İçeriğe geç

Okumanın Tarihi Kitap Alıntıları – Alberto Manguel

Alberto Manguel kitaplarından Okumanın Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Okumanın Tarihi Kitap Alıntıları

Kadınların pek az malın sahibi olmalarına izin verildiği çağda kitap sahibi olurlardı ve onları oğullarından çok kızlarına miras bırakırlardı.
Kitaplar alıp, raflar doldurmuşsun
Sen artık âlimsin demek mi oluyor bu?
Bugün bir lir, saz ve mızrap alırsan
Yarın müziğin dünyası senin mi oluyor?
Thomas à Kempis, Ben mutluluğu her yerde aradım diye yazmış; ama onu ufacık bir köşede okunan küçük kitabın dışında bulamadım.
bir kitap dünyanın yerini tutamaz. Bu
olanaksızdır. Yaşamda her şeyin kendi anlamı ve amacı vardır ve bunların yerini başka bir şey alamaz. Bir kişi, kendi deneyimini, örneğin, başkasının kişiliğinden yola çıkarak sağlayamaz. Dünyaya göre kitapların konumu bu. İnsan bir ötücü kuşu kafese kapatır gibi yaşamı kitapların içine tutsak etmeye çalışıyor, ama bunun yararı yok.
Kitap okurken sözlerden çok anlama dikkat etmeye, yapraklardan çok meyveyle ilgilenmeye dikkat etmelisiniz.
-“Kitaplarımdan vazgeçince bir şeylerin öldüğünü biliyorum ve belleğim üzüntülü bir nostalji ile onlara dönüp duruyor.”
-“Kütüphaneler özlerinde düşünsel özgürlük alanlarıdır, kısıtlamalar varsa onları biz getirmişizdir.”
-“Kendini kitabına gömmüş okuru fark eden pek olmaz. Kabuğuna çekilmiş, pür dikkat kesilmiş bir okur dikkat çekmez.”
“Her kitap, kendi başına bir dünyaydı ve ben oraya sığınıyordum.”
Hayata, o bir seferlik araba yolculuğuna bitince yeniden başlayamazsın, ama elinde bir kitap varsa, ne kadar karmaşık olursa olsun, o kitap, bittiği zaman, anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin.”

Sessiz Ev, Orhan Pamuk

Okuyabilenler iki misli görürler.

|Menander

Kimi kitapların tadına bakılır, diğerleri yutulur, pek azı da iyice çiğnenerek sindirilir.

|Francis Bacon

Klasikleşmiş bir deyim olan, günümüzde “yazı kalır, söz uçar” anlamına gelen “scripta manent, verba volant”, aslında yazıya değil, söze övgü düzmek için kullanılırdı. Sayfadaki sesler kanatlanıp uçabiliyorlardı. Sayfadaki sessiz sözcük ise hareketsiz ve ölüydü. Yazılı bir metin, yani scripta, ile karşılaşan okur sessiz harflere ses vermekle ve onları İncil’deki anlamı doğrultusunda konuşulan söz, yani verba yapmakla yükümlüydü. Ruh vermeliydi.
Bizi ısıran ve bizi zehirleyen kitapları okumalıyız. Okuduğumuz kitap kafamıza balyoz indirilmiş gibi bizi uyandırmıyor ise, neden okuma zahmetine girelim ki? Senin dediğin gibi, bizi mutlu kılsın diye mi? Aman Tanrım, hiç kitap olmasaydı da o denli mutlu olurduk. Kendimizi azıcık sıkarsak bizi mutlu edecek kitapları biz de yazabiliriz. Bize gerekli olan, en acı verecek talihsizlik gibi bize vuran kitaplar. Kendimizden çok sevdiğimiz birinin ölümü gibi vuran, insanlardan uzaklara, ormanlara sürgün edilmişiz duygusu veren, intihar gibi kitaplar. Kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı. Ben buna inanıyorum.
Bir okurun kitap sayfaları arasında neler yapabileceği hakkındaki yaygın korku, erkeklerin zamanın başından bu yana kadınların bedenlerinin gizli yerlerinde onlara neler yapabilecekleri korkusuna ya da cadıların ve simyacıların kilitli kapılar arkasında neler yapabilecekleri korkusuna benzer.
1950 yılında Peron tarafından entelektüellere karşı düzenlenen popülist bir gösteride göstericiler, Ayakkabıya evet – Kitaba hayır! diye bağırmışlardır.
Kimileri vardır ki, okurken anımsar, karşılaştırır, başka ve daha önceki okumalardan duygular çıkarıp getiriverirler. Bu zinanın en incelikli biçimlerinden biridir.
Uyumak zorunda olduğum oda ne kadar yabancı, kapımın dışındaki sesler ne denli anlaşılmaz olursa olsun, kitaplar bana sürekli ve istediğim zaman kullanabileceğim kalıcı bir yuva oldular.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sessiz kalmak için okuyun.
Aristoteles, Luther, Samuel Pepys, Schopenhauer, Goethe, Schiller, Keats, Tennyson, Dr. Johnson, Alexander Pope, Quevedo, Wordsworth, Dante, Gabriel Rosetti, Elizabeth Barrett Browning, Kipling, Edward Lear, Dorothy L. Sayers, Yeats, Unamuno, Rabindranath Tagore, James Joyce tümünün gözü bozuktur. Birçok insanda durum zaman içinde kötüleşir. Homeros’tan Milton’a, James Thurber’den Jorge Luis Borges’e kadar birçok ünlü okur yaşlılıklarında kör olmuşlardır. Otuzlu yıllarda gözlerini yitirmeye başlayan ve kör olduktan sonra -1955 yılında-
Buenos Aires Ulusal Kütüphanesi’nin başına getirilen Borges,
bu tuhaf yazgı (artık görmeyen okura sunulan kitaplar dünyası) konusunda şöyle demiştir:
Kimse gözyaşları dökecek kadar alçalmasın ya da sitem etmesin
Tanrının yeteneklerinin bu yansımasına
O Tanrı ki böyle olağanüstü bir cilve ile
Karanlık ile kitapları bana birlikte sundu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Başkalarını okumaktan alıkoymaya çalışan otoriter okurlar; neyin okunup, neyin okunmayacağına karar veren fanatik okurlar; zevk için okumayı reddeden ve yalnızca gerçek kabul ettiklerinin tekrar edildiğini görmek isteyen katı okurlar: Bunların tümü, okurun engin ve çok yönlü gücünü kısıtlamaya çalışanlardır. Ne var ki, sansürcüler ateş ya da mahkemeler olmadan, değişik yöntemlerle de çalışabilirler. Kitapları yeniden yorumlayıp, otokratik haklarına destek yaratmak için kendilerine hizmet eder hale getirebilirler
Comstock’un yöntemleri vahşi ama yüzeyseldi. Daha usta sansürcülerin görüş ve sabrı onda yoktu. Onlar gizli mesajlar bulabilmek için metni işkence edercesine bir dikkatle deşerlerdi.
Örneğin 1981 yılında Şili’de, General Pinochet’nin liderliğindeki cunta hükümeti Don Quijote’yi yasakladı çünkü generaller kitabın bireysel özgürlüğe davetiye, geleneksel otoriteye başkaldırmaya da davetiye çıkardığı (doğruydu da) görüşündeydiler.
Diktatörlerin yüzyıllardır bildiği gibi, en kolay yönetilen topluluklar okuryazar olmayanlardır. Okuma bir defa öğrenilince unutulamayacağı için, en kolay kısıtlama yöntemi okuma alanını daraltmaktır. İşte bu nedenle de insanoğlunun yarattığı nesneler arasında diktatörlüklerin en büyük düşmanı kitaplar olmuştur.
Okuma eylemi tüm duyuların katıldığı, yakın ve fiziksel
bir bağ kurar: Gözler sayfadan sözcükleri tanır; burun kâğıdın
tanıdık kokusunu duyar, tutkalın, mürekkebin, karton ya da
derinin kokularını alır; eller kâğıdın kaba ya da yumuşak kenarına, cildin sertliğine ya da yumuşaklığına dokunur. Parmaklar dile değince tadını bile alabilir (Umberto Eco’nun Gülün Adı
adlı yapıtında katil kurbanlarını bu yöntemle öldürür). Birçok
okur bunu paylaşmak istemez. Okumak istedikleri kitap başka birine ait ise, iyelik yasalarına uymak aşkta bağlılık kuralına
uymak kadar zorlaşır. Fiziksel olarak kitaba sahip olmak kimi zaman, düşünsel kavrama ile eşanlamlı hale gelebilir. Sahip olduğumuz kitapları bildiğimiz kitaplar olarak görürüz. Sahip olmak, kütüphanelerde de mahkemelerde olduğu gibi yasaların onda dokuzudur. Bizim dediğimiz kitapların odalarımızın duvarlarında nöbet tutan ve sayfa çevirmemizle bize seslenecek olan ciltlerine bakmak, Bunların hepsi benim! deme hakkı verir bize. Sanki içerikleri üstüne kafa yormamıza gerek kalmadan, salt varlıkları ile bizi bilgilendirirler.
Kim ki bir kitabı sahibinden çalar; ödünç alır ve geri vermez, kitap elinde yılan olsun.
Her yanına inme insin, tüm uzuvları işe yaramaz
olsun.
Acılar içinde kıvransın.
Merhamet dilenmek için yalvarır olsun. Acıları yoklukta şarkı söyleyene değin dinmesin.
Ölmeyen yılana karşın, kitap kurtları kemirsin bağırsaklarını.
Son cezasına giderken, cehennemin alevleri yutsun onu.
Yazıcı ol! Şunu yüreğine kazı
Ki adın onlarınki gibi yaşasın!
Tomar yontulmuş taştan iyidir.
Adam ölmüş: Bedeni toprak,
İnsanları bu diyardan göçüp, gitmişler.
Onu anımsatacak olan kitaptır
Onu okuyan okurun ağzında
Mevsim yaz. Saint-Saveur-en-Puisaye adlı renksiz köyde, yumuşak yatağındaki kuştüyü yastıklara gömülmüş sekiz yaşlarında bir kız, pencerenin ardındaki parke taşı döşeli L’Hospice sokağında giden arabaların çıkardığı seslerin gürültüsünde Victor Hugo’nun Sefiller adlı romanını okuyor. Değişik kitaplar okumuyor; aynı kitapları tekrar tekrar okuyor. Sefiller’i sonraları akılcı bir tutku olarak nitelendirdiği biçimde seviyor; sayfalarının arasına kulübesine yerleşen bir köpek gibi rahatça sığınabileceğini hissediyor. Her gece acı dolu gezintilerinde Jean Valjean’a eşlik edebilmenin özlemini duyuyor, Cosette ile tekrar tanışmak istiyor, Marius’u tanımak istiyor. Hatta lanet olası Javert’i bile. (Aslında katlanamadığı tek karakter ıstırap verici kahraman küçük Gavroche.)
İnsan sorular sormak için okur,
Biz hiç aynı kitaba, ya da aynı sayfaya dönmeyiz çünkü değişen ışıkta hem biz hem de, kitap da değişir ve hafızalarımız
güçlü ve zayıf sonra tekrar güçlü olur ve neyi öğrenip, neyi unuttuğumuzu, ya da neyi anımsadığımızı tam olarak bilemeyiz. Kesin olan tek şey geçmişten sesler bulup çıkaran, onları saklayan ve onları cesurca ve beklenmedik şekillerde kullanma
olasılığımızın bulunduğu geleceğe taşıyabilen okuma eyleminin varlığıdır.
gözleri sayfayı tarar, yüreği anlamı arardı ama sesi çıkmazdı. Dili kıpırdamazdı. Herkes yanma çekinmeden yaklaşabilirdi. Konukların gelişi duyurulmazdı. Ziyaretine gittiğimizde onu sık sık sessizlik içinde okurken bulurduk çünkü hiç sesli okumazdı.
benim kitaplarla karşılaşmam Dante’nin Cehennemi’nin on beşinci katında birbirlerinin yanından geçip giden, gün ışığının yerini alacakaranlığa bıraktığı , gökte yeni bir ay çıktığı zaman göz göze gelen , bir görüntüde, bir sözcükte, bir bakışta ansızın bir çekicilik bulabilen o yabancılar gibi, çoğu kez rastlantılarla olmuştur.
Bir öğle sonrasında Jorge Luis Borges, seksen sekiz yaşındaki annesinin eşliğinde dükkâna geldi. Ünlüydü ama ben yalnızca birkaç şiiri ile öyküsünü okumuştum ve onun yapıtlarından çoketkilenmemiştim. Neredeyse hiç görmüyordu ama bir baston taşımayı reddediyordu. Parmaklarını kitap adlarını okuyabiliyormuşçasına raflarda gezdirdi.
Kitapların ender bulunduğu ve çok pahalı olduğu dönemlerde Aziz Benediktus keşişlerine okudukları kitapları
mümkünse sol elleri ile tutsunlar, harmanilerinin kollarına sarsınlar, kitabı dizlerinin üstüne yerleştirsinler; sağ elleri ise
tutmak ve sayfa çevirmek için boşta kalmalıdır buyruğunu vermiştir.
Benim yeniyetmelik okumalarım böyle derin hürmet ifadeleri ya da özenli ritüelleri içermedi ama içinde hep
gizli bir ciddiyeti, bugün için yadsıyamayacağım bir önemi barındırdı.
Altıncı yüzyılda yazılmış ve sistematik, spekülatif düşünce dalında günümüze kalmış en eski İbranice metin olan
Sefer Yetsira, Tanrının dünyayı otuz iki gizli bilgelik yolu, yani on Sefirot ya da sayı artı yirmi iki harf aracılığı ile yarattığmı söyler.Tüm soyut şeyler Sefirot’tan yaratılmıştır; yirmi iki harften ise evrenin üç katmanındaki tüm gerçek nesneler – dünya, zaman ve insan bedeni yaratılmıştır
Musevi-Hıristiyan geleneğinde evren, sayılardan ve harflerden oluşan bir kitap olarak düşünülür; evrenin gizinin anahtarı bunları doğru okuyabilmemizde ve değişik bileşimlerini kavrayabilmemizde saklıdır.
Böylelikle bu dev yapıtın bir bölümüne yaşam vermeyi öğrenebileceğimiz ve Yaratıcımızı taklit edebileceğimiz düşünülür.
Dördüncü yüzyıldan kalma bir efsaneye göre Hanani ve Hoşaya adlı iki Talmud bilgini haftada bir kez Sefer Yetsira’nm üstünde çalışır, doğru harf sıralaması sayesinde üç yaşında bir buzağı yaratır, akşam yemeğinde de yerlermiş.
“Gözlük onbeşinci yüzyılın ortalarına kadar lüks eşya sayıldı.Pahalıydı ve göreceli olarak daha az insanın gerek duyduğu bir nesneydi çünkü kitaplar da bir avuç insanın elindeydi.Matbaanın bulunuşundan ve kitapların yaygınlaşmasından sonra,gözlüğe olan istek de arttı.Örneğin İngiltere’de gezgin satıcılar kentten kente dolaşarak ‘ucuz Avrupa gözlükler’ sattılar.”
“Biz okurlar aynı Narcissus gibi,bakmakta olduğumuz metnin kendi yansımamızı barındıdrdığına inanırız.”
“Onuncu yüzyılda İranlı Büyük Vezir Abdül Kasım İsmail,117.000 kitaplık koleksiyonundan ayrılmamak için yolculuk sırasında bunları,alfabetik dizine göre yürümeye alıştırılmış dört yüz deveye taşıtırdı.”
“Çoğu Mezopotamyalı yazıcı yazısını şu mağrur künye notu ile bitirir: Bırakın bilgelik bilgeliğin yolunu aydınlatsın,cahiller görmeyebilirler.”
“Mezopotamyalı yazıcılardan tamamına yakını erkektiler.Okuryazarlık bu ataerkil toplumlarda güç sahiplerine aitti. Yine de istisnalar vardı.Tarihte bilinen en eski yazar bir kadındır:M.Ö. 2300 dolaylarında doğmuş olan Akad kralı 1.Sargon’un kızı Prenses Enheduanna.Aşk ve savaş tanrıçası İnanna için yazılmış bir dizi şarkının bestecisi olan Enheduanna,tabletlerin sonuna imzasını atardı.”
“Okuma ta başından bu yana yazmanın yüceltilmesidir.”
“New England’da Jefferson tarafından geliştirilen Argand lambasının bulunmasının yatakta okuma alışkanlığını yaygınlaştırdığı düşünülüyordu.”
“Çıplak yatmak yalnızca on bir ile on beşinci yüzyıllar arasında yapılan bir eylemdi.On üçüncü yüzyılda yapılan bir evlilik anlaşmasında ‘kadın kocasının izni olmadan gecelik giyemez’ kaydı yer alır.”
Ortaçağın yarısına kadar dek yazarlar okurlarının metni yalnızca göreceklerini değil duyacaklarını da varsaydılar,hatta kendileri sözcükleri bir araya getirirken yüksek sesle söylüyorlardı.Göreceli olarak çok az kişi okuyabildiği için dinletiler yaygındı ve ortaçağ metinlerinin çoğu dinleyenleri bir masala “kulak vermeye” çağırırlardı.
Okuma sırasında tanrısal olanı kaçırmamak için tümcelerin kadansına uyarak sallanılır,kutsal sözcükler dudaklara götürülür.Anneannem Eski Ahit’i bu biçimde okurdu.Sözcükleri mırıldanır,duasının ritmine göre ileri geri sallanırdı Müslümanlar arasında da beden kutsal okumaya katılır.
“Klasikleşmiş bir deyim olup,günümüzde ‘yazı kalır,söz uçar’ anlamına gelen ‘scripta manent,verba volant’ aslında yazıya değil,söze övgü düzmek için kullanılırdı.Sayfadaki sesler kanatlanıp uçabiliyorlardı.Sayfadaki sessiz sözcük ise hareketsiz ve ölüydü.”
“Olağan okuma sesli yapılan okumaydı.İçten okuma örnekleri daha eski tarihlere götürülebilse bile,bu tür okumanın Batı’da onuncu yüzyıldan önce sıradan bir eylem haline geldiği söylenememektedir.”
“Metni anlamak için sözcüğün en yalın anlamı ile yalnızca okumayız. Ona bir anlam da inşa ederiz.Bu karmaşık eylem sırasında okurlar metne katılırlar.Anlamı temsil edecek görüntü ve sözel dönüşümleri yaratırlar.”
“Okumadan korkan yalnızca baskıcı hükümetler değildir.Okurlar,okul bakçelerinde ve soyunma odalarında da,devlet daireleri ve hapishanelerdeki kadar horlanır.Okurlar topluluğu hemen her yerde,kazandıkları otoritelerine ve görünür güçlerine dayalı,şüpheli bir nam salmıştır.”
Her kitap kendi başına bir dünyaydı ve ben oraya sığınıyordum.
İnsan, yalnız kendisi değildir.
Kim ki bir kitabı sahibinden çalar; ödünç alır ve geri vermez, kitap elinde yılan olsun. Her yanına inme insin, tüm uzuvları işe yaramaz olsun.
İskenderi­ye’nin kitaplar kenti olması onun yazgısıydı denebilir.5 İsken­der’in babası olan MakedonyalI Philip, Aristoteles’i oğluna eğitmen tutmuştu. İskender Aristoteles’in aracılığı ile her tür okumanın ve öğrenmenin tutkunu oldu.
Attikalı ozan Menander,M.Ö. dördüncü yüzyılda, Okuyabilenler iki misli görürler demişti.
Tarihte bilinen en eski yazar bir kadındır: M.Ö. 2300 dolayların­ da doğmuş olan, Akad kralı I. Sargon’un kızı Prenses Enhedu- anna.
Tanrının tezahürü olan insanlar da okunacak kitaplardır.
Bakın Doğa nasıl da açık bir kitap
Yanlış anlaşılan ama anlaşılamaz değil.
Mumlarla aydınlatılan yemek davetleri parıltıları­nı yitirdiler: Konuşma alanında öne çıkanlar okumak için yatak odalarına çekilir oldu.
Kadınların pek az malın sahibi olmalarına izin verildiği çağda kitap sahibi olur­lardı ve onları oğullarından çok kızlarına miras bırakırlardı.
Az kişi kurtulur; çoğu kişi lanetlenir..
Kitap içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı. Ben buna inanıyorum.
..dünyanın bir düzeni varsa bu bizim tü­mü ile anlayamayacağımız bir düzendir
Okumak diyor; tanrı­sal ışık onu aydınlatmadığı ve neyi arayıp, neden kaçınması gerektiğini ona göstermediği takdirde tehlikeden uzak kala­maz.
Üç parmak yazıyor. İki göz okuyor. Bir dil söylüyor ve bütün beden çalışıyor.
.. okurların rolü yazının ipuçlarının çizgilerle ima ettiğini görülebilir hale getirmek olabilir.
Hayata, o bir seferlik araba yolculuğuna bitince yeniden başlayamazsın, ama elinde bir kitap varsa, ne kadar karmaşık olursa olsun, o kitap, bittiği zaman, anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin.”
Bir okur ve kitap arasında­ki ilişki bilge ve üretken olarak tanınır ama aynı zamanda da özel ve başkalarından ayırıcı olarak nitelenir. Belki de bir köşe­ye kıvrılıp, dünyanın gürültüsüne kulaklarını kapamış birinin görüntüsü aşılamaz bir mahremiyet, bencil bir bakış ve tek ba­şına gizlice yapılan işleri çağrıştırdığından; okuyucu ile kitap arasındaki ilişki, bilgeliğin ve verimliliğin olduğu kadar kibirli bir seçkinciliğin ve dışlayıcılığın da sembolü olmuştur.
Bizler ne olduğumuzu ve nerede olduğumuzu görebilmek için sürekli kendimizi ve çevremizi okuyoruz. Anlamak ya da anlamaya başlamak için okuyoruz. Okumadan yapamıyoruz. Okumak neredeyse nefes almak kadar temel bir işlevimiz.
İnsan, sorular sormak için okur.
(Kafka)
Okumayı öğrenme yöntemlerimiz yalnızca parçası olduğumuz toplumun okuryazarlığı konusundaki geleneklerini -yani bilginin aktığı kanalları, bilgi ve güç hiyerarşisini- içermekle kalmaz, okuyabilme yeteneğimizin neyin hizmetine verileceğini de belirler ve sınırlar.
Fournival’e göre okumak bugünü zenginleştiriyor ve geçmişi bugün yapıyordu. Bellek de bu özellikleri geleceği taşıyordu. De Fournival için anıları saklayan ve geleceğe taşıyan okur değil, kitaptı.
Tek başına okunabilen ve göz anlamlarını çözerken üzerinde düşünülebilen bir kitap, bir dinleyici tarafından yapılacak açıklamalara ve yönlendirmelere, sansüre ve yergiye kapalıydı.
Anlamlar dilimi susturunca bir rüyada gibi oluyorum, düşüncelerim ile duyularım yoğunlaşıyor. Bu sessizliği sürdürmek yüreğimde anıların kargaşasını dindiriyor, derindeki düşüncelerim ardı arkası kesilmeyen ve beklenmedik mutluluk dalgaları yayıyorlar. Yüreğim birdenbire göneniyor. Suriyeli Aziz İsaakios
Hayata, o bir seferlik araba yolculuğuna bitince yeniden başlayamazsın ama elinde bir kitap varsa, ne kadar karmaşık olursa olsun, o kitap bittiği zaman, anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin. (Orhan Pamuk, Sessiz Ev’den)
Kendini kitabına gömmüş okuru fark eden pek olmaz: Kabuğuna çekilmiş, pür dikkat kesilmiş bir okur dikkat çekmez.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir