İçeriğe geç

Türk Kültürü ve Milliyetçilik Kitap Alıntıları – Erol Güngör

Erol Güngör kitaplarından Türk Kültürü ve Milliyetçilik kitap alıntıları sizlerle…

Türk Kültürü ve Milliyetçilik Kitap Alıntıları

Fazileti kıskanan biri olsaydım, bu adamdan nefret etmem için her türlü sebep mevcuttu. İyi niyetim kusurlarıma galebe çaldı ve ben onu bir insana duyulabilecek sevginin de ötesinde bir ihtirasla sevdim.
Diktatörler bile, zaman zaman balkonda boy göstererek alkışlanmaya ihtiyaç duyarlar
Fakülteye vereceği dilekçeyi başkalarına danışan bu gençler hangi fikrin münakaşasını yapacaklar?
Nerede evliya kabri varsa orası Türk toprağıdır. Evliyası olmayan yerde Türk de yok demektir; eğer olsaydı mutlaka içlerinden ya bir şehit, ya bir ulu kişi çıkardı ve halkın gönüllerini kendi kabri üstünde birleştirirdi
Türk gençliği büyükleri tarafından terk edilmiş çocuklara benzemektedir; bir kısmı kurtuluş vaadiyle aldatılıyor, bir kısmı da kendi başına kurtulmaya çalışıyor
Türk çocuklarına zafer diye öğretilen Lozan Antlaşması’nda Musul Petrolleri üzerinde Türklere hak tanınmıştı ama bu haktan bize kimse bir tek kuruş vermediği gibi bizden de kimse o hakkı istemedi. Kendi hakkını hiç ses çıkarmadan başkasına kaptıran ve bunun adına zafer diyen bir devlet biliyor musunuz?
Sizin ne fevkalâde eğitim sisteminiz var ki, şu parlak zekâları on yıl içinde işlemez hâle getiriyor
Bir şey haddini aşınca zıddına dönüşür
Bizde inkılapçı hükümetleri tenkit eden münevverlere yobaz ve mürteci gibi damgalar vurma adeti ittihatçılardan kalmıştır.
Modernizm, ilericilik, devrim gibi tabu haline getirilmiş kavramların temsilcisi olarak ortaya çıkan devlet, din hayatına karışmaya pek mütemayil, hem de imkanları bakımından pek müsait görülmektedir. Uzun zaman Türkiye’de politikacıların büyük bir kısmı ve ilerici denilen yazarlar, hükümeti bir çeşit Katolik konseyine benzetmeye çalışmışlardır; ibadetin hangi dilde yapılacağı hükümette münakaşa edilir ve karara bağlanır, din adamlarına verilen lokma hükümet eline geçer ve hükümet bu lokmayı istediği kadar küçültür ve tamamen kesebilir.
Bugünkü Batı dünyası, bilhassa Amerikalıların tesirinde olmak üzere milliyetçilik denince daha çok faşizm ve nazizmi anlamaktadır. Hakikatte milliyetçilik bir kültür hareketi olmak dolayısıyla ırkçılığı, halka dayanan bir siyasi hareket olarak da otoriter idare sistemlerini reddeder.
Müslüman Türk devletleri arasında idarecileriyle halkı aynı dili yani Türkçeyi konuşan ve kullanan tek devlet de Osmanlı devleti olmuştur. Aslı Türk olmayanları bile Türkçeleştiren Osmanlı kültürünü Türklere yabancı saymak kolay anlaşılır şey değildir.
Dünyada yazılmış bütün seyehatnamelerde bütün milletlerin karakterleri hakkında yazılanları gözden geçirin, Osmanlı Türk’ü kadar övülmüş bir millet bulamazsınız.
Yüz yıl öncesine kadar Türkiye’yi ziyaret eden yabancı yazarlar halkımızda ve münevverlerimizde küçüklük duygusundan, basit ve laubali davranışlarından eser bile görmediklerini belirtmekte ve bu bakımdan Türklerin Avrupalılardan ne kadar üstün olduklarını belirtmektedirler.
Memleketteki babasına bir sayfa Türkçe mektup yazamayan, fakülteye vereceği dilekçeyi başkalarına danışan bu gençler hangi fikrin münakaşasını yapacaklar?
Hıristiyan dünyasından hacı getirilmek için topraklarımız köstebek yuvası gibi delik deşik edildiği halde, Türk halkının türbeleri ziyaret etmesi yasaktır çünkü bizim münevverin pozitivizmi (!) Avrupalılardan ileri olduğumuz tek noktayı teşkil etmektedir.
Uzun yıllardan beri medeniyet adına tatbik edilen ve bilhassa tek partili idare devrinde resmi ideoloji haline getirilen bazı sloganlar veya batıl itikatlar genç nesil için hiçbir istiklal vadetmiyor; nitekim bunlar geçmişte de bir fayda sağlamış değildi. Islahat ve inkılap nesilleri kopyeyi bile başaramadıkları için Avrupalıların gözünde gayet itibarsız bir mevkie düştüler.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Siyasî iktidarın içtihadı ne ise o yolda fetva vermeye memur olan bir kimse nasıl itimad uyandırabilir?
Saraylarını,konaklarını ve dergahlarını türbe ve mezarlarıyla aynı yerlere koyan insanlar,hayat ile ölüm arasında bir tezat görmüyorlar demektir.Onların bu tavrı ölümün korkunçluğunu bize hissettirmiyor.Yahya Kemal’e İstanbul’un nüfusu sorulduğu zaman, elli milyon demişti.Hakikaten biz ölülerimizle birlikte yaşayan,yahut ölüleri dirilerden ayırtetmeyen bir milletiz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Türkiye’de insanlar öyle eleniyor ki, herhangi bir kasıt olmaksızın, akademik kariyerde bulunanlar genellikle vasat zekalı insanlar oluyorlar. Türkiye tesadüfün sevkiyle okuduğu için yüksek mevki kazanmış insanlarla doludur.
Kalkınma ile eğitim arasındaki münasebet yanlış anlaşıldığı için, ilim ve fikir adamı yetiştirecek yerde okuma-yazma bilen cahiller yetiştirmek üzere milyonlarca lira sarfedilmiş, yüzbinlerce Türk çocuğu en güzel yıllarını boşu boşuna geçirmiştir. Türkiye hala bütün köylü vatandaşlara okuma-yazma öğrettigimiz veya liseye gelmiş herkesi üniversite mezunu ettiğimiz takdirde kurtulacağımızı zanneden cahillerle doludur.
Siyasî iktidarın içtihadı ne ise o yolda fetva vermeye memur olan bir kimse nasıl itimad uyandırabilir ?
Diktatörler bile zaman zaman balkonda boy göstererek alkışlanmaya ihtiyaç duyarlar.
Şurası muhakkak ki, insanlar dünyanın değişen kıymetlerine karşı değişmeyen esaslar arıyorlar, bir bitki gibi doğum ile ölüm arasında sıkışıp kalmaktan kurtularak ebedi olmak istiyorlar. Tabiatın kör kuvvetlerine karşı hak ve adalet getiren bir nizam istiyorlar.
Bir dâva mahşere kalmışsa, kullara fuzuli kadılık düşmez.
Münevver kendi hayal dünyası içinde, halk ise sefalet içinde yaşayıp gidiyorlardı.
Son yıllarda yerli kültür eserlerinin bazılarına devlet eliyle gösterilen alâka, sırf yabancıların bunlara kıymet vermeleri sayesinde olmuştur.
Batı ülkelerine tahsil vs.için giden münevverlerimiz Türkiye’den değilde sanki Katanga’dan gitmiş gibidirler; bütün gayretleriyle kendilerinin Avrupalı veya Amerikalı muâşeret tarzını tamamen benimsediklerini, böylelikle yabancıların tasavvurundaki eski Türk tipinden kurtulduklarını göstermeye çalışırlar.
Cemiyet çözülüp dağılmaya başlayınca kıymetlerden sapma halleri değil, bizzat bu kıymetler şüphe ve münakaşa konusu olur.
Mecburî kültür değişmeleri arasında batılı devletler tarafından empoze edilen bazı unsurlar da vardır ki, Türk münevveri bunları Avrupalılar’ın düşmanlığını kırmak için kabul etmek zorunda kaldığı hâlde, kendi bulduğu birer reform hareketi diye göstermiş ve sonraki nesillere de böyle kabul ettirmiştir. Avrupalı görünmek ve kendimizi onların tehlikesinden uzak tutmaktan başka manâsı olmayan bir takım yenilik hareketlerini benimsemek suretiyle halktan büsbütün ayrılan Türk münevveri, böylece halk nazarındaki itibarını da yitirmiştir.
Bizdeki eğitim teşkilatı adeta iflas halindedir.
Bütün milliyetçilik hareketleri zorunlu olarak halkçı olmakla beraber, programında halkçılık bulunan bütün siyasî cereyanlar milliyetçi değildir.
Kalbinde savaşacak iman olmayanlar için geriye ancak demir ve çelikten yapılmış silahlar kalıyor.
Nerede evliya kabri varsa orası Türk toprağıdır.
Bugünkü Türk gençliği, büyükleri tarafından terkedilmiş çocuklara benzemektedir; bir kısmı kurtuluş vaadiyle aldatılıyor, bir kısmı da kendi başına kurtulmaya çalışıyor.
Nitekim Türk münevverleri yıllardanberi hep aynı rüya âleminde yaşayan uyur-gezerler gibidir. Kendi içinde mantıklı görünmekle beraber gerçekle ilgisi olmayan kurtuluş ve kalkınma nazariyeleri ortaya atarlar, sonra bu nazariyelerin gerçekleşmesine mani olan hayali düşmanlar ve mukavemet unsurları icat ederler: bütün ömürleri bu mevcut olmayan düşmanlarla mücadele içinde heba olup gider.
Ortaya sürdükleri tekliflerin büyük çoğunluğu ideolojik beyin yıkama faaliyeti mahiyetindedir, çünkü onlara göre memlekette bir kalkınma meydana getirebilmek için üniversite işçisinden fabrika işçisine kadar herkesin aynı zihniyete -ilker bir pozitivisme- sahip olması gerekir, aksi halde geleneksel kültürden kalma bütün unsurlar bütün ilerici projeleri boşa çıkaracaktır.
Türkiye’deki Batılaşma hareketlerinin büyük bir kısmı, halk nazarında, savaşta bizi yenemeyen düşmanların kendi münevverlerimizin vasıtasiyle bize galip gelme mânasını taşır.
Halk zekidir,çünkü kendileri gibi kıymetli insanları seçmiştir;halk cahildir,çünkü kendilerinin kıymetini anlayamamıştır.
Türk gençliği büyükleri tarafından terk edilmiş çocuklara benzemektedir;bir kısmı kurtuluş vaadiyle aldatılıyor,bir kısmı da kendi başına kurtulmaya çalışıyor.
Türk münevveri daha ziyade gücünü ve istiklâlini yitirmiş bir askeri birlik manzarası göstermektedir. Buna karşılık Batı’nın ezici darbesinden uzak kalan halkın yeni medeniyete tepeden bakma ve daha iyi intibak etme şansı kaybolmamıştır. Türkiye için meselenin en korkunç tarafı da münevverin uzun yıllar içinde bu esareti iyice benimseyerek tıpkı yüzyıllarca sömürge idaresi altında yaşamış gibi düşünmeye ve davranmaya alışmış olmasıdır.
Türk münevverlerinin kendi kültürlerine sırt çevirişi karşısında hayrete düşen Yugoslavyalı bir tarihçi bize şöyle demişti: Öyle görünüyor ki Türkülerden en son kurtulan siz oldunuz.
Bir şey haddini aşınca zıddına dönüşür.
Halka göre münevver kibirli, maddi menfaat düşkünü, yabancı taklitçisi, maneviyat düşmanı, saygısız ve köksüzdür
Münevvere göre ise halk cahil, hurafeci, kıt ve dar görüşlü, herşeye kolayca kanan(!) bir kitledir.
Halk münevver ile temaslarını asgariye indirmeye ve böylece ondan gelecek huzursuzluğu mümkün olduğu kadar bertaraf etmeye çalışıyor, münevverde kendisini halktan ayırdığı nisbette kendini yakıştırdığı grup içinde daha çok itibar kazanacağına ve nefsine daha çok itimat edeceğine inanıyor.
Bu manzara Türkiye’deki çeşitli siyasi gruplar içinde en çok milliyetçileri düşündürmelidir. Zira daha öncede kısaca belirttiğimiz gibi, milliyetçiliğin ana hedefi Türkiye’de milli kültür bütünlüğünü ve onunla birlikte siyasi bütünlüğü kurmaktır. Hakikatte münevver kültürü ve halk kültürü arasındakı köklü farklar siyasî bütünlüğü sarsacak mahiyettedir. Münevvere göre halk Türkiye’nin siyasi kaderini tayin edecek olgunluğa erişmemiştir: ona münevverin kıymet sistemini- hangi yoldan olursa olsun aşılmadıkça demokrasiden sadece zarar gelebilir.
İnsanlar devlet için yaşıyor, devlet için ölüyorlardı, çünkü devlet onların inandıkları kültür kıymetlerini korumakla görevliydi.
Bizim geçmişteki başarılarımızla bugünkü başarısızlıkların kökünde yatan en büyük sebep, herhalde bu ters “selection” sistemidir. Öyle
bir cemiyet nizamı kurmuş veya içine düşmüşüz ki, kabiliyetleri geri kabiliyetsizleri ileri plâna atıyor. Bizim eski sistemimizde de, hiç şüphesiz, birçok ferdî aksaklıklara rastlamak mümkündü. Nitekim
bugünkü durum da dünkü de hep istatistikî ölçülere, yani ortalamalara dayanmaktadır. Fakat eskiden neden ortalama olarak, yüksek mevkilere
gelenler mevcudun en kabiliyetlileri idi de, şimdi neden mevcudun en kabiliyetlileri devlet hizmetlerinden uzak kalıyorlar veya girmek
istemiyorlar?
insanlar ancak bu kâinat veya dünya içinde mânalı bir yer işgal ettiklerine inanınca tatmin oluyorlar.
Nadir olarak öfkelendiği zaman gözlerini yere iğiyor; belli ki sevginin yukarıdan, öfkenin aşağıdan geldiğini pek iyi anlıyor.
Türkiye tesadüfün sevkiyle okuduğu için yüksek mevki kazanmış insanlarla doludur.
Fakir olduğumuz için kalkınamıyoruz, kalkınamadığımız için fakir kalıyoruz.
Nerede evliya kabri varsa orası Türk toprağıdır.
Kısacası, bugünkü Türk gençliği, büyükleri tarafından terk edilmiş çocuklara benzemektedir; bir kısmı kurtuluş vaadiyle aldatılıyor, bir kısmı da kendi başına kurtulmaya çalışıyor.
Münevver biz adam olmayız düşüncesiyle ya kendi başının çaresine bakmaya, yahut da halkı zorla kendisine benzetebilmek için uygun bir rejim bulmaya çalışıyor.
Türkiye’deki Batılılaşma hareketletinin büyük bir kısmı, halk nazarında, bizi savaşta yenemeyen düşmanların kendi münevverlerimiz vasıtasiyle bize galip gelmesi manâsını taşır.

Bazı değişmeler karşısında gösterilen mukavemetlerin sebebini gericilik vs. gibi manâsız kavramlarla izah edecek yerde bu açıdan tetkik etmeye çalışırsak doğru neticelere varabiliriz.

Bin kelimelik uydurma dille yetiştirilen gençler arasından bin yıllık Türkçeye dayanarak yazan ve düşünen Yahya Kemal ayarında bir şair çıkması beklenebilir mi?
Bir şey haddini aşınca zıddına dönüyor
Türk hakimiyetinin sona erişinden yüzelli yıl sonra bir Yugoslav tarihçisine Imparatorluğumuz yıkılmadan önce ne kadar mesud ve haysiyetliydik dedirten kudret nedir?
Ilk defa Osmanlıoğuları devletin bütünlüğü prensibini her türlü endişenin üzerinde tutarak, bu bütünlük uğruna evlâtlarını veya öz kardeşlerini dahi feda etmek cesaretini ve basiretini gösterdiler.Biz bugün devlet için bir uyuz kedimizi bile feda edemez hale geldiğimizden, onların bu tavrını anlayamıyor ve işi bir saltanat hırsı ile izah etmeye çalıyoruz.
Halka dönüş ile geriye dönüşü birbirine karıştırmamak lazımdır. Atalarımızın kültürü milletimizin çocukluk çağını temsil eder; biz o çocukluk çağında sahip olduklarımızı yüzyıllarca geliştirdikten sonra olgun bir millet haline geldik.
Vaktiyle İktisat Fakültesi’nde uzun müddet hocalık yapmış olan Alman profesörlerden Alexander Rustow’un sokaklarda cıvıl cıvıl oyun oynayan çocuklara bakarak şöyle dediği söylenir: Sizin ne fevkalâde eğitim sisteminiz var ki, şu parlak zekâları on yıl içinde işlemez hâle getiriyor .
Nâgehan bir şâra vardım
Ol şârı yapılır buldum
Ben dahı yapılır oldum
Taş ü toprağ arasında

-Hacı Bayram Veli

Halkımızın büyük çoğunluğu Bahaeddin Nakşibend’in tarikatına mensuptur. Yalnız Kadirilik Tarikatı Iraklı Araplar arasında çıktığı halde daha çok Türkler arasında rağbet bulmuştur. Mevlevilik, Bektaşilik ve Bayramilik de birer Türk tarikatıdır Bayramilik bilhassa Rençber ve küçük zanaat erbabı arasında yayılmış, Bektaşilik ise Osmanlıların Fetih devirlerinde yarı dini yarı askeri bir karakter kazanmıştır, Mevleviliğe gelince o daha ziyade okumuş üst tabakanın Tarikatı oldu.
Sûreleri Türkçe okuyarak namaz kılan bir reform meraklısına rastlanmamıştır,
Bütün dünya setre pantalon, kruvaze ceket ve fötr şapka giyecek olsaydı hayat herhalde pek sıkıcı olurdu.
Batı medeniyetinin süratle yayılması Batı dünyası dışındaki memleketlerde bazı faydalı neticelerle birlikte büyük ölçüde tahribata
da yol açmıştır. Medeniyetin getirdiği büyük maddi imkânlar kısa vadede önümüze o kadar parlak bir dünya çıkarıyor ki, bu parlaklık
gözlerimizi çok defa uzağı göremeyecek kadar kamaştırıyor.
Atalarımız ülkeler fethedip yağmacılık ile uğraştılar ha! Siz bütün bu yüksek aklınız ve ileri bilginizle 2 dönümlük bir yer fethedebilir misiniz?
Kabe’nin müdafaasında bulunan Dedem Arap diye bir millet veya devlet tanımıyordu. o İngilizlere karşı devletimizin topraklarını korumak üzere savaşlarına inanıyordu. Bilgisine saygı duydum öğretmenimizin ilkokul görmemiş Dedemden cahil olduğunu anlamam için aradan uzun yıllar geçti bir gün İstanbul ve Edirne de elimizden çıksa öğretmenimiz herhalde oraların zaten Bizans toprağı olduğunu bizim yine Vatanımıza çekildiğimizi söyleyecekti.
Yine gezdiğim bazı köylerde eskiden her evde bulunduğunu öğrendiğim Battal Gazi kitabına dahi rastlayamayınca merak edip sebebini sormuştum. Köylüler bana yazısı eski olan kitapların toplanarak meydanlarda yakıldığını, kurtarılmak üzere toprağa gömülenlerin de uzun zaman toprak altında kalınca çürüdüğünü söylediler. Devlet arşivindeki tarih vesikalarının vagonlara doldurularak ton hesabı ile Bulgarlara sarıldığını hepimiz biliyoruz.
Osmanlı Türkleri kendilerini belki bütün diğer Müslümanlardan daha çok olmak üzere İslamiyet’le bir tutmuşlar, kendi hürriyetlerini İslamiyet’le kaynaştırmışlardı. Gariptir ki Türkiye’de Türk isminin hemen hiç kullanılmadığı devirlerde Batılılar bu ismi ‘Müslüman’ kelimesine eş manâda kullanıyorlar ve Müslüman olan bir Batılı için bu ihtida Fas’ta veya isfahan’da dahi olsa ‘Türk oldu’ diyorlardı.

-Bernard Lewis

Bir şey haddini aşınca zıddına dönüşür.
Hıristiyan Araplardan bahsedilebilir, ama Hıristiyan bir Türk mantıken imkansız birşeydir. Bugün dahi, lâik cumhuriyetin otuz beşinci yılında, Türkiye’deki bir gayrımüslime Türk vatandaşı denebilir, ama asla Türk denmez.

-Bernard Lewis

Avrupalıların bize düşman olduklarını kimse inkar edemez.
Türk Münevverlerinin kendi kültürlerine sırt çevirişi karşısında hayrete düşen Yugoslavyalı bir tarihçi bize söyle demişti: Öyle görünüyor ki Türklerden en son kurtulan Siz oldunuz
medeniyet milletlerin birbirine benzer veya aynı olan taraftarını, kültür ise onları birbirinden ayıran tarafları temsil etmektedir
Türkiye’nin Batı medeniyetine girme Çabaları iki yüz yıl kadar uzun bir zaman sürmüştür ve daha ne kadar süreceği belli değildir. Sebep ne olursa olsun, bütün bu çabaların başarısız kaldığı inkâr edilemez.
Bir milletin yaşama gücü onun kültüründe çok sağlam dayanakların bulunmasıyla mümkündür

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir