Martin Van Bruinessen kitaplarından Kürtlük, Türklük, Alevilik kitap alıntıları sizlerle…
Kürtlük, Türklük, Alevilik Kitap Alıntıları
ve inançlılar kültlerinin orijinlerinden bihaber görünmektedirler.
bu arada cehennem de bir yer değil, ama aklın bir durumudur.
Günlük hayatta herkes gibi zamana karşı pragmatik bir yaklaşımları vardır. Döngüsel zaman günlük hayattan farklı bir gerçeklik düzenine aittir; bu, kozmik olayların olduğu ve kişinin sadece dinî eylemler, ayinler esnasında dahil olabildiği bir zaman kesitidir.
Seni kim boğazladı?
– Turka.
– Kim derini yüzdü?
– Nesimi.
– Kim seni ateşe koydu?
– Mansur.
– Kim senin etini doğradı?
– Zekeriya.
Ehl-i Hak’kın diğer dinî gelenekleri kendi kozmolojisinde eritmeye büyük bir temayülü vardır.
“Yüksek” mistik geleneğin “popüler” mistik geleneğe, yerleşik, sakin ve “düzenli” olanın göçebe, esrarengiz ve “dağınık” olana karşı zaferi Belki de bununla Kalenderizmin çöküşüne ve yerleşik olan düzenlere karışmasına bir göndermede bulunulmaktadır.
Sol-sağ bölünmesi çoğu kültürde sembolik sınıflandırmalardandır ve bu iki tarafın çağrışımı neredeyse evrenseldir.
İslâmiyet öncesi Türkler ve Moğollar, kutsal kabul ettikleri hayvanların kemiklerini kırmamaya özen gösterirlerdi, hayvanın bir başka dünyada yeniden dirilmesine yarayacağına inanarak kemiklerini toplayıp gömer veya yakarlardı. Hayvanın kemiklerinden birinin hasar görmesi veya kaybolmasının hayvanın sakat doğmasına yol açacağına inanılırdı.
Sultan’ın haricinde hiçbir şey yoktur.
bazıları Hacı Bektaş’ı bir proto-milliyetçi olarak tanıttı; hatta bazıları Hacı Bektaş için (Türkeş’in partisindeki aşırı milliyetçi ve faşistler için kullanılan bir kavram olan) ülkücü kavramını kullandı.
İlk kez sosyalizme bir cevap olarak dar bir sağ kanat entelektüel tarafından formüle edilen ve ateşli Türk milliyetçiliğiyle Müslüman inanışının birleştirilmesinden oluşan karışık bir doktrin olan Türk-İslâm sentezi, resmî ideolojiye dönüştürüldü.
Sünnî-Alevî çatışmaları, toplumun sınıfsız, etnik ve dinsel açıdan farksız laik üniter ulus Kemalist idealinden uzaklaştığını gösteriyordu.
laikleşme Alevîlere karşı (heterodoks grupların her yerde karşılaştıkları cinsi sapıklık ve diğer ahlâksızlık suçlamalarına benzer) Sünnî önyargılarını ortadan kaldırmadı.
Sykes (1908: 479) Kureyş, Balaban ve Şadilli aşiretlerinin “Şiî ya da Panteist” olduğunu belirtip Koçgiri aşireti hakkında şunları yazar: “Dinsel olarak onları doğayı dişi bir unsur, Tanrıyı ise erkek olarak kabul eden gelişmiş Panteistler olarak kabul ediyorum. Bu fikre hali vakti yerinde olan erginlerle yaptığım konuşmalar sonucunda vardım.”
PKK’nın Alevîlere hitap ettiği periyodik yayını Zülfikar’ın (Ali’nin kılıcının adı) sloganı, “aslını inkâr eden haramzadedir” şeklindedir.
Stalin ulusu, “ortak dil, bölge, ekonomik hayat ve ortak bir kültürde ortaya konulmuş psikolojik mizaç temelinde tarihsel bir oluşum ve istikrarlı bir toplum” olarak tanımlar.
Görünen o ki PKK daha önce daha doğudaki bölgelerde yaptığı gibi, Dersim’i, bölgeyi devletten yabancılaştırarak, Kürt olup olmamak arasında bir tercihe zorlamaya kararlıdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Daha yaygın olarak kişi çakışan farklı kimliklerinin arasında önce birini sonra da bir başkasını vurgulayabilir. Kişinin var olan seçenekler arasında hangi kimliğini vurgulayacağı meselesi mevcut politik ve ekonomik şartlara bağlıdır.
Türkiye komşularına kıyasla Avrupa’nın insan hakları konusundaki baskılarına karşı çok daha hassastır, fakat Kürtlerin kendi kültürlerine sahip ayrı bir etnik grup olarak tanınmasının önünde büyük ideolojik engeller vardır ve bundan daha geniş ödünleri düşünmek neredeyse imkânsızdır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
etnisite akışkandır ve en azından bir dereceye kadar kişisel tercihlere bağlıdır; doğuştan kazanılan, değişmez bir kimlik değildir ve bir kimsenin yalnızca tek bir etnik gruba mensup olması şart değildir
Osmanlı İmparatorluğundaki elit de kendisini bir etnik kimlikle değil
(çünkü “Türk” ve “Kürt” kelimelerinin ‘kaba’
, ‘köylü’ çağrışımları vardı) “Osmanlılar” diye tanımlardı.
Osmanlı ve İran İmparatorlukları ve halefleri olan devletler hiçbir zaman
bütün Kürdistan’ı doğrudan yönetecek kadar güçlü olmadılar.
Taptıkları Melek Tavus, Şeytan olarak tanımlanabilir, fakat Yezidîlere göre o,
Müslüman ve Hıristiyan inançlarındaki kötülüklerin kaynağı değildir
Bu bölgede yaşayanlar için tarafsız kalmak fiilen imkânsızdı, çünkü tarafsızlık onları tüm tarafların gözünde şüpheli bir duruma sokuyordu.
muhayyel bir cemaat derken kişinin hiçbir zaman yüzyüze ilişkiye girmediği ama varolduğunu ve kendisine benzeyen kişilerden kurulu olduğunu bildiği bir cemaati kastediyoruz.
Kürt milliyetçi hareketinin doğuşu (ve Ermenilerin, Arapların ve Türklerin daha önceki milliyetçi hareketleri), insanların kimliklerini etnik terimlerle tanımlama eğilimini kuşkusuz güçlendirmiştir. Ama unutmamak gerekir ki güçlü bir etnik kimlik ile etnik milliyetçi harekete katılım arasındaki bağıntı son derece zayıftır.
büyük partilerden biri ile işbirliği yapmak, aşiret reislerine yasal kovuşturmalara karşı politik korunma imkânı verdi.
Bir aşiret ne kadar büyük ve güçlüyse iç yapısı o kadar hiyerarşik ve aşiret reisleri ile tâbi köylüler arasındaki ilişki de o kadar feodaldi.
Savaş ve devlet terörü, insanların kaçmalarının tek nedeni değildir.
l 789’da Fransızların yalnızca yansı Fransızca konuşuyorlardı ve yalnızca %12-13’lük bir bölümü Fransızca’yı doğru olarak konuşabiliyordu; geri kalanlarsa farklı diller (patois) konuşuyorlardı. Italyan birliğinin kurulduğu 1860’ta nüfusun sadece %2,5’i Italyanca’yı günlük ihtiyaçlarında kullanıyordu; hatta önde gelen milliyetçi liderlerden bir kısmı ulusal dili akıcı bir biçimde konuşamıyorlardı. 6 Kürtlerin durumunda ise, ulusçuluk çağından uzun bir zaman önce bile kültürleri nesnel olarak oldukça farklı olan aşiretler arasında ortak bir kimlik duygusunun varlığına şahit ol-
mak oldukça ilginçtir.
Kürtler ve Ermeniler arasında politik açıdan her zaman eşitsiz bir ilişki olagelmiştir; Ermeniler genellikle ekonomik açıdan sömürülmüş ve Kürt aşiret liderleri tarafından pek çok kıyıma uğratılmışlardır. Bu baskıdan kaçmak için
bilinmeyen sayıda Ermeni 19. yüzyılda Müslüman olmuş ve Kürt kimliğini benimsemiştir. 20. yüzyılın başlarında
Dersim (bugünkü Tunceli) bölgesini ziyaret eden bir Avrupalı, birçok Alevi’nin son zamanlarda Ermenilikten dönmüş
olduğunu kaydeder.
Şems-i Tebrizi’nin mucizevi doğumu, İvanov’un da dikkatleri çektiği gibi, İran’daki çeşitli popüler efsanelerin konusudur. Ehl-i Hak’kın bir kısmı gibi Alevîlerin de ünlü “Enel Hak” iddiasını Hallac’a değil Şems-i Tebrizi’ye atfettikleri bilinir.
Tanrı’nın kim olduğunu tesbit etmek, kişinin kendisinin tanımlamasının da bir yoludur.
Hacı Bektaş ve öğrencileri büyük ihtimalle şeriata uyan Sünnîlerdi ve ancak sonraki bir aşamada aşırı Şiî (guluv) ve İslâm öncesi Yakın Doğu mistik fikirleri Hacı Bektaş’ın kurucusu olduğu tarikata eklendi ve böylece Kalenderîler ve başkaları için cazip bir hale geldi.
Alevîlik bilincini Kürt milliyetçiliğine karşı bir alternatif olarak kullanmak isteyen hükümetin çabası büyük ölçüde başarısızlığa uğradı. Devlete yabancılaşma kaçınılmaz bir şekilde birçok Alevî’yi (Sivas’taki yangından birkaç hafta sonra Sivas’ın kuzeyindeki bir Sünnî köyü, anti-Alevî vahşetin intikamını almak için basan ve bir grup erkeği öldüren) PKK’ya yaklaştırdı.
Sivas ve Gazi mahallesindeki olaylar Alevî uyanışını güçlendirdi ve radikalleştirdi.
Kürt Alevîsi Türk kültürü içinde asimile olmayı gönüllü olarak kabul etti ve kendilerini Kürtten ziyade Türk olarak tanımlamaya başladı.
Kürt ve Türk Alevîler, Sünnî Osmanlı İmparatorluğu’nun kendilerine yönelik zulmünün tarihini yansıtır bir biçimde dağlık ve nispeten yalıtılmış köylerde yaşayagelmişlerdir. Bu insanlar ancak 1950’lerden itibaren bölgedeki kasabalara yerleşmektedir.
Namaz, oruç, zekât ve hac birçok Alevî topluluğu için yabancı uygulamalardır. Bunların yerine, kalıtımsal bir ruhban sınıfa dahil ‘kutsal insanlar’ (dede) tarafından yönetilen kendi dinî törenleri (cem) vardır, bu törenlerde Türkçe olarak dinî şiirler (nefes) söylenir ve (ve en azından Alevî toplumlarının bir kısmında) erkek ve kadınlar törensel danslar (semah) icra ederler.
Dersimliler için, Kürt ile Kızılbaş ve Türk ile Sünnî özdeştir.
Bu uçurum kızılbaşlık itikatıdır. Kızılbaş, Sünnî müslimini sevmez, bir kin besler, onun ezelden düşmanıdır. Sünnîleri rumi diye anar. Kızılbaş ilahi kuvvetin hamili bulunduğunu ve imamların Sünnîlerin elinde işkence ile öldüğüne itakat ederler. Bunun için Sünnîlere düşmandır.
Mustafa Kemal’in kimi önemli aşiret reislerini atamaya ve milletvekili yapmaya çalıştığı doğrudur. Ancak Kemalist hareket (Sünnî) Müslüman bir hareket olarak göründüğü müddetçe, Dersim’de çok fazla şevk yaratmamış; yeni bir hükümet olması, sıradan Dersimli Alevî için onu sadece daha az çekici kılmıştır.
Güneşe ve doğaya tapınma Dersimliler’in hayatında en az ayin-i cem ve diğer Alevî ritüelleri kadar önemli bir yer tutmuşa benziyor.
Dersim Alevilerinin inançları ve fiiliyatı, Tahtacı ve İç Anadolu Alevî Türklerinin inanç ve fiiliyatından daha “aşırı” ve “syncretist” (daha çok İranî unsuruna sahip) görünür.
Türk milliyetçiliğinin en etkin ideologu Ziya Gökalp (1876’da Diyarbakır’da doğmuştu) Kürt atalara ve belki de bugünlerde iddia edildiği üzere Zaza atalara sahipti.
Stalin ulusu beş karakteristik özellikle tanımlıyordu: bir ortak ‘ulusal karakter’i ifade eden ortak tarih, dil, bölge, ekonomik hayat ve kültür. Stalin’e göre sadece bu özelliklerin hepsini taşıyan topluluklar bir ulusu oluşturabilirlerdi.
Alevîler de Ali’ye ve diğer on bir imama saygı gösterseler de, genel olarak ortodoks İslâm’daki dinî esaslara ait yükümlülükleri kabul etmezler.
1789’da Fransızların yalnızca yarısı Fransızca konuşuyorlardı ve yalnızca %12-13’lük bir bölümü Fransızcayı doğru olarak konuşabiliyordu; geri kalanlarsa farklı diller.
Türkiye’de yeteri kadar geriye giden hemen herkes en azından bir Kürt ataya sahip olduğunu bulabilir. (ki bunların içinde eski cumhurbaşkanları İsmet İnönü ve Turgut Özal da bulunmaktadır)
Kürt halkı, karizmatik liderler ortadan kaldırılınca milliyetçi politikalardan uzaklaşacak ve toprak ödünleri olmaksızın sınırlı kültürel haklarla yetinecek.
İran’da Hıristiyanlar İslâmî devrimden sonra ikinci sınıf vatandaşlar haline geldiler ve kıyıma uğramadılarsa da çeşitli biçimlerde tacize uğradılar.
Yezidî erkeklerin askerdeyken zorla sünnet ettirildikleri söylenmektedir…
Bir İngiliz raporu; “Kürtler ulusal bilince erişip birleştikleri zaman, Türk, İran ve Arap devletleri Kürtlerin karşısında paramparça olacaklar. O gün henüz çok uzak”
17. yüzyılda bütün Kürdistan’ı gezmiş olan Evliya Çelebi de Kürtlerden ayrı bir halk olarak bahseder ve birçok aşireti ve aralarında yine Zazaların, Alevîlerin ve Yezidîlerin de bulunduğu lehçe gruplarını sayar…
Ermeni kökenli bir arkadaşım, politik duruma göre kendini bir Ermeni, bir Kürt veya bir Türk vatandaşı olarak tanımlıyordu.
“Hem Kürt’üm hem Azeri hem de İranlı”.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye çok partili demokrasiye geçti. Bu durum oyların çoğunu kontrol eden ağaların önemini yeniden artırdı.
Osmanlı ve İran İmparatorlukları ve hedefleri olan devletler hiçbir zaman bütün Kürdistan’ı doğrudan yönetecek kadar güçlü olmadılar. Farklı dolaylı yönetim yapıları geliştirildi; formel sadakat ve sembolik vergiler karşılığında geniş toprakların kontrolü aşiret reislerine bırakıldı Hamidiye Alayları, II. Abdülhamid (1876-1909) tarafından neredeyse yalnızca Kürt aşiretlerinden oluşturulmuş (ve onun adını taşıyan) atlı milis kuvvetleriydi.
Yezidîlere, genellikle yanlış olarak ‘şeytana tapanlar’ denir. Yezidîlik, muhtemelen, önceleri heterodoks bir Sünnî mezhebiydi, daha sonra eski İran ve Anadolu dinlerinden güneşe tapınma ve reenkarnasyon inanışı da dahil birçok unsuru bünyesinde birleştirdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Alevîler, heterodoks inanışları ve İran sempatizanı olmalarından kuşkulanılmaları nedeniyle kıyıma uğramışlardır. Çoğu Alevinin Sünnî komşularından uzak, ulaşılması zor dağ köylerinde yaşamayı tercih etmiş olmalarının nedeni budur.
Kürt Alevilerinin önemli bir alt grubu Dersim’dekilerdir (Tunceli) ve Zazaca konuşurlar.
Kürt isyancıların belli başlı liderlerinin çoğu tarikat şeyhleriydi.
Sivas, merkez nüfusu ağırlıklı olarak muhafazakâr
Sünnîlerden oluşsa da köylerinde önemli oranda (Kürtçe ve
Türkçe konuşan) Alevî nüfusu barındıran bir vilayettir. Alevî
büyüklerinden isyancı Pir Sultan Abdal, Sivas ili sınırları
içinde olan Banaz köyünde yaşadı ve Sivas’ta asıldı. Bu
nedenle Pir Sultan Abdal kuruluşu Temmuz 1993’te kültürel
bir festival düzenlemek için Sivas’ı seçti. Festivale, aralarında
bir süre önce Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri’ni
yayınlamaya niyetlendiğini kamuoyuna açıklayarak birçok
Sünnî Müslümanın öfkesini üzerine çeken (ve festivale
katılanlar içinde Alevî olmayan az sayıdaki davetliden biri
olan) Aziz Nesin’in de bulunduğu çok sayıda ünlü yazar ve
sanatçı davet edildi. Festival, açıkça Nesin’i öldürmeyi
amaçlayan ve şiddet kullanan geniş bir sağ kanat grup
tarafından protesto edildi. Öfkelerini önce festivalin
organizatörleri tarafından dikilmiş Pir Sultan Abdal’ın
heykeline yönelttiler.
Türk Alevîleri özellikle Orta Anadolu’da
yoğunlaşmışlardır, fakat Akdeniz ve Ege sahillerinde ve
Türkiye’nin Avrupa’daki kısmında da önemli miktarda Alevî
köyü vardır. Kürt Alevîleri Kürt yerleşim bölgesinin
kuzeybatı kısmında yaşarlar,
Aleviler kimdir?
“Alevî”, gerçekte inanışları ve ritüelleri birbirlerinden hayli
farklı heterodoks toplulukları tanımlamak için kullanılan bir
üst kavramdır. Dilsel olarak dört ayrı grubun varlığından söz
edilebilir. Bunların ilki Kars’ın doğusunda yaşayan, Azeri
Türkçesi konuşan ve Alevîlikleri modern İran’daki ‘ortodoks’
Oniki İmam Şiîliğinden çok az farklı olan Alevîlerdir.
Türkiye’nin güneyinde (özellikle Hatay ve Adana’da)
yaşayan ve Arapça konuşan Alevî topluluğu Suriye
Alevilerinin (Nusayriler) bir parçasıdır ve diğer Alevî
gruplarıyla tarihsel bağları yoktur. İlk grup gibi onların da
sayıları oldukça azdır ve Türkiye’deki rolleri ihmal edilebilir.
Önemli Alevî grupları Türkçe ve Kürtçe konuşanlardır
(Kürtçe konuşanlar da kendi aralarında Kürtçe ve akraba bir
dil olan Zazaca konuşanlar olarak ikiye ayrılır); her iki grup
da Safevilerle yakın dinsel ilişkiler kurmuş olan asi aşiretlerin
torunlarıdır.
Bir derece
Kürtler ve Ermeniler arasında politik açıdan her zaman
eşitsiz bir ilişki olagelmiştir; Ermeniler genellikle ekonomik
açıdan sömürülmüş ve Kürt aşiret liderleri tarafından pek çok
kıyıma uğratılmışlardır.
Aşiretler arasındaki çatışmalar ve hükmeden ve hükmedilen toplumsal tabakalar arasındaki sömürü ilişkileri Kürt toplumunu uzun bir zamandan beri bölmektedir.
1. Dünya Savaşı ve onu izleyen ‘ulusal kurtuluş’ savaşında Kürtler ve Türkler yerli ve yabancı Hıristiyanlara karşı birlikte savaştılar; Kürt aşiretlerini ortak Kürt çıkarları temelinde önce Osmanlıların ardından da Kemalist hareketin aleyhine döndürme çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Savaş sonrası yılları boyunca güneydeki Kürtlerin dinî ve politik lideri olan Şeyh Mahmut Barzani kendi idaresi altında yarı bağımsız bir Kürdistan kurmak için denemelerde bulundu, fakat aynı zamanda Merkez Kürdistan’daki Kemalist ordu komutanı Özdemir’le sıkı bir iletişim kurdu. Ona göre, yeniden kurulmuş bir Osmanlı İmparatorluğu fikri, İngiltere’nin kontrolü altındaki Irak’a dahil olmaktan daha çekiciydi.
Türkiye’deki Alevîlerin içinde Alevî Kürtler sadece bir azınlıktır ve kendilerini Sünnî Kürtlere değil Türkçe konuşan dindaşlarına daha yakın hissederler.
Türkiye komşularına kıyasla Avrupa’nın insan hakları konusundaki baskılarına karşı çok daha hassastır, fakat Kürtlerin kendi kültürlerine sahip ayrı bir etnik grup olarak tanınmasının önünde büyük ideolojik engeller vardır ve bundan daha geniş ödünleri düşünmek neredeyse imkânsızdır. Aralarında asimile olmuş Kürtlerin de bulunduğu askerî ve sivil elitler, Türkiye toplumunun tek bir homojen ulus olduğu şeklindeki Kemalist dogmaya derinden bağlıdırlar ve ayrı bir halkın varlığının kabul edilmesini devletin bekâsına yönelik bir tehdit olarak algılamaktadırlar.
Kürt liderlerinin suikastlere kurban gitmesi, İran’ın yöneticilerinde şöyle bir inanç bulunduğu izlenimini vermektedir: Kürt halkı, karizmatik liderler ortadan kaldırılınca milliyetçi politikalardan uzaklaşacak ve toprak ödünleri olmaksızın sınırlı kültürel haklarla yetinecek. Kürtlerin bugünkü temel taleplerinin yerine getirilmesi yani otonominin tanınması pek olası gözükmüyor.
1970’lerin ortalarında, Türkiye’nin doğuda bir Kürt devleti, ortada bir Alevî devleti ve batıda hayli küçültülmüş bir Türk devleti yer alacak şekilde bölünmesini öngören (gizli bir komünist örgüte atfedilen ancak muhtemelen istihbarat servisinin ürünü olan) bir planın “keşfedilmesi”, en azından belirli askeri çevrelerin Alevî kimliğini potansiyel olarak bölücü saydığını göstermektedir. Bu “belge” ve politik ajitatörlerin yönelttiği benzer suçlamalar, Türk milliyetçilerini ve muhafazakâr Sünnîleri Alevîlere karşı birleştirdi.
Son dönemde en kanlı mezhep çatışması orta ve doğu Türkiye’de Sünnîler ve Alevîler arasında yaşanmıştır (Laçiner 1985). Eskiden Alevîler, Sünnîler’den ayrı bölgelerde yaşarken pek sorun çıkmıyordu ama köyden kente göç ilişkilerini artırdı ve büyük bir ekonomik rekabet ortamına girdiler.
12 Eylül 1980 darbesini Kürdistan’da geniş çaplı askerî operasyonlar ve kitlesel tutuklamalar takip etti. Sadece eylemciler ve sempatizanlar değil, siyasî faaliyetlere hiçbir zaman karışmamış olan köylüler de bu durumdan büyük ölçüde etkilendi ve politik ve “ekonomik” göçmenlerin sayısı katlandı. Kürt örgütlerinin büyük bir kısmının Türkiye topraklarındaki varlıkları fiilen sona erdi. Bununla birlikte aralarında en radikal örgüt olan PKK, yurtdışında kendisini güçlendirdi ve üyelerine (anlaşılan Lübnan topraklarında) askerî eğitim verdi.