İçeriğe geç

Emile Ya Da Çocuk Eğitimi Üzerine Kitap Alıntıları – Jean-Jacques Rousseau

Jean-Jacques Rousseau kitaplarından Emile Ya Da Çocuk Eğitimi Üzerine kitap alıntıları sizlerle…

Emile Ya Da Çocuk Eğitimi Üzerine Kitap Alıntıları

Nasıl ki bellekte kesintiye yol açan büyük hastalıklarsa, ahlakta da kesintiye yol açan büyük tutkulardır.
Aşk kaygılı ise, saygı güven vericidir. Dürüst bir yürekte hiçbir zaman saygıdan yoksun bir aşka yer yoktur, çünkü hiç kimse sevdiği kimsede önem verdiği niteliklerden başkalarını sevmez.
Çocuk, yalnızken kendi kendine bir yerini acıttığı zaman, eğer işitilmek ümidi olmazsa pek nadiren ağlar.
Merhamet hoş bir duygudur; çünkü insan kendini acı çeken birinin yerine koyunca onun gibi acı çek mediği için mutlu hisseder kendisini. Kıskançlık ise acıdır, çünkü kıskanç insan mutlu bir insanın yerine geçemediği gibi aynı zamanda mutlu olma dığı için de acı çeker. Öyle anlaşılıyor ki mutsuza acırken onun acılarından uzaklaştığımızı sanırız, mutlu insanı kıskanırken de onun mutluluğunun bizden gasp edilmiş olduğunu düşünürüz.
Şu dünyadan ne kadar çabuk gelip geçiyoruz!.. Yaşamın ilk çeyreği yaşamdan nasıl yararlanacağımızı öğrenemeden geçiyor; son çeyreği ise yararlanmaktan vazgeçtikten sonra geçiyor. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki yaşamayı bilmiyoruz ve yaşayamıyoruz; üstelik yaşamımızın iki gereksiz ucunu ayıran aralıkta bize kalan zamanın dörtte üçü uyku, çalışma, sıkıntılar, acılar ve korkularla tükeniyor. Yaşam kısadır; ama kısa sürdüğü için değil, kısa olan bu zamanın keyfini neredeyse hiç çıkaramadığımız için. Ölüm anının doğum anından uzak olmasının bir anlamı yoktur, bu mesafe iyi doldurulamadığında yaşam her za man kısadır.
Uygar insan kölelik içinde doğar, yaşar ve ölür. Doğuşunda, bir kundak içinde dirilir; öldüğünde bir tabutun içinde çivilenir; insan şeklini koruduğu sürece, kurumlarımız tarafından zincirlenir.
En çok yaşamış olan insan en çok yıl saymış olan değil, yaşamı en çok hissetmiş olandır.
Yaşamak solumak değil, davranmaktır; organlarımızı, duygularımızı, yetilerimizi, bizi varlığımızın bilincine vardıran kendimizin tüm parçalarını kullanmaktır.
Bana öyle geliyor ki çocuklar bu eğitim sistemiyle ‘hiçbir şey anlamamak üzere’ yetiştiriliyorlar.
Anne-babaların birçoğu çocuğun istediği her şeyi önüne koymakla ona iyilik yaptıklarını zannederler. Gerekçeleri şudur: ‘Ben yokluk çektim, çocuğum rahat yaşasın.’ Ancak tüm arzularının yerine getirilmesine alışan bir çocuğun günün birinde bazı şeylerden yoksun kaldığında yaşayacağı yıkım hiç düşünülmez. Etrafındaki insanlardan vaktiyle anne ve babasının kendisine verdiği hizmetin aynısını bekleyen bu tip insanlar istekleri ’emir’ olarak kabul edilmediğinde ya sevilmeye ve değer verilmeye layık olmadıklarını ya da kendilerine haksızlık yapıldığını düşüneceklerdir.
Delileri sevmek için insanın çılgın olması gerekir.
Şunu sormak gerekir: Tüm kalplere seslendiği halde, niçin vicdanın sesini anlayan çok az sayıda insan vardır?
Sevmenin ne demek olduğunu öğrenmeden, hiç kimseye seni seviyorum dememiştir.
Mutlu bir çocuk esir olmadan vaktini kullanabilen ve zamanın kıymeti üzerine düşünmeden, onu değerlendirebilen çocuktur.
Tam bir mutluluk yoktur, ama mutsuzlukların en büyüğü ve de her zaman kaçınılabilir olanı, insanın kendi hatası yüzünden mutsuz olmasıdır.
Anne çocuğunu elem verici darbelerden koruyayım derken çocukluktan hiç çıkmayacak bir yetişkin ortaya çıkarır. Yapılması gereken, çocuğu birazcık kendi haline bırakmak, abartılı bir ilgiyle onu boğmaktan kaçınmaktır. Çocuk istese de istemese de acıyla tanışacak ve bu deneyimler onu kuvvetlendirecektir.
Çocuğu yaşamdan koparıyorsunuz ve bunu onu korumak adına yapıyorsunuz; oysa onu donanımlı bir şekilde yaşamın kollarına atmalısınız.
Çocuğu üzüntüden uzak tutmak yerine ona hissetmeyi öğretmeliyiz. Kimi anne-babalar yalnızca çocuklarını nasıl koruyacaklarını düşünüyorlar; oysa bu yeterli değildir, Ona kendisini nasıl koruyacağını, hayal kırıklıkları ve felaketler karşısında nasıl güçlü duracağını ve her türlü yaşam koşulunda nasıl hayatta kalacağını öğretmek gerekir.
Ölüm, kötü adamın yaşayışının sonudur, iyi adamın ise başlangıcıdır!..
Fakat bu seçimde görünüşe aldanıp aldanmadığınıza dair karar vermek de bize aittir. Çünkü, bilmeden yaptığınız bir yanlışlık hem size hem bize üzüntü verecektir. İsim, mal, mevki, herkesin “ne güzel” diyeceği şeyler bizim varacağımız hükmü etkilemez. Dış görünümü hoşunuza giden, karakteri sizinkine uygun namuslu bir adamı alınız. Bizim karakterimize uymasa bile biz onu memnuniyetle damadımız olarak kabul ederiz.
Eğer kolları ve ahlakı kuvvetliyse, ailesini seviyorsa, malı bize her zaman yeterli görünecektir. Bundan dolayı bütün dünya bizi ayıplasa ne önemi var? Biz herkesin onayını aramıyoruz ki; sizin mutluluğunuz bize yeter.
Başkalarının efendiliğinden kurtulmak için kendi kendimizin hizmetçisi olacağız.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hem zorbalık hem de savaş insanlığın en büyük yıkımlar değil midir?
Acı ile kötülük birbirinden ayrılmaz şeylerdir ve insan ancak mutsuz olduğunda kötü olur.
İradesini gerçekleştiren tek insan, bunun için başkasının yardımına gereksinimi olmayan insandır: buradan, tüm iyiliklerin en başta geleninin otorite değil, özgürlük olduğu sonucu çıkar.
Favorinus diyor ki, büyük gereksinimler büyük mülklerden doğar ve sahip olmadığınız şeylere sahip olmanın en iyi yolu sahip olduklarınızı elden çıkartmaktır.
.
Erkekler, karşı cinslerinize karşı nazik olun; bu senin birinci vazifendir, her çağa ve makama karşı nazik, insanlığa yabancı olmayan her şeye karşı naziktir.

Nezaketten daha büyük hangi bilgeliği bulabilirsin ?

.
Çocukların öğrenmesi gereken tek bir bilim vardır :

İnsanın görevleri.

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bugünkü inceliğin en kötü sonucu, inceliğin taklit ettiği erdemlerden vazgeçme sanatını öğretmesidir. Bize eğitimde insanlık ve hayırseverlik aşılanınca incelik sahibi oluruz ya da ona hiç gereksinim duymayız.
Zaten gerçek aşkın kendisi düşten, yalandan, yanılsamadan başka nedir ki? Zihnimizde oluşturduğumuz görüntü, aslından daha çok hoşumuza gider. Sevdiğimiz bir şeyi tam da olduğu gibi görseydik, bu dünyada aşk diye bir şey olmazdı. İnsan sevmekten vazgeçerse, sevilen kişi eskiden neyse öyle kalır, ama artık olduğu gibi görülmez. Saygınlık yiterse, aşk da yiter.
.
Adil ol, insan ol, sevecen ol.

Yalnız sadaka vermeyin, sadaka verin; merhamet işleri, acıların dindirilmesi için paradan daha fazlasını yapar; başkalarını sev ve onlar da seni sevecekler; onlara hizmet et, onlar da sana hizmet edecekler.

.
En mutlusu, en az acı çekendir; en mutsuzu, en az zevk alandır.

Cehennemi başka bir dünyada aramaya ne gerek var? Cehennem zaten bu dünyada kötülerin yüreğindedir.
Volenti nihil difficile. (İsteyerek yapılan hiçbir şey güç değildir.)
Çocuğum, özel çıkar bizi aldatır; aldatmayan yalnızca doğrunun umududur.
En bilginler, en aydınlar her zaman en ölçülü olanlardır.
Daha çok deneyimle daha iyinin yapılacağı bilinir, ama bu hiç de başarılamaz. Her kim bu işi bir kez tüm güçlüklerini iyi hissedecek derecede yapmışsa, artık onu yeniden yapmaya kalkışmaz; ilk kez kötü yapmışsa, bu ikinci kez için kötü bir önyargı demektir.
Vicdan çekingendir; bir köşeye çekilmeyi, dinginliği sever; kalabalık ve gürültü onu ürkütür, onun doğmasına yol açtığı söylenen önyargılar en acımasız düşmanlarıdır; onların önünden kaçar ya da susar; onların gürültülü sesi onun sesini boğar ve duyulmasını engeller. Bağnazlık onu taklit ederek suçu onun adına işletir. Kovula kovula, sonunda usanır. Artık bize seslenemez, yanıt vermez olur ve bunca uzun süre hor görüldükten sonra, kovulmuş olması kadar geri çağırılması da güç olur.
Cehennemi başka bir dünyada aramaya ne gerek var? Cehennem zaten bu dünyada kötülerin yüreğindedir.
Ruhun huzuru, bu huzuru bozabilecek her şeyi hor görmeye bağlıdır; yaşama en çok önem veren insan, onun en az tadını çıkarmasını bilen insandır ve en açgözlülükle mutluluğa can atan insan da en sefil insandır.
Halk olduğu gibi görünür, dolayısıyla sevimli değildir; ama kibarlar aleminden olanların elbette kılık değiştirmeleri gerekir; oldukları gibi görünseler, nefret uyandırırlardı.
Şu dünyadan ne kadar çabuk göçüyoruz! Yaşamın ilk dörtte biri tadını çıkarmasını bilmeden; son dörtte biri de artık tadını çıkaramaz olduktan sonra geçip gidiyor. Önce, yaşamasını bilmiyoruz, çok geçmeden de bilecek gücümüz kalmıyor. Bu iki yararsız ucu ayıran arada ise zamanın geriye kalan dörtte üçü uykuyla, acılarla, zorlamalarla, her türlü zahmetle geçiyor. Yaşam kısa, ama az sürdüğü için değil, daha çok bu kısalık içinde onun tadına varacak neredeyse hiç zaman bulamadığımız için. Ölüm anının doğum anına olması boşunadır, aradaki alan iyi doldurulmadıkça yaşam her zaman çok kısa sürer.
Aşırı çıkar amaçlı iyilikler daha az yaygın olsalardı, nankörlükler daha ender olurdu.
Dadı
Annenizin genç bir kız olduğu dönemi anımsıyor musunuz?
Küçük kız
Hayır, dadıcığım.
Dadı
Neden hayır? Oysa sizin çok güçlü bir belleğiniz var.
Küçük kız
Çünkü daha dünyaya gelmemiştim.
Dadı
Her zaman dünyada değildiniz öyleyse?
Küçük kız
Hayır.
Dadı
Hep yaşayacak mısınız?
Küçük kız
Evet.
Dadı
Genç misiniz, yaşlı mısınız?
Küçük kız
Gencim.
Dadı
Peki ya büyükanneniz, o genç mi, yaşlı mı?
Küçük kız
Yaşlı.
Dadı
Bir zamanlar genç miydi?
Küçük kız
Evet.
Dadı
Peki, neden artık genç değil?
Küçük kız
Çünkü yaşlandı.
Dadı
Siz de onun gibi yaşlanacak mısınız?
Küçük kız
Bilmiyorum.[169]
Dadı
Geçen yılki giysileriniz nerede?
Küçük kız
Kaldırıldılar.

Dadı

Peki neden kaldırıldılar?

Küçük kız

Çünkü bana küçük geliyorlardı.

Dadı

Neden size küçük geliyorlardı?

Küçük kız

Çünkü büyüdüm.

Dadı

Daha büyüyecek misiniz?

Küçük kız

O! Elbette.

Dadı

Kızlar büyüyünce ne oluyorlar?
Küçük kız

Kadın oluyorlar.

Dadı

Kadınlar ne oluyorlar?

Küçük kız

Anne oluyorlar.

Dadı

Peki, anneler ne oluyorlar?

Küçük kız

Yaşlanıyorlar.

Dadı

Demek siz de yaşlanacaksınız, öyle mi?
Küçük kız

Anne olunca.

Dadı

Yaşlılar ne oluyorlar?

Küçük kız

Bilmiyorum.

Dadı

Büyükbabanız ne oldu?

Küçük kız

Öldü.[170]
Dadı
Peki, neden öldü?
Küçük kız
Yaşlıydı.
Dadı
Öyleyse yaşlılar ne oluyor?
Küçük kız
Ölüyor.
Dadı
Peki, siz yaşlandığınız zaman
Küçük kız, dadının sözünü keserek
Ah, dadıcığım, ben ölmek istemiyorum.
Dadı
Yavrum, kimse ölmek istemez, ama herkes ölür.
Küçük kız
Nasıl? Annem de ölecek mi?
Dadı
Herkes gibi… Kadınlar da erkekler gibi yaşlanırlar; yaşlılık da ölüme götürür.
Küçük kız
Çok geç yaşlanmak için ne yapmalı?
Dadı
Gençken akıllıca yaşlanmalı.
Küçük kız
Dadıcığım, ben her zaman aklı başında olacağım.
Dadı
Ne iyi sizin için! Peki ama, yine de hep yaşayacağınızı mı sanıyorsunuz?
Küçük kız
Çok, çok yaşlanınca
Dadı
Eee, sonra?
Küçük kız
Sonra, çok yaşlanınca elbette ölmek gerektiğini söylüyorsunuz.
Dadı
Bir gün öleceksiniz, öyle mi?
Küçük kız
Ne yazık ki öyle.
Dadı
Siz doğmadan önce kim hayattaydı?
Küçük kız
Babam, annem.
Dadı
Onlardan önce kim hayattaydı?
Küçük kız
nların babaları, anneleri.
Dadı
Sizden sonra kim hayatta kalacak?
Küçük kız
Çocuklarım.
Dadı
Onlardan sonra?
Küçük kız
Onların çocukları
Bu yolu izleyerek, belli tümevarımlarla, insan ırkı için, her şeyde olduğu gibi, bir başlangıca ve bir sona varılabilir. Başka bir deyişle, ne babası ne de annesi olmuş bir baba ve bir anneye, hiç çocuğu olmamış çocuklara ulaşabiliriz.[171] Ancak böyle art arda gelen uzun sorulardan sonra din kitabının ilk sorusu yeterince hazırlanmış olur. Ancak o zaman soru sorulabilir, çocuk da anlayabilir. Ama bununla tanrısal özün tanımı şeklindeki ikinci soruya kadar ne denli uzun mesafe vardır! Bu mesafe ne zaman doldurulacaktır? Tanrı bir tindir! Peki nedir bir tin? Büyük insanların bile içinden çıkmakta bu kadar güçlük çektikleri bu belirsiz metafizik konuyu bir çocuğun zihnine mi sokacağım? Bu soruları yanıtlamak küçük bir kız çocuğa düşmez; olsa olsa o bunları sorabilir. O zaman ona kısaca şöyle diyebilirim: Bana Tanrı’nın ne olduğunu soruyorsunuz; bunu anlatmak kolay değil. Tanrı’yı ne duyabilir ne görebilir ne de ona dokunabiliriz. Onu ancak yapıtlarıyla tanırız. Ne olduğu konusunda bir kanıya varmak için, yaptıklarını öğrenmeyi bekleyin.

Birine Muhammet’in Tanrı’nın peygamberi olduğu söyleniyor, o da Muhammet Tanrı’nın peygamberidir diyor; başka birine Muhammet’in bir dalavereci olduğu söyleniyor, o da Muhammet bir dalaverecidir diyor. İkisinin de yeri değişmiş olsaydı, her biri ötekinin söylediğini doğrulardı. Birini cennete, ötekini cehenneme göndermek için birbirine bu kadar benzer niteliklerden yola çıkılabilir mi? Bir çocuk Tanrı’ya inandığını söylerse, Tanrı’ya değil, ona Tanrı denen bir şeyin var olduğunu söyleyen Pierre’e ya da Jacques’a inanır; hem de Euripides’in inandığı gibi:

Ey Iupiter! Çünkü senin hakkında adından başka hiçbir şey bilmiyorum.[103]

Neden Türkler genellikle bizden daha insaniyetli, daha konukseverler? Çünkü tümüyle keyfi olan yönetimlerinde, kişilerin büyüklüğü ve talihi her zaman geçici ve sallantıda olduğundan, onlar alçalmaya ve sefilliğe kendilerine yabancı bir durum gibi bakmazlar[88] ; bugün yardım ettiği kişinin durumuna yarın her biri düşebilir. Doğu romanlarında durmadan yinelenen bu düşünce, bu romanları okuyanlara bizim o katı ahlak anlayışımızın tüm özentisi içinde hiç rastlanmayan duygulandırıcı bir şey esinler.
Kendisini getirdiğim bu yaşa kadar ne hissetti ne yalan söyledi. Sevmenin ne demek olduğunu öğrenmeden önce kimseye, Sizi çok seviyorum demedi. Hasta babasının, annesinin ya da mürebbisinin odasına girerken ne yapması gerektiği ona hiç salık verilmedi; hissetmediği bir üzüntüyü hissediyormuş gibi gösterme sanatı da ona öğretilmedi; kimsenin ölümüne ağlıyormuş gibi yapmadı, çünkü ölmenin ne demek olduğunu öğrenmemişti. Yüreğindeki duyarsızlık tavırlarında da vardır. Kendisi dışındaki her şeye karşı ilgisiz olduğu için, öteki çocuklar gibi başkalarına ilgi duymaz; onu ötekilerden ayıran en önemli özelliği de ilgi duyuyormuş gibi görünmek istememesi ve onlar gibi ikiyüzlü olmamasıdır.
Tersine, insan doğal durumuna ne kadar yakın kalmışsa, yetileriyle arzuları arasındaki fark o ölçüde küçüktür, dolayısıyla da mutlu olmaya daha yakındır. Her şeyden yoksun göründüğünde olduğundan daha mutsuz hiç değildir: Çünkü mutsuzluk şeylerden yoksun olmakta değil, kendini hissettiren gereksinimdedir.

Gerçek dünyanın sınırları vardır, düşsel dünya sonsuzdur; birini genişletemiyorsak, ötekini daraltalım; çünkü bizi gerçekten mutsuz kılan acılar yalnızca bunların farklılığından doğar. Gücü, sağlığı, kendini bilmeyi ortadan kaldırın, bu yaşamın tüm iyilikleri düşüncede kalır; vücut acılarını ve vicdan acılarını kaldırın, tüm acılarımız düşsel olur. Bu ilke geneldir denecek, kabul ediyorum. Ama uygulaması genel değildir ve burada yalnızca uygulama söz konusudur.İnsan zayıftır demek ne anlama geliyor? Bu zayıflık sözcüğü bir oranı belirtiyor. Bir varlığın kendisine uygulanan orandır bu. Bir böcek, bir kurt da olsa, gücü gereksinimlerini aşan bir varlık güçlü bir varlıktır. Bir fil, bir aslan, bir fatih, bir kahraman, bir tanrı da olsa, gereksinimleri gücünü aşan bir varlık zayıf bir varlıktır.

Çocuğun kazanmasına izin verilmesi gereken tek alışkanlık, hiçbir alışkanlık edinmemesidir; bir kolda ötekinden daha çok taşınmamalı; bir elini öteki elinden daha çok uzatmaya, onu daha sık kullanmaya, aynı saatlerde yemeye, uyumaya, davranmaya, ne gece ne gündüz tek başına kalamamaya alıştırılmamalı. Vücudunu doğal alışkanlığına bırakarak, onu her zaman kendisine egemen olacak ve her konuda, bir isteği olduğunda, bu isteği gerçekleştirecek duruma getirerek, özgürlüğünün saltanatını yaşamaya ve gücünü kullanmaya şimdiden hazırlayınız.
Çocuğun kazanmasına izin verilmesi gereken tek alışkanlık, hiçbir alışkanlık edinmemesidir; bir kolda ötekinden daha çok taşınmamalı; bir elini öteki elinden daha çok uzatmaya, onu daha sık kullanmaya, aynı saatlerde yemeye, uyumaya, davranmaya, ne gece ne gündüz tek başına kalamamaya alıştırılmamalı. Vücudunu doğal alışkanlığına bırakarak, onu her zaman kendisine egemen olacak ve her konuda, bir isteği olduğunda, bu isteği gerçekleştirecek duruma getirerek, özgürlüğünün saltanatını yaşamaya ve gücünü kullanmaya şimdiden hazırlayınız.
En çok yaşamış olan insan en çok yıl saymış olan değil yaşamı en çok hissetmiş olandır.
Tüm bilgeliğimiz kölece önyargılara bağlılıktan ibaret!
Şu dünya da mutluluk varsa onu içinde yaşadığımız yuvada aramak gerekir.
Özellikle tavırlarınız da konuşmalarınız da incelik gösterin.
Güvenin çekiciliği, tutkunun taşkınlıklarının yerini alır.
Katılaşmış yürekleriniz güzeli ve iyiyi sevmeye elverişli değil.
Evlilikte yürekler birbirine bağlıdır.
Birbirinize sadakat borçlusunuz.
Evlilikte aşkın soğumasını karşı önerdiğim çare. Basit ama kolay bir çaredir diyorum.
Karıkocayken de aşık olmayı sürdürmekten ibarettir.
Yalnızca kulaklarına değil, yüreklerine de seslenmek istiyorum.
Emeklerimin taçlandığını görüyor, meyvelerini tatmaya başlıyorum.
Eğer yeryüzünde insanların hiç kötülük yapmadan yaşayamadığı ve vatandaşlarının zaruretten düzenbaz oldukları bayağı bir devlet varsa, burada kötülük yapanı değil, kötü olmaya zorlayanı asmak gerekir.
Evinden zevk duyan kimse, karısını da sever.
EVLENDIKTEN SONRA DA AŞIK KALMALI

Düşündüm de, aşkın verdiği mutluluğu evlilik hayatı boyunca sürdürmek mümkün olsaydı, cennet yeryüzünde olurdu. Bunun
mümkün olmakla birlikte pek uygulanmadığını biliyoruz. Fakat siz ikiniz, herkesin yapamadığı bu örnek davranışı sergileyecek donanıma sahipsiniz.

Erkeklerin genellikle kadınlardan daha az vefalı oldukları ve mutluluğun kaynağı olan aşktan daha çabuk usandıkları görülür.
Kadın, uzaktan erkeğin vefasızlığını keşfeder ve endişeye kapılır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Kadınların mizaçları hafif olduğundan ve genellikle iltifatlara rağbet etiklerinden dolayı, kocasından bu iltifatların kesildiğini gören kadın, erkeğe olan saygısını çabuk kaybeder. Bu șekilde aralarındaki sevgi bağı zedelenir. Vazı durumlarda kadın, isteklerinin fazlalığından dolayı erkeği bıktırdığından, o da kadına olan saygı ve sevgisini yitirir. Bu durum sürdüğü müddetçe, ne kadar uğraş verseler de aşkın verdiği mutluluğu yakalayamazlar.

Reçetem sade ve kolaydır. Mutluluğun ilacı, karı koca iken de birbirine aşık olmaya devam etmektir. Fazla sıkıştırılmak istenen
düğümler kopar. Evliliğe de gereğinden fazla kuvvet verilirse aynı durumla karşılaşmak mümkündūr. Evliliğin kadın ve erkeğe yüklediği görevler, insanın en kutsal sorumluluğudur. Birbirinize karşı tüm görev ve sorumluluklarınızı aşktan elde edebilirsiniz. Aşktan her şey elde edilir.

GURUR

Gururdan doğan hülyalar, tatminsizliğimizin yegane kaynağıdır. Fakat insanlığın sefalet tablosunu izlemek, akıllı adamı daima
dengeli kılar. İnsan ölebilir ve yok olabilir. Oluşum halinden itibaren her şeyin değiștirdiği, her şeyin gelip geçtiği ve yarın benim de silinebileceğim bu dünya üstünde sonsuz bağlılıklar kurmaya kalkacak mıyım?

Ey benim çocuğum! Huzurlu ve akıllı yaşamak istiyorsan, kalbini asla kaybolmayan güzellikten başkasına bağlama. Sorumlulukların ihtiraslarının önünde yürüsün. Alınabilen seyleri kaybetmeyi öğren. Fazilet emredince her şeyi terk etmeyi, kendini gündelik olayların üzerinde tutmayı, o olaylar tarafından yırtlı-
madan kalbini onlardan ayırmayı, felaket zamanında cesur kalmayı, hiçbir zaman aşağılık olmamayı ve asla kabahatli çıkmamak için sorumluklarında israrlı olmayı öğren. İşte o zaman, kırılabilir eşyalara sahip olma hususunda bile hiçbir şeyin bulandıramayacağı bir sevgiye ulaşırsın ve onlar sana değil sen onlara sahip olursun. Ancak o zaman hissedeceksin ki, elinden her șeyi kaçıp
giden insan, yalnız kaybetmesini bildiği şeyden zevk alır.

Doğrudur, hayali zevklerin hülyasında asla yüzmeyeceksin, fakat onların meyvesi olan kederleri de bilmeyeceksin. Bu değiş tokuştan kazançlı çıkan sen olacaksın. Bu kadar aldatıcı düşünceleri yenen sen, hayata o derece kıymet verdiren düşünceye de galip geleceksin.

Tüm erdemlerde tüm görevlerde yalnızca görünüş aranıyor, oysa ben gerçeği arıyorum.
Doğaya ne kadar çok yaklaşırlarsa karakterlerinde iyilik o derece egemen oluyor.
Bir hastanın vücudunda oluşan her çibanı ayrı ayrı tedavi etmek değil, bunların tümüne yol açan kanı temizlemek gerekir.
Zorbalık ve savaş insanlığın en büyük yıkımları değil midir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir