Peyami Safa (Server Bedi) kitaplarından Bir Tereddüdün Romanı kitap alıntıları sizlerle…
Bir Tereddüdün Romanı Kitap Alıntıları
Bir insanı tamamıyla tanımak için bazen asırlar bile yetişmez; kâfi derecede tanımak için bazen bir an bile yetişir.
“İnsan,çektiği ıstırap nispetinde zevk duyar.”
Ey deli heyecanlarım, gecenin bu saatinde,şuurumun üstünde gezmeniz yasak.Yorganlarınızdan başlarınızı çıkarayım demeyiniz.Her türlü çoşkunluklara paydos!”
“Bir insanı tanımak için bazen asırlar bile yetişmez; kafi derecede tanımak için bazen bir an bile yetişir.Bana lazım olduğu kadar sizi tanıyorum.”
‘Yaşamak, yaralamak ve yaralanmaktır; fakat insanca..’
Bir Tereddüdün Romanı
Peyami Safa
Sayfa 177
Bir Tereddüdün Romanı
Peyami Safa
Sayfa 177
Gece yarısı kaldırımların üstünde esen hürriyetin rüzgarıdır.
İyi mi? Fena mı? Bilmiyoruz. İyi olmadık ki fena olup olmadığımızı bilelim. Demek fena da değiliz. Fena olmamak iyidir, öyle ise iyi gibiyiz. İyi veya fena, biz hürüz.
Ölüm karşısında yalnız kalmanın dehşeti, ölüm korkusunu bile bastıracak bir şiddetle artıyordu.
“..ölüm güneşin negatifidir, onun için geceye benzetiliyor.”
Alakalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve sevmek deyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime.
Benim de içimde böyle hiç varılmamış, bulunmamış, ele geçmemiş, fakat derin bir köşemde asılı ve sıcak yeşiliyle, kırmızısıyla pırıl pırıl yanan bir yeni dünya var. Ve onun hep taklitleri elime geçti. Onu bulmaktan ümidimi kestiğim zamanlar ölümü istiyorum.
Hepimiz günün bir kısmında, yani uyurken deliriyoruz ve belki de aklın çemberinden, sıkıntısından kurtulan ruhumuz böylelikle dinleniyor. Biz rüyalarımızda çıldırıyoruz, deliler uyanıkken rüya görüyorlar.
Ancak ‘izm’ siz düşünebildiği gün insan zekâsının hürriyetinden ve genişliğinden bahsedilebilir. Kafamızın zinciri bu ‘izm’ dir:
Yaşamak, yaralamak ve yaralanmaktır; fakat insanca
Evlenmek insanı yalnızlıktan kurtarmaz, belki daha müthiş bir yalnızlığa atar.Bu iki kişinin bir arada ve ayrı ayrı yalnız kalması demektir ki cemiyetten gelecek imdadın da kıymetini sıfıra indirdiği için en ümitsiz yalnızlıktır.
Durmanın ve beklemenin ileri atılmadan daha müthiş bir kuvvet oldukları anları bilirim.
Her şeyin sadeliği altında ne müthiş kabuslar
Yarın gece geleceksin.Gelmezsen bir kere daha ölümle boğuşacağım.
Onun hayalinde bile arzularımı daima kesen sivri ve keskin bir köşe vardı.
Ah benim sol memem kadar kalbime yakın çocuk!
Kendi kendimden kaçmak istiyorum, kendime ve hiçbir şeye tahammül edemiyorum, dolaşmak, diyardan diyara gitmek Başka tesellim kalmadı, boğuluyorum.
Alâkalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve “sevmek” deyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime.
Son aylarda en küçük şeylerin mânâsı içimde o kadar büyümeye başladı ki sık sık çarpıntılarım tutuyor 
Durmanın ve beklemenin ileri atılmadan daha müthiş bir kuvvet oldukları anları bilirim. Sabrın heykelleri olan uzak Asya ilâhlarına bayılıyorum.
Ve bu şehirden, bu memleketten, şehirlerden ve memleketlerden uzaklaşarak dünyanın ıssız bir toprak parçası üstünde ölmek, ne harika!
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Mümkün olduğu kadar az vakası olan kitap ve hayat istiyorum.
Ancak ‘izm’ siz düşünebildiği gün insan zekasının hürriyetinden ve genişliğinden bahsedilebilir. Kafamızın zinciri bu ‘izm’ dir: Sistemcilik ve nazariyeciliktir.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Hey! Kaldırımların üstünde ne güzel bağrılır ve şarkı söylenir; kaldırımların üstünde ne güzel yıldızlara bakılır : Arkadaşlarla ne çoşkun kahkahalar fırlatılır ve yalnızken ve ağır ağır yürürken, için için ne güzel ağlanır!
Ne yürüyüş, enfes! Ben, gece yarısı, kaldırımlara bayılırım. Gece yarısı kaldırımların hürriyetine, kimsesizliğine vurgunum. Ben de kimsesiz ve hürüm, ben de kaldırım çocuğuyum.
Bu dünyada herkes alçaktır, fakat alçak olduklarını bilenler daha az, daha az alçak.
Fırtına bana niçin dokunur biliyor musun? dedi. Bak, birdenbire buldum; bana öyle geliyor ki; bu ses, dünyada ne kadar gizli ıztırap varsa, bizim bilmediğimiz varlıkların çektikleri ne kadar işkence varsa onun haykırışıdır.
Alâkalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve sevmek diyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar süistimale uğruyor bu kelime.
Yüksek tavanlardan yağan bir tek şey var: Can sıkıntısı!
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Her şeye karşı alâkalarını kaybetmiş insanların psikolojileri nedir? Işıkları çekilmiş, soluk bir dünya içinde yaşamak ne korkunç!
Ben okuduğum kitabın kahramanlarını sevmek isterim; onları dostum farz ediyorum, hep kendileriyle beraber yaşıyorum ve yanımdan ayrılmalarını istemiyorum.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Evvelâ hasta birçok tereddütler Korkuyorum, sizden değil, sizden ve kendimden, yaşamaktan korkuyorum.
Evleniniz çocuğum, benim yaşımda yalnız yaşamanın Hayır, evlenmeyiniz çocuğum, daha kapının eşiğinde insanın ne hale geldiğini
Kitaplarımdan birinde yalnız kalmamak için evlendiğimizi, fakat evlendikten sonra daha ziyade yalnız kaldığımızı yazmıştım.
Hayattan aldığımız her zevki ona muadil bir ıstırapla ödediğimizi bildiğim için, hiçbir şeyden yüzde yüz saadet ümit etmiyor ve yüzde yüz felâketten korkmuyordum. Bunun ikisi de imkânsız dır.
İçinde yalnız yaşanan odaların sessizliği ne kadar derindir ve ne kadar korkunç! Bu yalnız vücudun değil, ruhun etrafını da çeviren bir sükûttur,
Evet, kitap okumak bir sanattır ; belki de yazmak kadar güç bir sanat.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kitap. Nasıl diyeyim İçinde yaşadığımız ev gibi olmalı, vatan gibi olmalı, ona alışmalıyız, bağlanmalıyız, köşesini bucağını gayet iyi tanımalıyız, her noktasına hatıralarımız karışmalı. Değil mi? Bir musiki parçası gibi
Başka bir sahife açtı: Ölüme ve güneşe, diyor, sabit bir gözle bakılamaz.
Parlak bir güneş ortalığı kesiyordu; ve düşündü ki ölüm güneşin negatifidir, onun için geceye benzetiliyor.
Sen kendini zeki zannedersin.
Fakat ameli hayatta hiç bir şey değilsin.
Feci surette safsın.
Fakat ameli hayatta hiç bir şey değilsin.
Feci surette safsın.
Yalnız memleketimin değil, dünyanın toprağından kökleri kopmuş bir insanım.
Yağmurlu havalarda kaldırımlar ne güzeldirler, rugan gibi parlarlar. Orada gölgemizi görürüz, ruhumuzu sürükleyen iskeletimizin gölgesini; ve ıslanmak ne iyidir, harap olmak, sırılsıklam ve karmakarışık, vıcık vıcık, büzülmüş, tortop, allak bullak ve perişan olmak.
Alâkalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve “sevmek” deyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime.
Hey! Kaldırımların üstünde ne güzel bağrılır ve şarkı söylenir; kaldırımların üstünde ne güzel yıldızlara bakılır: Arkadaşlarla ne coşkun kahkahalar fırlatılır ve yalnızken ve ağır ağır yürürken, için için ne güzel ağlanır!
Qui vivit in seternum, creavit omma simnu!
Ebedi yaşayan her şeyi beraber yarattı. Seni de benimle beraber.
Ebedi yaşayan her şeyi beraber yarattı. Seni de benimle beraber.
İnsan, çektiği ıstırap nispetin de zevk duyar: Ne kadar acıkırsa yemekten, ne kadar yorulursa dinlenmekten, ne kadar ararsa bulmaktan o derece zevk alır.
Kitap okumak bir sanattır; belki de yazmak kadar güç bir sanat.
Her kuvvetli his gibi, tereddüt de insanı öldürebilir, hareketsiz ve meflûç bırakabilir.
Bazen kalabalıkların ortasında, tek başına kaldığımız vakitlerdekinden fazla yalnız değil miyiz?
Bir insanı tamamıyla tanımak için bazen asırlar bile yetişmez; kâfi derecede tanımak için bazen bir an bile yetişir.
Hepimiz kahkahalarımızı gözyaşlarımızla ödüyoruz ve bu hususta bir dilenci bir milyarderden farksızdır.
Eski Yunanistan’dan beri, hayatı kafamıza uydurmak sevdasından vazgeçmedik; felsefe tarihinin tezleri ve antitezleri arasındaki gülünç münakaşadan hiçbir hakikate vâsıl olmadığımızı gördüğümüz halde, hiçbir “nedir?” ve “niçin?” sualine cevap verememiş olduğumuz halde yeni sistemler kurmak bir sürü kalıp fikirlerin peşine takılmaktan kendimizi alamıyoruz. Harpten sonra yıkılmağa başlayan şeylerden biri de nazariyelerin sonuna ilave edilen “izm” edatıdır. Ancak “izm”siz düşünebildiği gün insan zekasının hürriyetinden ve genişliğinden bahsedilebilir. Kafamızın zinciri bu “izm”dir.
Sayısız değişmeleriyle, göz karartıcı hızıyla, tamamıyla dinamik olan bir mahiyeti, yani hayatı biz ancak sezişimizle takip ve bilgimizle izah edebiliriz; ona yol gösteremeyiz.
Gidelim bakalım, dedi, niçin ve nereye olursa olsun!
Nedir bu gidiş, bu yürüyüş? Gaye nedir? Ne çıkar? Ne olacak?
Düşün ki her an ben değişiyorum,her an sen değişiyorsun,buna rağmen birbirimizi nasıl tanıyabiliyoruz?Bu kaçan benliklerimizi birbirimizde aramak tecessüsü olmasaydı bir saniye konuşabilir miydik?
Kitap. Nasıl diyeyim İçinde yaşadığımız ev gibi olmalı, ona alışmalıyız, bağlanmalıyız, köşesini bucağını gayet iyi tanımalıyız, her noktasına hatıralarımız karışmalı. Değil mi?
Okuduğum kitabın kahramanlarını sevmek isterim; onları dostum farz ediyorum, hep kendileriyle beraber yaşıyorum ve yanımdan ayrılmalarını istemiyorum.
Ölüm karşısında insanın yalnızlığı boğuluyor.
“Bir adamın hayatında duyduğu haz ve keder yekunları hesap edilecek olursa görülecektir ki hiç kimse kimseden daha fazla ne mesut ne de bedbahttır.”
İnanınız kien cesur yaşayan biziz, üç büyük korku bizde yoktur: Sefalet, hastalık, ölüm korkusu. Biz kaldırım çocukları ve kaldırım köpekleri, insanların ve hayvanların en kuvvetlisiyiz. Ölümden korkmuyoruz ki hastalıktan korkalım, hastalıktan korkmuyoruz ki sefaletten korkalım, sefaletten korkmuyoruz ki dolgun bir karın sıvamak ihtiyacıyla hamilerimizin önünde elpençe divan duralım ve onlara: Afiyeti devletiniz nasıldır efendim? Diye soralım.
Biz kendi kendimize sorarız:
-Afiyeti devletiniz nasıldır efendimiz?
– Hey öyle ,hep öyle, hep öyle
-Hep öyle ne demek?
– İyi mi? Fena mı? Bilmiyoruz. İyi olmadık ki fena olup olmadığımızı bilelim. Demek fena da değiliz. Fena olmamak iyidir. Öyle ise iyi gibiyiz. İyi veya fena, biz hürüz.
Biz kendi kendimize sorarız:
-Afiyeti devletiniz nasıldır efendimiz?
– Hey öyle ,hep öyle, hep öyle
-Hep öyle ne demek?
– İyi mi? Fena mı? Bilmiyoruz. İyi olmadık ki fena olup olmadığımızı bilelim. Demek fena da değiliz. Fena olmamak iyidir. Öyle ise iyi gibiyiz. İyi veya fena, biz hürüz.
Her şeyi ne çok düşünürüz!
-Ben hiçbir şeye bağlı değilim,sana bağlanabilir miyim?Güvenebilir miyim?
– Hayır.Hiç kimseye güvenme.
– Hayır.Hiç kimseye güvenme.
Çok cesur olduğum için çok korkarım.
“Ben dedi, okuduğum kitabın kahramanlarını sevmek isterim; onları dostum farz ediyorum, hep kendileriyle beraber yaşıyorum ve yanımdan ayrılmalarını istemiyorum.”
“Evet, kitap okumak bir sanattır. Belki de yazmak kadar zor bir sanat.”
Işıkları çekilmiş soluk bir dünya içinde yaşamak ne korkunç!
Her şeye karşı alakalarını kaybetmiş insanların psikolojileri nedir?
İstikbale hükmetmeye kalkmayalım.Yarın madem ki doğmamıştır.Hiç üzerinde bütün tahminlerimizin kıymeti de hiçtir.