İçeriğe geç

Ölümün Gölgesi Yok Kitap Alıntıları – Adnan Binyazar

Adnan Binyazar kitaplarından Ölümün Gölgesi Yok kitap alıntıları sizlerle…

Ölümün Gölgesi Yok Kitap Alıntıları

“Hayat, önce dipdiri görünen, sonra solan bir çiçek…“
“İnsanoğlu, nice çabalarla edinilen onca mücevher bir yana, iki üç pul parçasını bile götüremiyor öte yana”
“İnsanoğlunun yapısında var bu; kendini savaştan uzak tuttuğunda bile akıtacak ‘kan’ buluyordu.”
“Benim hayatımda sevinçlerle sıkıntılar hep iç içedir; gülerken ağladığım, ağlarken güldüğüm çok olmuştur.”
“Sevgi beslediğimiz birine dünyanın lafını etsek, yine de, geride söylenecek çok söz kalıyor.”
“Aralarında sevgi yaratmışlarsa evde bir eşe kavuşmanın mutluluğu hiçbir duyguyla ölçülemez.”
Güzellik bakmasını bilenin gözündedir.
Gel bakalım karanlık, kimin içi daha gece.
Sevgi kökeninden dal vermişti.
Nereye gidersem sevdamı yanımda götürüyorum.
Yalnız kalınca, bu aptal aşıkligima gülerdim.
İçimize karamsarlık çöktüğünde acıyı daha şiddetli duyuyoruz.
Sevmek, insanoğlunun en yüce duygusuyken duyguca gelişmemiş toplumlarda sevmekten büyük suç yoktur.
Ben şiir sevmem; okumasını da yazmasını da,” diyenler;
“Hangi şairleri okudun da şiir sevmiyorsun?”
Bakmıyordum Bakamıyordum Bakmayacaktım! ..
Bir gün o baktı!
Kaşları hafif yay mıydı?
Gözleri anadan sürmeli miydi? Ceylan sekişli, salınış edalı mıydı?
Bahçeye girdiğinde; çiçekler selama mı duruyordu; mor menekşe boynunu eğiyor; gül, hicabından kızarıyor muydu?..
Her gün bu; düş, umut, çöküntü
Ertesi gün yine düş Yine umut Yine çöküntü

Sanki ıssızlığa atılmış bir kuş ölüsüydüm..

Güzellik, bakmasını bilenin gözündedir.
Sıcak bir oda, içinde kuru odunların çatırdayarak yandığı sac soba, sobanın üstünde cızırdayan çaydanlık
( )
Sıcacık bir odada kitap okumaktan başka bir özlemim yoktu.
Ölümün sinsi yüzüdür umut!
Yeter ki insan kıpırdasın; gülme krizlerine girsin, ağlama tufanına tutulsun, coşkudan delirsin

Kıpırdamadı mı kötü!

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kör ol, umut!
“Her uyanış, umuda gebedir.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yalnız kalınca, bu aptal aşıklığıma gülerdim.
Nereye gidersem sevdamı yanımda götürüyordum.
Sevgi beslediğimiz birine dünyanın lafını etsek, yine de, geride söylenecek çok söz kalıyor.
Sevmek, insanoğlunun en yüce duygusuyken duyguda gelişmemiş toplumlarda sevmekten büyük suç yoktur.
“İnsanı belirsizlik bunaltıyor; yoksa, beyin en dar durumlardan kendini kurtarmanın bir yolunu buluyor.”
“Onu geceleri benden çalan uykunun düşmanıydım ”
İnsanın zamanla alışamayacağı acı yoktur
Sevgi , insanı cesur kılar.
Sevmek insanoğlunun en yüce duygusuyken duyguca gelişmemiş toplumlarda sevmekten daha büyük bir suç yoktur .
Coşkusu yüreğiyle beyni arasında yolunu şaşırmış bir halktık ; coşkumuzun da nefretimizin de ölçüsü yoktu.
Ölüm çanı çalmaya görsün ; tükeniş , uçan kuşun kanadıyla yaklaşıyor!
Gel bakalım karanlık, kimin içi daha gece!
Üvey ana ya da baba, iyi de davransa ona her gün ziyafet de çekse “üvey” durumundaki çocuğun dünyasında her gün hangi duygu dağlarının yıkıldığını kimse bilemez.
Odaları avuç kadar bir evde yaşıyorduk ama yüreğimiz kırk odalı masal konaklarının, kırk birinci odasında atıyordu.
Kırk birinci odadaydı sevgi tapınağı
Güzelliğin, onu candan sevene görüneceğinin sırrına eren bendim!
Sevgi beslediğimiz birine dünyanın lafını etsek, yine de geride söylenecek çok söz kalıyor.
Hüzün güzelleştiriyor sizi.
Gözlerinizi karanlığa çevirince hüznünüzü herkesten gizleyebileceğinizi sanıyorsunuz. Bir hüzün, bir de sevgi Ne yaparsa yapsın, insan bu duygularını gizleyemiyor
Sanat, insanı doğaya egemen kılar.
Sesten çok etkileniyorum. Ses, kişiyi görünüşün güzelliğine götürüyor.
Yalnız kalınca, bu aptal aşıklığıma gülerdim.
Gülüşlerinin arasında parlayan kara gözleri, kar altındaki bu köyde söze dökülmemiş bir aşk öyküsü kadar güzeldi.
Nereye gidersem sevdamı yanımda götürüyordum.
Güzelliğin, onu candan sevene görüneceğinin sırrına eren bendim!
Gönül, yücelerde seyran eylersin
Bu dalıp gitmeler olmasa, acı, küle çevirir adamı!
Umuttan umudu kesince düşlere dalıyordum
Kör ol, umut!
Gün aydınlığının bereketiydi bakışları.
“Sevgi, kökeninden dal vermişti. Kendimi ne denli denetlesem, ders sırasında gözlerim gidip onun yüzünü buluyordu. Kendime geldiğimde suçüstü yakalanmış gibi irkiliyordum. Kadın duygu bekçisidir; saniyelik dalıp gitmeler kız öğrencilerin gözünden kaçmıyor, onlarca göz, ikimizin arasında mekik dokuyordu. İlginç bir sözü aktarırken, şiir dizelerinin etkisiyle coşkudan yüreğim havalanırken gözlerimin ışığı ona akıyordu.”

Çok genç bir öğretmenin ilk görev yeri. Gözlerini yüzünden alamadığı bu kızla evleniyorlar.
Ve o kız, sevgili karısı amansız bir hastalığa yakalanıyor görevli olarak geldiği Berlin’de
Tedavi başlıyor
Yazar, önünde günbegün eriyen karısının ellerinde eli, onun başucunda derin bir acıyla isyan ediyor hayata
Gözyaşlarıyla okuyacaksınız.
Adnan Binyazar, yoksulluklardan, acılardan fışkırmış bir usta yazar
Ağlamaktan utanmadan doya doya okuyun

Kendimi güneşin yerine koyuyor, ısınsın diye ışınla￾nmı en olmadık yerlerine gönderiyordum.
Romeo ve Ju/iefte, beni duy￾gu çarpmasına uğratan soru geliyor aklıma:
Düş değiLsen nesin?
GÜNAYDINLAR

Bu inançla uzun­
çalarları karıştırdım, o zamana dek hiçbir zaman şöyle
baştan sona rahatça dinleyemediğim Beethoven’ın Do￾kuzuncu Senfonisini pikaba koydum; bıkıp usanmadan,
gün gece yarısını bulana değin, üst üste dinledim.

Sıcacık bir
odada kitap okumaktan başka bir özlemim yoktu.
Odada, üstünde eski bir yatak olan
bir somya ile iki sandalyeden başka eşya yoktu. Yirmi beş
metrekarelik bu odada oturacak, yatacak, kitap okuya￾caktım.
O yanımdan ayrılınca tanrılar evinden
bir kul yaklaşmış, ‘Onun yüzünün aylasını,
görünmez iğnenin ucuyla gözünün iç köşesine
yazıyorum; o, sana emanetimizdir/ demişti.”
BİNBİR GECE MASALLARI
Her şeyin ilacı var da , acı çekmeyi önleyen bir ilaç yok! Sıkıntıdan kurtulmanın tek yolu , sıkıntıyı yaratan belayı ortadan kaldırmaktır. O da nasıl zor !
Çoşkusu yüregiyle beyni arasında yolunu şaşırmış bir halktık; çoşkumuzun da nefretimizin de ölçüsü yoktu
“Güzelliğin
olmadığı bir dünya dönse ne olur, dursa ne olur!
“K.ıpırdanış, canlılık belirtisi￾dir,” dedim içimden. Dilsiz dilimle söylendim durdum:
“Yeter ki insan kıpırdasın; gülme krizlerine girsin, ağla￾ma tufanına tutulsun, coşkudan delirsin Kıpırdamadı
mı kötü! Ölüm öyle mi geliyordu? .. Son bir kıpırdıyor￾sunuz ve katılaşıyorsunuz. Değişmez görünüşün don￾muş kalıbına girmektir bu! Görünüşte ne güleçlik, ne
yüz asıklığı, ne öfke, ne kin, ne arsızlık, ne ihanet, ne
mutluluk insana özgü ne varsa yok olup gidiyor ”
Baharın uçurtma uçurulacak hafif esintili bir günü.
Mahallenin çocukları, ellerinde uçurtmalar, Osmanba-
şı’na tırmanıyorlar. Henüz uçurtma yapacak yaşta deği￾lim ben. İpinden tuttuğum kırmızı balonumu dizlerime
vura vura onlara yetişmeye çabalıyorum. Git git, yol bit￾miyor. Adımlarım, beni varacağım yere tezce ulaştıracak
hızı kazanmamış daha. Uçurtmalılar, buluta ulaştı ulaşa￾caklar. Ben epeyce aşağılarda kalmışım. Nasıl oluyorsa
elimden kurtulan balon yükselmeye başlıyor. Balonun
ardından bakakalıyorum. Göğün bittiği yere gidip elim￾den kaçırdığım balonumu tutmayı kuruyorum. Bir yan￾dan da, balonun dönüp geleceği umuduna kapılarak ba­
şımı göğe dikip bekliyorum.
Şimdi bu hasta￾ne köşesinde sonbaharın gri göğü karanlığa bürünür￾ken acıdan kurumuş damarlarımızda ölümün soğuk eli
dolaşıyordu.
Hayat, “doğuş” sesiyle başlıyor, ölümün sessiz-

liğıyle sona eriyordu. Sessizliğin ortasında ölümün sesini
yalnızca eş ölümü yaşayan duyuyordu

Karısının ölümünü düşleyip acısına gözyaşı
uzun yol gemisinin kaptanı’ ben olmuştum. Bu hastane
köşesinde, gün gün sonsuz uykusuna yaklaşan eşimin
solgun yüzüne bakıyor, içinde “ölüm” yolcusu taşıyan kı­
rık bir takanın mecalsiz kürekçisi gibi, elimi uzatıp sev￾gilimi kurtaramayışın aczini duyuyordum.
Karısı bir gün, “Sen, yüreğimi güzelliklerle doldurdun,
dünyayı avcumun içine sığdırdın/’ demiş, onu dudaklar￾da eriyen öpücüklerle öpmüştü. Kaptan, o günden sonra,
okuduğu şiirlerde, söylediği şarkılarda, oynadığı oyunlar￾da hep o deniz mavisi öpücüğün tadını bulmuştu.
Çünkü mut￾luluklarının kaynağı, kendi içlerinde yarattıkları o “bü­
yük yalnızlıktı.
Şu yeryüzünde, kimse, yalnızlığın, “insanın kendisi
için kendini kazanma süreci”1 olduğunu, kaptanla karısı
kadar kavramış olamazdı.
Pencereye vuran ampul ışığını gün aydınlığı sanıp
dışarıya fırlamak isterken duyargalarını cama çarpan arı­
lar gibi, kovanımın yolunu bulamıyordum.
Hayat dediğin ne ki; yürüyen bir gölge,
bir zavallı kukla sahnede.
Bir saat boy gösterecek,
boyun kırıp gidecek!
W IL L IA M SH A K E SP E A R E
Sevgi de bendim, sevgiyi yaratan da.
Her uyanış, umuda gebedir.
İnsanı belirsizlik bunaltıyor; yoksa, beyin en dar durumlardan kendini kurtarmanın bir yolunu buluyor.
O günlerin töresi böyle idi; davranışta bedenin kuralları değil, töre nin kuralları egemendi. Sıcak kan damarda uğuldasa da, törelerin bedenler arasına ördüğü surlar aşılamıyordu
Onu geceleri benden çalan uykunun düşmanıydım
Ellerinin aklığı yüreğimi ısıtırdı. O zamanlar, duygular bugünkü gibi değer yitimine uğramamıştı; öyle vara yoğa öpüşler dönemi başlamamıştı daha. Bakışlarımızın çakışması yeterdi; gözlerimizle kucaklaşırdık, öpüşürdük.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir