İçeriğe geç

Gestalt Terapi Kitap Alıntıları – Ceylan Daş

Ceylan Daş kitaplarından Gestalt Terapi kitap alıntıları sizlerle…

Gestalt Terapi Kitap Alıntıları

Kişi ile çevre arasındaki dengenin bozulmasının en temel nedeni, kişinin ve toplumun ihtiyaçlarının birbirinden farklılaşması ve bu durumda kişinin kendi ihtiyaçlarının mı yoksa toplumun ihtiyaçlarının mı daha önemli olduğunu ayırt edememesidir. 28)
“Ben kendi işime bakarım, sen de kendi işine bak.
Ben bu dünyaya senin beklentilerini yerine getirmek için gelmedim.
Sen de benim beklentilerimi yerine getirmek için gelmedin.
Sen sensin ve ben benim.
Eğer tesadüf eseri olarak birbirimizi bulursak bu çok güzel olur Ama bulamazsak yapılacak hiçbir şey yok.”
Shub (1994a:4) ise farkında olmayı patlamaya hazırlanan bir yanardağ benzetmesiyle şöyle açıklamıştır: Basınç arttığında sıcak lavlar kaynamaya ve çatlaklar açılmaya başlar, lavlar yukarı doğru fışkırır, etrafı duman kaplar ve havanın, toprağın ve denizin ısısı değişir. Farkına varma sürecinde de kişi önce bazı şeyleri sezmeye başlar, bu sezgileri giderek belirginleşir, sadece bilişsel olarak değil, duygularıyla ve bedeniyle de bir şeyler yaşamaya başlar ve sonuçta bunlar yeni bir bilgi, yeni bir anlayış, yeni bir bakış açısı şeklinde açığa çıkarlar. Aynı, yanardağın patlamasından sonra manzaranın değişmesi gibi farkında olan kişi için de artık farklı bir manzara söz konusudur. Kişi önceki yaşantılarını farklı bir biçimde anlamlandırmaya başlar. Aynı, sıcak lavların çevresini çok ısıtması ve yakması gibi, farkına varılan bazı şeyler kişinin rahatsız ve mutsuz olmasına ya da acı çekmesine yol açabilir. Bununla birlikte kişi, farkında olduklarını bütünleştirip yeniden organize ettikçe, farklı seçeneklerin olduğunu gördükçe ve seçimlerini değiştirdikçe farkına varılanlar neşe, farklılık, heyecan ve yenilik getirir.
“Kendini gerçekleştirme pek çok kişinin zannettiği gibi kişinin genel geçer doğrulara göre en mükemmel özelliklere sahip olması değil, kişinin mevcut özelliklerini ve potansiyellerini en iyi şekilde kullanır hale gelmesi demektir. Örneğin kendini gerçekleştiren kişi en güzel, en başarılı, en çalışkan ya da statüsü en yüksek olan kişi değildir. Kendini gerçekleştiren kişi kendini olduğu gibi kabul eder. Kendi özelliklerinin, becerilerinin, yeteneklerinin ve isteklerinin farkındadır. Belki en güzel değildir ama hangi yönlerinin güzel olduğunu bilir. Belki her konuda en başarılı değildir ama başarılı olduğu konularda çok iyidir ve başarılarının tadını çıkarabilir.”
Farkındalık kişinin her sıkıntıya düştüğü anda başvurabileceği ve sıkıntılarının kaynağına ulaşabileceği bir “iç” deniz gibidir. Bazen çok zor gelse de bu denizde yapılan her yolculuğun serinletici ve canlandırıcı bir etkisi olur. Yolculuk sırasında fark edilmesi gereken en önemli konu ihtiyaçlardır. Kişi ihtiyaçlarının ne kadar çok farkında olur, ne kadar kısa sürede ve ne kadar uygun yollarla karşılayabilirse kendini de o kadar mutlu, huzurlu, yeterli ve güvende hisseder.
Perls (1976:51) terapistin danışana destek olmasında özellikle onu tam anlamıyla ve tüm varlığıyla dinlemesinin ve onu yargılamamasının çok etkili olduğunu belirtmiştir. Terapistin danışana destek olması demek ona akıl vermesi, onun yerine kararlar alması ya da onun yaptıklarını onun yerine yorumlaması demek değildir.
Gestalt yaklaşımına göre kişilik kişinin çevresiyle ilişkiye girme biçimi dir (Shup,1999). Kişilik, kişinin psikolojik imzasıdır ve herkesin imzası kendine özgüdür.
Duygularımız yönü aklımız ise yolu gösterir.
Doyum aşamasında zorluk çeken kişiler ne yaparlarsa yapsınlar elde ettiklerinden memnun olmayan, mükemmele ulaşmadıkça tatmin olmayan, mutlaka bir eksik ya da hata arayan kişilerdir.
Bir başka deyişle kişi kendi değerlerini oluşturabilir, ne yapması gerektiğine karar verebilir, kendisi için neyin önemli ve geçerli olduğunu belirleyerek kendine uygun olan davranışları seçebilir.
Ne kadar çok içebildiği, uykusuzluğa dayanabildiği veya çok zor şartlar altında çok uzun saatler çalışabildiği için gurur duyanlar aslında bedensel ihtiyaçlarına duyarsızlaşmış kişilerdir.
Tüm canlılar içinde sadece insanlar “olmadıkları” bir şeyi “olmaya” çalışırlar ki bu aslında varoluş nedenine aykırıdır.
İnsan yasamının anlamını belirleme sorumluluğunun yanı sıra yaşadıkları nedeniyle hissettiklerinden, yaşadıklarına yüklediği anlamdan ve bunlarla nasıl başa çıktığından da sorumludur. Her ne kadar insan ailesini, doğduğu ortamı, içinde büyüdüğü kültürü ve koşulları seçme özgürlüğüne sahip değilse de neyi kabul ya da ret edeceğini, nasıl düşüneceğini, ne hissedecegini ve ne yapacağını seçebilir.
Ailedeki yakın ilişkiler bize kendimizi nasıl göreceğimizi ve başkalarının bizim hislerimize ne şekilde tepki vereceğini, bu hisler hakkında nasıl düşünmemiz gerektiğini ve tepki verirken ne gibi seçeneklerimiz olduğunu, umutları ve korkuları nasıl okuyup ifade edeceğimizi öğretir.
Kararsızlığın en temel nedeni bu kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak için coşku ve heyecan yerine, korku ve kaygı yaşamalarıdır.
Ne istediğinin farkında olmak birçok kişi için hiç kolay değildir. Özellikle çocukluklarında istek ve ihtiyaçlarına özen gösterilmemiş, önem verilmemiş ailelerde yetişenler için bunların farkına varmak daha da zordur Oysa istekleri olmayan kişilerin gelecekleri de olmaz. İstekler şimdi ile geleceği birbirine bağlamakla kalmaz, geçmişi de özetler.
Bulber’e göre otantik ilişki ben-sen ilişkisine, stratejik ilişki ise ben-o ilişkisine dayanır. Ben-o ilişkisinde diğer kişileri bir obje gibi görürüz ve onları etkilemeye, kontrol ve manipüle etmeye çalışırız. Aynı şekilde onların da bizi etkilediğini, kontrol ve manipüle etmeye çalıştıklarını hissederiz.
Varoluşsal kaygının yaşanması çok doğaldır ve bu kaygı bizi yeni hedeflere, yeni seçimlere, yeni anlamlara yönlendirerek tüm varlığımızla yaşayabilmemizi sağlar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tüm canlılar içinde sadece insanlar olmadıkları bir şeyi olmaya çalışırlar ki bu aslında varoluş nedenine aykırıdır. Varoluşçu bakış açısına göre insanın ihtiyacı olan tek şey, kendini olduğu gibi kabul ederek karşılaştığı durumları ve yaşamını otantik bir biçimde göğüsleyebilmektir.
Özellikle bizim kültürümüzde yaşın kaç olursa olsun sen her zaman bizim çocuğumuzsun diyerek iş sahibi olmuş, evlenmiş hatta kendisi anne veya baba olmuş olsa bile, çocuklarının yaşamlarını kontrol etmeye çalışan, onların bir yetişkin olduğunu kabul edemeyen yani iç içe geçmekten vazgeçemeyen pek çok anne-babaya rastlamak mümkündür.
Zen Budizm’inde ruhani büyüme için var olanı , olduğu gibi ve hiçbir duygu veya düşüncenin etkisi altında kalmadan kabul etmek ilk koşuldur.
Hiçbir şeyin direnerek alt edilemeyeceğine, yenilemeyeceğine ve aşılamayacağına inanan Perls bir şeyi alt edebilmenin, yenebilmenin ve aşabilmenin tek yolunun onun içine daha derinden girmek olduğunu belirtmiştir.
..pek çok cinsel işlev bozukluğunun temelinde kendini seyretme yatmaktadır. Cinsel işlev bozukluğu yaşayan kişiler cinsel ilişki sırasında cinselliğini yaşamak yerine cinsel ilişkide bulunan kendini seyrediyor gibidir. Bu ise hem beynin cinsellikle ilgili gerekli hazırlıkları yapmasını hem de bedenin uygun tepkileri vermesini engeller ve dolayısıyla cinsel doyuma ulaşması mümkün olamaz.
Herkes bir diğerinin problemi çözmesini bekler ve kimse sorunların ortaya çıkmasında kendi payını görmek istemez.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yansıtma yoluyla kişi kendisinde olan, ancak kabul etmediği duygu ve dürtülerini başkalarına atfettiği için kendinde diğerlerini eleştirme hakkını bulur ve kendini onlardan üstün görür.
farkına varılan bazı şeyler kişinin rahatsız ve mutsuz olmasına ya da acı çekmesine yol açabilir. Bununla birlikte kişi, farkında olduklarını bütünleştirip yeniden organize ettikçe, farklı seçeneklerin olduğunu gördükçe ve seçimlerini değiştirdikçe farkına varılanlar neşe, farkındalık, heyecan ve yenilik getirir.
Kendini gerçekleştirme pek çok kişinin zannettiği gibi kişinin genel geçer doğrulara göre en mükemmel özelliklere sahip olması değil, kişinin mevcut özelliklerini ve potansiyellerini en iyi şekilde kullanır hale gelmesi demektir.
Tüm canlılar içinde sadece insanlar olmadıkları bir şeyi olmaya çalışırlar ki bu aslında varoluş nedenine aykırıdır. Varoluşçu bakış açısına göre insanın ihtiyacı olan tek şey, kendini olduğu gibi kabul ederek karşılaştığı durumları ve yaşamını otantik bir biçimde göğüsleyebilmektir.
..varoluşçu bakış açısına göre her zaman için insan seçme ve kendisini yeniden yaratma kapasitesine sahiptir.
İnsanlar tamamlamadıkları işleri tamamladıklarına göre daha fazla hatırlarlar.

(Zeigarnik 1927)

Zıtlıklar birbirini tamamlar ve zıtlıkların ortasında bir denge unsuru vardır.

Sigmund Friedlander

bütün parçalarının toplamından daha fazla ve daha farklıdır.
Kendini değil de kendilik imajını gerçekleştiren kişiler fiziksel görüntü, not, diploma statü, para gibi yüzeysel özelliklere odaklanırlar ve bunlara ulaşsalar bile bir türlü mutlu olamazlar, çünkü her zaman daha mükemmeli vardır.
İnsan yaşamının anlamını belirleme sorumluluğunun yanı sıra yaşadıkları nedeniyle hissettiklerinden, yaşadıklarına yüklediği anlamdan ve bunlarla nasıl başa çıktığından da sorumludur. Her ne kadar insan ailesini, doğduğu ortamı, içinde büyüdüğü kültürü ve koşulları seçme özgürlüğüne sahip değilse de neyi kabul ya da ret edeceğini, nasıl düşüneceğini, ne hissedeceğini ve ne yapacağını seçebilir (Estrup 2001). Dolayısıyla varoluşçu bakış açısına göre her zaman insan seçme ve kendisini yeniden yaratma kapasitesine sahiptir.
Varoluşçu bakış açısına göre yaşamın önceden belirlenmiş bir anlamı yoktur. Yaşamına anlam verecek olan insanın kendisidir. Başka bir deyişle varlığını sürdürebilmek ve ne yönde büyüyüp, gelişeceğine karar vermek her bireyin sorumluluğudur (Smith 1977:15).
Kişi direnç göstererek kendini algıladığı bir zarardan korumaktadır. Ya da bir başka deyişle direnç hem değişmek istememiz hem de değişimden korkmamızdır.
Sağduyu ile bakıldığında insanların kendi iyiliklerine olan bir şeye direnç göstermeleri, ne yapılması gerektiğini bilmelerine rağmen yapmamaları kendilerine zarar vermeleri anlamına gelir.
Oysa her suçluluk duygusunun altında öfke yatar.
İç içe geçmiş ilişki örüntüsünde daha güçlü olan eşin kendini ifade etme ve bireyselleşme şansı daha fazladır.
Oysa uygun zamanda uygun biçimde ifade edildiğinde düşünce, duygu ve istekleri diğer kişilere iletmekte hiçbir sakınca yoktur ve bu ihtiyaçların karşılanabilmesinin tek yoludur.
Gestalt yaklaşımında yorumlara yer yoktur, çünkü yorumlar yorumu yapanın yansıtmalarıdır.
Hiç olumlu geribildirim almayan çocuklar bir süre sonra zaten çevreden olumlu geribildirim beklemekten vazgeçmekte ve giderek olumlu bir şeyler söylense bile duyduklarına inanmaz hale gelmektedir.
Hülya gibi travmatik yaşantılar geçirmiş olan çocuklar kendilerini acı, aşağılanma ve tacizden koruyabilmek için içlerindeki gelişmemiş ve kırılgan çocuğu hissizleşmiş bedenlerinin içine gömmüş gibidirler.
Duyarsızlaşmanın çok fazla olması benlik yitimine veya kişiliğin çözülmesine yol açabilir.
kişinin önce geçmişte olanları olduğu gibi kabul etmesi, sonra affetmesi ve daha sonra da bu yaşadıkları ile bütünleşmesi gerekir.
Çok yoğun olumsuz duygulara yol açmış hiçbir yaşantı tamamen tamamlanamaz, yani hiç yaşanmamış gibi olamaz.
Çocuğun kendini acı çekmekten ve kötü muamele görmekten koruyabilmek için geştaltı sabitleştirmeye çalışırken geliştirdiği yollar, onun daha sonraki yıllardaki varoluş biçimini yani fiziksel, duygusal, davranışsal ve bilişsel süreçlerini belirler.
Küsmek bir ilişkiyi bitirmekten çok daha farklı bir anlama sahiptir. Biten bir ilişkide artık tarafların birbirlerine bir beklentileri kalmaz.
Karşılanmayı bekleyen bir ihtiyaç varken uykuya dalma çabaları asıl ihtiyacın bastırılmasına yol açar.
Ancak ne istediğini sürekli olarak bilememek, her şeyi tesadüflere ve oluruna bırakmak monotonluğa ve çoşkunun kaybolmasına yol açar.
Oysa istekleri olmayan kişilerin gelecekleri de olmaz. İstekler şimdi ile geleceği birbirine bağlamakla kalmaz, geçmişi de özetler.
Kendiliğin gelişmesi açısından en önemli noktalardan biri de çocuğun diğerlerinden etkilenmesine ek olarak onların da çocuğun kendiliğinden etkileniyor olmalarıdır.
Kendini değil de kendilik imajını gerçekleştiren kişiler fiziksel görüntü, not, diploma, statü, para gibi yüzeysel özelliklere odaklanırlar ve bunlara ulaşsalar bile bir türlü mutlu olamazlar, çünkü her zaman daha mükemmeli vardır. Onlar için önemli şey başkaları tarafından beğenilip, takdir edilmek ve güvende olmaktır. Böyle kişiler kendi özellik, yetenek, beceri ve isteklerinin farkına varmaya uğraşmaktansa, başkalarının belirlediği istek ve idealleri gerçekleştirmeyi tercih ederler.
Kişi mükemmeliyetçi bir tutumla mümkün olmayanı gerçekleştirmeye çalıştığında kendini değil kendilik imajını gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Gestalt terapi yaklaşımı, varoluşsal temeliyle insanın kendini gerçekleştirebileceğine, fenomenolojik temeliyle insanın özel ve kendine özgü olduğuna ve bütüncü temeliyle insanın hem kendi içinde hem de çevresiyle bir bütün oluşturduğuna inanmaktadır.
Tüm canlılar içinde sadece insanlar olmadıkları bir şeyi olmaya çalışırlar ki bu aslında varoluş nedenine aykırıdır.
Perls’e göre öğrenme kişinin bir şeyin mümkün olduğunu görmesi dir.
İnsan yaşamının anlamını belirleme sorumluluğunun yanısıra yaşadıkları nedeniyle hissettiklerinden,yaşadıklarına yüklediği anlamdan ve bunlarla nasıl başa çıktığından da sorumludur.
Smutz,her şeyin bir alanı olduğunu ve hiçbir canlı ya da nesnenin bu alan dikkate alınmadan anlamlandırılamayacağını ileri sürmektedir..
İnsanlar tamamlamadıkları işleri tamamladıklarına göre daha fazla hatırlarlar.Tamamlamadıklari işleri tamamlama ve anlamlandırma eğilimindedirler..
Hem varoluşçu hem de fenomenolojik bakış açılarını birleştirerek insanların yaşamlarına bir anlam bulma eğiliminde oldukları , tek bir doğrunun olmadığı , doğrunun her insana ve baktığı yere göre değişebileceği görüşlerine kuramında yer verir.
Olumlu duyguların ortaya çıkmasını sağlayan en önemli hormon oksitosindir. Günlük hayatta oksitosin salgılanmasını arttıran en kolay yöntem ise sarılmaktır. Oksitosin hormonu arttığında güven ve bağlanma artmakta, korku ve kaygı azalmaktadır.
Aynı, yanardağın patlamasından sonra manzaranın değişmesi gibi farkında olan kişi için de artık farklı bir manzara söz konusudur.
İçe alınan değerlere uygun olsun ya da olmasın, bir ihtiyaç belirdiğinde mutlaka uygun yollarla karşılanması gerekir, çünkü aksi takdirde en uygunsuz zaman ve biçimde (örneğin ağlama krizleri veya öfke patlamaları gibi) ortaya çıkarak bizi zor durumda bırakırlar. Perls ve arkadaşları, kişinin ihtiyaçlarından çevresindeki kişilerin ve toplumun değer yargıları nedeniyle vazgeçmesinin kişinin yaşama isteğinde ve enerjisinde çok önemli bir düşüşe yol açacağına işaret etmişlerdir.
Varoluşsal diyalog kavramı Martin Buber tarafından ortaya atılmıştır ve ben-sen ilişkisine dayanır. Varoluşsal diyalog her biri ayrı bir varoluş tarzına ve farklı ihtiyaçlara sahip olan iki insanın, aralarındaki farklılıkları kabul ederek ve birbirlerine saygı duyarak buluşmasıdır.
Kendini gerçekleştirme, pek çok kişinin zannettiği gibi kişinin genel-geçer doğrulara göre en mükemmel özelliklere sahip olması değil, kişinin mevcut özelliklerini ve potansiyellerini en iyi şekilde kullanır hale gelmesi demektir. Örneğin; kendini gerçekleştiren kişi en güzel, en başarılı, en çalışkan ya da statüsü en yüksek olan kişi değildir. Kendini gerçekleştiren kişi kendini olduğu gibi kabul eder. Kendi özelliklerinin, becerilerinin, yeteneklerinin ve isteklerinin farkındadır. Belki en güzel değildir ama hangi yönlerinin güzel olduğunu bilir. Belki her konuda başarılı değildir ama başarılı olduğu konularda çok iyidir ve başarılarının tadını çıkarabilir. Kişinin kendini olduğu gibi kabul etmesi ve olmak istediğinin değil de olduğunun en iyisi olmaya çalışması, mükemmel olma gibi hem gerçekçi olmayan, hem de organizmanın yapısına ters düşen bir beklenti içine girmesini engeller.
Varoluşçu bakış açısına göre, yaşamın önceden belirlenmiş bir anlamı yoktur. Yaşamına anlam verecek olan insanın kendisidir. Başka bir deyişle, varlığını sürdürebilmek ve ne yönde büyüyüp gelişeceğine karar vermek her bireyin kendi sorumluluğudur.
İnsan yaşamının anlamını belirleme sorumluluğunun yanı sıra yaşadıkları nedeniyle hissettiklerinden, yaşadıklarına yüklediği anlamdan ve bunlarla nasıl başa çıktığından da sorumludur.
Geştalt Duası
Ben kendi işime bakarım, sen de kendi işine bak.
Ben bu dünyaya senin beklentilerini yerine getirmek için gelmedim.
Sen de benim beklentilerimi yerine getirmek için gelmedin.
Sen sensin ve ben benim.
Eğer tesadüf eseri olarak birbirimizi bulursak bu çok güzel olur.
Ama bulamazsak yapılacak hiçbir şey yok.
Ne kadar çok içebildiği,
uykusuzluğa dayanabildiği
veya çok zor şartlar altında çok uzun saatler çalışabildiği için gurur duyanlar aslında bedensel ihtiyaçlarına duyarsızlaşmış kişilerdir.
Kişinin bedeninde fiziksel olarak gözlenebilen özellikler onun içsel yaşantılarının göstergesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir