İçeriğe geç

Kitap Yakmanın Tarihi Kitap Alıntıları – Lucien X. Polastron

Lucien X. Polastron kitaplarından Kitap Yakmanın Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Kitap Yakmanın Tarihi Kitap Alıntıları

Geleceğe kollarını açmak, radikal kararlar almak demektir.
Sükünet içinde oturarak kitap okuyan, pek fazla şey tüketemez.
Kitap seçiminin çok şey anlattığı söylenir. Ama içine konuldukları düzen daha da çok şey anlatır.
İnsan, Tanrıyı kendi suretinde yarattıysa, filozofun şunu sormaya hakkı vardır: Cennet devasa bir kütüphane değilse nedir?
2003’te Bağdat’ta ve Musul’da Deniz Piyadelerinin en hafif ifadeyle ilgisiz gözetimi altında talan edilen müzelerden binlerce kilden kitap kayboldu. Bunlar arasında 1986’da keşfedilen ve neredeyse Asurbanipal kadar eski olan Sippar Kütüphanesi de vardı.
17 Mayıs günü Doğu Enstitüsü’nü çoktan dümdüz etmiş, 5.475 İslami ve İbrani elyazmasını, Osmanlı varlığını belgeleyen yüz binlerce belgeyi ve Türkçe, Farsça, Yahudi ve Arap dillerinde 10.000 kitabı yok etmişlerdi. Ne için? Çünkü bu raflarda yalnızca Sırp olmayan şehir sakinlerinin izi ve birlikte varoluşun simgesi değil, yüzyıllar boyunca sayısız Slav’ın din değiştirip İslam’a dönerek Bosna’da barış içinde yaşadığının kanıtı da vardı. Bu nedenle federal Sırplar ülkede temizlemek istedikleri tüm kitap koleksiyonlarına böyle sistematik biçimde ve nefretle saldırdı. Yüzlerce belediye, üniversite, müze, ortak bellek ve manastır kütüphanesi ya tamamen ya da kısmen kömüre döndü.
Stalin Tatarlar’ın kendi dillerini kullanmalarını mutlak suretle yasaklayarak, Özbekistan’a gönderilmelerini emretti. Bu sırada ülkedeki tüm anıtlar, belgeler, kütüphane ve arşivler sistematik biçimde imha edildi. Bu belleksiz mekâna dönmelerine ancak 1990’dan sonra izin verildi.
Bir gün beş sandık dolusu nadir kitap, bir trende karaborsadan alınmış domuzlara yer açmak için yok edildi.
Naziler bizden yalnızca mallarımızı değil, ehl-i kitap sıfatımızı da çaldı! diye yazar.
Nazilerin kitaplarla ilgili planı, hiçbir şeyin kurtulamadığı bir makineydi.
Gülünç biçimde ruha karşı bir suçmuş gibi sunulan kitapların yakılması bence bilakis sağlıklı, soylu ve dürüst olanlar için manevi bir yeniden doğuşun simgesidir
“Kitapların üretimi ile yokoluşu arasındaki oranın ölümler ile doğumlar arasındaki oranla aynı olduğu fark ediliyor; bunu kitapların çokluğuna dertlenenlere ya da kederlenenlere teselli olarak sunuyorum.
Nefretin iktidarın çarkları arasına iyice yerlemiş sakallı ihtiyarlardan gelmesinde şaşırtıcı bir şey yok.
Alçaklık mı daha çok zarara neden oldu, yoksa aptallık mı, belli değil.
Arındırma tahkikatı [ ] böylesi bir öğreti bir barbarlık ve karanlık sisteminden başka bir şey değildir [ ] kitapları yakmakla yerlerine daha iyilerini koyamazsınız [ ] Ama aralarında yalnızca birinde bile insanın mutluluğuna faydası olabilecek, zihninin gelişimini hızlandırabilecek ya da eğitiminin dairesini genişletecek bir fikir varsa, işte onu ateşe vererek şüphesiz yüzyıllar boyunca temizleyemeyeceğiniz bir suç işlemiş olursunuz.
Popülistler gelişimi engellenmişlere (Engels köylüleri böyle niteler) hiç kitabı olmamanın kitabı olmaktan, hele çok kitabı olmaktan yeğ olduğunu kabul ettirmekte hiç zorluk çekmemişti, çekmedi ve çekmeyecekti. Entelektüellik karşıtları tüm dinlerin ana teması olan fikri, yani cahillerin dünyanın kefaretini ödemek için seçildiğini üstüne basa basa söyleyerek daima istediklerini elde etti. Hür zihin sıfatını da gasp ettiler ki, bağnazlar, Adamitler, Taboritler, isyancı çobanlar ve fanatikler de az çok öyleydi.
Maihingen’de üç bin kitaptan üç yığın yaptılar, ilkini ateşe verdiler, ikincisini suya attılar, gerisini de kendi demeleriyle kıç bezi yaptılar; Reinhardsbrunn’da kütüphane tamamen yok edildi, Bamberg de, Wettenhausen’da da öyle oldu
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Protestan kahraman Sebastien Schertlin von Burtenbach göğsünü gere gere Roma’yı mahvettik, şehrin yarısını yaktık. Kâtiplerin çalışmalarını, kayıtları, Devlet yazışmalarını ve belgelerini yok ettik , diye anlattı.
Bir manastırın gerçek hazinesi kütüphanesidir; onsuz, tenceresiz bir mutfağa benzer.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
1524’te doğan Fransisken Diego de Landa Calderón Yucatan’a giren ilk rahiplerdendi. Kasıtlı zarar verme babında Zumárragayı da -eğer bu mümkünse- geçmiştir: Mayalar’ın âdetlerini incelemiş ve yazılarını sökmüş olduğundan, alçaklıkları ikiyüzlülükte ve zalimlikte daha da öteye gider. Yucatandaki Meselelerin Hikayesi’nde şunları okuyoruz: Bu insanlar eski olaylarını ve bilimlerini kitaplarına yazmak için bazı şekiller ya da harfler kullanıyordu ve bunlarla figürlerle ve başka birtakım işaretlerle meselelerini anlatıyor ve öğretiyordu. Bu harflerle yazılmış çok sayıda kitapları olduğunu gördük ve bunların içinde batıl ya da şeytan işi yalan olmayan hiçbir şey olmadığı için hepsini yaktık, bu da onları sarstı ve kederlendirdi, lo qual a maravilla sentian, y les dava pena.
Aztek tapınaklarından geriye on dört kitap kalmıştır (bunlardan biri altmış beş adet geyiğin derisine yazılmış Viyana’daki nüshadır); Maya cacique’lerinin kitaplarındansa ancak üç dört tanesi kurtulabilmiştir, onların da durumu kötüdür.
Meksika Psikoposu, sonra 1536-1543 arası İspanya’nın sınırötesi engizitörü Juan de Zumárraga, Cortes’in yangınlarının unuttuğu Aztek kodekslerini yakmakla övünürdü. Bütün tonalamatl’ları, yani adamlarını gönderip toplattığı ya da arşiv salonları olan amoxcalli de toplu halde bulunan tüm kutsal kitapları yaktı.
Fetihçinin hayalgücü yoktur, olsaydı evinde kalırdı.
Herhangi bir kitabı ateş imtihanına sokmak isteği hasıl olduğunda, önce Papalığa sorulurdu.
Engizisyonun ilk çağında, Voltaire’in Candide’de dediği gibi, kitaptan çok erkek ve kadın bedeni yakıldı.
Engizisyon, papalar tarafından halktan gördükleri rağbetin şemsiyesine sığınan Vodua ya da Katar köktencilerini mat etmek için icat edildi, onu uygulamakla görevli dünyevi idarecilerin gayretkeşliği sebebiyle yozlaştı.
Fetihçi İslam Hindistan’a durmaksızın yaptığı akınlarda bazen kütüphaneleride yağmalardı (1739’da İranlı Nadir Şah Delhỉ’de bunu yaptı, Moğol imparatorların dillere destan kitapları daha sonra İran’da yok pahasına satıldı). Çoğu zaman bunların yerine bir İslami eğitim kurumu koyar ya da 1565’te Vijayanagara’da olduğu gibi, vahşi bir kültürel soykırım uygulardı.
Çin işe nasıl başladıysa, yeni çağ da Çin için öyle başladı: Belleğinin yeri doldurulamaz bir kısmını silerek.
İmparatorlar kütüphanelerin gelişimini sık sık kıskançlıkla karşılayacak, ya da doğrudan el koymaya gidecektir. Bu nedenle, genel bir bağlamda, eski zamanlarda kitap biriktiren bir Çinli daima cimridir. Ödünç verirse yalnızca güvendiği bir dostuna verir, o da küçücük bir cilt için bir sürahi şarap getirirse. Ve iade ederken bir sürahi daha.
Paranoyak Zheng ölümün geldiğini görmeden, kimse farkına varmadan yolda ölmüş, maiyeti birkaç gün boyunca farkında olmadan cesedini taşımıştı; sonunda bilindiği gibi, 700.000 kölenin yirmi yıldır ömür tüketmekte olduğu 52 kilometrekarelik bir mezara gömülecekti. Ölümünden sonra tüm varisleri ve oğulları görüldükleri yerde öldürüldü, Li Si ciddi bir törenle enlemesine ikiye bölündü.
Bazı katı dao üstatlarına göre okumanın suistimali zihinsel hazımsızlığın kaynağıdır.
Li Si öğrenmek isteyenler memurlara çömez olsun der, ilhamını çömezlik döneminde akranıyken sonra rakibi olan ama çabucak devre dışı kalan Han Fei’den almıştır: Aydınlanmış yöneticinin devletinde ne edebiyat olur ne de bambu tabletler: Tek öğreti yasadır. Eski kralların sözleri diye bir şey yoktur, nazırlarından başka hiçbir şey örnek olamaz.
Okumak, kollarının ucunda ağır gülleler tutmak ve onları evirip çevirmektir.
Tektanrıcılığın ancak hoşgörüsüzlükle birlikte düşünülebileceğini söylemeye geçmek için tek bir adım yeter, ama pek çokları bu adımı atmaktan özenle uzak durmuştur.
Bir demet havai fişeğin ardından, Arap dünyası Yüzyıllarca bilimsel hareketten ayrılır.
Bağdat’ta önce herkesi öldürdüler, sonra da muhteşem şehir bir daha belini doğrultamasın diye rasathaneleri, hastaneleri ve üniversiteleri -bentleri ve su kemerlerini de unutmadan- sistematik biçimde yıktılar.
İbn Haldun’un yüz yirmi yıl sonraki anlatımıyla, Hülagü’nün orduları bir hafta boyunca ısrarla kütüphaneleri yaktı, tarif edilemeyecek kadar güzel kitapları Dicle Nehri’ne attı, [ ] kitaplardan köprü oldu, köprünün üzerinden atlılar ve piyadeler geçti, nehrin suyu elyazmalarının mürekkebiyle kapkara oldu.
Hülagü ulemayı toplayıp onlara şu soruyu sormuştu: Kötü bir Müslüman hükümdar mı yeğdir, yoksa adil bir kâfir mi? Kendisinin Budist olduğunu bilmek önemli ama bunun doğru cevabı seçmeye gerçekten yardımı olur muydu? Her halükarda kafalarının kesileceğine kani olan bilgeler ağızlarını açmadı ama İbn Tavus öne çıktı ve adaletli kâfir yeğdir” dedi. Üstelik bunu kararlı bir sesle söylemekle kalmadı, fetva çıkararak mührünü bastı. Bu sayede kendisi, maiyeti ve kitapları için bir geçiş belgesi ve katliam sırasında kimvurduya gitmemesi için ona eşlik eden bin kişilik bir güvenlik ordusu edindi, daha sonra da önemli bir göreve tayin edildi.
Ağabeyi tarafından gururuna dokunan bu toprakları yeryüzünden silmekle görevlendirilen Hülagü’nün orduları 1258’de Bağdat’a saldırdı ve halife ile ailesinden başlayarak öldürebildikleri kadar çok insanı –söylenene göre yüz binlerce sehir sakinini- öldürdü. Sarayda bulunan meşhur kaligraf Yakut al-Mustasimi ise, bir minarenin tepesine saklanmayı akıl ederek canını kurtardı.
13. yüzyılın ortasında Abbasiler’in payitahtında otuz altı kütüphane vardı. En ünlüsü elbette Halife El-Mustansır’ın 1233’te kurduğu, seksen bin eserin yüz atmış hamalla taşındığı medresenin kütüphanesiydi. Öylesine hayranlık uyandırıcıydı ki, Mısırlı yorumcu Al-Kalkaşandi bile onu büyük kütüphaneler listesinde ilk sıraya koyar.
Alamut’taki İsmaililer de unufak edildikten sonra, Moğollar’ın Bağdat’a ulaşmasını kim engelleyebilirdi ki?
Haçlılar o kadar çok yakıp yıktılar ki, Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında bir nefret mirası” kurdular.
Ortaçağ İslamı, kütüphanelerin Olimpos’udur.
İlk yüzyılda bazı generallerin eylemleri çabucak yozlaşmıştır. Buna bir örnek, 712’de Harzem ülkesini ele geçiren Kuteybe İbn Müslim’dir. Farisi Pur Davud’un dediğine göre, önce şehrin tüm sakinlerinin dini zorla değiştirildi, sonra Harezmi dilini yazmayı bilenler öldürüldü, okumayı bilenlerse dünyanın dört yanına dağıtıldı, bu nedenle Harezmilerin bilgi ve geleneklerini bugün bilen yoktur.
Al-İslam yahdimu ma qablahu : İslam kendinden öncekini yok eder. Hicretin toyluk yıllarında dini slogan işlevi gören, ama kısa sürede uğursuzca kanın ve ateşin rengine boyanan bu şüpheli hadisin kökeni bilinmemektedir.
İşgal edilen ilk ülkelerin kütüphaneleri merhametten hiç nasiplenemedi.
641 yılında Araplar nasıldı? Önemli Hellenist Hugh Lloyd-Jones vaktiyle şöyle demişti: Büyük kısmı, yaşarken Ayetullah Humeyni’den daha evrimleşmiş değildi ve bunu, çoğu değil azı söyleyen Oxford tarzı bir söz oyunu olarak almalıyız.
Müslümanlar hep beraber Darül İslam”da, yani barışın evinde toplanmıştı, dünyanın tüm geri kalan kısmı ise Darül Harb yani savaş topraklarıydı. Hal bu iken İslam’ın barışı bu Darül Harba gerekirse zorla getirilecekti, aksi nasıl mümkün olabilirdi?
İslam’ı İslam yapan adamın adı Ömer’di ya da özgün dile daha yakın telaffuz etmek istiyorsak, hafif bir gırtlak kapanışıyla birlikte: Umar. Onun siyasal dehası olmasaydı İslam dininin yalnızca yerel bir takipçi kitlesi olacak ve Araplar’ın kendi aralarındaki çatışmaları dünyadaki en güçlü uygarlıklardan birini kundağında boğmuş olacaktı.
I. Gregorius, Cicero’dan, Titus Livius’tan ve görkemli çağın sayısız başka yazarlarından kalan nüshaları, sırf yüzyılın genç insanları Yeni Ahit okumayı tercih ediyorlar diye yaktırdı. Dahası ondan itibaren, pagan bir kitabın yakınında bulunmak bile dindar bir ruhu tehlikeye atmaya yetecekti. Bu adam kendine Tanrının konsülü dedirtiyor ve kitaplara, genel olarak da kültüre yönelik nefretini saklamıyordu.
Birkaç küçük şeyi saymazsak burada peplum [Antik Çağ filmi] bitiyor ve gerçek kitap düşmanlığının film noir’i [kara film] başlıyor. Antik Çağ’da hem iktidara has hem de biraz kör bir özellik olan muzırlık, ortak denen çağın [milattan sonraki] ilk yüzyıllarıyla birlikte, yerini yavaş yavaş her türlü zihinsel başıboşluğu, daha yumurtadan çıkmadan ezmeye yönelen örgütlü bir mutlakiyetçiliğe bıraktı.
Roma’nın ilk kütüphaneleri mallarına el konulan düşmanların ve daha eski kültürlerin sırtından beslenmişti.
İkinci halife ve ilk amir el-mümin -inananların kumandanı- olarak Hz. Ömer, aynı zamanda ilk büyük Müslüman vandal olacaktır.
Bu Kirillos, kadın filozof ve cebir bilgini Hypatia’yı – Yunan matematik tarihindeki tek kadın- Müze’de verdiği konferantan döndüğü bir gün recmettirir. Söylenene göre Hypatia, bilge olmasının yanı sıra çok da güzeldi, fazlasıyla popülerdi ve Hıristiyan değildi. Dolayısıyla üstü başı kalabalık tarafından soyuldu, Okuyucu Petrus’un önüne kiliseye sürüklendi; istiridye kabuklarıyla canlı canlı kesildi ve tüm eserleriyle birlikte denize atıldı. Hypatia Mouseion’un son bilginlerinden biri olan, 380 yılında ölen matematikçi ve astronom Theon’un kızıydı. Kirillos ise aziz ilan edildi.
Vitruvius’un deyişiyle adeta kitaplardan oluşan bir sonsuzluğun tohumunu atmış” olan Büyük İskenderiye Kütüphanesi İlkçağ’ın en büyük yayıneviydi
III. Ptolemaios, Sophokles’in, Aiskhylos’un ve Euripides’in eserlerinin orijinal elyazmalarını yüklü bir teminat karşılığında Atina devletinden emanet alır; sonra kopyalarını iade ederek Teşekkürler, para sizde kalsın der.
Bibliothèque [kütüphane] (kitap kutusu, daha sonra haznesi) kelimesi eski Yunanca biblion’dan gelir. Biblion takdire değer sayıda yazılı metnin var olmaya başladığı dönemdeki en yaygın kitap formu olan papirüs rulosudur. Biblion kelimesiyse tamamen Mısır’a özgü bir ürün olan papirüs sapının göbeği anlamına gelen büblos’tan türemiştir. Her ne olursa olsun, kütüphane İskenderiye’de doğmuş ve adını orada almıştır.
Moğolların ilk tarihçisi Raşid Al-Din 1318’de Tebriz’de idam edilmeden önce yüzlerce nadir elyazması satın aldı ve mezarına derli toplu yerleştirdi. Aralarında Arap güzel yazı sanatının öncüleri Yakut al-Mustasimi ve hatta İbn Mukla’nınkilerin de bulunduğu en iyi kalemlerden çıkma binden fazla eser hâlâ oradadır.
O zamanlarda bile geçerliymiş: Düşmanımın kitabı düşmanımdır!
1778’de Gizeh’te, fellahların tesadüf eseri kazıdan çıkardıkları kırk elli civarı Yunanca kitap ve belgeyi hoş kokulu dumanıyla kafa bulmak için yakmaları da pek sevimli bir başka küçük hikâye.
II. Ramses’in bir çağdaşına ait eski edebiyat eserleri koleksiyonu, sırayla beş müridin elinden geçmiş; bunlardan marangoz olan sonuncusu arka yüzünü ticari yazışmalarda kullanılmak için koleksiyonun -özellikle de kıymetli Rüyalar Kitabı’nın– yapraklarını koparmış.
Kim bilir kaç yüz bin elyazması salt cehaletten dolayı çürümeye terk edilmişti!
Hiç kimse zeki doğmamıştır Yazılı bir senet taştan bir evden daha faydalıdır.
En eski papirüs parçası elli yüzyıllıktır ve hâlâ tertemizdir. Üzerinde hiyeroglifler taşıyan ilk kalıntıysa M.Ö. 2400’den kalmadır. Bu madde sayesinde idari belgeler, kararnameler, yazışmalar ve başka akitler, kılı kırk yaran bir ayrıntı takıntısıyla korunabildi.
Biotia’da, Teb’de ve Sur’da da olduğu gibi, insanı kahreden felaketin emrini M.Ö. 330’da Büyük İskender vermişti. Her ne kadar hayaleti o bir kazaydı diye fısıldasa da, Arrianos’tan başlayarak İlkçağ yazarlarının hepsi ağız birliğiyle ve kesin olarak onu suçlar. Persepolis sarayını içindekilerle birlikte yok etme kararı, efsanevi fatihin imgesiyle o kadar uyumsuzdur ki bu konu, özellikle ona tapanlar tarafından olmak üzere, kuşkuyla karşılanagelmiştir.
Batılı müze yöneticileri dertli, çalıntı antikalar edinmek artık resmen yasaklanmış durumda.
Kitap insanın ikizidir, kitap yakmak insan öldürmeye eşdeğerdir.
Çünkü bilgili bir halk yönetilemez.
Kütüphanesini zenginleştirmek, dünyanın efendileri ile dünyanın sırlarına ermeye çalışanların ortak saplantısıdır.
İspanya, Engizisyonu öylesine faydalı bir alet olarak kullandı ki ondan vazgeçmekte çok zorlandı ve resmi olarak ancak 1894’de kaldırdı.
Neron’la birlikte imparatorlar Roma sakinlerine umumi hamam keyfini sunmaya başlar: Gitgide güzelleşen, hem buluşma mekanı hem de fiziksel ve zihinsel kültür merkezi işlevi gören hamamlarda, ister gevşemek ister bilgilenmek için, zamanın klasikleri ya da yeni çıkan eserler ödünç alınıp okunabilir. 350 yılından gelen bir tanıklığa inanacak olursak, şehirdeki halk kütüphanelerinin sayısı yirmi dokuza varıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir