İçeriğe geç

Kış Üzümü Kitap Alıntıları – Mehmet Tekiner

Mehmet Tekiner kitaplarından Kış Üzümü kitap alıntıları sizlerle…

Kış Üzümü Kitap Alıntıları

Kalbin kelâmını sahibi bilir,
Göğsünde atınca senin mi sandın?
Kalbin kelamını sahibi bilir,
Göğsünde atınca senin mi sandın?
Kalbin kelamını sahibi bilir, göğsünde atınca sen mi sandın?
Doğduğumuz zaman kulağımıza okunan ezanın, öldüğümüzde kılınacaktı namazı. İşte ömür dediğimiz şey bir ezanla namaz arası kadar kısa bir andı.
Biz bu dünyaya birkaç beden büyük geldik arkadaş,
bundandır üzerinde garip göründüğümüz.
“Akşamları tenhada hayallerini söyleyen, hedeflerini kulağıma fısıldayan, konuşkan bir ruhum vardı. Artık sesi eskisi gibi net duyulmuyor. Ya sustu ya da etrafındaki gürültüden sesini duyuramıyor.”
Doğduğumuz zaman kulağımıza okunan ezanın, öldüğümüzde kılınacaktı namazı. İşte ömür  dediğimiz şey bir ezanla namaz arası kadar kısa bir andı.
Insanla bu kadar oynanmaz demiştim
Bakın bozuldu işte
-Kalbin kelâmını sahibi bilir. Göğsünde atınca senin mi sandın.?
Aidiyetimiz,siyasi görüşümüz, cemaitimiz,tarikatımız, ekonomik durumumuz ne olursa olsun!Farklılıklarımıza saygı göstererek temel değerlerde birleşebilmeliyiz:ortak değerde!
Yerini bilmeyen harfler yüzünden kelimeler nasıl manasını yitiriyorsa önde olmak isteyen insanlar sebebiyle de toplum ahengini kaybediyor.
Çünkü insana en çok kitap yakışıyor. Ve mürekkebin kuruduğu yerde kan akıyor. Franz kafka
Dünyanın iklimi ısınıyor, insanınki soğuyordu
Hayat ırmağı denize ulaşamadan ayılmalı,güneşin üzerime doğmayacağı gün ‘den önce uyanmalıyım.
Doğduğumuz zaman kulağımıza okunan ezanın, öldüğümüzde kılınacaktı namazı. İşte ömür dediğimiz şey bir ezanla namaz arası kadar kısa bir andı.
Insanoğlu neden bölüşmüyor da,bölünüyor?
Biz bu dünyaya birkaç beden büyük geldik arkadaş, bundandır üzerinde garip göründüğümüz.
Aşkın iğnesiyle dikilince bir dikiş, kıyamete kadar sökülmezmiş. (Iskender palakırk güzeller çeşmesi )
Namerdin çok olduğu yerde nasıl mertlik zorsa ;kötülüğün kol gezdiği yerde de iyilik zor,iyiler az.
Eskiler çok güzel bir temsille izah etmişler:Üç çeşit dostluk var demişler. Birincisi yal dostluğu yani menfaat merkezli birliktelikler,yorgan gidince biten,öküz ölünce bozulan.Ikincisi yol dostluğu yani yol boyunca devam eden,yol bitince sona eren.Üçüncüsü de hal dostluğu ki,işte bu âlâ!zaman ve mekan aramayan,içinde menfaat barındırmayan
Her hayat okunmaya değmez belki fakat dokunmaya değer
Benim de yüreğimde tuttuğum ve söylemeden geçemeyeceğim notlarım var.
Büyük adamlarla sohbet etmek büyütüyor insanı.
Çocuğuna bir şarkı bir şiir bırak,
Aşağı mahallede gördüm ,arabalar eskiyor
Çünkü büyüyünce insan, küçülüyor umutları.
Ve güneş doğarken değil, batarken izliyor ufukları
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Tuhaf bir dünyadır burası Cahit Zarifoğlu’nun edebiyat dersinden bütünlemeye kaldığı, Muhsin Başkanın vatana ihanet suçundan yargılandığı
Küçükçekmece Gölü’nün Büyükçekmece’den büyük olduğu, Denizli’nin denize kıyısının olmadığı
Doktorlar hastalara dağ havasını tavsiye ederken insanların akın akın sahillere doluştuğu.
Sahil demişken şunu söylememe izin verin: Yıllar önce güney sahilinde yaşayan aileler deniz kenarındaki tarlaları ‘verimsiz’ olduğu için kızlara, dağ başındaki tarlaları değerli olduğundan erkek çocuklara bırakmışlar. Damatlar otel kurup zengin olmuş, oğlanlar hala domates, salatalık yetiştiriyor..
Rivayet olunur ki Mimar Sinan gizliden sevdalandığı Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan için Edirnekapı ve Üsküdar’a birer cami yapmış. Öyle bir plan hazırlamış ki… “Mihr ü mâh” ay ve güneş demek olduğundan Mihrimah Sultan’ın doğum gününde Edirnekapı’daki caminin minaresinin üzerinden güneş batar batmaz, Üsküdar’daki caminin minareleri arasından ay doğarmış.
Geceler boyu gözünü kırpmadan öylece seyre dalan ay, niçin ikiye bölünmüş tam ortasından? Sahi neymiş derdi?
Cevabı bilmeyene,
“Aşk olsun!”
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
“Ezici çoğunluk” derler
Ezilen çoğunluğa
“Ne çok kazanıyor” diye başlar
Çok kaybedenlerin hikâyesi
Rabbim! Dağlar, ormanlar gibi olmasın
İnsan açılmasın imara
Eğer tereddüt başlamışsa yol orada bitmiş demektir
Aşkın mekânı kalpmiş, mekân sahibi ise Allah! Bahçeden gül isteyen, gülden önce hane sahibine varırmış ki muradı hasıl olsun. Şair ne güzel söylemiş:
“Sen varken ona mı yalvaracağım?
O da beni sevsin Rabb’im,
Bunu ancak sen yaparsın!
Hatıraların bedelini hayat olarak ödersiniz!
Kolları olmayan bir çocuğun söyledikleri ne kadar dokunaklı: ”Ağlatmayın beni! Gözyaşlarımı silecek ellerim bile yok.. ”
Bir dikili ağacım olsun diye yola çıkıp daha sonra ormana razı olmayanlar..
Hayat yol değil yolculuk; ikamet değil istikamettir.
İnsan beyni bir değirmene benzer.Eğer öğütecek bir şey bulamazsa kendi kendini öğütür..
İbni Sina
Her sabah hesabımıza yatırılan binlerce dakika kullansak da tükeniyordu kullanmasak da.Kalan bakiyenin iadesi de olmuyordu bir sonraki güne devri de
Tuhaf bir dünyadır burası.Cahit Zarifoğlu ‘nun edebiyattan bütünlemeye kaldığı,Küçük Çekmece Gölü’nün Büyük Çekmece Gölü’nden büyük olduğu,Denizli’nin denize kıyısı olmadığı Doktorlar hastalara dağ havası tavsiye ederken milletin akın akın sahillere doluştuğu
Bilmez misin ertelemek vazgeçmekle,yarın geç olmakla meşhurdur
Heybesinde güneş olanın içi içine sığmaz, güneşe bilet alanın yolu yarıda kalmaz.
Ben şiir yazacak adam mıyım Züleyha,
Neden zarif bir kalemle kalbimi oyalıyorsun?
Eğer tereddüt başlamışsa yol orada bitmiş demektir.
Oysa ben ne zaman bir kalem alsam kırtasiyeden,
Onu hep senin isminle denedim.
İki saniye sonrasına garantimiz olmayan bir hayatta doğruluktan ayrılmaya değmez.

Şehit Muhsin Başkan

Vade denilince kiminin aklına ömür geliyor, kiminin aklına banka hesabı.’
Az buçuk yaşıyoruz. diyor bir yanım
Öbür yanım kalanının peşinde
Maksat para kazanmak değil mi kardeşim?

Kendinden o kadar emin ki Değil! desem beni de ikna edecek neredeyse.

İnsan beyni bir değirmene benzer. Eğer Öğütecek bir şey bulamazsa kendi kendini öğütür.
Dualarımızın yerine hayallerimizi koyduğumuzdan beri zarardayız.

İsmet Özel

Ayrılık sevdaya dâhildir, ölüm hayata.
Biz dünyaya birkaç beden
Büyük geldik arkadaş!
Bundandır üzerinde
Garip göründüğümüz.
Ruh insandan kopunca insan ölüyordu hani? Baksanıza yaşıyorum.
Ruh insandan kopunca insan ölüyordu hani? Baksanıza yaşıyorum.
Ve güneş ertelenmez yarına. Bakarsın yarın olur da sen olmazsın.
Üç çeşit dostluk var.

Birincisi ‘yal dostluğu’
İkincisi ‘yol dostluğu’
Üçüncüsü ‘hâl dostluğu’

17 Ağustos Marmara depreminden sonra Sakarya ve Gölcük’te inceleme yapan Japon bilim adamları ilginç tespitlerde bulunmuşlar: Dedeleriniz evlerini dağlara, mezarlarını ovaya yaparken; sizin evlerinizi ovaya, mezarlarınızı dağa yapmanız tuhaf. demişler. Ölüyü sağlam, diriyi çürük yere koymak gerçekten de tuhaftır.
Çünkü büyüyünce insan, küçülüyor umutları.
Ve güneş doğarken değil, batarken izliyor ufukları
Ev, araba, lüks eşya gibi maddiyatı iliklerine kadar çekenler, sokaklarda yaşayanlara da ‘madde bağımlısı’ diyorlar.
Eskiler güzel bir temsille izah etmişler: Üç çeşit dostluk var. Demişler.
Birincisi ‘yal dostluğu’ yani menfaat merkezli birliktelikler, yorgan gidince biten, öküz ölünce bozulan
İkincisi ‘yol dostluğu’ yol boyunca devam eden yol bitince sona eren
Üçüncüsü ‘hâl dostluğu’ ki, işte bu âlâ! Zaman ve mekan aramayan, içinde menfaat barındırmayan
Dört elif miktarı uzattım boynumu
İnceldiği yerden koparsa kopsun,
Secde ettiğim tarafa doğru
Başkalarının ayıplarını bulmada olay yeri inceleme ekibi gibi çalışırız. Fakat kendi yürüdüğümüz yolu sorgulamayız. Sorgularsak yanlış yolda olma ihtimali vardır çünkü.
Herkes farklı düşüncelere sahiptir oysa. Farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul etmemiz gerekir. Sadece siyah ve beyaza odaklandığımız zaman canlı renkleri ıskalamaz mıyız?
Hayat, yol değil yolculuk; ikamet değil istikamettir. Önemli olan varmak değil yolda olmak; ânı yaşamaktır.
Modern çağ hikayelerinde ise yolu değil sonucu anlatırlar bize, son ucu anlatırlar. Bill Gates sonunda zengin olmuştur, kırmızı başlıklı kız sonunda kurtulmuştur kurdun elinden, Abraham Lincoln sonunda kazanmıştır seçimi. Hakem son düdüğü çaldığında ilan etmiştir maçın skorunu.
Oysa hayat, sona varmak değil yürüme halidir. Yürümek ise yürekten gelir. Yürüdüğümüz, yani yüreğimizi koyduğumuz yoldur hayat. Adına dava diyelim, deva diyelim, dua diyelim
Selam bazen gülüşle, bazen duruşla, bazen elle ve çoğu zaman sözle verilir. Fakat en güzeli gözle olanıdır
Kalemle selam vermek de sözle selam vermek gibidir. Fakat okuyucu bu selamı gözle alır. Öyleyse şu satırların yazarı şöyle içten bir selam etse, okuyucunun yüzüne tebessüm gelir, yanaklarına kelebekler konar mı?
Yaptığım iyiliği hak etmeyenler var.” diyerek iyilik yapmaktan vazgeçen iyiliği hak etmez. İnsansa yapar. Kartal konmuyor diye şahikalar boş mu kalır, göz görmüyor diye karıncalar aç mı kalır? Öyleyse mataramız kavruk çöllerin de susuzluğuna talip olmalı. Çölün ateşini söndüremeyiz belki, bu doğru! Kurumakta olan fidana bir damla suyla koşmak neyi değiştirir? Fakat buna mecburuz meçhul dost! Ancak böyle insan kalabiliriz.
Kalbin kelamını sahibi bilir,
Göğsünde atınca senin mi sandın?
Hazreti Ali: “İlim bir noktaydı onu cahiller çoğaltı.” diyesiymiş. Yaşadığı dönemde Arapların en büyük şairi olarak şöhret bulan Lebid’in Kur’an’la tanıştıktan sonra tek bir mısra bile yazmaması belki de bu yüzden.
Bu inceliği öğrendikten sonra yazıya nokta koymaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Öyle de yapayım. Nokta.
İtibar sonadır, son nefesedir.
Gönlünüz kurutulmuş bir gül yaprağı gibi hayat defterinin tam ortasında saklamak ister güzel günleri.
Bildiklerimizi değil unuttuklarımızı, gözden geçirmek gerekiyor.
Ev, araba, lüks eşya gibi maddiyatı iliklerine kadar çekenler, sokaklarda evsiz yaşayanlara da ‘madde bağımlısı’ diyorlar.
İyileştiren iyileşir.
Otobana girerken araba yavaşlar. Tali yoldan Ana yola girişte geçiş üstünlüğü olan araca yol verilir. Ancak öyle yollar vardır ki o yola girdiğiniz anda yoldan çıkmış olursunuz.
Tuhaf bir dünyadır burası Cahit Zarifoğlu’nun edebiyat dersinden bütünlemeye kaldığı, Muhsin Başkanın vatana ihanet suçundan yargılandığı

Küçükçekmece Gölü’nün Büyükçekmece’den büyük olduğu, Denizli’nin denize kıyısının olmadığı

Doktorlar hastalara dağ havasını tavsiye ederken insanların akın akın sahillere doluştuğu Sahil demişken şunu söylememe izin verin: Yıllar önce güney sahilinde yaşayan aileler deniz kenarındaki tarlaları ‘verimsiz’ olduğu için kızlara, dağ başındaki tarlaları değerli olduğundan erkek çocuklara bırakmışlar. Damatlar otel kurup zengin olmuş, oğlanlar hâlâ domates, salatalık yetiştiriyor

Post(u) modern çağda mutluluk peşinde koşan insanın aküsü bitmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir