat daima alışılmış hayatın düzlüğü haricinde fevkalade maceralar fikrini gerektir. Zannedilir ki ufuklarımızın ötesi bambaşka âlemlerin eşiğidir.
Birçok memleketlerden bu şehre tahsillerini yapmak üzere gönderilen gençler tam bir hazırlık, müthiş bir iyi niyet ve hiçbir şeytani ayartma ateşiyle erimeyecek içten gelen bir kuvvetle donanmış değillerse, ruhlarını ve etlerini bu cehennemi çarkın dişlerine kolayca kaptırırlar.
İpekler ve boyalar ruhun eksikliklerine bilmem ki nasıl telafi edebilir?
Seyahate çıkan bir dostumuzun size her vardığı yerden düzenli olarak mektup, kart yazarken birdenbire susması ya öldüğüne veyahut Paris’e vardığına delalettir. Paris’in havasına giren adam mektup yazmak için artık vakit bulamaz, böyle şeylerle meşgul olmayı hiç düşünemez.
Paris, ışıktan hortumlarıyla dünyanın dört tarafından kendisine doğru hipnotizma edilmiş sayısız insan sürüleri çekiyor.
Yabancı memleketlerde seyahat eden adam üzerinde aynı önemde üç şeyi taşır: Canı, kesesi, pasaportu.
Seyahat, hele deniz seyahati ruhun bütün dertlerine devadır.
Esasen gidilecek yolları evvelden belli, görülecek şeyleri herkesçe malum, çiğnenmiş, özü alınmış, posa haline gelmiş olan bu Avrupa seyahatine niye çıktığımı vapur Galata Rıhtımı’ndan hareket ederken bile pek iyi bilmiyordum.
Âşık, yüz bulamayan adamdır.
Yazın mahrem kokusu incir yapraklarının sert, yeşil kokusudur.
Güneş, bütün gün insana doğru fakat acı şeyler söyleyen bir arkadaştır. Onun ışığında eğlenmenin ve mesut olmanın hiç imkanı var mı?
Geminin keşfine kadar deniz düşman bir unsurdu. Fakat su üzerinde insan iradesine tabi rüzgâr veya buhar kuvveti ile hareket eden teknenin keşif tarihinden beri deniz artık bir ilerleme ve medeniyet unsurudur.
Her hayvanın avı kendisinden daha küçük ve daha müdafaasız bir mahlukken; tahtakurusunun gıdası kendisinden bir milyon defa büyük kuvvetli olan insanın derisi altındadır.
Ne ağlanacak talih!
Ne ağlanacak talih!
Leylek yaz mevsiminin kuşu değil bizzat yazdır. Kırmızı gagasının takırtısı sese dönüşmüş bir sıcak temmuzdur.
Denizi sevenler rüzgâr ve fırtına mevsiminin gelişine kadar sahillere hiç uğramamalıdırlar.
Bir cemiyette ahlak ve adetlerin ne suretle değiştiğini kelimelerin dönüşümünde görmeli. Üstad kelimesinin son senelerde aldığı mana bu itibarla küçük bir tetkike değer.
Üstat ustalığın son olgunluk aşamasını ifade ettiğinden yaş, baş, saç ve sakal kavramlarını da ihtiva ederdi. İhtiyarın hürmet gördüğü, sakalın çenede çirkin görünmediği devirlerde üstat kelimesinin de utanılacak bir manası olamazdı.
Bizde bu kelime şimdi yarı yarıya küçümseme ve alayı içeren bir şaka sözüdür. Üstat okuyup yazmakla vaktini beyhude geçirmiş bir aptal ve bir bunağın sıfatı şeklinde manidar bir tebessümle söylenir.
Üstat ustalığın son olgunluk aşamasını ifade ettiğinden yaş, baş, saç ve sakal kavramlarını da ihtiva ederdi. İhtiyarın hürmet gördüğü, sakalın çenede çirkin görünmediği devirlerde üstat kelimesinin de utanılacak bir manası olamazdı.
Bizde bu kelime şimdi yarı yarıya küçümseme ve alayı içeren bir şaka sözüdür. Üstat okuyup yazmakla vaktini beyhude geçirmiş bir aptal ve bir bunağın sıfatı şeklinde manidar bir tebessümle söylenir.
Fen, bulutların keyif ve hevesine hükmedebilmekten şimdilik hayli uzaktır. İnsan sefaletine karşı bulutları merhamete getirmek için elimizde yağmur duasından başka hiçbir çare yok!
“Çingene bizzat bahardır.”
Aşk yabani bir hayvandır. Kanunlar haricinde, isyan ve ihtilal dağlarında yaşar. Ancak gece karanlıklar basınca, gizli yollardan şehre girer ve bahçelerin tarhını, ağaçlı caddelerin banklarını alt üst eder…
Halbuki evlilik bir şehir kurumu bir emniyet düzenidir.
Halbuki evlilik bir şehir kurumu bir emniyet düzenidir.
Elli altmış ufak para miras bırakmış olan büyük Türk yazarının mezarını bundan sonra da yapmasak pekala olur. Bu gibi aç ölenlerin çürümüş kemiklerine mermerden bir köşk yapmaya kalkışmaktan ne çıkar? Sadakayla dikeceğimiz iki taş o tunç lisanın kendi sahibine yaptığı çınlayan mezardan daha güzel ve daha sağlam mı olacak?
“Tırnaklarını uzatıp sivrilten ve vücudunu baştan başa tüylü göstermek isteyen kadın belli ki insandan gayrı bir hayvana benzemek için uğraşıyor. Kadınlarda bu insan şeklinden uzaklaşma meylinin sebepleri ne olsa gerek?”
Ne yazık ki vücudun haraplığı zekanın olgunluk zamanına tesadüf eder. Manasız çocukluk, tatsız gençlik, şen olgunluğa hazırlanmaktan başka nedir? Zekâ nar, ayva ve portakal gibi geç renk ve rahiya bulan bir sonbahar mahsulüdür. En az 40 sene güneşte pişmeden bu asil meyve ballanmıyor.
Gazetecilik ticaret mahiyetini aldıktan sonra kendisine ‘müşteri’ ismi verilmesi daha doğru olan okurun hoşuna gitmek gayretiyle gazeteler giderek sütunlarından ‘fikir’in bütün şekillerini süpürüp attılar.
Zannedilir ki ufuklarımızın ötesi bambaşka alemlerin eşiğidir.
Yemek sırasında Doctor Lacan’a sordum:
– Edebiyatınız ne halde? Son manzarası nedir?
– Edebiyatımızın bugünkü timsali düz bir çizgi değil, bir ağaçtır. Kütüğün ekseni etrafında muhtelif sanat akımları ayrı dallar şeklinde her istikamete doğru uzanmış, hava ve ışığı aynı zamanda emip duruyor. Şahsiyete azami hürriyeti tanıyan bir devre yakışan da bu değil midir?
– Edebiyatınız ne halde? Son manzarası nedir?
– Edebiyatımızın bugünkü timsali düz bir çizgi değil, bir ağaçtır. Kütüğün ekseni etrafında muhtelif sanat akımları ayrı dallar şeklinde her istikamete doğru uzanmış, hava ve ışığı aynı zamanda emip duruyor. Şahsiyete azami hürriyeti tanıyan bir devre yakışan da bu değil midir?
Savaş ve zafer kolay bir iş değildir, Dünya Savaşı bunu bütün kavgacı milletlere öğretti.
Hiçbir şey lisan kadar bir ağaca benzer değildir. Lisanlar – tıpkı ağaçlar gibi – mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir.
Yusuf Ziya Paris hayvanat bahçesinde akbabanın çirkin ve gamlı başını görseydi, neşeli gazetesine onun ismini vermeyi mümkün değiş razı olmazdı.
Bilinçaltımın zorlama ve baskısından şimdi ne kadar da memnunum!
Aşık, yüz bulmayan adamdır.
Güneş bütün gün insana doğru fakat acı şeyler söyleyen bir arkadaştır.
Son senelerde ağlanacak sahte mimarisi yüzünden değil midir ki ruhumuzun estetik kabiliyetine delil aramak için eskilerin eserlerine başvurmaktan başka çare
bulamıyoruz.
bulamıyoruz.
Desene! Şu çarkları suyla dönen dünya eski zaman işi bir değirmenden hala farklı değil!
Bulutlar bize küsünce nehirler kurur, tarlalar ölür. Bahçeler solar,toprak mahsullerini keser; şahısların kesesi ve neticede devletlerin hazinesi boşalır; ticaret durur,sanat durur.
Hasılı hayatın sonsuz çarklarını döndüren bulutlardır!
Hasılı hayatın sonsuz çarklarını döndüren bulutlardır!