İçeriğe geç

Man and Nature Kitap Alıntıları – Seyyid Hüseyin Nasr

Seyyid Hüseyin Nasr kitaplarından Man and Nature kitap alıntıları sizlerle…

Man and Nature Kitap Alıntıları

“Çağdaş insan, tabiatı kendisinden yararlandığı, ama kendisine karşı ayrıca sorumlu da olduğu bir eş gibi değil, bir fahişe gibi görmektedir; kendisine karşı hiçbir yükümlülük ve sorumluluk duygusu beslenmeyen bir fahişe…”

Seyyid Hüseyin Nasr, İnsan ve Tabiat, s. 19

Tabiatla insan arasındaki barış ve uyum gerçekleşmedikçe insanlar arasında barışın sağlanması imkansızdır. Tabiatla barış ve uyum içinde olmak da Göklerle ve nihayet her şeyin kaynağıyla, uyum içinde olmaya bağlıdır. Rabb’la barışık olan O’nun yarattıklarıyla da barışıktır Tabiatla da barışıktır İnsanla da barışıktır
Tabiatın böylesine alaşağı edilmesi ya da -insanla Gök arasında ki kopukluğun bir yansıması olan- insanla yer arasındaki bu kopukluk öyle acı sonuçlar doğurmuştur ki, tabiatın bu zamansız mesajının bir ‘ölüm duası’ olduğunu göstermek bugün hiç de zor değildir. Batı’nın, bakir tabiata dönmek fikrine -özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda- hiç de yabancı olmadığı söylenebilir. Ancak, sorun bu değil Çünkü burada söz konusu olan; romantik, deist ve hatta ateist gibi sıfatlarla nitelenebilecek bir tabiatperestlik değil Bıkkın ve kırgın bir bireyciliğin, bütün dini anlamından soyutlanmış bir tabiata dönüşü değil söz konusu olan Öyle olsaydı, bu da diğerleri gibi bir parça dünyevilik olurdu. Söz konusu olan, geleneksel bakış açısı çerçevesinde, tabiatta zaten var olan ilahi cevheri yeniden bulmak; bir başka deyişle, her yerde Rabb’ı görmek, O’nun tecellilerinin dışında bir şey görmemektir.
F. Schuon, The symbolist Outlook
Modern bilimin İslamın bağrında gelişmemiş olması, bazılarının iddia ettikleri gibi bir çöküş belirtisi değil; İslamın, tümüyle seküler her türlü bilgi biçimini elinin tersiyle itmesi ve beşeri varoluşun nihai gayesi saydığı şeye bu tür bilgi biçimlerini bulaştırmamasıdır.
Evrim teorisi, fiziki bilimler için organik bir bakış getirmemiştir; ama insanoğluna daha yüksek olanı daha alçak olana indirgemenin yolunu göstermiştir. Bu, herhangi bir yüksek ilkeye ya da sebebe başvurmaksızın her şeyi açıklayabileceğiniz büyülü bir formüldür.
Makineyi yaratan insan, sonunda onun yaratığı olup çıktı.
Şüphecilik, çevrelerinde sarsılmaz bir iman dünyası olduğu için ayakta kalabilmiş bir avuç aydının ayrıcalığı olmuştur. Bugün ise Şüphecilik kitlelere bulaşmış, onların yaşama düzenlerini temelinden sarsmıştır. Şimdi dehşete kapılma sırası aydınlara gelmiştir.
C. F. von Weizsacker
İnsanoğlu, Tanrı’nın mülkünde emanete ihanet etmiştir. Sahip olduğu bilimsel bilgiyi Rabb’in Rızası’na uygun olarak kullanacağı yerde, tabiatı istismar etmede kullanmıştır. s.45
Yalnızca Kaynak veya Bir tümüyle gerçektir; tümüyle Kendisi’dir ve Kendisi’nden başka bir şeyin sembolü değildir. Ondan başka her şey, kendisini aşan bir varlık tabakasının sembolüdür.
Her şeyin eleştirildiği, sorguya çekildiği; sanat, edebiyat, siyaset, felsefe ve hatta din eleştirmenlerinin olduğu modern dünyada hiç bilim eleştirmeni olmaması gerçekten çok gariptir.
Aslında insan, tabiat için bir inayet kapısıdır; manevi dünyaya etkin bir biçimde katılmakla insan, tabiat dünyasına ışık tutmaktadır. Tabiat onun ağzıyla soluk alıp vermekte, yaşamaktadır. İnsanla tabiat arasındaki köklü ilişki sebebiyle insanın iç hali, dış düzene de yansımıştır. Eğer kendisini murakabe edenler ve veliler olmasaydı tabiat kendisini aydınlatan ışıktan, ona can veren havadan yoksun kalırdı. Bu durum, insanın iç varlığı karanlığa ve kargaşaya düştüğü zaman, neden tabiatın da uyumunu ve güzelliğini getirip dengesizliğe ve düzensizliğe sürüklediğini çok güzel açıklamaktadır. İnsan kendisi neyse tabiatta da onu görmek de, ancak kendi varlığının çevresinde dolanmaktan kurtulup derinliklerine inebildiği zaman tabiatın derin anlamına nüfus edebilmektedir. Kendi varlıklarının dış yüzünde, kabuğunda yaşayan insanlar, tabiatı ancak boyunduruğa vurup işe koşmaya yarayan bir şey olarak inceleyebilirler. Ancak kendi varlığının iç (batıni) boyutuna yönelmiş olanlar tabiatı bir sembol ve saydam bir gerçeklik olarak görebilir ve onu gerçekten bilip anlayabilirler.
Tabiatla insan arasındaki barış ve uyum gerçekleşmedikçe insanlar arasında barışın sağlanması imkânsızdır. Tabiatla barış ve uyum içinde olmak Göklerle ve nihayet her şeyin kaynağıyla uyum içinde olmaya bağlıdır.
İnsanoğlu Tanrı’nın mülkün(d)e ihanet etmiştir.
Yaşayan bir geleneğin sağladığı aydınlıkta, o geleneğin kendi metafiziğinin ve ilahıyatının yardımıyla ele alınmadığı takdirde kozmolojik ilimler donuklaşır ve anlaşılmaz hale gelir. Bu ışığın yardımıyla bakıldığında bu ilimler, Kâinat’taki binbir çeşit oluşu aydınlatan, onları anlaşılabilir ve algılanabilir hale getiren ışıl ışıl kristallere dönüşürler. İslâm ve Hristiyanlık, Hermetik kozmolojiyi işte bu yolla bâtınî boyutlarıyla birleştirip ona yeni bir hayat ve anlam kazandırmışlardır.
Yapılması gereken iş, bilimin duvarlarında görülmeye başlayan çatlakların aşağıdan gelen karanlıkla değil, yukarıdan gelen aydınlıkta onarılmasıdır. Bilim, yukarıdan gelen metafizikle bütünleşmelidir ki tartışma dışı tutulan olgular yeniden manevi bir anlam kazansın.
İslam’a göre insanın bu dünyada görünmesindeki maksat, eşyanın bilgisini kazanmak; insân-ı kâmil ilahî isimlerinin ve sıfatlarının yansıdığı ayna olmaktır. Kovuluşundan önce insan Cennet’tedir, kadim insan’dır; kovuluşuyla bu halini kaybetmiştir; ama kendini, tümüyle bilebileceği bir Kâinat’ın merkezinde bulduğu için tekrar eski haline de dönebilir ve eskisi gibi insân-ı kâmil olabilir. Bu yüzden, hayatın kendisine sağladığı fırsatı değerlendirebilirse, kozmosun da yardımıyla onu terk edebilir.
Tabiatla barışık olmanın manevi düzenle barışık olmaya bağlı olduğunu kimse anlamak istememektedir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Pek az kişi, bugün insanoğlunun yüz yüze olduğu en acil toplumsal ve teknolojik sorunların az gelişmişlik denilen şeyden değil, aşırı gelişmişlikten kaynaklandığını kabul edecektir.
Her yerde tabiatı ele geçirme tutkusunu görüyoruz; ama bu süreçte, fatihin, yani insanın da değerini yitirdiğini, bizzat varoluşunun tehlikeye girdiğini de görüyoruz.
Çağdaş insan, tabiatı kendisinden yararlandığı ama kendisine karşı ayrıca sorumlu olduğu bir eş gibi değil, bir fahişe gibi görmektedir; kendisine karşı hiçbir yükümlülük ve sorumluluk duygusu beslemeyen bir fahişe
Son olarak şunu söyleyebiliriz:Tabiatla insan arasındaki barış ve uyum gerçekleşmedikçe insanlar arasında barışın sağlanması imkansızdır.
Çünkü kelimeler, (henüz) olgunlaşmamış anlamlara işaret etmekten başka hiçbir işe yaramazlar.
Her ne kadar duyulardan, gözlerden
Uzak olsa da,
Her şeyde vardır o,
Her şeyde, her özde,
Masmavi göklerde, yıldızlarda..
Makineyi yaratan insan, sonunda onun yaratığı olup çıktı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yapılacak iş, ilahiyatın sekülerleştirmesi değil; modern insanın en seküler alan saydığı bilimin manevi ve kutsal bir anlamla donatılmasıdır.
İslamda Hazret-i Muhammed’in (s.a.v) miracıyla sembolize edilen göğe yükselme , artık insanlar için imkansız hale gelince, geriye, uzayda uçarak gökleri ele geçirme dürtüsü kalmaktadır.
Tefekkürden duygusallığa, sembolizmden olguculuğa doğru bu gidiş, manevi anlamda, insanın o ilk düşüşüne tekabül eden bir düşüştür. Adem’in cennetten düşüşü, nasıl o zamana kadar masum ve cana yakın olan mahlü­ katın düşmanlaşmasını, uzaklaşıp dışlaşmasını getirmişse, tabiat karşısında eski insanla modern insan arasındaki tavır farklılaşması da bu ya­ bancılaşmada bir sonraki basamağı oluşturmak­tadır.
Bir bütün olarak Kainat’ın bilgisi, bilimin yetki alanının dışındadır. Bu, metafiziğin konu­sudur. Üstelik, metafiziğin ilkeleri bilimin ilke­ lerinden bağımsızdır ve bu ikinci saydıklarımız , birincileri hiçbir şekilde çürütemezler.
Sık sık, dinin aşkın, değişmez ilke ve inançlanyle bi­ limin en son buluşlarının uyum halinde olduğu söylenir. Bu da, çok iyi bilinen bir indirgemecilik örneğidir; Daha büyük olanın daha küçük ola­na indirgenmesi. Üstelik, bütün bunlar yapılıp, teoloji, güncel bilimsel teorilerle daha uyumlu, yani daha «bilimsel» , daha «rasyonel» hale geti­rilirken, sözkonusu bilimsel teorilerin modası çoktan geçmiş olmaktadır.
Felsefe, bilim­ sel yöntemleri ve bulu şları yargılayıp eleştirecek yerde, bilimin bir yansıması haline gelmiştir.
Çağdaş insan tabiatı kendisinden yararlandığı, ama kendisine karşı ayrıca sorumlu da olduğu bir eş gibi degil de bir fahişe gibi görmektedir.
Her şeyin eleştirildiği, sorguya çekildiği; sanat, edebiyat, siyaset, felsefe ve hatta din eleştirmen lerinin olduğu modern dünyada hiç bilim eleştirmeni olmaması gerçekten çok gariptir.
Tabiatla insan arasındaki barış ve uyum gerçekleşmedikçe insanlar arasında barışın sağlanması imkansızdır.Tabiatla barış ve uyum içinde olmak Göklerle ve nihayet her şeyin kaynağıyla, uyum içinde olmaya bağlıdır. Rabb’la barışık olan O’nun yarattıklarıyla da barışıktır Tabiatla da barışıktır. İnsanla da barışıktır
Her yerde, tabiatı ele geçirme tutkusunu görüyoruz; ama bu süreçte, fatihin, yani insanın da değerini yitirdiğini, bizzat varoluşunun tehlikeye girdiğini de görüyoruz.
Hıristiyanlıkta, İlâhi Komedya’ daki manevi tecrübeyle; İslam’ da Hz. Muhammed’in (S.A) miracıyla sembolize edilen 《göğe yükselme》artık insanlar için imkansız hale gelince, geriye, uzayda uçarak gökleri elde etme dürtüsü kalmaktadır.
《İnsani değerler》denilen şeylerin kaynağı olan insan-üstü hakikatlere gereken saygı gösterilmediği; tabii ve manevi düzlemlerde barış sağlanmadığı sürece insan toplumunda barışı sağlamak ve insani değerleri korumak mümkün değildir.
Pek az kişi, bugün insanoğlunun yüzyüze olduğu en acil toplumsal ve teknolojik sorunların 《az gelişmişlik》 denilen şeyden değil, 《aşırı gelişmişlik》ten kaynaklandığını kabul edecektir.
İlahiyat denilince, inanç ilkelerinin rasyonel kanıtlarla savunulması anlaşıldığı sürece ne gerçek bir tabiat felsefesi ne de tabiî oluşların derinlemesine kavranıp manevi bir aydınlığa -saydamlığa- kavuşulması mümkün olabilir.
Ruhun rüzgarı dileyen gönülde eser
Eski Greklerin ,Antikitenin öteki Aryan halklarınınkine benzeyen bir kozmolojileri vardı .Unsurlar da tabiatın kendisi de tanrılarla içineydi.Madde bir ruha sahip olmaktan ötürü canlıydı; manevi ve cismani varlıklar birbirinden ayrılmamıştı .Milattan önce 6.yy’da felsefe ve bilimin doğuşu ,pek de yeni bir alanın keşfedilmesi değildi.Bu ,daha çok ,Olimpik tanrıların yeryüzünde boş kalan yerlerini doldurmak çabasıydı .Grek bilim ve felsefesinde çok önemli bir yeri olan phusis,dike ,komos ve benzeri temel düşünceler hep dini anlamları olan tabirlerdir ve bunların taşıdıkları manevi cevher adım adım ortadan kaldırılmıştır.
İster antik ister çağdaş olsun ,modern olmayan insana göre : Kainatın temel maddesinin kutsal bir tarafı vardır. Kozmos insanla konuşur ,kozmosta olan biten her şeyin bir manası vardır .
İnsanoğlu ‘yeryüzündeki ilah’ rolünü oynarken, eğer kaybettiği cennetin görüntüsünü tekrar ele geçiremezse, tümüyle boyunduruk altına aldığını sandığı bu dünya onu bir lokmada yutacaktır.
– ( ) Müslüman için tabiat hiçbir zaman sadece tabiî değildir; her zaman dinî bir değere sahiptir.
Bunu anlamak kolaydır, çünkü kozmos, kutsal bir yaratılmış ­tır
çünkü kelimeler henüz olgunlaşmamış anlamlara işaret etmekten başka hiçbir işe yaramazlar.
Makineyi yaratan insan, sonunda onun yaratığı olup çıktı.
Modern insan açısından tabiata hakim olma duygusuyla -materyalist tabiat anlayışı – çevre’ye gittikçe daha fazla yüklenen bir hırs ve açgözlülük duygusuyla da pekiştirilmiş olarak kaynaşmıştır.
– (…) İndirilen vahiy, yine Allah’ın bir kitabı olan kozmik vahiyden ayrılamaz.
Tabiatın derin bilgisi, kutsal metnin bâtınî anlamının ya da tefsirî açıklamasının (tevil) bilinmesine dayanır
– (…) İnsanları köleleştirmek, tepeden tırnağa sindirmek, insanlarda hayvani özelliklerin ve kolektif seviyenin üstünde hiçbir insani özellik bırakmamak, makineleşmenin özünde vardır. […]
Makineyi yaratan insan, sonunda onun yaratığı olup çıktı
Makineyi yaratan insan, sonunda onun yaratığı olup çıktı.
Çağdaş insan, tabiatı kendisinden yararlandığı ama kendisine karşı ayrıca sorumlu da olduğu bir eş gibi değil, bir fahişe gibi görmektedir; kendisine karşı hiçbir yükümlülük ve sorumluluk duygusu beslemeyen bir fahişe
İnsanoğlu Tanrının mülkünde ihanet etmistir.
Yaşama standardını yükseltmekle insan ruhunu zenginleştirmenin aynı şey olduğunu sanan biz..
Kızılderili için bakir tabiat, içinde yaşayıp ibadet ettiği muhteşem bir tapınaktı. Beyaz adama karşı umutsuzca sürdürdüğü kavga, yalnızca bir hayat – sahası için değil, aynı zamanda bu kutsal sığınağı, tapınağı içindi. Onun «medeniyeti» , modern dünyanın medeniyetinden öylesine bambaşka, bu medeniyete öylesine taban tabana zıttı ve içinde binlerce yıl yaşadığı tabiatı öyle bir durumda bıraktı ki, aman bu durum bozulmasın diye buralar şimdi bir «Milli Park» haline getiriliyor. İnsan, Kayalık Dağlar’da, Kı­zılderili yaylalarındaki izleri, yolları – Kızılderilinin üzerinde binlerce yıl gidip – geldiği o yolları – görünce, derinden derine anlıyor ki, bu «Kızılderili» dediğimiz insan, şu kara toprağa gerçekten sakınarak basmış bir insandır.
Makineyi yaratan insan, en sonunda onun yarattığı olup çıktı.
artık çağdaş insan için tabiatın hiçbir kutsal tarafı kalmamıştır. çağdaş insan, tabiatı kendisine sevgi beslediği bir eş gibi değil bir fahişe gibi görmektedir. kendisine karşı hiçbir sorumluluk ve yükümlülük duygusu beslenmeyen bir fahişe. zorluk şuradadır. bir fahişe gibi kullanılan tabiatın durumu günden güne daha fazla gönül eğlendirmeyi imkansız kılmaktadır.
Kızılderili dediğimiz insan, şu kara toprağa gerçekten sakınarak basmış bir insandır.
Kızılderili için bâkir tabiat, içinde yaşayıp ibadet ettiği muhteşem bir tapınaktı.
İnsanın tabiata hükmetme hakkına sahip olması, İlâhî Surette yaratılmış olmasından kaynaklanmaktadır; Gökyüzüne başkaldırmasından değil
Onun hak olduğu meydana çıkıncaya kadar varlığımızın belgelerini onlara hem dış dünyada ve hem de kendi içlerinde göstereceğiz.

Nasr Suresi

Göğün altındaki her şey Varlık’tan ama Varlık da Yokluk’tan ürer.

Tabi Te- Ching

İnsanoğlu, Tanrı’nın mülkünde emanete ihanet etmiştir. Sahip olduğu bilimsel bilgiyi Rabb’in Rızası’na uygun olarak kullanacağı yerde, tabiatı istismar etmede kullanmıştır.
Dünya, kaos değil düzen ve kozmos içindedir; tıpkı bir organizma gibi canlıdır ve aynı zamanda bir yasaya bağlıdır.
Bir metafizik öğreti, külli bir hakikatin zihinde ete kemiğe bürünmesidir. Bir felsefe sistemi ise, kendi kendimize sorduğumuz belirli soruları çözmeye yönelik rasyonel (ussal) bir çabadır.
Nyssa’lı Gregori’yi izleyen Erigena’nın madde anlayışına göre, madde donuk bir nicelik (kemmiyet, kantite) olmaktan ziyade, cismani olmayan niteliklerin (keyfiyet, kalite) bir bileşimidir ve bütün cismani yapılara varlık veren, bu varlık alanını varoluşun daha yüksek düzlemlerine bağlıyan da biçim’dir. Ona göre, bütün mahlukat tabakalarında olduğu gibi, cismani dünyada da Teslis (Üçleme) vardır: Essentia (Öz, cevher); sapientia (fikir, düşün); vita (hayat, dirim) Aynı şekilde, insanın da üçlü bir tabiatı vardır Erigena’ya göre: Akıl (nous) , mantık (logos) ve duyu (dianoia)
..metafizik, Hakikat’in, her şeyin başlangı­cının ve sonunun, Mutlak’ın ve onun ışığında gö­reli olan’ın ilmidir. Matematik kadar belirli ilkelere bağlı, mükemmel bir ilimdir; matematik kadar apaçık ve kesindir; ancak entelektüel aracılığıyla elde edilebilir; sadece akıl yürütmelerle bu ilme ulaşılamaz. Bu yüzden, yaygın anlayışın tersine, felsefeden farklıdır.
Evrim teorisi, fiziki bilimler için organik bir bakış getirmemiştir ama, insanoğluna, daha yüksek olanı daha alçak olana indirgemenin yolunu göstermiştir.
Zahiri ve harici işaretler, batıni ve manevi inancın ifadesi için elzemdir.
İnsanoğlu, Tanrı’nın mülkünde emanete ihanet etmiş­tir. Sahip olduğu bilimsel bilgiyi Rabb’in Rızası’na uygun olarak kullanacağı yerde, tabiatı istismar etmede kullanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir