İçeriğe geç

Kimsesiz Kitap Alıntıları – Müjde Aklanoğlu

Müjde Aklanoğlu kitaplarından Kimsesiz kitap alıntıları sizlerle…

Kimsesiz Kitap Alıntıları

Acılar suskun olmasaydı,
Durduğu yer bu kadar derin sızlar mıydı???
Dünya çıkarlar üzerine kurulmuş bir terazidir. Eğer kendine değer vermezsen, her yükü üzerine alırsan, çökersin. Başkaları hafiflerken, sen yerle bir olursun. İmtiyaz güzeldir. Allah seni bir acıyla sınarken, aynı zamanda doğruyu ve yanlışı görmen için işaretler de gönderir. Nelerden uzaklaşman gerekirken, nelere yakınlaşman gerektiğini, bir yerde hata yaptığın zaman nasıl düzeltmen gerektiğini gösterir. Sabır; tevekküldür.

Tevekkül ile aptallık arasındaki sınırı iyi bil!!

Prof. Dr. Şükran BİLİR

Küçük mutluluk istiyorum. O kadar küçük olsun ki, kimsenin gözüne batmasın, kimsenin gözü kalmasın, onu benden; kimse almasın.
Kendi yaralarını tırnaklarıyla kazıyan gözü kara kadınlar, kendi elleriyle göğüs kafesinden içeri aldığı acıları, yine kendi elleriyle içinden çıkarıp atarlar.
Ben hiç o kalabalığın içinde kaybolmadım ki yalnızlığını bileyim. İstanbul gibi sevdim, o beni boğazın karşı yakasına hasret bıraktı.
Küçük mutluluk istiyorum. O kadar küçük olsun ki, kimsenin gözüne batmasın, kimsenin gözü kalmasın, onu benden; kimse almasın.
Eskimeyen tek şey, zamanın kendisidir. Acılara da alışılır, mutluluklar gibi.
Ölünün arkasından bir kere ağlar, kaybın arkasından her gece.
Bazen Kırmaya kıyamadığım için kırılmayı o kadar abartmışım ki, içimdeki kendimi toparlayamıyorum. Ve öyle vefasız olmuşum ki kendime, acılarımı hüzünlerimle yapıştırdığım da anlıyorum.
Hayatta bir amacı olmalı insanın. Tutunacağı dal, yürüyeceği yol, izleyeceği manzara, okuyacağı kitap, hayal edeceği bir istek, düşüneceği bir aile, tat alabileceği huzuru Gez, gör, oku, tanış, üzül, kaybet, yarış, kazan, acı, gül ama tüm duyguların içinden geç ve büyü Çünkü insanın yaşantısı yüzüne vurur
Cahil olmak da senin elinde, bilgin olmak da senin elinde olur
Bu dünyada dedi yutkunarak, titreyen sesini toparlamaya çalışırken gözlerinden süzülen yaşı kabaca sildi. “Bu dünyadaki en zor şey ne diye sorsalar? Beklemek derim Beklemek Hissetmesini beklemek. Görmesini beklemek. Bir gün gözlerimin taa içine bakmasını beklemek Bir gün bakar mı bana? Bir gün anlar mı içimdekileri diye, yaşamak Aşk bu mu, değil mi bilmiyorum. Ama benim şuramda senden başka hiçbir şey yok. Ben yapmamam gereken bir şey yaptım: seni sevdim.
Neyi anladın?” diye sordu adam dudaklarını gererek.
Senin elimi tutacak cesaretin yok.” Yanağından süzülen yaşlar görüş alanını zorlarken, “Eğer Senin için beslediğim ümitleri kuru bir ağacın dibine gömseydim, çiçek verirdi. Ama sen Bir yaprak bile vermedin. Meğer senin kalbinin boşluğundaki hiçlik, bir taştan bile sertmiş.. Vura vura çıkarıyormuşsun insanın içindeki duyguları. Sandım ki, taş gibi olsa bile tepki verirsin. Taşa bile defalarca vurulsaydı, dayanamaz çatlardı
İnsan ne zaman ölür biliyor musun? Yarım bıraktığı hayatı başkası tamamladığında.
Sen aşkı nereden biliyorsun ki Komiser?
Ben aşkı bilmem Ben sevmeyi bilirim. demiş bir şair. O kadar masumdum ki, kıyamazdım gülüşlerine, sevinçten ağladığı zaman bile üzülürdüm. Tırnağının ucuna, saçının teline kadar kıyamazdım. O kadar işte Hiç istemezdim ağlamasını.” Omuzlarını sarstı. O ne yaptı, gitti. Mübarek saçının telini bile bırakmadı geride
Dünyanın en ağır yüküdür, gönlü sende olmayanı yüreğinde taşımak.
Eğer gözyaşlarının sesi olsaydı, ne söylerlerdi şu an için?
Ağlamak
İnsanlar, ağlamayı da, gülmek gibi özgürce yaşamayı bilmiyor Nasıl ki sesini biri duyacak diye gülmeye çekiniyorsa, biri onu eleştirirecek diye ağlamaya da korkuyor Oysa ağlamak, gülmek kadar doğal bir eylem Doğal bir duygu gösterisi
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hayat zalim bir öğretmen Derste kalanın notlarını değil, hayallerini kırıyor ki, bir daha hata yapmasın diye.
Eskiden ne güzeldi, sen susardın ben küserdim.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Herşey yaşanması gerektiği için yaşandı. Sana gelen her sorun, bir sınavın ve deneyimin parçasıydı. Bunu kabul ettiğin zaman, ancak gerçeği görebilirsin. Bunlar gerçekte senin kişiliğini oluşturan, olgunlaştıran en önemli etkenlerdir. Kendi gelişimindeki sınavları başarıyla geçtiğin zaman netleşeceksin. Bu seviyeye geldiğin zaman, öfkeliyken bile düşüneceksin. Kendini yetiştirememiş, ikiyüzlü bir kişiliğe sahip olmuş insanlardan, üzülmeden ayrılacaksın. Kaybetmediğini, aslında onları hayatından çıkararak kazandığını göreceksin. Öfke yönetimi ve kriz yönetimine sahip olduğunda, seni hasta eden insanlardan sakince uzaklaşacaksın, çünkü bu seviyeye geldiğinde, kendine değer vermeyi öğreneceksin.

Prof. Dr. Şükran Bilir

Ben romantiklik bilmem ki, bir seni bilirim bir de adını duyunca sıklaşan kalbimin heyecanını.
Sen, her şeyin kalıcı olduğuna o kadar inanmışsın ki, mutsuzluğun da sonsuza kadar süreceğini sanmışsın. Oysa her şey gibi, oda geçicidir. Gelir, olgunlaştırır ve gider.
Mantığın önüne duyguları koymak yanlış olurdu, bunu hayat ona net bir biçimde öğretmişti. Plan yaparken gelecek olan haberle tüm gelecek altüst olabilirdi. Bunu kim bilebilirdi?
Anlattıkları kadar masum muydu planları yoksa bu planda masum olan tek şey niyetleri miydi?
“Öfke insanı aptala çevirir,” dedi zihnini okuyan Cirrus her zamanki serinkanlılığıyla. “Ve nefret gerçeklere perde olur, gözünün önündeki gerçekleri bile göremez.”
Ancak umut tükenmemişti, ölüm kaçınılmaz olsa da son darbe inene kadar, umudunu yitirmemişti.
Pamuk ipiyle bağlandım sana, asılsam kopacak, bıraksam ellerimden kayacak gibisin
Bu adamın ruhu sonbaharın yorgunluğu, kışın karamsarlığıyla mı geçecekti? İlkbaharın heyecanı, yazın coşkusunu hiç görmeyecek miydi?
İyi insanlar kırıldıkları zaman sevmeyi bırakmazlar, göstermeyi bırakırlar. Ama sen bana sevgini göstermeyi de bırakma olur mu?
Tabutunu sırtında taşıyan adamlardan uzak dur deli kız, ölmezden gelirler.
*Sen bile bile ateşte yanmanın acısını hiçbir zaman yaşamayacaksın,
Ben küllerden gül yetiştirmeye kalkarken, yanmayı göze almıştım.
Sen dünyayı, mutlu mesut kafesinden seyreden, dışarının nasıl olduğu hakkında hiçbir fikre sahip olmayan müzmin bir ergensin. Altın kafesinin dışında keskin dişli aslanların volta atarak nöbet tutuyor Sana kimsenin dokunmasına izin vermediği için ahkâm kesiyorsun. Ama o kafesin dışında dünya yangın yeri, ben de atește yanmaya mahkûm biri. Görsün artık kör gözlerin, benim gibi adamlar cehennemi içinde taşıyor. Benim yangınıma çekilmemen için daha ne
yapmalıyım? Kaç defa geriye itip, kaç defa o ateşe düşmemen için tutmalıyım? Belaya koştuğun kaç sefer peşinden koşup kurtarmalıyım, kaç defa senden kaçmalıyım? Büyü artık, laf cambazlığıyla damarıma bastığında hiçbir şey değişmiyor. Ben aynı adamım. Dünya hâlâ kötü bir yer. İnsanlar hâlâ çocuklar ağlarken gülüyor. Adeti batan dünyaya, menfaat dışında başka bir gün doğmuyor.
Ah gözü kara, ruhu çocuk yârim Şeytansı bir inatla kavurdun içimizi. Korkularının elinden tutup giderken, kaybettin insan olmanın büyüsünü
O gün tutsaydım ellerinden, gitmeseydin bir yere
Tüm küslüklerimi unutup, sarılacaktım acılarına.
Kaçmasaydın, bastıracaktım yüreğindeki isyanı
Durmadın Bir kez olsun arkana bakmadın
Öyle kırgınım ki sana ve bir o kadar muhtaç
Sensiz kaldım yarımım, geldin hala yarımım
Boşlukta asılı kalan ellerim gibi yalpalıyor sevinçlerim
Bakışlarındaki kimsesiz çocuğun elinden tutsam, gitmese bir yere Baksa içimdeki sana, ne kadar büyüttüğümü, üzerine nasıl titrediğimi görse Gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş, görse Öyle özlemiş ki gözlerim seni, hayallerini çizmiş kirpiklerimin her teline
Gitme
Ateşle oynuyorsun, diyerek sertçe uyardı Cirrus.
Ateş? dedi genç kız. Asıl ateş onun kollarında yandığım gece senin içine düşecek Koruma! Onun kadını olduğum gün, ikimizde yanacağız ama iki farklı şekilde Birimiz zevkle, diğerimiz pişmanlıkla. Cirrus ona uzanmak isteyince bir adım geriye çekilerek temasına izin vermedi. “Ağlamamı beklediğin o mendille halay çekmezsem şerefsizim. O gün, ateş neymiş göreceksin. dedi nefretini kusarak.
Sen benim acılarıma yoldaş olacak kadar iyi bir yol arkadaşı olamazsın Koruma, ben senin karakteri eksik bedenine çok büyük kalırım. Adamın dişlerini sıktığını, yanak kaslarındaki titremeden görebiliyordu. Ben tutkulu bir kadınım, sen buz kadar soğuksun, ne kalbimi ne de bedenimi ısıtamazsın Ben cömert bir aşığım, sen duygular bakımından yoksulsun. Zaten olmazdık biz, cidden. O gece dediğin gibi hataydı. Kazaydı. Neyse ki ikimizde hatamızı çabuk fark ettik, yolumuzu seçtik,
öyle değil mi? dedi gözlerinin içine bakarak. Birbirimize karşı hiçbir sözümüz ya da sorumluluğumuz yok, öyle söylemiştin.
İlk defa, acıdığı yerden iyi olmak istedi adam. Acıttığı dudakları öperek iyileştirmek istedi. Sanki öptüğü an şifa bulacaktı dermansız hastalığı, ruhunun en kanayan bölgesi iyi olacak gibi hissetti. İnsanlığına, ruhsuzluğu giydiği onca yıldan sonra, ilk defa böyle kontrolsüz bir özlemle yaşam belirtisi vermekteydi. Duygusuz olduğundan beri, tüm kelime ve hareketlerini iyice tartmadan tek adım atmayan biri için, bu ağır bir şoktu.
İyi geceler Koruma! Karanlığın bol olsun, ben aydınlığa yürüyeceğim.
Cirrus ilk defa kaderin polyanna yüzüne gülmek istedi. Bir insan kin tutmaya başladıysa, nöbet tuttuğu acıları vardır. Bir insan ruhsuzluğuna sığınıyorsa, ruhunda durulmayan fırtınaları vardır ve bu fırtınalarda tekrar savrulmak istemiyordur. Ayaklandı Cirrus, Yanlış düşünebilirsin. Yanlış anlayabilirsin. Yanlış yapabilirsin ama asla yanlış hissedemezsin Ece. Hissettiğin her acının nöbetini devralmaya geldim.
Geç kaldın, dedi kız da ayaklanırken. Ben kimsenin varlığıyla var olmadım, yokluğuyla da yok olmam. Her kadın saçma sapan bir adamla, en berbat tecrübeyi yaşamadan olgunlaşamazmış. Ben de olgunlaştım çünkü en güzel duygularımı, ruhsuz bir adamla öldürdüm.
Seni acıttım, yaraladım. dedi adam ona dönerek.
Ece ona alaylı bir biçimde güldü, bu gülüş yumruktan daha etkiliydi. Evet yaraladın. Cirrus hiç soluk almadan gözlerinin içine bakıyordu ve kızın gözlerindeki alay, yerini saf nefrete bırakıyordu. Ben de o yarayı kazıdım. Kendi yaralarını tırnaklarıyla kazıyan gözü kara kadınlar, kendi elleriyle göğüs kafesinden içeri aldığı acıları, yine kendi elleriyle içinden çıkarıp atarlar.
Çok mu acıttım? dedi adam sakin bir sesle, bu söz birden çok soru barındırmaktaydı.
Sen kalbimin ne kadar yandığını nereden bileceksin, hiç acıtılmadın ki. Ama haklısın, haddimizi bilmeliyiz değil mi? Ben senin hiçbir şeyinim, sen ise bu evin korumasısın.
Sen insan olsaydın, biz bu acıdan beraber yürüyor olurduk.
Duygularım anestezi altına alınalı çok oldu, her şeyi görüyor, duyuyor ama hissetmiyorum. Yani ne söylersen söyle, acımıyorum.
Ama kızın içi hâlâ acıyordu, hem de ilk günkü gibi.
İnsanlar çocukların ağladığı dünyaya kahkaha attığı zaman, anladım Zalim bir hırs, insanlığımızı dağıtmıştı. Artık kiminin kalbi, kiminin ruhu, kiminin beyni kayıptı. Ve o gün bir şeyi daha iyi anladım ki, susanlar iyi anlaşıyor bu dünyayla.
Kişi insan olmayı ne zaman unutur biliyor musun? Gözyaşlarına sebep olduğu kişiye, hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya başladığı zaman.
Azim ile inat arasındaki fark akıldır, akıl ile eylem arasındaki fark ise ahlaktır. Aklını kullanıp çözüm üretmek ise değerdir. Unutma, sürekli alttan almak bir süre sonra yorar insanı. O yüzden, bir şey seni rahatsız ediyorsa söyle. Olduğun yerde huzursuz hissediyorsan git. Olmuyorsa zorlama. Başkasının çabalaması gerektiği yerde savaşma. Psikolojide ters çaba diye bir şey vardır. Başına gelmesinden en çok korktuğun şeye odaklanırsan, gerçekleştirme ihtimalini arttırırsın. Pozitif ol, kendine değer ver, empati yap ama kimsenin savaşı için kılıç kuşanma.

PRF. Dr. Şükran Bilir.

Ne demiş Şems; Bazen, akışına bırakmak gerekir; yaprakları, suyu, mevsimleri, olayları ve insanları.
Bir ebeveyn ilk olarak çocuğuna empati yapmayı öğretmeli ama bunu anlatarak değil, göstererek belirtmeliydi çünkü çocuklar duyduklarını değil, gördüklerini uygulardı herkes bilmeliydi.
Bir annenin en büyük yıkımı, evladının pişmanlık ve utanç altında kaldığı zamandı çünkü insan her zorlukla savaşır, ancak vicdanıyla savaşamazdı.
Onu nasıl görüyorsun? dedi Şükran Doktor.
Haksız görüyorum? dedi Ece üzgünce. Peki, sen nasıl görüyorsun Doktor Hanım?
Ben yerde yatan bir sayı görüyorum şu anda
Genç kız anlamadı. Ne sayısı görüyorsun?
Sana göre 9 ona göre 6 sayısını görüyorum. Her ikinizde kendi bakış açınızdan baktığınızda, herkes kendince haklı. Sadece gördüğünüz soruna, hangi bakış açısından bakacağınıza bağlı.

Prof. Dr. Şükran Bilir

Hayal kurmak güzel de Ya sonra yokluğuna düşerse umutlarım.
Neden onun yanındayken elleri ayakları buz kesiyor, bakışlarını kaçırmak için mücadele verirken aynı anda hiç kimseye karşı göstermediği mahcup yanıyla yanakları kızarıyordu. Evet, çok çekiciydi, hem de kadın olarak gördüğü en yakışıklı adamdı. Yakışıklı olması kalbimi bu kadar hızlı çarptıramaz, diye hayıflandı. Kendi kendini azarladı. Çok yakışıklı, Bu dizginsiz düşünce dudaklarının arasından çıkmışçasına eliyle ağzanı kapadı. Sanki biri onu duyacakmış gibi etrafına bakındı. Bu neydi şimdi, insan onun gibi ruhsuzu bu şekilde eşsiz düşünür müydü? Saçma bir düşünceydi. Kıyas kabul edilemezdi.
Ne zaman onunla kıran kırana çatışmaya hazır bir savaşçı gibi karşısına çıksa, bir kez gözlerine baktığı an o savaşçı kadın yerini ürkek bir kıza bırakıyordu. Dolayısıyla bu kız onu şaşırtıyordu. Herkesle başa çıkan o koca çenesi, neden kendisine gelince susuyor ve görmezden geliyordu? Ve neden onlar ne zaman göz göze gelse, bedenindeki bu farkındalık ortaya çıkıp onu gafil avlıyordu?
İnsanları, yaptıklarıyla yargılamak yerine, olağan durumlarının sonuçlarını düşünerek yardımcı olmayı deneseydik, bu kadar kırılmaz, kırmaz, üzülmezdik. Çünkü; eğer bir insan çok gülüyorsa, hatta saçma sapan şeylere bile gülüyorsa; o halde içten içe büyük yalnızlık çekiyordur. Eğer bir insan çok fazla uyuyorsa; büyük ihtimalle üzgündür, hüzünlüdür. Eğer bir insan az konuşuyorsa ve konuştuğunda hızlı konuşuyorsa; sır saklayacak birisidir, ona güvenilir Eğer bir insan ağlayamıyorsa; çok zayıf bir kişiliği vardır. Eğer bir insan anormal bir şekilde yemek yiyorsa; büyük ihtimalle çok gergin ve stresli bir haldedir. Eğer bir insan ufacık şeyler için bile ağlıyorsa; ya çok yumuşak kalplidir, ya da masum olmasına rağmen suçlanıyordur. Eğer bir insan, her şeye çok çabuk sinirle-
niyorsa; o insanın sevgiye ihtiyacı vardır.

Prof. Dr. Şükran Bilir

Acılar suskun olmasaydı, durduğu yer bu kadar derin sızlar mıydı?
Dünya çıkarlar üzerine kurulmuş bir terazidir. Eğer kendine değer vermezsen, her yükü üzerine alırsan, çökersin. Başkaları hafiflerken, sen yerle bir olursun. İmtiyaz güzeldir. Allah seni bir acıyla sınarken, aynı zamanda doğruyu ve yanlışı görmen için işaretler de gönderir. Nelerden uzaklaşman gerekirken, nelere yaklaşman gerektiğini, bir yerde hata yaptığın zaman nasıl düzeltmen gerektiğini gösterir. Sabır; tevekküldür.
Tevekkül ile aptallık arasındaki sınırı iyi bil!
Aşk; psikolojinin satranç tahtasıdır! Her ne kadar mat olacağını bilse bile şahmış gibi davranır. Zihin hamlesi belli olmayan vezirdir ama piyonsuz vezir bir hiçtir! Duygular ise en şaşkın piyonlardır, bazen hata yapsa da eninde sonunda doğruyu görür.
İnsan ısındığını sandığı yürekte yalnız kalınca üşüyor, inandığı gözlerde yolunu yitirdiği zaman umutsuzlaşıyor ve tuttuğu eller onu bıraktığı zaman penceresi kirleniyordu ve sonra kimi görse flulaşıyordu.
Eğer; zayıf yanlarından güç ve haz alıyorsa birileri, onu çevrenden uzaklaştır. Buna gücün yetmiyorsa, sen o çevreden uzaklaş. Görüşmek istemiyorsan görüşme, Konuşmak istemiyorsan da, konuşma, çünkü konuşmak için kendini zorlamak daha sonra pişmanlığın olacak anların başlangıcı olur.

Prof. Dr. Şükran Bilir

Sen yaz karı yağdırırken sinene, ayazlarda üşümesin yüreğin yeniden diye, bir kürk misali sarsın istedim hayallerim seni
Senden değil, içimdeki çocuğu koruyamayan kendimden kaçışlarım
Ah yar, olmayacak hayaller kuruyor hala kalbim, hadsiz bir mutluluk düşünde zihnim.
Yokluğunda ne kadar terbiye olursam olayım, bir o kadar hırslanıyor sana kavuşmalarım
Hala akıllanmadı boynu bükük yetim hislerim, deli, çılgın ve gözü kara halde koşuyor umudunun dikenlerine
Terzilerin şu huyunu çok severim: Sürekli müşterisi olsan bile, onlar için hiçbir şey fark etmez, yeni bir kıyafet için yanlarına her gittiğinde, tekrar tekrar ölçünü alır. Oysa insan önyargısı öyle mi, etiketlemeyi sever. Tek duygu yafta misali üstüne yapıştırılır, numara gibi o karakter varlığına metalanır. Kötü bir insan kazara bir iyilik yapsa hep iyiymiş gibi, iyi bir insan bilinçsizce kötü bir işe vesile olsa; hep kötüymüş gibi algılanır Oysa insanlar, tekrar ve tekrar gözlenmesi gereken bir yapıya sahiptir İnsan; değişimin kendisidir..
İnsan denilen varlık; konu sevdiğine geldiğinde acizleşir.
Bir kere gülümseyince umut, değişir hayallerin.
Unutacaksın yıllar sonra beni Buruk bir tat bırakacak mazi geride Sen bensiz bir hayatı kabullenecek, kızacak, alışacak ve nihayet yok sayacak, ben mahşere gün sayacağım
Öyle kaybolacağım ki sende, kimse bulamayacak izimi, takip edemeyecek sana olan hayallerimi Kimselerin bulamayacağı bir yerde kalacağım
Sende kalacağım, sen bilmesen de, ben seninle kalacağım hep olduğu gibi
Ağaca döndü, “çıplak dalların kırılmış. Seni en iyi ben anlıyorum. Yapraklarında küstü sana değil mi? Öyle olur, insan en çabuk değer verdikleri tarafından terk edilir. Sonra biri çıkar der ki, sonbaharın oyunu bı. Oysa sonbahara kanıp dalından düşen yaprak, rüzgarın oyuncağı olur. O yüzden havalar soğuduğu zaman, kendine gölge veren ağaçları herkes unutur.”
Aşk; psikolojinin satranç tahtasıdır! Her ne kadar mat olacağını bilse bile şahmış gibi davranır. Zihin hamlesi belli olmayan vezirdir ama piyonsuz vezir bir hiçtir! Duygular ise en şaşkın piyonlardır, bazen hata yapsa da, eninde sonunda doğruyu görür.
Bir katilin saplantılı iradesini alt edilecekse mantık, eylemlerini bir satranç misali sabırla çözmeliyiz. Bu hikâye de katil şah’sa, piyonları olmadan mat’a kafa tutamayacağını bilir. Zeki bir katil, stratejisini ne zaman ve nasıl kullanacağını sezer, esas gayenin kazanmak olduğunu unutup çıkar hesabı yapmaz. Sayı olarak üstün veya hamle olarak güçlü olduğunu keşfettiği anlarda
bile, pozisyonunu kaybetmeyi göze alamaz. Bütün planını dikkate alarak, hedefinden çok, piyonlarını nasıl yöneteceğine odaklanır.
Tıpkı, avını boğmadan evvel gövdesinin şeklini sarıp ezberleyen, piton gibi..
Bu dünyadaki en zor şey ne diye sorsalar? Beklemek derim Beklemek Hissetmesini beklemek. Görmesini beklemek. Bir gün gözlerimin taa içine bakmasını beklemek Bir gün bakar mı bana? Bir gün anlar mı içimdekileri diye diye, yaşamak
Birbirine yaklaştıkça uzaklaşan iki aşık biri dipsiz bir kuyu. Bu oyunda cirrus vezirmi şah mı kalacak. Yoksa mat mı olacak? Bu oyunun kurallarını ecemi kuracak yoksa kader baştan mı yazacak?
Ömür platformunda herkesin yeri bellidir ancak kimsenin hamlesini kimse bilemez
Hayat zalim bir öğretmen Derste kalanın notlarını değil, hayallerini kırıyor ki, bir daha hata yapmasın diye.
Kötülük asla ölmüyordu. Asla öldürülemiyordu. Sadece yeni bir yüze, yeni bir isme, yeni bir kimliğe, statüye bürünüyordu!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir