İçeriğe geç

Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir Kitap Alıntıları – Alberto Manguel

Alberto Manguel kitaplarından Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir kitap alıntıları sizlerle…

Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir Kitap Alıntıları

“Bir Tanpınar’ın gördüğü şehirler var, bir de benim gördüğüm şehirler, aynı ama farklılar. Bir bugünün capcanlı, bariz çatışmaları var, bir de Türk geçmişinin yaşayan-ölü hikayelerinin karmaşık dip akıntıları.”
“Yaşamanın taraf tutmak olduğuna inanırım. Gerçekten yaşayanlar vatandaş olmaktan ve partizan olmaktan kaçınamaz. Umursamazlık ve duyarsızlık asalaklıktır, yaşam değil sapkınlıktır.”
| Gramsci
“1396’da Ulu Cani’nin inşaatında çalışan Karagöz ile Hacivat, zaman zaman iş arkadaşları için doğaçlama komik skeçler yaparmış. Çalışanlar bu skeçlere çok rağbet gösterir, durup onların komikliklerini seyreder, bu arada caminin İnşaatı da yavaşlarmış. Sultan duyunca, hayret verici bir mizah yoksunluğu sergileyerek iki adamı da ölüme mahkum etmiş.”
“Toplumlarımızın filozof ve şairler tarafından kurulduğunu farz ediyoruz ama yeni bir yerleşime ilk gelenler her zaman tacirler olmuştur.”
“Beklemek ayrıca bir direniş eylemi de olabilir.”
“Cennet ödülüyle de Cehennem tehdidi ile de hareket etmeyen gerçek müminler gibi, bütünüyle bekleyen kişi asla boşuna beklemez: Bu beklemede henüz gerçekleşmemiş olana dair hiçbir umut yoktur. Tek var olan bekleme eylemidir ki o da bu durumda “olma” eylemine tamamen denk hale gelir.”
“İspanyolcada, İtalyancada beklemek fiili “ummak” fiili ile aynı etimolojik kökten gelir. Fakat en saf biçiminde beklemede umut yoktur: Birini ya da bir şeyi beklemezsiniz. kurtarılma umudu olmadan beklersiniz. Mutlak şekilde beklemek, neyi bekliyor olabileceğinizi düşünmeksizin beklemek: bu bir tür mükemmelliktir.
“Okumak, ister kelimelerle olsun ister imgeler, ister manzaralar, her zaman yorumlamak demektir.”
“Neyin kopya neyin özgün olduğu, hangisini önce keşfettiğimize bağlıdır.”
17. yüzyıl Seyyahı Evliya Çelebi Bursa çeşmelerini uzun uzun tasvir ettikten sonra şu sonuca varır:
“Velhasıl, Bursa sudan ibarettir.”
Yüzyıllar sonra 1949 Nisan’ında Yunanistan’daki askeri diktatörlükdan kaçan Yorgo Seferis, “Bursa’da su gölgede süzülür, güneşte ışıldar, akar ve fısıldar; aşk geri döner.” diye yazmıştır Bir Şairin Günlüğü’nde.
Arkeologlar 1950’lerde burada büyük bir höyüğü, eski bir insan yerleşimi olarak saptamışlardı: Kazdıklarında 9000 yıllık bir yerleşim keşfettiler, Bugüne kadar bilinenlerin en eskisi.
“Konya’nın kendisi bir hattatın eseri sanki.”
Konya’daki Mevlana Müzesi, Mevlana tasavvufunun çehrelerini gösteren 18 odadan oluşuyor. 18, Mevlana müritlerine göre, tasavvufta kutsal bir sayı, çünkü Tanrı 18.000 alem yaratmıştır ve Mevlana’nın kitabı 18 bölüme ayrılır.
Mistisizm bir mahrem ve sezgisel deneyim meselesidir. Sadece inananlar inanır.
“Neden daha fazlasını arayayım?
Ben onunla aynıyım.
Varlığı dudaklarımdan konuşuyor.
Ben onu aramıyorum.
Kendimi arıyorum.”
“Gönlünüz her an neşeli olsun, çünkü gönül kederli olunca ruh da körleşir.”
Sahip Ata külliyesinde Fahrettin’in oğullarının türbeleri bulunuyor. Öldürüldüklerinde Fahrettin mimara demiş ki: “acımın duvarlarda okunabileceği bir yer yap.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Mumyalamak bizi çürümeden koruyabilir ama hırsızlıktan korumaz.”
“Kesintisiz bir mavi ufuk Konya’yı ve etrafındaki araziyi kusursuz bir çember şeklinde çevreliyor. Şehir neredeyse tüm yıl boyunca tozu ve pusu toplayan çukur bir kâse gibi, ancak her yanında buğday ve pancar yetiştirilen bereketli topraklar uzanıyor.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Erzurum’dayken Abdurrahman Gazi’nin türbesini görmeyen, buraya bir daha gelmek zorundaymış. Ziyaret etmemeye karar veriyorum.”
“Türkünün özel bir melankolisi var, belki de, diyorum kendime, Troya Savaşı sırasında nostaljik Grek askerleri tarafından söylenen şarkıdan farklı değil.”
Hikaye anlatıcı: Ayı avlamaya gittim. Ateş ettim ama ıska geçtim. Bana doğru ilerledi. Bir köprüye doğru koştum. Orada bir başka ayı vardı, ona da ateş ettim, gene ıska geçtim. O da bana doğru geldi.
Dinleyici: Sonra ne oldu?
Hikaye anlatıcı: Ayılar saldırıp beni öldürdüler.
Dinleyici: Ama hâlâ hayattasın.
Hikaye anlatıcı: Sen buna yaşamak mı diyorsun?
Muhammed bin Süleyman el-Cezuli’nin 14. Yüzyılda yazdığı Kara Davud adlı fantastik roman.
Soruyorum: “Cuma pazarı nerede?”
Cevap veriyor: “Salı pazarının yanında.”
“Ben bugünkü yerleri ziyaret ediyorum ama çoğunlukla geçmişi görüyorum.”
“İklim değişikliği lafını duymamış gibi görünen yerler var.”
“Bir sonuç: Erzurum içindeki sokaklarda bazen bir evin dışında bırakılmış ayakkabılar görüyorum. Diyorlar ki biri ölünce ölen kişinin ayakkabıları, geçen herhangi birinin alması için bir armağan olarak evin dışına bırakılırmış. Böylece hayaletler dünyada gezinmekten vazgeçermiş.”
“Okurken, maceraya derhal atılırsın; yürürken, oraya gidene kadar beklemen gerekir ve sonra hiçbir şey olmayabilir.”
“Beklemek ve yürümek, Erzurum’daki sembolik varoluşsal edimler gibidir.”
“Soba bir mobilyadır, mangal ise yaşayan bir ruh”
2000 metre üstünde, yüce dağların kışkırttığı muazzam bir düzlük.
Hayaletler şehri olarak İstanbul, paylaşılmış melankoli olarak İstanbul, ikiz olarak İstanbul, ufalanmış binaların ve tayf minarelerin Siyah-beyaz imajları olarak İstanbul, yüksek pencereler ve balkonlardan görülmüş labirent benzeri sokakların İstanbul’u, Ali’nin kamerasının gözüyle incelenmiş kapılar arkasındaki İstanbul, yabancıların arzusuyla icat edilmiş İstanbul, ilk aşkların ve cenaze törenlerinin İstanbul’u: sonunda, bütün bu tanımlama çabaları kendi portresi olarak İstanbul halini alıyor. Belki de büyükbabamın gördüğü buydu.
Kopernikus’a rağmen, her birimiz kendi şehrini, çevresindeki dünyanın merkezinde diye hayal eder.
Bütün mutlu şehirler birbirine benzer ama her melankolik şehrin melankolisi kendine özgüdür…
Orhan Pamuk’a göre İstanbul’un melankolisi hüzündür.
Bir şehirde her zaman bir ziyaretçi olarak bana o şehrin sakinlerinin kimliklerine dair ipucu veren bir şey vardır: Genellikle bir kütüphane. İstanbul’da bu, boğazı geçmek olacakmış gibi görünüyor.
Tanpınar’a göre “hakiki” İstanbul:
Beyoğlu semti
Üsküdar semti
Erenköy civarı
Bentler civarı (koruma alanı, piknik için)
Çekmece civarı (yerleşim)
Heybeliada
Şehzadebaşı
Çamlıca tepesi
“Zaman, zevkimizi hemen hemen her şeyde yumuşatır.”
“Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?

Değil,
Vallahi değil;
Bir iş var bu işin içinde.”
| Orhan Veli

Benim için İstanbul bir gözler şehri: Mavi gözün nazara karşı olduğu varsayılır, hevesli turistler için Çin’de tasarlanmıştır; Türk bayrağının hilalinden bakan yıldız şeklinde göz; Gözlükçü dükkanlarında havada asılı duran, Muhteşem Gatsby’yi hatırlatan çerçeveli gözler; şehre tepeden bakan, küçümseyici ama koruyucu ruhlar gibi dolaşan sıska kedilerin safir rengi gözleri. Hepsinden öte, size bakmaktan, sizinle göz göze gelmekten, sanki aklınızı çelecekmiş gibi size gözünü dikmekten çekinmeyen çoğu Türk erkeği ve kadınının büyük, derin, uzun kirpikli siyah gözleri.
Bir yanda Asya, Avrupa öbür yanda
Ve orada, önünde, İstanbul!
Ankara, birbirine rengarenk ipliklerin karmaşık sonsuzluğu ile bağlanmış olan bir çağlar ve tarzlar düğümü. Aynı zamanda bilmecelerle dolu bir şehir.
Şehirler mecazi kimlikler edinirler: Oyunbaz ve çocuk gibi olan şehirler vardır (Sidney, Salzburg, San Francisco), Bir babalık (Hamburg, Torino, Madrid) Ya da annelik hissi yaratanlar (Venedik, Lima, Krakow)… Kimileri ise hiçbir aşina imaj uyandırmaz (Taipei, Los Angeles, Tokyo). Ankara baba gibi bir şehirdir ama belli bir otoriter mesafe koyar.
Ankara Türkiye’de ziyaret ettiğim yerlerin en ketumu, en sınırları belli olmayanı, merakıma karşı en nüfuz edilmezi.
“Birinci Dünya Savaşı sırasında yerli erkeklerin çoğu öldü, kadınlar dul kaldı. Tek başına kalan dulların gururunu incitmemek için evli kadınlar kocalarının yanı sıra değil de birkaç adım arkasında yürümeye karar vermişler.”
“Bense, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, ama öte yandan moda (başörtüsü ve eteklerin boyu) ve gastronomi (neyi yemeli, neyi yememeli) gibi önemsiz dünyevi şeylerle ilgilenen ve O’na ilişkin aptalca şakalardan alınan bir Tanrı’ya inancı acayip buluyorum.”
Sekizinci yüzyılda Sufi üstadı Hasan-I Basri dünyanın renkli bir yılana benzediğini , görünüşünün güzel ama ısırığının zehirli olduğunu ve Tanrı’nın dünyadan , yaratıldı yaratılalı ona bir bakış bile atmayı reddedecek kadar nefret ettiğini söylemişti.
Erzurum’da bir ihmal estetiği var gibi: Kırılmış ya da düşmüş olanı bırak ve enkaz üzerine inşa et.
Yabancı olmak ve yabancı olduğumun da bilincinde olmak gözlem eylemimde neredeyse kendiliğinden bir yaratıcı nitelik geliştiriyor.
Bense , her şeye gücü yeten her şeyi bilen ama öte yandan moda (başörtüsü ve eteklerin boyu) ve gastronomi (neyi yemeli/yememeli) gibi önemsiz dünyevi şeylerle ilgilenen ve O’na ilişkin şakalardan alınan bir Tanrı’ya inancı acayip buluyorum.
Ağaçlar ve çeşmeler. Bir yabancı için Bursa sadece yeşil değil, gümüşidir de. Taşlar parıldar.
Yürümeyi hep sevmişimdir. Başlangıçta, çocukken, bir yere ulaşmak için yürürdüm. Bana yolun sonunda bir şey vaat edildiği için yürürdüm, kumların kıyısında bir deniz, tepenin zirvesinde bir hikaye.
”Benim işim, ” dedi, ”insanların en kıymetli hazinelerinin kalbinin bir kez daha çarpmasını sağlamaya hizmet eder. ”
Biz Tarih’in bir nedenler ve sonuçlar silsilesi olduğunu ve olayların net bir kronolojik düzen içinde meydana geldiğini kabul ediyoruz. Ama ya Tarih bağımsız olaylardan, birbirleriyle bağlantısı olmayan olaylardan, bizim her şeyin görünürdeki mantığıyla teselli bulmak için bir anlatı halinde dokunduğumuz olaylardan ibaretse?
Ankara’ya karakterini veren belki de politikadır. İnsan etkinliklerinin en ikiyüzlüsü, en gelip geçici, en az insani olanı.
Birini sevmek o kişi olmaktır.
Kendi kederini hissetmek için gittiğin yer
Doktora neresinin ağrıdığını gösteremeyen, ancak canı acıyan bir hasta gibiydim.
Türklerin tıpkı Buenos Aires’den bildiğim insanlar gibi davrandıklarını görüyorum:sözde kadın haklarını desteklemelerine rağmen inatla ataerkil, yemeğe düşkün ve bu konuda cömert, aile bağlarına kaygıyla tutunan ama daima onlardan sikayet eden, polise güvenmeyen ve askeriye konusunda temkinli, kalben ve zihnen kimsenin tam olarak tanimlayamayacagı bir kimliğe sahip olduğuna kani
Dünya imajımız hep parçalanmıştır, çarpıktır, bulanıktır.
Tıpkı bir kitabın içeriğini hacmi ve kapağıyla ilan etmesi gibi, mimari yapılar da kullanım özelliklerini sezdirebilmeli.
Okumak, ister kelimelerle olsun ister imgeler, ister manzaralar, her zaman yorumlamak demektir.
Yerler orada olduğunu hayal ettiğimiz şeylerle kutsal hale gelir
Belki de ölümle dost olarak karanlık korkumuzu bir tür kutlamaya, deneyimlemiş olduklarımıza dair bir sevince dönüştürüyoruzdur. Bu da hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamanın bir biçimi.
Okumak, ister kelimelerle olsun, ister imgeler, ister manzaralar her zaman yorumlamak demektir.
Bütün mutlu şehirler birbirine benzer ama her melankolik şehrin melankolisi kendine özgüdür.

Orhan Pamuk’a göre, Istanbul’un melankolisi hüzündür. Arapça kökü derin bir ruhsal kayıp duygusu, ama aynı zamanda hayata umutla bakış anlamına gelen Türkçe bir kelime; bu yüzden de olumsuz olduğu kadar olumlu bulunan bir duygu.

Istanbul hep başka bir ayartma sunar gibi, bir başka kahve veya çayhane, bir başka eğlence.
Harry Potter’ın (ona göre) Türk eşdeğerini tavsiye ediyor: Muhammed bin Süleyman El-Cezuli’nin yazdığı Kara Davud adlı bir 14.yy.fantastik romanı.
Okumak,ister kelimelerle olsun ister imgeler,ister manzaralar,her zaman yorumlamak demektir.
Dolayısıyla hüzün aranan bir durumdur ve acı çeken kimseye bu ıstırabı veren aslında hüznünün varlığı değil, yokluğudur.
Orhan Pamuk’a göre, İstanbul’un melankolisi hüzündür. Arapça kökü derin bir ruhsal kayıp duygusu, aynı zamanda hayata umutla bakış anlamına gelen Türkçe bir kelime; bu yüzden olumsuz olduğu kadar olumlu bulunun bir duygu
Konyada:

Yakındaki bir kafe alafranga kahve ve kruvasan satıyor. 1529’da hilalli Türk sancaklarnnın şehrin kapılarından çekilişinin şerefine Viyanalı fırıncılar tarafından yaratılmış olan kruvasanlar, şimdi geçmişin mağlupları tarafından satılıyor. Küresel pazarın mucizeleri

“En iyisi bırakalım hatıralar içimizde konuşacakları saati kendiliklerinden seçsinler.”
Atatürk 5 Mart 1923’te şu notu düşmüş: Tarihi yapan akıl, mantık, muhakeme değil, belki bunlardan ziyade hissiyattır.
Henüz gençken Arjantin’de diplomasi hayatına başlayan babam, Atatürk’e ve taktiklerine hayrandı, kütüphanesinde Atatürk’ün konuşmalarından (İspanyolcaya çevrilmiş) bir koleksiyonu vardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir