İçeriğe geç

Zor Saat Kitap Alıntıları – Thomas Mann

Thomas Mann kitaplarından Zor Saat kitap alıntıları sizlerle…

Zor Saat Kitap Alıntıları

Geceleyin yıldızlı göğü seyretmek en sevdiğim meşgalemdir; dünyadan ve hayattan başını kaldırmanın en güzel şekli değil midir çünkü bu?
Her edebî şahsiyeti, kendimi onda tekrar bulduğumu sanma hissiyle anlıyor ve başka biri üzerimde etkisini gösterene kadar o kitabın üslubuyla düşünüyor, hissediyordum.
Her şey öyle hüzünlüydü ki. Dünya öyle sessiz ve kurak, ay da öyle solgundu ki..
Bilgi, diyorum size, dünyanın en derin cefasıdır; ama bilgi, arındıran eziyeti olmaksızın hiçbir insanın şifa bulamayacağı Araf’tır.
Ah, huzur, istediğim huzurdu! Ama boş ve sağır hiçlikteki huzur değil, iyi ve durgun düşüncelerle doğmuş, hafif güneşli bir dinginlik.
Dolgun lezzetin şenlik gürültüsüyle eziyet çeken dünyanın inleme sesini bastirabileceklerini mi sanıyorlar.
Fakat kendini küçük görme ile rezillik tüyler ürpertici bir etkileşimde bulunur, birbirlerini besler, dehşete dönsün diye birbirinin işini kolaylaştırır.
İstediğin gibi ol, istediğin gibi yaşa, ama küstah bir güven göster, vicdanın sızlamayan, o zaman kimse seni küçük görecek kadar ahlaklı olmayacaktır.
Sadece tek bir mutsuzluk var: kendi kendini beğenmemek, mutsuzluk budur işte.
Belki de sahiden dâhi veya ona benzer bir şeydir
Evet, ama dâhi nedir? dedi düşünceli düşünceli. Bu Daniel’de tüm ön şartlar mevcut: yalnızlık, özgürlük, ruhi ıstırap, harika bir etkileme, kendine inanç, hatta suç ve cinnetin yakınlığı bile. Eksik olan ne? İnsanca olan mı acaba? Biraz his, özlem, aşk? Ama bu tamamen doğaçlama bir varsayım
Karanlıkta tünemek !Ah, kaç aydır kenarda kalmışlığım ve filozof yalnızlığım hakkında ara sıra ne düşünüp hissettiğim aklıma geliyor!
Mesele insanın kendini ne sandığı, kendini ne olarak gösterdiği, kendini gösterirken Emin olduğu şeyin ne olduğudur!
Hayatımızdan tat almak, gerçekten, bilinçli, sanatkârane şekilde tat almak istiyorsanız ,asla yeni şartlara alışmaya uğraşmayın . Alışmak ölümdür. Ahmaklıktır. Yaşamaya alışmayın, hiçbir şeyin sıradanlaşması izin vermeyin, lüksün tatlılığı için çocukça bir zevki muhafaza edin.
Dünya benim bilinçsiz tip dediğim şeyle dolu:ve ben bu bilinçsiz tiplere hiç katlanamıyorum! Etrafımdaki bu bunaltıcı, bilgisiz ve idraksiz hayata ve yaşamaya, meydan okuyan saflığın dünyasına katlanamıyorum!
Tüm dünyanın, insanın diğerleri hakkında ciddi bir kanaata varamayacağı kadar kendiyle meşgul olduğu bir gerçek; kendi kendine göstermeye emin olduğu saygı derecesini miskin bir istekle kabul ediyor insan. İstediğin gibi ol, istediğin gibi yaşa, ama küstah bir güven göster, vicdanın sızlamasın, o zaman kimse seni küçük göremeyecek kadar ahlaklı olmayacaktır.Kendinle birliğini bir kaybedegör, kendini beğenmişliğini bir yitiregör, kendini küçümsediğini bir göster, sana gözü kapalı hak verirler.
Bana gelince, ben mahvolmuşum
Hayattan duyduğum olağanüstü beklentilerimi biçare bir hırsla binlerce kitaptan beslediğimi söylemekle yetineceğim: şairlerin eserleriyle.
Kayıtsızlık, bu bir nevi mutluluk olurdu, biliyorum Ama kendime karşı kayıtsız olacak durumda değilim, kendime insanların gözlerinden başka gözlerle bakacak durumda değilim ve sızlayan vicdanımla harap olacağım; masumiyetle dolu olarak Sızlayan vicdanım cerahatlı bir kibirden farklı olmayacak mı hiçbir zaman?
Piyanoda yeni ve güzel bir motif çalmayı başardım mı, bir hikaye okurken veya bir resme bakarken duyarlı ve kalıcı bir ruh hali yakaladım mı, O gün güzel geçmiş ve mutlu edici bir içeriğe sahip olmuş sayılıyordu
Hayat Aslında iyi bir şey değil midir, bizim için mutlu denebilecek şekilde şekillenip şekillenmesine bakmadan?
Düşünceye dalmamalı! Düşünceye dalamayacak kadar derinlerdeydi! Kargaşaya düşmemeli, en azından orada duraklamamak!
İnanmak, ıstıraba inanabilmek Ama o, ıstıraba inanıyordu zaten, öyle derin, öyle içten ki, ıstıraplar içinde gerçekleşen herhangi bir şey bu inanç sayesinde ne faydasız ne de kötü olabiliyordu.
Vicdanı Ne de sesli bağırıyordu!
İnancı yaşamıyordu, sefalette ışığı olan geleceğe inancı. Durum böyleydi, ümitsiz hakikat buydu.
Susuyorlardı, zira bunlar sözün kıymetini bilen ve boş yere konuşmamayı âdet edinmiş insanlardı.
Ah, huzur bulamadan acı çeken iradenin çocukları bizler, biz hepimiz kardeşiz; ve birbirimizi tanımıyoruz. Başka bir sevgi gerekli, başka biri
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Zekâ nedir? Oyun oynayan nefret! Sanat nedir? Yaratan hasret!
Dünya benim ‘bilinçsiz tip’ dediğim şeyle dolu: ve ben bu bilinçsiz tiplere hiç katlanamıyorum! Etrafımdaki bu bunaltıcı, bilgisiz ve idraksiz hayata ve yaşamaya, meydan okuyan saflığın dünyasına katlanamıyorum!
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Güneşi sevmez misiniz, Herr Spinell?”
“Ressam olmadığım için Güneş olmayınca insan daha içine dönüyor.
Ha ikiyüzlülük, ha nefsini yenme, hanımefendi! Hangi kelimeyi seçerseniz artık. Öyle üzücü, dürüst bir tabiatım var ki ”
Vicdan, hanımefendi vicdan işi fenadır! Ben ve benim gibiler, biz hayatımız boyunca vicdanımızla uğraşırız
Sanat, tüm korkunç derinliklere, varlığın utanç ve keder dolu tüm uçurumlarına merhametle ışıyan kutsal meşaledir; sanat, alev alıp tüm rezaleti ve eziyetiyle beraber kurtarıcı merhametinin içinde dağılsın diye dünyaya konan ilahi ateştir!..
Bilgi, diyorum size, dünyanın en derin cefasıdır; ama bilgi, arındıran eziyeti olmaksızın hiçbir insanın şifa bulamayacağı
Araf’tır.
Tanrı elini hiç tutmadı üzerimde, hiç tanımaz beni. Sadaka olmayan hakiki mutsuzluk iyi bir şey; insan, Tanrı’ya hiçbir şey borçlu değilim, diyebiliyor kendine
Birkaç zamandır, ayın hangi gününde veya hangi ayda, hatta hangi yılda olduğunu bilme alışkanlığını bırakmıştı. Her şey boşlukta durmalı, diye düşünmeyi âdet edinmişti ve biraz belirsiz bir deyim olsa da, bundan çok şey anlıyordu.
Bana gelince, ben mahvolmuşum
Sadece tek bir mutsuzluk var: kendini beğenmekten mahrum kalmak. Kendi kendini beğenmemek, mutsuzluk budur işte; ah, bunu çok açık bir şekilde hissettim hep!
Günübirlik yaşıyordum; dalgın, hedefsiz; keyifli bir derginin çıkış gününü beklemek gibi nafile ümitlerle meşgul, mutlu olacağıma dair kuvvetli inancımla ve bazen de yalnızlıktan biraz yorgun olarak.
İnsanın, dışarıda kararan güne ve belki de yavaş yağan yağmura bakıp hüzünlenen ruhundaki değişimlerin kurbanı olduğu ikindi vakitleri vardır ya, onları engellemek mümkün müdür?
Her edebî şahsiyeti, kendimi onda tekrar bulduğumu sanma hissiyle anlıyor ve başka biri üzerimde etkisini gösterene kadar o kitabın üslubuyla düşünüyor, hissediyordum.
Çünkü kayıtsızlık, biliyorum ki, bir nevi mutluluk olacaktır.
İnsan dışarıdan ne kadar serbest, dünyaya yabancı ve sakin yaşarsa, içerden yaşadıkları o kadar güçlü ve saldırgan oluyormuş gibi görünmüyor mu?
“Bu otuz yıl boyunca mutlu değildiniz herhalde?”
“Hayır, yalan dolandan ibaretti.”
“Yani mutlu olduğunuzu sandınız?”
“Denedim.”
Her şeyin, keyfini çıkarmaya değer olduğunu, mutlu ile mutsuz tecrübeler arasında ayrım yapmanın akılsızca olduğunu kavramayı öğreniyordu.
Hayat aslında iyi bir şey değil midir, bizim için mutlu” denebilecek şekilde şekillenip şekillenmemesine bakmadan?
bir daha asla gam kedere düşmeyeceğim. Bunlar başkalarına sevinç ve mutluluk veriyor, ama bana sadece elem ve üzüntü getiriyor.
Geceleyin yıldızlı göğü seyretmek en sevdiğim meşgalemdir; dünyadan ve hayattan başını kaldırmanın en güzel şekli değil midir çünkü bu?
Belki de diğer insanlarınkine göre daha dardır benim ufkum? Gerçeklerden anlamam, demiştim yoksa çok mu fazla anlıyorum acaba? Çok mu çabuk kesiliyorum? İşim çok mu çabuk bitiyor? Mutluluk ve ıstırabın çok alt derecelerini, seyreltilmiş halini mi tanıyorum sadece?
Size mutluluğumdan da bahsetmeme gerek var mı? Zira mutluluğu da yaşadım, mutluluk da beni hayal kırıklığına uğrattı
iyi ve kötü, güzel ve çirkin hakkındaki yüce kelimelerden, belki de onlar, yalnız onlar tüm acılarımın sebebi olduğu için, ölesiye nefret ediyordum.
Ah, insan ile ölüm arasında sürekli bir irtibat var! İraden ve kanaatinle kenarlarından çekip zorla çağırabilirsin ölümü, öyle ki yanına geliverir, hem de inandığın vakitte
Her şey öyle hüzünlüydü ki. Dünya öyle sessiz ve kurak, ay da öyle solgundu ki
Göğsünün üst kısmına, boynunun başladığı yere, gözlerine doğru çağlamak isteyen yumuşak, ılık ve akışkan bir sızı yerleşmişti. Ama gerçekten ağlamaya utandığı için, aşağıda sabırla bekleyen kâğıdın üzerine akıtıyordu onu kelimelerle.
Sık sık gece geç vakitlere kadar kitaplarının arasında oturur oldu.
Bakın, iki kişi birbirini sevse ve adam kızı kaçırsa, kendisi bir şey olmamış gibi namuslu kalır, hatta yiğitçe bile davranmıştır kahrolası herif! Ama yitip giden, toplumdan dışlanan, ayıplanan ve gözden düşen, kadındır. Evet, göz-den dü-şen! Bu görüşün ahlaki tarafı nerede? Adam da aynı derecede düşkün değil midir? Hatta, kadından daha namussuzca davranmamış mıdır?!
Artık tüm huzurum kayboldu. Tüm duyularımda delice bir hareketlenme. Bütün bunlarla şaşkına dönmüş halde, unutulanlar açığa çıkıyor.
Ya gerçekten kendimi ses, söz veya resimle ifade etmeye muktedir bir sanatçı olmasaydım
Kendinden geçmiş şairler bana dilin fakir olduğunu, ah, onun fakir olduğunu söylediler; ama hayır, beyefen­di! Bana öyle geliyor ki dil zengindir, hayatın sınırlılığı ve yoksulluğuna nazaran çok zengin. Istırabın sınırları var; vücutta olanınki baygınlıkta, ruhta olanınki ahmaklıkta; mutluluğun durumu da farklı değil! İnsanın dertleşme ihtiyacı ise, bu sınırların ötesinde yalan söyleyen sesler icat etmiş.
Etrafımız bomboş suratlarla çevrili
Sevgili kardeşlerim, birbirimizi sevelim.’
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir