Semyon İvanoviç Aralov kitaplarından Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları kitap alıntıları sizlerle…
Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları Kitap Alıntıları
Kültür, bazılarının sandığı gibi, yemekte balığı bıçakla kesmemek değildir. Dış alışkanlıklar çabucak benimsenebilir. Gerçek kültür, bilginin edinilmesi ve benimsenmesi
Ama medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle
” Ne o ” dedi,yoksa sizin için medrese,yunanlıları yenmekten halkı zülumden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken,halkın en iyi çocukları cephelerde döğüşür,yurt için canlarını feda ederken siz burada genç,sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!
Mustafa Kemal konuştukça gözleri daha korkunç bir hal alıyordu:
Bu besili delikanlılarınızın askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!
Yalan hiçbir zaman halka hâkim olamaz, hakikat üstün gelir.
mustafa kemal paşa. tabiki sosyalist değildir ama, görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare ediyor. ilerici, akıllı bir devlet adamı. bizim sosyalist inkılabımızın önemini anlamış olup, sovyet rusya’ya karşı olumlu davranıyor. o, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. kapitalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikle silip süpüreceğine inanıyorum. halkın ona inandığını söylüyorlar. ona, yani türk halkına yardım etmemiz gerekiyor. işte, sizin işiniz budur. türk hükümetine, türk halkına saygı gösteriniz. büyüklük taslamayınız. onların işlerine karışmayınız.
24 Eylül 1920 tarihinde, Ermeni burjuva Taşnak hükümeti, Türkiye’ye savaş açtı. Ama, birkaç gün sonra Türkler taaruza geçti ve 30 Ekim’de Kars’ı işgal ettiler. Taşnaklar, yardım isteğiyle itilaf devletlerine başvurdular. Kendileri Ermeni hükümetini Türkiye’ye saldırmaya teşvik ettikleri halde, İngiltere ve Fransa Ermenilere yardım etmeyi reddetliler.
Yunanlıların bozguna uğratılması, İngilizleri canevinden vurmuştu. İngiltere yakın doğudaki topraklarını genişletmeye, Afrika’daki sömürgelerini Asya’daki sömürgeleriyle; Arabistan’la,Irak’la,Hindistan’la birleştirmeye çalışıyordu. İngiltere’nin yakın ve orta doğudaki istilacı planlarını gerçekleştirmesine engel olan Kemalist Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyet Rusya, onun için bir engel teşkil etmekte idiler. İngilizler, Kemalistleri bozguna uğratmanın Rusya’yı bozguna uğratmaktan daha kolay olduğunu sanıyorlardı. Ama İngiliz Emperyalizmi bu nokta da yanıldı. Türk Ordusu’nu, İngiliz silahlarıyla donatılmış Yunan Ordusu’nun yardımıyla bozguna uğratmak için, Yunanistan’ı savaşa sürüklemişti. Ama, yurtlarını yabancı istilacılara karşı savunmak ülküsüyle kanatlanan muzaffer Türk orduları, İstanbul doğrultusunda ilerliyorlardı.
Mustafa Kemal’ın saçları sarı ve seyrek, bıyıkları kırmızımtırak ve kırpıktı. Bütün dış görünüşüne tonunu veren ve güçlü iradesini gösteren gözleri çeliktendi.
..
Mutluluğu elde etmek için iki vasıta vardır: Biri silah; öteki de sabandır. Yalnız silahla başarıya ulaşan bir millet, günün birinde sefil ve acınacak bir duruma düşer. Ancak sabanla elde edilen başarılar devamlı ve sağlam olabilir. Silah tutan el yorulur, ama sabanı tutan el, gün geçtikçe güçlenir. Saban daima silahı yenmiştir.
..
Bir diplomatın kültürlü olması gerek. Kültür, bazılarının sandığı gibi, yemekte balığı bıçakla kesmemek değildir. Dış gorünüşle ilgili alışkanlıklar çabucak özümsenebilir. Gerçek kültür, edinilmiş ve özümsenmiş bilgilerin zenginliğinde yatar, geçmişin kültür mirasına sahip çıkmakta, bu mirastan akıllıca ve eleştirel bir gözle yararlanmakta, durumu ve koşulları doğru olarak anlamakta yatar
İzmir İktisat Kongresi, Anadolu burjuvazisinin çıkarlarını yansıtıyordu. Köylü ve işçi konusunda sadece vaatlerle ve köylü efendimizdir gibi sözlerle yetinildi. Kongrede halk yığınlarının maddi durumlarının iyileştirilmesi yönünde hiçbir somut karar alınmadı.
Türk Milli Kurtuluş hareketinin lideri Mustafa Kemal Paşa, sömürgecilik düzeni ile esaret altına alınmış geri bir doğu ülkesi için işitilmemiş derecede büyük bir politik iş, büyük bir örgütlenme işi başardı. Köylüler, şehir burjuvazisi ve askerler arasındaki etkisi, ünü, ona olan güven ve inanç çok büyüktü. Ama bununla birlikte halk arasında birlik yoktu. En zavallı durumda olan yoksul köylüler lidersizdi. Oysaki nüfusun çoğunluğunu onlar oluşturuyordu. Bu göze çarpıyordu.Yolda konuşmak fırsatını bulduğum bütün köylüler, adeta bir ağızdan, derebeylerinin, zenginlerin baskısından kurtulmaktan, hocaların, mollaların sömürmelerinden söz ediyorlardı. Büyük Millet Meclisi’nin ve Mustafa Kemal’in direktiflerini tutmayan hiçbir köy halkı yoktu. Ama ortada somut bir sonuç da yoktu. Topraklar hâlâ zenginlerin elindeydi, yürürlükte olan feodal vergiler, köylünün son lokma ekmeğini de elinden alıyordu.
Milli Kurtuluş Savaşı’nın başına, İç Anadolu burjuvazisi ile, özellikle askerler arasından olmak üzere, ilerici aydınlar geçmişti. Mustafa Kemal Paşa, bu ilerici aydın askerler içinden çıkmıştı. İtilâf Devletleri kapitalistleri Türkiye’de, İstanbul’daki padişah hükümetinden yana olan, gerici, İstanbul ve İzmir büyük komprador burjuvazisine sırtlarını dayamışlardı. Türk burjuvazisinin bu bölümü, yabancı sermayeyle, özellikle İngiliz ve Fransız sermayesiyle sıkı sıkıya bağlı olduğu için, yabancı kapitalistlerin ve tacirlerin Türk pazarlarına sızmasına ve Anadolu’daki küçük ve orta tacirlerin silinip süpürülmesine yardım etmiş oluyordu.
Mustafa Kemal sözlerine devam ederek, Şu anda biz bağımsızlığımızı elde etmiş bulunuyoruz, dedi, ama bunu düşmanlarımızın da kabul etmesi gerekmektedir. Sanat, ekonomi ve teknik alanlarında hızlı adımlarla ilerlememiz gereklidir. Padişahlar ve onları çevreleyen satılmışlar, yüzyıllar boyunca Türkiye’yi cehaletin karanlığında tutmuşlardır. Onlar halkı ancak kendilerine asker ve para gerektiği zaman düşünmüşlerdir
Mustafa Kemal Paşa, Bana ve arkadaşlarıma karşı korkunç bir propaganda yürütülüyordu. dedi. Olmayacak günahlar işlemekle beni suçluyorlardı. Bütün bunlara dayanmak, mevzileri terk etmemek gerekiyordu. Ama millet beni meclis reisi ve başkomutan seçti. Bu İngilizler’e ve Sultan’a verilmiş bir cevaptı.
Köylülerin birçoğu, padişah yardakçılarının çevirdiği dolaplardan söz ediyordu: Burada çeşitli insanlar dolaşıyor. Bizi Mustafa Kemal Paşa’ya karşı ayaklandırmak istiyorlar Diyorlar ki; Halifeyi, ehl-i müslimi savunmak gerekiyormuş
işin esası apaçıktır; halk, emperyalist boyunduruğundan ve soygundan kurtulmak, başındaki Sultan’ı, halifeyi ve iliklerine kadar çürümüş olan feodal beyleri atmak için savaşıyorlar. Halk başarıya ulaşacaktır.
Aydınların çoğu Mustafa Kemal’den yana.
Mustafa Kemal Paşa’ya, neden Doğu Trakya’ya taarruz etmediğini sordum. Mustafa Kemal Paşa, Mudanya Ateşkes Anlaşması Ankara için stratejik bakımdan olduğu kadar politik bakımdan da bir başarıdır dedi. Gerçekten de İstanbul’u ve Doğu Trakya’yı alabilir orduları oraya geçirebilirdik. Ama bu durumda İngiltere, Fransa ve İtalya’nın bize savaş açmasını da göze almak gerekirdi. Türkiye belirsiz bir süre için bütün Avrupa ile savaş halinde kalacaktı. Dolayısıyla memleket her geçen gün biraz daha takattan düşecekti. Lloyd George’un istediği de buydu. Ayrıca orduyu Trakya’ya geçirmek çılgınlık olurdu. Çünkü Anadolu’yu ordusuz bırakmak doğru olmazdı. Biz ihtiyatlı manevralarımızla Fransa ile İtalya’yı İngiltere’den koparmış bulunuyoruz; aksi halde onları birleştirirdik.
Mustafa Kemal, açıklamasında devam ederek, İstanbul ve Trakya’yı işgal etmemiz müttefiklerin ekmeğine yağ sürmek olurdu şimdi ise durum tamamıyla Türkiye’den yanadır. Biz şimdi Trakya’yı savaşsız ele geçiriyoruz ve oraya 8000 jandarma gönderiyoruz. Bunlar kurulabilecek olan Trakya ordumuzun çekirdeğini oluşturacaktır. Böylece, Boğaz’ın her iki yakasında da ordusu bulunan Türkiye, konferans durumu zora sokarsa hemen İstanbul’u ve Boğaz’ı işgal edebilir.
Mustafa Kemal, uzun, ciddi konuşmalardan sonra müzik dinlemeyi, dans etmeyi severdi. Halk müziği çalgılarının eşliğinde koro Türkçe şarkılar söylerdi. Mustafa Kemal’in kendisi de koroyla şarkı söylemeyi severdi. O zamab gözleri koyulaşır, kederli bir hal alırdı.
Mustafa Kemal’in saçları sarı ve seyrek, bıyıkları kırmızımtırak ve kırpıktı. Bütün dış görünüşüne tonunu veren ve güçlü iradesini gösteren gözleri çeliktendi. Benim ilk konuşmamı dinlerken gözlerini böyle görmüştüm. Masanın başına geçip küçük fincanlarla koyu kahvemizi içerken gözleri biraz koyulaştı, daha yumuşak, daha tatlı bir hal aldı.
Köylü kadınlardan çoğunun yüzleri mutsuz ve ağır yaşantılarının hikayesini yansıtıyormuş gibi yıpranmış, sarı ve kırışık içindeydi..
Rize’den geçerken, kayıklarla bizi karşılamaya çıkan Türklerin dostça saldırısına uğradık. Vapurumuz, kayıklardan kurulu bir filo tarafından çevrildi ve durdu. Bizi adeta çiçek yağmuruna tuttular. Her yandan dostça haykırışlar yükseliyordu. Birkaç sepet portakal hediye edildi. Buna karşılık vermek istediğimiz parayı kesin olarak reddettiler. Her yandan, “ Dostluk, Rusya ile dostluk!” sesleri yükseliyordu. Halk ellerini ve feslerini sallıyordu.
Lenin Türkiye’de olup bitenleri çok iyi biliyordu:
“Mustafa Kemal Paşa, tabii ki sosyalist değildir,” diyordu Lenin, “ ama görülüyor ki, iyi bir örgütçü, yetenekli bir komutan, burjuva-ulusal devrimini yürütüyor, ilerici bir insan, akıllı bir devlet adamı. Bİzim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum.”
.
Karabekir Paşa, ültimatomunda, “ Batum’un bir zamablar Türklere ait olduğunu bilmeniz gerek’ diye yazıyordu. ‘ Menşevik Gürcü hükümeti, bütün bu toprakları bize bıraktı.’
“Türkiye’nin çıkmazdan kurtuluşu için yolu birdir -Mustafa Kemal Atatürk’ün politikasına geri dönüş, ülkenin siyasal ve ekonomik bağımsızlığının yeniden kurulmasına, Türk halkının ulusal çıkarlarına uygun barışsever dış politikaya geri dönüş.”
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
“Kemal Atatürk, 1936 yılında Boğazlarla ilgili Montreux Antlaşması’nın imzasından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde şunları söylemişti:
“Bu münasebetle, karada ve denizde büyük komşumuz Sovyet Rusya ile aramızdaki, 15 yıldan beri her türlü sınamadan geçmiş olan dostluğun, ilk gündeki kuvvet ve samimiyetini tamamıyla koruyarak, doğal gelişmesinde devam ettiğini söylemekle de ayrıca memnunluk duyarım.”
“Gazi ince, duygulu yaratılışlı bir insandı. Yurduna, halkına olan sevgisi onu, Türkiye’nin düşmanlarına karşı amansız bir mücadele için gerekli olan sert, sağlam bir karakter edinmek zorunda bırakmıştı.”
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
“Menşevikler, Taşnaklar, Müsavatçılar, Troçkistler ve başka karşıdevrimci grup ve teşkilatlar uluslararası burjuvazi tarafından, Sovyet Rusya ile doğu halkları arasındaki dostluğu yıkmak için kullanılmışlardır.”
“Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Savaşı’ndan beri dışardan 14 kez borç para almıştı. Bunlardan 10’u Fransa’dan alınmıştı. Osmanlı borçları (Türk Lirası üzerinden) şöyle bölünmekteydi:
Fransa’ya olan borç : 2 milyar 500 milyon
İngiltere’ye olan borç : 577 milyon
Almanya’ya olan borç: 867 milyon”
“Mustafa Kemal Paşa daha Türkiye’de bulunduğum sıralarda aldığı kesin önlemlerle kadınları çarşaftan kurtarma konusunda başarılar sağlamıştı. Düğünlerdeki aşırı harcamalar, gelinin getirdiği çeyizlerin açıkta gösterilmesi, geline büyük hediyeler verilmesi yasaklanmıştı.*”
*Men-i İsrafat Kanunu’ndan söz ediyor (C.B.).
“Bir gün Mustafa Kemal Paşa bana ve Abilov yoldaşa evlenişinin hikâyesini anlattı. Paşa, öncü birliklerle İzmir’e girdiği zaman sokaklarda henüz çarpışmalar oluyor, şehir yanıyordu. Kaçmakta olan Yunanlılar köşe başlarından Türklere ateş ediyorlardı. Zengin bir tüccarın kızı olan Latife Hanım Mustafa Kemal’e rastladı. Latife Hanım’ın babası o sırada İstanbul’da bulunuyordu. Latife Hanım Mustafa Kemal’i evinde misafir etti. Ona gerekli ilgiyi gösterdi. Onun çalışabilmesi için uygun koşullar hazırladı. Kendisi birkaç yabancı dil bildiği için (Latife Hanım Paris Üniversitesi’ni bitirmişti) Mustafa Kemal’e gerekli olan belgeleri çevirmede yararlı oluyordu.”
“O zamanlar elçiliğimizde eskiden olduğu gibi kontlar ve prensler ve onların çocukları değil, fakat Ekim Devrimi’nin halktan, işçilerden, köylülerden, devrime sadık eski Bolşeviklerden çıkardığı insanlar çalışıyordu.”
“Mustafa Kemal Paşa Sovyet halkının, hükümetinin ve elçiliğinin Türk halkına ve onun hükümetine olan candan ve dostça davranışlarının Türkiye’nin kaderinde oynadığı rolü çok doğru anlamıştı.”
“Sabrımı taşıran son olay, Rauf Bey’in, güya “prestijini sarsmak amacıyla, Mustafa Kemal Paşa ile mücadele etmek için Türk komünistlerini örgütlediğim” yolunda Atatürk’e söylediği iftira ve yalanlar oldu. Mustafa Kemal Paşa ile olan özel görüşmelerimden birinde Rauf Bey’in Türkiye Cumhuriyeti’nin bir düşmanı olduğuna inandığımı açıkça paşaya söylemiştim.”
“İngilizlerin Gelibolu Yarımadasındaki çalışmalarına, özellikle Bolayır’ın batısında bir kanal kazma çabalarına geçtim; aldığım bilgilere göre, İngilizler tarak makineleri getirmişler, gece gündüz çalışıyorlarmış, dedim.”
“…Herriot’nun Rusya’ya gelişi ve bunun gibi olaylar) gerçekte Fransa’nın İngiltere ile birlikte Türkiye’ye karşı ortak bir cephe kurduğunu ve yaptığı flörtlerle onu Sovyet Rusya’dan ayırmaya çalıştığını kesin olarak biliyorduk.”
*Lozan Konferansı’nda, Boğazlar sorununu incelemek üzere Uzmanlar Komisyonu kurulduğu zaman, Sovyet Rusya temsilcilerinin bu komisyona alınmadıklarını söyledim. “Bu perde arkası bir pazarlığa benzemektedir! Sovyet hükümeti bu komisyonda, Rusya’ya karşı kararlar alınacağını tahmin etmekte haklıdır” dedim.”
*Sovyet teklifi geçici bir kombinasyonu değil, bir zaferle yaşama hakkını teyit etmiş olan Türk halkının haklarının korunmasını istiyor.”
*Çiçerin sözlerine devam ederek, “Barış, askeri güçlerin yığınak yapmasıyla asla sağlamlaşmaz!” dedi, “Ortadoğu’da barış halinin biricik sağlam temeli, Türkiye’nin özgürlüğü ve egemenliğidir…”
*Curzon, pek akıllıca olmayan esprilerine devam ederek, “Boğazların kontrolünü, sadece Türkiye’ye bırakmalı, o Türkiye ki geçmişte bu görevi yerine getirmeye yetenekli olmadığını çoktan göstermiştir” diyerek alaylarına devam etti.”
“Milletler Cemiyeti ayrılmaz bir biçimde Versailles Antlaşması’na öylesine bağlı, milletlerin gerçek hak eşitliğini kurmaktan ve aralarında barış içinde bir arada yaşamanın gerçek şansına benzer herhangi bir şeyden öylesine uzaktır ki, bizim, Milletler Cemiyeti’ne karşı olumsuz tavrımız, herhangi bir yoruma ihtiyaç göstermeyecek kadar anlaşılır görünmektedir.”
“Lenin gazete muhabirlerine şunları söylemişti:
“Boğazlarla ilgili olarak bizim programımız (tabii henüz, yaklaşık olarak) şu esasları taşımaktadır:
Birincisi: Türk milli isteklerinin yerine getirilmesi
İkincisi: Bizim programımız, Boğazların gerek barışta gerek savaşta bütün savaş gemileri için kapalı olması temeline dayanmaktadır. Bu sadece toprakları doğrudan Boğazlara bağlanan devletlerin değil, bütün devletlerin doğrudan doğruya en yakın ticari çıkarlarıdır.
Üçüncüsü: Boğazlarla ilgili bizim programımız, deniz ticaret filolarının tam bir serbestliğini savunmaktadır.”
“Boğazların Rus savaş gemilerine açılmasının başlıca düşmanı İngiltere’ydi. İngiltere, Rus savaş gemilerinin Akdeniz’e sızmalarına karşıydı. İngiliz hükümeti Türkiye’yi bir koçbaşı olarak kullandı. İngiltere, kendi çıkarlarını Türk halkının kanıyla savundu.”
“Rauf Bey soyca Çerkez’di. Babası Kabarday’dan gelip Türkiye’ye göç etmiş ve Abdülhamid’in gözdelerinden olmuştu. Rauf Bey, Kafkasyalı olduğunun söylenmesinden hoşlanmazdı.”
“Konferans sırasında Rauf Bey, İsmet Paşa’ya karşı bir sabotaj ve yanıltma (dezenformasyon) kampanyasına girişti: Paşanın sorularına ve telgraflarına uzun süre cevap vermedi, onun gönderdiği bilgilerin hepsini Mustafa Kemal’e bildirmedi, raporlarını çarpıttı, vb. İsmet Paşa’yı o hale getirdi ki, oda bir başbakan olarak Rauf Bey’i atlamak ve özel bir şifreyle, doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa’ya başvurmak zorunda kaldı.”
“Curzon Musul’daki ‘Turkish Oil’ şirketinin ortaklarındanmış. Sultan Abdülhamid bir zamanlar Musul petrollerinin sahibiymiş. Abdülhamid’in varisleri kendi haklarını Amerikalılara devretmişler. ABD ‘Standard Oil’in çıkarlarını savunuyormuş. Amerikan temsilcisi Chaild, Musul’un ‘açık kapıları’ olması gerektiğini söylemiş.”
“Kürt milletvekilleri, “Siz Trakya’yı ele geçirmek için Musul’u vermeye dünden hazırsınız” diyorlardı. Meclisteki muhalefetin biraz da coğrafi duruma göre kurulduğunu, doğu vilayetlerinin milletvekillerinin muhalefetin çoğunluğunu oluşturduğunu söylemeliyiz.”
“Curzon, Briand ve diğerleri, Sovyet Rusya’nın, Türk halkının egemenlik haklarına hiçbir yoldan dokunulmasına razı olmayacağını, ayrıca kendisi için yaşamsal değer taşıyan hiçbir çıkarından vazgeçmeyeceğini de çok iyi biliyorlardı. Bundan ötürü de konferans yöneticileri Lozan’daki varlığımızı, konferansa katılmamızın bir formaliteden öteye geçmemesini sağlayacak birtakım koşullarla sınırlandırmak istiyorlardı.”
“Ama Mustafa Kemal Sovyet Rusya ile dostluk ilişkileri konusunda sımsıkı direnmiş ve Rauf Bey’le başkalarının Türkiye ile Sovyet Rusya’nın arasını açma çabalarını daima suya düşürmüştü.”
“İtilaf Devletleri çevreleriyle ilişkisi olan gerici grubu, Rauf Bey, Kara Vasıf Bey, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşa’nın idare ettiğini zikretmiştim. Bunlar gizli liderlerdi. Parlamentodaki ‘ikinci grup’un açık liderleri ise, Hüseyin Avni Bey ile Hüseyin Selâhaddin Bey idi.”
*Kara Vasıf Bey. Sivas milletvekili, Sovyet Rusya’nın ateşli düşmanı. Jön Türk hareketinde önde gelen bir rol oynadı. Mecliste saltanatın ilgası aleyhine oy verdi. Fransa temsilcisi Albay Mougin ile yakın ilişkisi vardı (S. İ. Aralov).
*Hüseyin Selâhaddin Bey. Adanalı büyük toprak sahibi, Mersin milletvekili. Mustafa Kemal’e karşı muhalefet mücadelesi yürüttü, İttihatçılarla bağı vardı. 1922 sonunda saltanatın kaldırılmasına karşı idi. Frankofil, açıkça Sovyet Rusya aleyhtarı (S. t. Aralov).
“Bu arada İsmet Paşa’ya şunları söyledim: “Biz Türkiye’ye karşı kapitülasyonlar rejimini kaldıran ilk ülkeyiz.”
“Rauf Bey’in gerici hizbi, çeşitli dolambaçlı manevralarla Türkiye ve Sovyet Rusya için yaşamsal olan Boğazlar sorununu karmakarışık bir hale getirmeye çalışıyordu.”
*30 Ağustos 1922’de Dumlupınar Muharebesi’nde Yunan ordusu artıkları tamamıyla imha edildi. 18 Eylül’de Anadolu istilacılardan temizlenmişti. Bizzat Yunan askerleri, duvarlara ve tahta perdelere yazdıkları yazılarla onları savaşa sürükleyen İngilizlere ve Yunan gerici idarecilerine lanetler yağdırıyorlardı.”
*1922 Haziranı’nda Ankara’ya Fransa temsilcisi Albay Mougin geldi. Türklerin düşüncesine göre Mougin kaba saba, hamhalat bir askermiş. Mougin, Ankara Antlaşmasının uygulanması konusuyla ilgili olarak Ankara’ya gelmişti. Bununla birlikte Mougin, Mustafa Kemal’e, Fransa ile Türkiye arasında askeri bir ittifak imzalamayı, İngiltere ile uzlaşıcı bir barış antlaşması imzalamayı ve Sovyet Rusya ile ilişkileri kesmeyi teklif ederek, temsilcilik yetkilerini genişletti. Mougin amacına erişemedi, Mustafa Kemal onun tekliflerini reddetti.”
“Sovyet Rusya ile Almanya arasında imzalanan Rapallo Antlaşması* Mustafa Kemal Paşa’nın hoşuna gitti ve şöyle dedi: “Bu sizin delegasyonun İngilizlere karşı kazandığı parlak bir zaferdir. Bu beni çok sevindiriyor.”
*SSCB ile Almanya arasında Rapallo Antlaşması, Cenevre Konferansı sırasında 16 Nisan 1922 tarihinde imzalanmış ve îtilaf Devletlerinin Rusya’ya karşı kurmayı düşündükleri ortak cepheyi suya düşürmüştür (S.İ. Aralov).
“Onun, Nuh Nebiden kalma yaşantıya, bütün kör inançlara ve ortaçağ kalıntılarına karşı mücadelesinde, elimden geldiğince ona yararlı olmaktan çok kıvanç duyacağım. Mustafa Kemal Paşa’nın bütün isteklerini hemen bana bildiriniz. Bu isteklerinin yerine getirilmesi için her şeyi yapacağım.”
“Genel olarak Mustafa Kemal, bütün toplum ilişkilerini çok enerjik olarak ileriye doğru itmektedir. Mustafa Kemal’in son derece ilgi çekici bir kişiliği vardır. Günlerce Türk şehirlerinin sokaklarında dolaşmakta, kendisini çevreleyen kalabalıkla parlamentarizmden, kadının özgürlüğünden, milli eğitimin ve bütün kültürün modernleştirilmesinden söz etmektedir.”
“Mustafa Kemal Paşa, emperyalistlerin hileciliğini hatırladı. Fransız Başbakanı Clemenceau’nun şu sözlerini öfkeyle nakletti:
“Evet, ben Kilikya’yı, Suriye’yi, Şam’ı, Halep’i, Beyrut’u ve Musul petrolünün akacağı İskenderun limanını alabilmek için bir yem olarak Musul’u İngilizlere verdim. Eğer sonraları Türkler bizi Kilikya’dan kovdularsa benim bunda ne suçum var?”
“Feodaller nice çeteler, nice isya lar örgütlediler! Bütün bunlar İttihat ve Terakki Partisi’nin artıkları, İngiliz Muhipleri Cemiyeti ve daha başka gerici örgütler aracılığıyla iş gören Curzon, Lloyd George ve öteki emperyalistlerin önderliği ile yapılmaktadır.”
“Kendisi Sovyet Rusya’nın azgın düşmanı olduğunu göstermişti, Ankara’daki elçilik binamızın yakılışında onun parmağı vardı. A. G. Kotelnikov (elçiliğimizin eski sekreteri) anılarında yangının Albay Mougin’in kışkırtmasıyla çıkarıldığını yazmaktadır.
*Albay Mougin: Fransa’nın Ankara’daki resmi olmayan temsilcisi (S.I. Aralov).”
“Refet Paşa’nın birliklere komutası başarılı değildi. Mustafa Kemal Paşa’nın belirttiğine göre Milli Savunma Bakanlığında da olumlu iş görememiş, 1922 yılı Ocak ayında bu görevden alınmıştı. Ama bu, onun kendi kahramanlıklarıyla övünmesine engel olmuyordu.”
“Kısacası Milli Kurtuluş Savaşı’na sinsice karşıydı. Refet Paşa’nın, dini-feodal unsurlarla ve komprador burjuvazinin temsilcileriyle bağlantısı vardı. Yeni Türkiye’yi desteklemiş olan Sovyet ülkesine düşmanca davranıyordu.”
“Türklerin Sakarya zaferini, ağır toplarının üstünlüğü ile açıklayan Yunan Generali Papulas’a İnönü’nün verdiği cevabı buraya nakletmekten kendimi alamayacağım. İsmet Paşa alaycı bir edayla şöyle demişti:
“Türkler bu ağır topları herhalde kendi fabrikalarında yapmadılar. Türklerin bütün silahları ellerinden alınmıştı. Buna karşılık bütün dünyanın silah fabrikaları Yunanlıların siparişine açıktı. Yunanlılar istedikleri her şeyi satın alabilir ve bu satın aldıkları şeyleri de istedikleri yere götürebilirlerdi. Bu durum Yunan komutanlığının, zaferin sırrını anlamakta Türk komutanlığından çok aşağı olduğunu göstermektedir.”
“İstanbul’dan Ankara’ya 1920 yılında kaçmıştı. Fevzi Paşa İstanbul’dan kaçışının sebeplerini bize kısaca şöyle anlatmıştı:
“Durum artık dayanılmaz bir hal almıştı. Halka ihanet eden, onu îngilizlere ve öteki emperyalistlere satan kokuşmuş İstanbul hükümetini görmek beni tiksindiriyordu. Padişahın çevresindeki hizip halkı değil, yalnız kendi çıkarını düşünüyordu. Artık buna katlanamadım.”
“Elçiliğin yakınlarında yüksek minareli bir cami vardı. Ayıcık camiye girmiş, merdivenleri tırmanmış. Bu sırada minarenin şerefesinde müezzin müminleri namaza çağırıyormuş. Neşesi yerinde ve karnı tok olan ayıcık molla ile oynamak istemiş. Arkadan pençeleriyle onu yakalamış ve burnunu sırtına sürtmüş. Müezzin arkasına dönmüş ve dehşet içinde bağırmış. Korkusundan yavru ayıcık ona dev bir ayı gibi görünmüş ve ezan yerine “Aman aman şeytan!” diye bağırmış. Millet kaçışmış ”
“Mustafa Kemal, “Biz Türkler, bizim Misak-ı Milli’de Arap ülkelerine sahip olmaktan vazgeçtik” diye işaret etti. “Araplar, kendi kaderlerini kendileri belirleyebilir ve belirlemelidir. Sivas Kongresi’nde pantürkizm, panislamizm, Osmanlıcılık konularında tartışmalar oldu. Bu miadını doldurmuş ilkelerin yandaşları, ağızları köpürerek bunları savundular. Ama aklı başında çoğunluk başka türlü karar verdi. Bu bizim işimiz değildi, bizim amacımız Türklerin oturduğu toprakların çerçevesi içinde milli bir Türkiye kurmaktır. Arap topraklarına sahip olmak, bizim için uluslararası anlaşmazlıklara yol açacak korkunç bir yük olurdu.”
“Mustafa Kemal, Sivas Kongresi sıralarında, İngilizlerin hain padişahla birlikte bu kongreyi başarısızlığa uğratmak ve delegeleri tutuklamak için nasıl Kürtleri ayaklandırdıklarını hatırlattı.”
“Mustafa Kemal, “Kürt sorunu karışık, çetin bir konudur” demişti. “Şunu dikkate almalısınız ki; Kürtlerin yaşadığı bazı yerler petrol, bakır, kömür, demir ve daha başka madenler bakımından zengindir. Başta, başlıca düşmanımız İngiltere olmak üzere birçokları bu bölgeye göz koymuş bulunuyorlar. Burada stratejinin, İran’a, Kafkasya’ya, Irak’a giden ticaret yollarının da etkisi vardır. İngiltere, Kürtlerin iki devlete -Türkiye ve İran’a- ait olmasından yararlanmakta, bunu da bir koz olarak kullanmaktadır. İngiltere, kendi egemenliği altında bir Kürt devleti kurmak ve bu sayede bize, İran’a, Güney Kafkasya’ya kumanda etmek istemektedir. İngilizler eskiden beri Kürt liderlerini satın almaktadır. Şimdi Kürt liderleri bölünmüş bulunuyor: Kimisi İran’a, kimisi İngiltere’ye, kimisi de bize meylediyor. İngiliz ajanları Wool, Nowill ve başkaları bağımsız bir Kürdistan’dan dem vurmaktadırlar. Süleymaniye’de İngilizler Şeyh Mahmud’u Türkiye’ye karşı harekete geçmeye zorlamışlardır.”
“Eskiden Türk sultanının idaresinde bulunan Suriye, Mısır şimdi onun boyunduruğundan kurtulmuş bulunuyorlar ve Türkiye hiçbir zaman onların özgürlüğüne kastetmeyecektir. Tam tersine, Sovyet Rusya bize nasıl yardım ediyorsa Türkiye de onlara öyle yardım etmelidir. Türkiye İran’la dostluk ilişkileri içindedir” demiştir.”
“Genç subay kadrosunu ve erleri, biz büyüklerin güttüğü milli ruhta eğitiriz. Bizim erlerimiz niçin savaştıklarını bilirler. Sizinle birlikte birkaç piyade tümenini, süvari kolordusunu dolaştık. Bunlardaki disiplini fark ettiğinize eminim. … Mustafa Kemal, sonuç olarak, “Ordumuz apolitik değildir” dedi.”
““Wilson ilkelerinin 12. maddesi Türkiye’nin egemenliğini güven altına almıştı. Peki ne oldu?” diye sordu Mustafa Kemal. “İngiltere Musul ile İstanbul’u; Fransızlar Adana’yı, Urfa’yı ve diğer bölgeleri; İtalyanlar Antalya’yı; Yunanlılar İzmir’i işgal ettiler. Emperyalistler Maraş’ta katliam yaptılar, bu eski Müslüman şehrini yakıp yıktılar ve hiç suçu olmayan binlerce insanı öldürdüler.”
“Subaylar, padişah-halifenin ihanetini önceleri belli belirsiz anladıklarını, ama kökleşmiş gelenekler yüzünden padişahsız, dini bir baş olan halifesiz bir Türkiye olabileceğini akıllarının bir türlü almadığını anlatıyorlardı. İngiltere ile öteki büyük devletleri gücendirmekten de korkmuşlardı.”
“Yolda Yunanlıların yaktığı köylerden erkek ve kadınlardan oluşan büyük bir grup gördük. Mahzun mahzun yerde oturuyorlardı. Kılık kıyafet açısından köylüler bizimkilere şaşılacak ölçüde benziyorlardı; kadınların başlarında tıpkı bizdeki gibi bağlanmış beyaz başörtüleri vardı. Yanlarına yaklaştık, başlarına ne geldiğini sorduk. “Alçaklar saldırdı” diye üzüntülü sesler çıktı. “Yaktılar çok çok öldürdüler Bazılarını alıp götürdüler, nereye bilmiyoruz. Çocukları da öldürdüler ”
“Türkiye ile karşılıklı ilişkilerimizin temelinde yatan ortak amaç, emperyalizmle savaş ve Türkiye’nin sömürgecilerin boyunduruğundan kurtarılması idi.”