Pat Barker kitaplarından The Silence of the Girls kitap alıntıları sizlerle…
The Silence of the Girls Kitap Alıntıları
Çünkü keder ancak yerini aldığı sevgi kadar derin olabilir.
❝ , tecrübelerime göre erkekler, kadınlardaki saldırganlığa karşı ilginç bir şekilde kördür. Miğferleri ve zırhlarıyla, kılıçları ve mızraklarıyla savaşçı olan onlardır, bizim savaşlarımızı görmez ya da görmezden gelirler. Belki de kabul ettikleri gibi yumuşak ve nazik yaratıklar olmadığımızı fark ederlerse huzurları kaçar?❞
Hiç kimse, hiçbir şey cevap vermiyor. Mağlup düşen Akhilleus sendeleyerek yatağa dönüyor. Ah, evet. Bir zamanlar ateş ve havadan yapılmış gibi duran ayağıtez Akhilleus artık sendeliyor. Ayağını sürüyor. Tökezliyor. Takılıyor. İçi ölümle yüklü vücudu, bu dünyaya ağır geliyor.
Kan, bok ve beyin, işte Akhilleus bu, Peleosoğlu, yarı ölümlü yarı tanrı, zafere doğru ilerliyor.
Helene’nin kocası, Agamemnon’un kardeşi Menelaos’un Helene’yi geri alınca onu öldüreceğine inanıyordu hepsi, Menelaos kaç defa söylemişti onu öldüreceğini. Bazıları bunun ziyanlık olacağına inanıyordu. Önce düz onu, sonra öldürürsün.
Ve o duvar halıları şöyle söylüyordu: Buradayım. Ben buradayım. Sadece bakılacak ve uğrunda dövüşülecek bir nesne değil, bir insanım.
Çünkü keder ancak yerini aldığı sevgi kadar derin olabilir.
Sevginin en yüksek hedefi bu değil midir? İki özgür zihnin alışverişi değil, birbirinin içine geçmiş tek bir kimlik?
Erkekler köleleriyle evlenmez.
“Çünkü keder ancak yerini aldığı sevgi kadar derin olabilir.”
“Bazı geceler uyanık vaziyette yatıp kafamın içindeki seslerle kavga ediyorum.”
“ Eline bir fırsat geçecek. Bir gün. Ve o gün geldiğinde o fırsata dört elle sarılacaksın.”
“ -Her şey değişir. Değişmezse de sen değiştirirsin.”
“- Erkeklere söylemesi kolay.”
“- Erkeklere söylemesi kolay.”
“ onlar erkekti ve özgürlerdi. Bense bir kadın ve bir köleydim.”
“Ruh gitmeye hazırken bile beden hayatta kalmak için şaşırtıcı bir biçimde savaşıyor.”
“ Her gün ve her gece, hayatımın değişmesi için dua ediyordum.”
“ Rahat değildi ama güvence vericiydi, bana denizle kumsalı hatırlatıyordu. Ve bir zamanlar olduğum ama artık asla olamayacağım o kızı.”
O insanlar, düşünülemeyecek kadar uzak o geleceklerin insanları bizim için neler düşünür? Bir şeyi biliyorum: Fetihlerin köleliğin zalim gerçeklerini istemezler. Erkeklerin ve oğlan çocukların katledildiğini, kadınlarla kızların köle alındığını duymak istemezler. Bir tecavüz kampında yaşadığımızı bilmek istemezler. Hayır, bambaşka, daha yumuşak bir şeyi tercih edecekler. Bir aşk hikayesini belki ?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İçimde uyanan yeni arzuyu hemen fark ettim, denizin bir parçası olmak, eriyip denize karışmak. Hiçbir şey hissetmeyen ve asla incitilemeyen denize.
Tecrübelerime göre erkekler, kadınlardaki saldırganlığa karşı ilginç bir şekilde kördür. Miğferleri ve zırhlarıyla, kılıçları ve mızraklarıyla savaşçı olan onlardır, bizim savaşlarımızı görmez ya da görmezden gelirler. Belki de kabul ettikleri gibi yumuşak ve nazik yaratıklar olmadığımızı fark ederlerse huzurları kaçar ?
Bir hikaye var, bir keresinde Tanrı Apollon’u Troya’nın bütün ovaları boyunca kovalamış. Sonunda köşeye sıkışan Apollon güya, Beni öldüremezsin, ölümsüzüm ben, demiş. Ah evet, diye cevap vermiş Akhilleus. Ama ikimizde biliyoruz ki ölümsüz olmasaydın ölmüştün.
Kimsenin son sözü söylemesine izin yoktu, tanrıların bile.
Kimsenin son sözü söylemesine izin yoktu, tanrıların bile.
Galiba anlamaya yaşımın yetmeyeceği bir şeyi kavramaya çalışıyordum. Elde ettiğim, Helene’ nin kendi hikayesinin kontrolünü ele geçirdiği hissi oldu. O şehirde çok yalnız, çok güçsüzdü, o yaşımda bile görebiliyordum bunu. Ve o duvar halıları şöyle söylüyordu: Buradayım. Ben buradayım. Sadece bakılacak ve uğrunda dövüşülecek bir nesne değil, bir insanım.
Yüce Akhilleus.
Zeki Akhilleus, ışıl ışıl Akhilleus, tanrılara benzeyen Akhilleus
Övgü dolu sıfatlar nasıl da üst üste yığılıyor. Biz ondan bahsederken bu isimlerin hiçbirini kullanmazdık. KASAP derdik biz ona.
Zeki Akhilleus, ışıl ışıl Akhilleus, tanrılara benzeyen Akhilleus
Övgü dolu sıfatlar nasıl da üst üste yığılıyor. Biz ondan bahsederken bu isimlerin hiçbirini kullanmazdık. KASAP derdik biz ona.
What will they make of us, the people of those unimaginably distant times? One thing I do know: they won’t want the brutal reality of conquest and slavery. They won’t want to be told about the massacres of men and boys, the enslavement of women and girls. They won’t want to know we were living in a rape camp. No, they’ll go for something altogether softer. A love story, perhaps? I just hope they manage to work out who the lovers were.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kadına suskunluk yakışır
Hiçbir şey olmadı. Yani, hiçbir şey olmadı tabii ki! Tanrılara dua ettiğinizde genellikle hiçbir şey olmaz zaten, değil mi?
Bazen geceleri uyanık vaziyette yatıp kafamın içindeki seslerle kavga ediyorum
Kadına suskunluk yakışır
Şehirler düşünce kadınların işi çok zor.
Çünkü keder ancak yerini aldığı sevgi kadar derin olabilir.
Yalnız kalmaması lazım.
Zaten yalnız.
Zaten yalnız.
Tecrübelerime göre erkekler, kadınlardaki saldırganlığa karşı ilginç bir şekilde kördür. Miğferleri ve zırhlarıyla, kılıçları ve mızraklarıyla savaşçı olan onlardır, bizim savaşlarımızı görmez ya da görmezden gelirler. Belki de kabul ettikleri gibi yumuşak ve nazik yaratıklar olmadığımızı fark ederlerse huzurları kaçar?
Hayatımda onun kadar hüzünlü başka bir çocuk gördüğümü sanmıyorum. Aynaya baktığımda gördüğüm kişi dışında.
Akhilleus’un gölgesinden çıkmak istemiyor musun hiç?
Ben onun gölgesinde büyüdüm, orada yaşamaya alışkınım.
Ben onun gölgesinde büyüdüm, orada yaşamaya alışkınım.
“Kimsenin son sözü söylemesine izin yoktu, tanrıların bile.”
O insanlar, düşünülmeyecek kadar uzak o geleceklerin insanları bizim için neler düşünür? Bir şeyi biliyorum: Fetihlerin ve köleliğin zalim gerçeklerini istemezler. Erkeklerin ve oğlan çocukların katledildiğini, kadınlarla kızların köle alındığını duymak istemezler. Hayır, bambaşka, daha yumuşak bir şeyi tercih edecekler. Bir aşk hikayesini belki?
ruh gitmeye hazırken bile beden hayatta kalmak için şaşırtıcı bir biçimde savaşıyor.
Büyük bir cenaze töreni yapılmış yapılmamış, onlar için fark etmez. Öyle şeyler yaşayanlar için. Ölülerin umurunda değil.
Gerçi güçlü değildir insan hafızası, en fazla üç kuşak gider, sonrasında ağır, sonu gelmeyen yüzyıllar başlar
Özgür insanların asla anlamadığı şey budur. Köle dediğin, nesne muamelesi gören bir şey değildir. Köle herkesin gözünde olduğu kadar kendi gözünde de gerçekten bir nesnedir.
artık kimse yüzüne bakmıyor, sanki kederi onları korkutuyor. neden korkuyorlar? günün birinde onun çektiği gibi bir acıya katlanmak zorunda kalacaklarından mı? yoksa asla böyle bir şey olmayacağından, böyle bir şeyin ellerinden gelmeyeceğinden mi? çünkü keder ancak yerini aldığı sevgi kadar derin olabilir.
patroklos, akhilleus olmuştu. sevginin en yüksek hedefi bu değil midir? iki özgür zihnin alışverişi değil, birbirinin içine geçmiş tek bir kimlik? patroklos’un peşinden deniz kenarına gittiğim gece onları kumsalda nasıl gördüğümü hatırladım. o zaman gördüğüm buydu işte.
Mağluplar tarih sayfalarında geriye düşüp kaybolur, hikâyeleri de onlarla birlikte ölür.
“Özgür insanların asla anlamadığı şey budur. Köle dediğin, nesne muamelesi gören bir şey değildir. Köle herkesin gözünde olduğu kadar kendi gözünde de gerçekten bir nesnedir.”
Hayır, anlamıyorsun tabii. Sen hiç köle olmadın.
Hep beraber eve yelken açabiliriz.
Siz evimi yakıp yıktınız, demek istedim.
Siz evimi yakıp yıktınız, demek istedim.
erkekler kadınlardaki saldırganlığa karşı ilginç bir şekilde kördür. Miğferleri ve zırhlarıyla, kılıçları ve mızraklarıyla savaşçı olan onlardır; bizim savaşlarımızı görmez ya da görmezden gelirler. Belki de kabul ettikleri gibi yumuşak ve nazik yaratıklar olmadığımızı fark ederlerse huzurları kaçar?
Birden kendimizi başka bir dünyada bulduk, bir babanın evladına sevgisinin yağmalanmış bütün hazinelerden daha değerli olduğu bir dünyada.
Yüce Akhilleus. Zeki Akhilleus, ışıl ışıl Akhilleus, tanrılara benzeyen Akhilleus
Övgü dolu sıfatlar nasıl da üst üste yığılıyor. Biz ondan bahsederken bu isimlerin hiçbirini kullanmadık. Kasap derdik biz ona.
Övgü dolu sıfatlar nasıl da üst üste yığılıyor. Biz ondan bahsederken bu isimlerin hiçbirini kullanmadık. Kasap derdik biz ona.
Evet. Ben bir köleydim, köleler de ne olursa yapardı, sırf ‘şey’ olmaktan çıkıp yeniden insan olabilmek için ne olursa yaparlardı.
İntikamını kimse elinden alamaz, tanrılar bile.
Erkekler, kadınlardaki saldırganlığa karşı ilginç bir şekilde kördür. Miğferleri ve zırhlarıyla, kılıçları ve mızraklarıyla savaşçı olan onlardır, bizim savaşlarımızı görmez ya da görmezden gelirler. Belki de kabul ettikleri gibi yumuşak ve nazik yaratıklar olmadığımızı fark ederlerse huzurları kaçar.
tecrübelerime göre erkekler, kadınlardaki saldırganlığa karşı ilginç bir şekilde kördür. Miğferleri ve zırhlarıyla, kılıçları ve mızraklarıyla savaşçı olan onlardır, bizim savaşlarımızı görmez ya da görmezden gelirler. Belki de kabul ettikleri gibi yumuşak ve nazik yaratıklar olmadığımızı fark ederlerse huzurları kaçar?
Onlar için fark etmez, dedi ölüleri kastederek. Büyük bir cenaze töreni yapılmış yapılmamış, onlar için fark etmez. Öyle şeyler yaşayanlar için. Ölülerin umurunda değil.
Hayatta kalacağız, diye düşündüm Şarkılarımız, hikâyelerimiz. Bizi unutmayı asla başaramayacaklar. Troya’da savaşmış son adamın ölmesinden on yıllar sonra bile oğulları Troyalı annelerinin onlara söylediği şarkıları hatırlayacak. Rüyalarında olacağız. Ve en kötü kabuslarında.
Patroklos, Akhilleus olmuştu. Sevginin en yüksek hedefi bu değil midir? İki özgür zihnin alışverişi değil, birbirinin içine geçmiş tek bir kimlik?
Kendisi yok, dedim. Duvar halılarında yok. Priamos var ama kendisi yok.
Hayır, şey, tabii olmaz. Kimin kazandığını bilene kadar kendini nereye koyacağını bilemez de ondan.
Hayır, şey, tabii olmaz. Kimin kazandığını bilene kadar kendini nereye koyacağını bilemez de ondan.
“Onlar için fark etmez, dedi ölüleri kastederek. “Büyük bir cenaze töreni yapılmış yapılmamış, onlar için fark etmez. Öyle şeyler yaşayanlar için. Ölülerin umrunda değil.
Akhilleus mevcut anda yaşıyor. Geçmişi hatırlıyor, pişmanlık duyuyor ama güceniklikleri gitgide azalıyor. Geleceği nadiren düşünüyor hatta hiç düşünmüyor çünkü gelecek diye bir şey yok. Bunu bu kadar kolay kabullenmesi hayret verici. Hayatı, açık avucunda bir karahindiba çiçeği gibi, o kadar narin ki en ufak bir nefesin esintisiyle dağılıp gidebilir. Yaşlı bir adamın ölümü kabullenişini bir yerlerden alıp benimsemiş. Gelecek diye bir şey olmadığını biliyor ve buna gerçekten aldırmıyor.
Artık kimse yüzüne bakmıyor,sanki kederi onları korkutuyor. Neden korkuyorlar? Günün birinde onun çektiği gibi bir acıya katlanmak zorunda kalacaklarından mı? Yoksa asla öyle bir şey olmayacağından, böyle bir şeyin ellerinden gelmeyeceğinden mi? Çünkü keder ancak yerini aldığı sevgi kadar derin olabilir.
Ne yapmaya çalıştığını şimdi anlıyor: Kederle pazarlık etmeye çalışıyordu. Bütün bu çılgınca faaliyetlerin arkasında, sözlerini tuttuğu takdirde artık acı çekmeyeceği umudu yatıyordu. Ama kederin pazarlığa gelmediğini öğrenmeye başlıyor. Istıraptan kaçınmanın hatta ıstırap sürecini daha hızlı atlatmanın bir yolu yok. Keder onu pençelerine aldı ve vereceği bütün dersleri öğretene kadar bırakmayacak.
Akhilleus onlarla birlikte gülmek için elinden geleni yapıyordu ama bu insanların kim olduğunu ve niye onlarla konuşmasının beklendiğini bilemiyormuş gibi bir hali vardı.
İçi boşalmış gibi görünüyor, diye düşündüm. Onca ölüm, onca intikam Belki bütün bunları yapınca; Hektor’u öldürünce, Troya ordusunu yenince, Priamos’u mahvedince Patroklos’un pazarlıkta kendisine düşeni yapacağına ve ölü kalmaktan vazgeçeceğine kendini inandırmayı başarmıştı. İşte buradaydı, hepsini yapmış, bütün sözleri tutmuştu ama Patroklos’un cesedi hâlâ sadece cesetti. Bir boşluktu.
İçi boşalmış gibi görünüyor, diye düşündüm. Onca ölüm, onca intikam Belki bütün bunları yapınca; Hektor’u öldürünce, Troya ordusunu yenince, Priamos’u mahvedince Patroklos’un pazarlıkta kendisine düşeni yapacağına ve ölü kalmaktan vazgeçeceğine kendini inandırmayı başarmıştı. İşte buradaydı, hepsini yapmış, bütün sözleri tutmuştu ama Patroklos’un cesedi hâlâ sadece cesetti. Bir boşluktu.
Mağluplar tarih sayfalarında geriye düşüp kaybolur, hikâyeleride onlarla birlikte ölür.
Miğferleri ve zırhlarıyla, kılıçları ve mızraklarıyla savaşçı olan onlardır, bizim savaşlarımızı görmez ya da görmezden gelirler. Belki de kabul ettikleri gibi yumuşak ve nazik yaratıklar olmadığımızı fark ederlerse huzurları kaçar?
“Bazen geceleri uyanık vaziyette yatıp kafamın içindeki seslerle kavga ediyorum.”
Yapılması gereken şeyi ertelemek sahte merhametten başka bir şey değildi.
Ama kederin pazarlığa gelmeyeceğini öğrenmeye başlıyor. Istıraptan kaçınmanın hatta ıstırap sürecini daha hızlı atlatmanın bir yolu yok. Keder onu pençelerine aldı ve vereceği tüm dersleri öğretene kadar bırakmayacak.
Bütün bunlar canını yakıyor ve en derinlerinde, neşe ve kahkaha olması gereken yerde sadece güneşsiz bir çukur var.
Bazen geceleri uyanık vaziyette yatıp kafamın içindeki seslerle kavga ediyorum.
Mağluplar tarih sayfalarında geriye düşüp kaybolur,hikâyeleri de onlarla birlikte ölür.
Bir söz vardır: Herhangi bir zanaatin araç gereçlerini seven biri, tanrılar tarafından mükâfatlandırılmış demektir.
Çünkü keder ancak yerini aldığı sevgi kadar derin olabilir.
Hafıza tuhaf oyunlar oynar.