İçeriğe geç

Yani Rüzgar Her Şeyi Alıp Götürmeyecek Kitap Alıntıları – Richard Brautigan

Richard Brautigan kitaplarından Yani Rüzgar Her Şeyi Alıp Götürmeyecek kitap alıntıları sizlerle…

Yani Rüzgar Her Şeyi Alıp Götürmeyecek Kitap Alıntıları

Birbirlerine bir şey dediklerinde her zaman Anne ya da Baba diye seslenirlerdi. Birbirleriyle konuşarak fazla zaman geçirmezlerdi. Beraber o kadar çok zaman geçirmişlerdi ki herhalde söylenecek fazla bir şey yoktu.
Eski mobilyaların bir geçmişleri olduğu halde yeni mobilyaların hiçbir kişiliği yoktur. Yeni mobilyalar her zaman suskundur ama eski mobilyalar neredeyse konuşabilirler.
Bu hayatta insanların başına hatırlamak bile istemedikleri birçok kötü şey gelir, bu yüzden taşınır ve evlerinin yanması gibi tatsız şeyleri unutabilecekleri başka yerlerde yaşamaya çalışırlar. Her şeye yeniden başlayıp, iyi anılar yaratırlar.
Siz orospu çocuklarının hepinizin bisikletleri var! Bir gün benim de bir bisikletim olacak!
Uzaktan uzağa ondan hoşlanırdım, ama aynı gezegeni paylaştığımızdan bile haberdar olmadığı konusunda güçlü bir hissim vardı.
Orospu çocukları hep yıldızlara mı bakar, anne?
Belki de İsa resmi duvardaki çatlağı örtüyordu.
Biz hiçbir yere gitmezken bütün o insanların değişik yerlere gidip gelmeleri tuhaftı.
Balıklar oltaya gelmiyorlar, ama umurumda bile değil.
Karatavuklar, güneyden esen sıcak rüzgârdan dolayı sıkıntılı bir bitkinlik hissi taşıyan yaz akşamüstlerinde daktiloya vurulan hüzünlü ünlem işaretleri gibi haykırıyorlar.
O zamanlar, giymeye zorlandığım o alay edilecek kadar
eskimiş tenis ayakkabılarının anlamıyla, Devlet yardımı
aldığımız ve Devlet yardımının da, doğası gereği, bir çocuğun
gurur duyması için verilmediği gerçeği arasında ilişki
kuramayacak kadar genç ve saftım.
Yağmurun patırtısı birkaç ay içinde güzel, yemyeşil bir bahar getirecekti ama ben görmek için orada olamayacaktım.
İnsanlar neden iyi vakit geçirmesindi ki? Savaş neredeyse bitmişti. Savaştan bıkmıştık artık. Bazen elma ağacına tırmanıp sessizce ağlıyordum.
Erken bir ölüme dair çocuksu düşünceler zihnimde dolaşmaya devam etti; belki de soyulmaya demeliyim, bir soğanı katman katman soyarsın da gözlerine yaşlar dolar, en sonunda soğan küçülür, hepsi soyulup biter ve kesersin ağlamayı ya, işte öyle.
Sonsuzun boyutlarını tam anlamıyla bilmiyordum, ama Noel’i beklediğimiz süreden daha uzun olduğunu biliyordum.
Hayattaysan ve saklambaç oynuyorsan cenaze arabasının arkası iyi bir saklanma yeri olurdu. Tüm o çiçeklerin arasında seni kimse bulamazdı.
Çocuğun hiç arkadaşı yok muydu? Tanrım, zavallı çocuk, diye düşündüm, tek bir arkadaşı bile yok. Oynayacak kimsesi olmayan bir çocuğu kafamda canlandırabiliyordum. İki kez ürperdim: Birincisi çocuk ölü olduğundan, ikincisi de hiç arkadaşı olmadığından.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir cenaze evinde sucuklu yumurtanın tadının nasıl olacağını merak ettim. Orada dondurma yemenin ne kadar zor olacağını düşündüm. Sıcak bir gün olsa bile orada dondurmanın erimesi gibi büyük bir sorun olmayacaktı.
Altı yaşındaydı ve çok soğuk elleri vardı. Cenaze evinde yaşamak insanın soğuk elleri olmasına yol açıyordu herhalde.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Keşke acısaydı, dedi. Ama acımıyor. Tanrım, keşke acısaydı.
Eğer bir çocuk bir şeyden hoşlanmıyorsa, yetişkinler çocuğun sonsuza kadar onu yapmasına izin vereceklerdir, ama eğer çocuk ondan hoşlanıyorsa
Onun bira şişelerini toplamak iyi bir fikirdi. Güneşe bakmaktan çok daha iyi.
Keşke acısaydı dedi. Ama acımıyor. Of, Tanrım, keşke acısaydı.
Acımaya başlamazsa öleceğim.
Garaja ihtiyacımız yoktu, çünkü araba alamayacak kadar yoksulduk ama odunluğu kullanacak kadar zengindik.
Tenis ayakkabılarının hışırının çıkması ve yenisini alacak paramız olmaması hiç hoşuma gitmez. Kötü bir şey yapmışım da cezalandırılıyormuşum gibi hissederim hep.
Daha iyi bir çocuk olmalıyım!
Tanrı beni böyle cezalandırıyordu: Bana boku yemiş tenis ayakkabıları giydiriyordu ki kendi ayaklarıma bakmaktan bile utanayım.
Giymeye zorlandığım gülünç derecede ölüsü çıkmış tenis ayakkabılarının anlamı ile sosyal yardım aldığımız ve sosyal yardımın bir çocuğa varlığıyla gurur duyduracak imkânlar sunmak üzere tasarlanmadığı gerçeği arasında bağlantı kuramayacak kadar genç ve naiftim o zamanlar.
Geçmişe takılıp şimdiki zamandaki bacağımı kırmak ve böylece gelecekte sakat kalmak istemiyordum.
Gidip yardım getireceğim. İyileşeceksin.” dedim. Rüyalarımdaki o şey vardı ya? diyerek beni durdurduğunda henüz koşmaya başlamıştım.

Evet.” dedim.

Şimdi onu asla göremeyeceğim.” dedi.

Cenaze arabasında o kadar çok çiçek vardı ki o zamandan beri çiçekler bana hep bir huzursuzluk hissi verirler. Çiçekleri severim ama bazen onlarla aynı yerde bulunmaktan rahatsız olurum. Bu hissin kontrolden çıkmasına asla izin vermedim ama 1940 yılındaki ilk cenazemi izlediğim o sabahtan beri var bu bende.
Yeni mobilyanın hiç karakteri yoktur ama eski mobilyanın daima bir geçmişi vardır. Yeni mobilya daima dilsizdir, ama eski mobilya neredeyse konuşabilir. Görüp geçirdiği iyi ve kötü günleri anlattığını duyabilirsiniz adeta.
Hayatın hiç çözülemeyecek birçok gizi vardır.
Geçmişe takılıp şimdiki zamandaki bacağımı kırmak ve böyle gelecekte sakat kalmak istemiyordum.
Gerçekten aptalca ve gereksiz bir şeydi ama kimi zaman insanlar aptalca ve gereksiz şeyler yapar. Kendilerine engel olamazlar. Çoğunlukla bilinmez güçlerin insafına kalmışlardır.
Öylece bekliyorum ve bu da beklemenin en az diğerleri kadar iyi bir yolu; çünkü beklemek sadece beklemektir.
Yani sinsiydim elbette, ama o tür bir sinsi değildim. Sinsilik etmenin hayalini kurardım sadece.
Tanrı beni böyle cezalandırıyordu: Bana boku yemiş tenis ayakkabıları giydiriyordu ki kendi ayaklarıma bakmaktan bile utanayım.
Güneşin aksi önümdeki suda parıldıyor, bu yüzden başımı diğer yana çevirmek zorundayım. Ne zaman güneşe baksam, rüzgârın önüne kattığı yüzlerce lunapark treni desenli ışıl ışıl bir yatak örtüsü misali yansımasını görüyorum.
Güneşte hiç tazelik yok.
Öylece bekliyorum ve bu da beklemenin en az diğerleri kadar iyi bir yolu; çünkü beklemek sadece beklemektir.
Mobilyaları benim on iki yıl boyunca birlikte yaşadığım mobilyaların kopyasıydı. Yeni mobilyaların hiçbir karakteri yoktur ama eski mobilyanın daima bir geçmişi vardır. Yeni mobilya daima dilsizdir, ama eski mobilya neredeyse konuşabilir. Görüp geçirdiği iyi ve kötü günleri anlattığını duyabilirsiniz adeta.
Her şey yağmurlu kış kokuyordu.
“Bir şeyden korkuyorum ama ne olduğunu bilmiyorum. Sürekli canımı sıkıyor. Bazen ne olduğunu anlamaya çok yaklaşıyorum ama tam onu görecek gibi olduğumda solup kayboluyor ve ne olduğunu düşünerek bir başıma kalakalıyorum.”
Kabul etmek gerek: Gündelik işler yapmayı sevmeyen bir çocuktum. Kendimle iş arasında olabildiğince çok mesafe koymaya çalışıyordum. Tembel olduğumu sanmıyorum, çünkü başka bir sürü şey yapıyordum ama onlar hep yapmak istediğim şeylerdi ve değerlerimden ödün vermemeye çalışıyordum.
Para tıpkı kadın gibi eski ve buruşuktu. Çok uzun zamandır onda olmalıydı. Belki ölü kocasını düşlerken bu paranın üzerinde uyuyordu. Yaşlılar bunu yapar: paralarının üzerinde uyur, binlerce George Washington ve Abraham Lincoln üzerinde horlarlar.
Bunu hangisinin diğerine önce söylediğini, yüzlerindeki ifadenin ne olduğunu ve bir sonra söyledikleri şeyin ne olduğunu merak ediyorum. O kelimelerin ne olduğunu hayal etmeye çalıştım ama yapamadım çünkü ben ne söyleneceğini bilmezdim.
Belki de onu düşündüğümden daha sık düşünmeliyim. Aslına bakarsanız bu onu yıllardır, belki de daha uzun zamandır, düşündüğüm çok az zamandan biri.
İnsanlara, özellikle de çocuklara karşı daha iyi olmaya ant içtim. Hemen o gün, enerjimi bir sürü yeni arkadaş edinme ve eski arkadaşlıklarımı hemen yenileyip canlandırma yoluna adamaya başlayacaktım. Hiçbir şekilde sonumun, cenazesinde yetişkinlerden başka kimse bulunmayan o zavallı talihsiz çocuk gibi olmasını istemiyordum.
Hasta bir anne haber değeri olan bir konudur.
Sanırım bir cenaze evinde yaşamak soğuk eller bahşediyordu insana.
İnsanlar, beş yaşında birinin iyi uyuyup uyumadığıyla hiçbir zaman dilimi boyunca gerçekten ilgilenmezIer ve bana da olan buydu.
Cenaze arabasında o kadar çok çiçek vardı ki o zamandan beri çiçekler baha hep bir huzursuzluk hissi verirler. Çiçekleri severim ama bazen onlarla aynı yerde bulunmaktan rahatsız olurum.
Çocukken diğer çocukların ölmesini ilginç bulurdum. Ürkütücü konulara aşın ilgi duyan bir çocuk olduğum şüphesizdi ve ne zaman bir çocuk ölse, bu, tartışmacı merakımın kıvılcımlarını ateşlerdi.
Ben sadece bekliyorum ve bu bekleme yolu herhangi bir bekleme yolu kadar iyidir, çünkü ne de olsa beklemek beklemektir.
Bir şeyden korkuyorum, ama ne olduğunu bilmiyorum. Beni sürekli rahatsız ediyor. Bazen ne olduğunu bilmeye çok yaklaşıyorum, ama sonra tam görecekken, kayboluyor ve ben ne olduğunu düşünerek tek başıma kalakalıyorum.
kulağım artık var olmayan bir evin duvarına dayanmış gibi geçmişe dayalı.
Yetişkinler çocukların yaptığı şeylere karışmayı hep sevmiştir, yeter ki çocuğun yapmayı sevmediği bir şey olmasın. Çocuk yapmayı sevmiyorsa, yetişkinler onu sonsuza dek yapmasına izin verirler, ama çocuk yapmayı seviyorsa
Giymeye zorlandığım gülünç derecede ölüsü çıkmış tenis ayakkabılarının anlamı ile sosyal yardım aldığımız ve sosyal yardımın bir çocuğa varlığıyla gurur duyduracak imkanlar sunmak üzere tasarlanmadığı gerçeği arasında bağlantı kuramayacak kadar genç be naiftim o zamanlar.
O öğleden sonra, toprağın birkaç kısa gün içinde başka bir mezar haline gelmek için beklediğini bilemezdim. Kurşunu havada yakalayıp 22’lik tüfeğin namlusuna geri koyamamam, onun namludan aşağı kayıp yatağına yerleşmemesi, kovanına yeniden tutunup sanki hiç ateşlenmemiş ve hatta o silaha hiç doldurulmamış gibi olamaması çok kötü.
O zamanlar, bir takvime baktığımda sık sık zamanın coğrafyasında kaybolduğunu ama yine de bunu umursamadığını düşünürdüm. Çok geçmeden kendimi de onun gibi bulacağımdan pek haberim yoktu.
Dünyadaki en kötü şey, benim ölmem ve onun cenazeme katılmaması olurdu herhalde.
Telefonumu vereyim mi?
Ver. Benimki vardır herhalde sende.
Ararsam kedin çıkmaz umarım telefona
parmaklar küçüktür ve piyano için müsait değildir
ama sigarayla uyumludur
Keşke acısaydı. dedi.
Ama acımıyor. Tanrım, keşke acısaydı.
“Keşke acısaydı,” dedi. “Ama acımıyor. Of, Tanrım, keşke acısaydı.”

“Acımaya başlamazsa öleceğim.”

Hep, kötü bir şey yapmışım da bunun için cezalandırılıyormuşum gibi hissederdim.
Geçmişe takılıp şimdiki zamandaki bacağımı kırmak ve böylece gelecekte sakat kalmak istemiyordum.
Ben sadece bekliyorum ve bu bekleme yolu herhangi bir bekleme yolu kadar iyidir, çünkü ne de olsa beklemek beklemektir./
Keşke acısaydı, dedi. Ama acımıyor. Tanrım, keşke acısaydı. !
Bazı adamlar çok bira içtiklerinde şişmanlarlar. Diğerleri de, kemikleri kurumuş yabani otlan anımsatmaya başlayıncaya kadar zayıflarlar.
Keşke acısaydı, dedi. Ama acımıyor. Tanrım, keşke acısaydı.
Geçmişe takılıp şimdiki zamandaki bacağımı kırmak ve böylece gelecekte sakat kalmak istemiyordum.
Dünyadaki en kötü şey, benim ölmem ve onun cenazeme katılmaması olurdu herhalde
Ben sadece bekliyorum ve bu bekleme yolu herhangi bir bekleme yolu kadar iyidir, çünkü ne de olsa beklemek beklemektir.
Televizyon Amerika’nın hayal gücünü sakat bırakmadan, insanları eve kapatmadan ve onurlu bir şekilde kendi fantezilerini yaşamaktan uzaklaştırmadan önce, İkinci Dünya Savaşı sonrasının gotik döneminde mutlu mesut işleyen bir masala benziyordu.
Hep, kötü bir şey yapmışım da bunun için cezalandırılıyormuşum gibi hissederdim.
Küçük tabutu cenaze arabasının arkasına koyup etrafına
onu tamamen yutarmış gibi görünen çelenk ve çiçek buketleri
yerleştirdiler. Eğer yaşıyor ve saklambaç oynuyor olsaydınız,
cenaze arabasının arkası, saklanmak için iyi bir yer olurdu. O
kadar çiçeğin içinde sizi kimse bulamazdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir