İçeriğe geç

Yedi Deliler Kitap Alıntıları – Roberto Arlt

Roberto Arlt kitaplarından Yedi Deliler kitap alıntıları sizlerle…

Yedi Deliler Kitap Alıntıları

Halbuki kendini beğenmiş birini sistemli olarak pohpohlayın da bakın,en ufak bir çatışmada gözünü kırpmadan sizi öldürebilecek tıynetteki aynı kişi size nasıl da kul köle oluyor?Yeter ki gerekli dozda yalanı zerk edin.İster mucit olsun ister şair sizin uşağınız haline gelir.
Sınır kişilik bozukluğu olan birinin dehası tartışmaya açılırsa, anlaşılmadığını düşünen bu kişinin tüm küstahlığı ve kabalığı hakarete dönüşüp üstünüze yağacaktır.
Halbuki kendini beğenmiş birini sistemli olarak pohoohlayın da bakın, en ufak bir çatışmada gözünü kırpmadan sizi öldürebilecek tıynetteki aynı kişi size nasıl da kul köle oluyor?
Şüphecilik, azınlığa mahsus bir lükstür.
Kuşkuculuk, bir azınlığın lüksüdür.
İnsan mutluluğu ancak ve ancak metafizik bir yalana sığınarak elde edebilir.
Nefret değil,hayır,çünkü bizimle aynı rezillikleri yapabileceklerini bildiğimiz insanlardan asla nefret edemeyiz.
Delilik dediğimiz şey başkalarının alıştığı düşünce tarzının dışına çıkabilmektir.
Güruhların ihtiyaç duyduğu yalanı bulan Dünyanın Kralı olur.
İnsanoğlu hemen her şeyi icat etti de kitleyi yönetmek için İsa’nın, Buda’nın ilkelerine üstün gelen bir özlü söz icat edemedi.
Şüphecilik azınlığa mahsus bir lükstür. Biz milletin geri kalanına iyi pişirilmiş mutluluğu servis edeceğiz, onlar da tanrı sosuna bulanmış çerçöplerden ibaret lokmayı afiyetle yutacak.
Ben bir hiçim insanların gözünde. Halbuki yarın bir bomba atacak olsam ya da Barsut’u öldürsem, birdenbire her şeye, var olan bir adama, kökü maziye uzanan hukukçular silsilesinin cezaları, hapishaneleri, teorileri reva gördüğü birine dönüşürdüm. Bir hiç olan bendeniz polis, sekreter, gazeteci, avukat, savcı, gardiyan, cezaevi aracı ordusunu harekete geçiren kişi oluverirdim ve herkes bana sefilin teki gözüyle değil toplum karşıtı bir adam, toplumdan yalıtılması gereken bir düşman gözüyle bakardı o dakika.
Uzun zamandır bir felaket beklentisi içindeydi; sonunda olmuştu işte.
Haneler, yüzler farklı olsa da, yürekler benzer. İnsanlık şenliğini ve neşesini yitirdi
“Ah, insanın hayallerini kaybetmesi servetini yitirmesine eşdeğerdir. Ne diyorum ben Esasında daha da beterdir.”
“Kimsenin kanatlanmak gibi bir derdi yok. Bu eşekleri uçmaları gerektiğine nasıl ikna edeceğim?”
“Güruhların ihtiyaç duyduğu yalanı bulan Dünyanın Kralı olur. Tüm insanlık ıstırap çekiyor.”
“Yemişim bilimini! Bilimin neye hizmet ettiğinin farkında değilsiniz herhalde.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Çoğunluk büyük bir özenle mutlak cehalet içinde bırakılarak, tarihsel mucizelerden daha ilgi çekici uydurma mucizelerle kuşatılmış bir hayat sürerken, azınlık bilim ve iktidarı elinde tutacak.”
Benim gibi bir günahkara gülümseme lütfu gösterdiniz. Farkında mısınız? Gülümsediniz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Öyle ki bir kibrit yakıp saate baktığında, aradan ancak birkaç dakika geçtiğini fark etmesine rağmen, gerginliği yüzünden hızlanan bu mekanik dakikalar hiçbir saatin ölçemeyeceği kadar uzun geliyordu ona.
Herkesi mutlu görmek ve başkalarının bir ömür mutsuz olacağınızı asla fark etmediğini bilmek çok acı veren bir şey.
Mutluluk iflas etmiştir çünkü insanlık ihtiyaçlarını karşılayacak kaynaklardan yoksundur.
Okuduğum romanlarda cinayet ilginç bir şey gibi gösterilse de bunun mekanik bir iş olduğunu görüyordum şimdi, cinayet işlemek basitti, bize karmaşık gelmesinin tek nedeni böyle bir alışkanlığımızın olmamasıydı.
Evlenmeden önce zina dendi mi korkardım. Aklımca bir erkek karısının dibinden ayrılmamak, onu her saat görmekten neşe duymak, gözleri, kelimeleri ve tebessümüyle sevgisini göstermek için evlenirdi.
Bir anda boylu boyunca uzanmış bedenine paralel bir tabut varmışçasına yanıbaşındaki ölüm sessizliğini hissetti.
İyi ama ceza kanununda adam öldürmeye teşebbüs etmiş bir tanrının cezalandırılabileceği öngörülmüş müdür? “Bu günahı işledim çünkü içimde bir Tanrı taşıyorum.” diyecek olsa hakim ne tepki verir acaba?
Olmam gereken kişi mi olacağım? Yoksa başkası mı? Ne yazık! Kendine böyle yabancı yaşamak!
Okulda öğretilenlere bakılırsa suç suçlunun eninde sonunda aklını kaçırmasına neden olur. Peki ya suç işleyip alabildiğine soğuk kanlı kalabilenlere ne demeli?
Canı öyle acıyordu ki bu acı aniden kesintiye uğrayacak olsa bir şarapnel gibi parçalanıp etrafa dağılabilirdi.
Mecali olsa kendini kuyuya atardı.
İnsan hayatının değişip dönüşmesi ve yenilenmesi için hayatta bazı şeylerin başına gelmesi gerektiğini düşünmeye başlar birden.
“Tabi ya sizin tuzunuz kuru. Ne kadar maaş alıyorsunuz? Beş yüz falan mı?”

“Aşağı yukarı.”

“E tabii bu kadar maaşa çok mantıklı ”

“Neymiş mantıklı olan?”

“Köleliği hissetmiyor olmanız.”

Şüphesiz şu hayatta çehreler pek az şeyi ele verirdi insana dair.
Durdu ve acılarının talihsizlik ağacında daldan dala konan bir baykuş olduğunu düşündü.
Kendisini kasten böyle çamura batırıp durdukça, aslında kabuslarda görülen ve insanın ölümüne yol açmayacağı besbelli olduğu halde yine de ödünü patlatan o uçurumdan aşağıya kendini salıvermiş oluyordu.
Şehirler var ya dünyanın habis tümörleridir. İnsanı mahvediyor, kıskanç, ödlek, kurnaz yapıyorlar İnsanlara sosyal haklarını talep ettiren de bu kıskançlık ve ödleklik. Bu kalabalıklarda yürekli yiğitler olsaydı, güruh onları da kısa sürede paramparça eder geçerdi. Kitlelere inanacağına aya dokunabileceğine inan daha iyi
Yalnız olmaya, insanların seslerini unutmaya ve tanımadığı bir kentte treni kaçıran bir yabancı gibi etrafını saran bağlardan azat olmaya ihtiyaç duyuyordu
Ve beni asıl yoran çalışmak değil düşüncelerdi.
Delilik dediğimiz şey, başkalarının alıştığı düşünce tarzının dışına çıkabilmektir.
Insan bazı şeyleri kendine bile açıklayamadığı için en çok güvendiği insanlardan da saklar
Yoksa çoktan ölmüştü de yaşarken olanları hatırlayan bir hayalet miydi?
Dünya dangalaklar ve garibanlarla dolu
“Ve beni asıl yoran çalışmak değil düşüncelerdi. Hüzünlü düşüncelerin ne denli inatçı olduklarını bilmez misiniz?”
Geçmiş parça parça gözünün önünden gelip geçti yeniden; esasında tek isteği kendinden kaçabilmek, bu bedenin içerdiği onu zehirleyen hayatı temelli terk edebilmekti.
Bakınız, bu alemde kendi namına çalışan kadın eninde sonunda ya saldırıya uğrar, ya dolandırılır ya da korkunç bir tecavüze kurban gider.
Yalnız olmaya, insanların seslerini unutmaya ve tanımadığı bir kentte treni kaçıran bir yabancı gibi etrafını saran bağlardan azat olmaya ihtiyaç duyuyordu.
Haneler, yüzler farklı olsa da, yürekler benzer. İnsanlık şenliğini ve neşesini yitirdi.
“Haneler, yüzler farklı olsa da, yürekler benzer. İnsanlık şenliğini ve neşesini yitirdi.”
Fiziksel varlığının hazları adına tek bir şey yapmamıştı, halbuki ruhu insanoğlunun henüz varmak için makine icat etmediği coğrafyalara uzanmış bile.
Acılar içindeki teninin altında bir tanrı yaşıyor.
Bana kalırsa pişmanlık dedikleri cezalandırılma korkusu..
Tanrı karşıma çıkıp da, ‘ İnsanlığı yok edecek gücün olsun ister misin?’ diye sorsa yok der miydim? Yapar mıydım? Hayır, yapmazdım.Çünkü yapabilme gücü, bunu yapmaktaki tüm çıkarımı yok ederdi. Ayrıca ne yapardım sonra koskoca gezegende bir başıma? İşlikler de dinamoların paslanmasını, kazanların başındaki iskeletlerin unufak olup dağılmasını mı izlerdim? Resmen tokat attı bana.Ama önemi var mı bunun? Şu insan listeme bak ne koleksiyon ama!
Belki de sayılar ve doğrular siateminde geçerli kurallar gibi, ruhun da ihlal edilemeyecek matematiksel bir tarafı vardır kim bilir.
İradesinin dizginlerini bir an bırakacak olsa içindeki hakikat kulaklarında avaz avaz bağırırdı.
Beton bir kuyunun içinde olduğu hissi giderek ağır basıyordu.Öbür dünya hissiyatı! Görünmez bir güneş ışığı, fırtınayı has turuncumsu renklerle yalayıp geçiyor duvarları.Yalnız bir kuş dörtgen duvarları tepesinden uçarak kanatlarıyla göğü kapattı, o ise sonsuza dek fırtına bulutlarının karardığı turuncu ışıkla aydınlanan o kör kuyunun dibinde kalacaktı.
İnsanlar o kadar üzgün ki aşağılanma ihtiyacı hissediyorlar.
Vallahi, kapitalist sömürünün ne olduğuna dair bilinçlenmek istiyorsanız, Avellanea’daki demir çelik ve cam şişe fabrikalarına ve et paketleme ve kibrit tesislerine bakın. Bunları söylerken nahoş bir tebessüm kapladı yüzünü. Şu alemin adamları olarak bizim bile bir, bilemediğiniz iki kadınımız varken sanayicilerin emrinde bir dolu insan çalışır. Bu adamlara ne demeli o zaman ? Kim daha kalpsiz acaba, genelev sahibi mi yoksa bir şirketin hissedarlar topluluğu mu? Daha bitmedi, cüzdanınızda on bin peso taşırken 100 pesoluk maaşa dürüst olmanız beklenmiyor mu sizden de?
O tiril tiril tül perdelerin isimleri uzak ülkelerin coğrafyası gibi kim bilir nasıl da güzeldi.Sesleri yumuşatıp ışığı süzen o tüllerin verdiği loşlukta sevişmek kim bilir nasıl farklı bir duyguydu!
Alışkanlıkların etkisinde makine gibi hareket eden, içi çoktan boşalmış kof bir kabuktan ibaretti.
Hiç fark ettiniz mi,öyle günler vardır ki bazı kelimeler gümbürder insanın kulağında o zamana kadar sağırmışsınız da ilk kez insanların ne konuştuğunu duyabiliyormuşsunuz gibi?
Bazı insanların yapacağı en iyi şeyin bu dünyadan çekip gitmek olduğunu düşünmez misiniz siz de ?
İnsanın içinden sokağa çıkıp her şeyin imhasını vaaz etmek ya da her köşe başına bir taramalı tüfek yerleştirmek geliyor.
Bir yaşantının hiç ön hazırlığa gerek kalmadan,kusursuz bir sinematografik kompozisyondaki gibi apansız belirmesini sağlayan o hayat kaynağı neredeydi ?
Şehirler var ya dünyanın habis tümörleridir.
Güruhların ihtiyaç duyduğu yalanı bulan dünyanın kralı olur.
Fiziksel varlığının hazları adına tek bir şey yapmamıştı,halbuki ruhu insanoğlunun henüz varmak için makine icat etmediği nice coğrafyalara uzanmıştı bile.
İnsanın korkunç gerçekliğinden daha iyi bir şeyin tüm talihsizliklerimizin üstünde yükselmesi gerek.Astrolog haklı.Yalan imparatorluğunun,görkemli yalanların açılışını yapmalıyız.Birine tapınmak gerek.Bu ahmaklık ormanında bir yol açmak gerek Ama nasıl ?
İnsanlık şenliğini ve neşesini yitirdi.O kadar bahtsız ki Tanrı’yı bile yitirdi.
Bir cinayet vasıtasıyla ‘var olmak’.
Belki de sayılar ve doğrular sisteminde geçerli kurallar gibi,ruhun da ihlal edilemeyecek matematiksel bir tarafı vardır kim bilir.
İradesinin dizginlerini bir an bırakacak olsa içindeki hakikat kulaklarında avaz avaz bağırıyordu.
Beton bir kuyunun içinde olduğu hissi giderek ağır basıyordu.Öbür dünya hissiyatı! Görünmez bir güneş ışıgı,fırtınaya has turuncumsu renklerle yalayıp geçiyordu duvarları.Yalnız bir kuş dörtgen duvarların tepesinde uçarak kanatlarıyla göğü kapattı,o ise sonsuzda dek fırtına bulutlarının kararttığı turuncu ışıkla aydınlanan o kör kuyunun dibinde kalacaktı.
İnsanlar o kadar üzgün ki aşağılanma ihtiyacı hissediyorlar.
Kim daha kalpsiz acaba,genelev sahibi mi yoksa bir şirketin hissedarlar topluluğu mu? Daha bitmedi,cüzdanınızda on bin peso taşırken yüz pesoluk maaşla dürüst olmanız bekleniyor mu sizden de ?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir