İçeriğe geç

Birds Without Wings Kitap Alıntıları – Louis de Bernieres

Louis de Bernieres kitaplarından Birds Without Wings kitap alıntıları sizlerle…

Birds Without Wings Kitap Alıntıları

The shame of it is that he has so many memories, but nowadays he can’t remember any of them. He is like an iron chest full of treasure, and the key’s been lost.
Turkey for the Turks’. One day Mustafa Kemal will say, ‘Happy is the man who calls himself a Turk,’ and this will be carved into hillsides all over Anatolia. It will become the truth because it was Mustafa Kemal Atatürk who said it.
When I was young my soul seemed to be the same thing as my body. There didn’t seem to be any difference, I remember that. When I needed to climb some steps, my legs just climbed, and that was all there was to it. My mind and my muscles were all one. Now when I want to climb some steps I look down at my feet and I say, ‘Move, in the name of Saint Gerasimos, move!’ and slowly they move, and then I stop to draw breath, and my lungs feel hard and dry, and I feel my heart fluttering in vain like the last poor starving buttertly, and this is how I have come to know in my own way that there is a soul who is not the body, but lives inside it.
I know that all these things, all my sorrow, all my memories, all these things will disappear, and it will be as if they had never been. I ask myself why God creates all these things, only to let them go. Why does God give us a garden, and put a snake in it? What can anything mean, if all will be forgotten?
If you’re beautiful it’s better than working, even if you have to work at it, because you can always get what you want sooner or later. It’s like having money, except more fun, because having a job is work, and being beautiful is a game. And it’s more than money. It’s a weapon.
Hayatta öyle bir an geliyor ki, yaşamayı başaranların her biri, kendisini, ölmeyi unutmuş bir hortlak gibi hissetmeye başlıyor ve şuradan da kesin ki, gençlikte çoğumuz daha keyifliymişiz. Anlaşılan ihtiyarlık, insanın yüreğini kendi üstüne doğru katlıyor
Biliyor musunuz, eğer içinizin çirkinleşmesine izin verirseniz dışınız da çirkinleşir.
#Tıpkı karatavuk gibi ötüyor#. Hani simsiyahtir da sarı bir gagasi vardır. zakkumun tepesinden insanı uyarmak için vuk vuk diye öter.. ..öteki kuşta Tıpkı Mehmetçik gibi ötüyor.
#kimileri kızılgerdan derler ona
İnsanın kaderi en küçük şeylere bağlı.
İnsan ölmenin yaşamak için mücadele etmekten daha az korkutucu olduğunu anladığında, imkansız bir mücadeleyi bırakmanın verdiği rahatlığı, engin keyfi size aktarmama imkan yok.
Neyse ki, diye düşündü İskender. Yükseğe uçamayan kuşlar için de Allah, alçak dalları yaratmış.
Oğullarım orada, diye iç geçirdi İskender. Gelibolu’da. Neferler başkasının oğulları olunca, savaşı izlemek daha kolay oluyor.
Dünyanın kelimeler yüzünden değişmesi ve kelimelerin de dünya yüzünden değişmesi ne kadar acayipti.
Cihatla ilgili bir fikrim var ki, aslında kendime saklamalıyım. Sapkın biri olarak tanınmak gibi bir isteğim yok. O da şu ki eğer bir savaş kutsal olabiliyorsa o zaman Allah kutsal olmaz. Bir savaş, en iyi ihtimalle gerekli olabilir.
“Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
“Türk ulusu, bugün uygarlık kapasitesini, yaşama hakkını ve bağımsızlığını, bütün geleceğini savunmak zorunda bırakılmıştır.”
“Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.”
Öyle çok yüz vardı ki kayıp, öyle çok gölge vardı ki düşmeyen, öyle çok alçak ya da yüksek ses, duvarlarda yankılanmayan.
“Bazen insanlar size neden iyi davranıyorlar diye merak edersiniz, bazen de bazı insanların size korkunç davranmasının sebebi güzelliğinizdir, bilirsiniz. İnsanlar sizi tanımak istediklerini zannederler, ama aslında bir maskeyle büyülenmişlerdir.”
Sanat, tasarlamak kadar yapımdadır da ve bir şeyin iyi olması için ille de karmaşık olması gerekmez.
“Paranın tek dini, bizzat kendisi.”
“Hayat yeterince acı”
Gün gelecek Mustafa Kemal, “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyecek ve bu söz, bütün Anadolu’da dağ yamaçlarına kazınacak. Hem de gerçekleşecek, çünkü söylemiş olan Mustafa Kemal’dir.
“Gecenin vaat ettiğini, gündüz inkâr eder.”
Öğretmeni Mustafa, kendisi ile karıştırılmasın diye ona bir isim veriyor.
Ömrü boyunca taşıyacağı bu yeni isim “Kemal” oluyor. “Mükemmellik.”
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
“Doğduğum vakit babam bir kılıcı bana hediye edip yatağımın başucuna asmış. Aşikâr ki asker olmamı istiyormuş. Ben asker doğmuşum ve asker öleceğim.”
Hayattaki güzel şeylerin hepsi bir yandan da insana zarar verir.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
“Kızılçamın gölgesine sığınmak isteyenin başına kumrular sıçar.”
Tokadı kendi suratına çakan, gözyaşlarını dışa akıtmamalı.
Suç, samur kürk olsa ve yerde boyumca kar olsa, o kürkü giyeceğime donayım daha iyi.
Hayatta öyle bir an geliyor ki, yaşamayı başaranların her biri, kendisini, ölmeyi unutmuş bir hortlak gibi hissetmeye başlıyor ve şurası da kesin ki, gençlikte hepimiz daha keyifliymişiz. Anlaşılan ihtiyarlık, insanın yüreğini kendi üzerine katlıyor. Kimimiz, geçmişe ilişkin düşler kurarak yapayalnız yürüyüp gidiyoruz yolumuzda ve kimimiz de, güneşin altında ayakta kalmanın sırrını yitirmiş olduğumuzu fark ediyoruz. Pek çoğumuz için gelecek düşüncesi, iyimserden ziyade tedirgin olmamız için gerekçe yaratıyor ve tek dileğimiz, yaşantılarımızın keskin köşelerini yumuşatacak uzun bir uyku oluyor.
Eğer içinizin çirkinleşmesine izin verirseniz dışınız da çirkinleşir. Güzellik sürmez. Eğer ruhunuzu da güzel tutmaya çaba sarf etmezseniz kısa zamanda kendini gösterir ve insanlar artık sizi istemez olurlar.
Güzelliğin sırrı insanları güzel olduğuna inandırmaktır, yeter ki sen kendini inandır buna ve o zaman, gerçek olur.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Anladığım o ki, en iyi hikayeler daima yalan olanlar oluyor.
Orada bulunan tek bir kişi yoktu ki, Levon’u yol kenarında yaralanmış olarak bulsun da yardım etmesin; ancak bir güruh halindeyken tek tek hiçbiri bir sırtlandan azıcık bile üstün değildi.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Romantik bir aşk peşinde olduğunu söylemek fazla yalın olurdu, zira Rüstem Bey’in asıl aradığı kayıp olan öteki yarısıydı ve bazen öyle olduğunu düşünsek de, bu ikisi aynı değildi.
İlk taş kısmen gönülsüzce, hatta şaka yaparcasına fırlatıldı ve ayağının dibine düştü. Başını eğerek taşa bakıp gülümsedi Tamara. İkinci taş ise daha cesur fırlatıldı ve uyruğuna çarptı. Üçüncüsü başının hemen yanından uçtu ve çınarlardan birinin gövdesini sıyırıp geçti. Kalabalığın içinden hayvansı bir uğultu yükselmeye başlamıştı. Çirkinlik, insanlara haklı bir nedenle rezilce davranma izni verildiğinde hiçlikten fışkıran şer tırmandı. Yürekleri normalde ilgi ve sevecenlik ile dolup taşan kadınlar, taşları yakalayıp savururken çığlıklar atmaya başladılar. Köpeklere taş attıkları için ana babalarından dayak yiyen çocuklar, genç bir kadına fırlatılacak taşlar için birbirleri ile dövüştüler. Bir kadına vurmayı gururlarını yediremeyen erkekler, taş devşirirken itler gibi uludular. Sakin ve iyicil görünme alışkanlığındaki çehreler, zulmün neşesiyle çarpıldı ve kötücül bir vahşet istikrarlı bir biçimde büyüyerek kendi kendisini beslemeye başladı. Toplumun alt kesiminden insanlar açısından, yüksek kesimlerden şımarık ve güzel kokulu bir cici hanımı ortadan kaldırma fırsatını yakalamak, her şekilde tahmin edici bir faaliyetti.
Yeryüzü, Tanrı’ya aittir ve yeryüzünden doğan her şey, dünya ve dünya üstünde ikamet eden her şey. Topraksın sen ve tekrar toprak olacaksın.
Bana baldan tatlı öpücükler verdin,
Ama son öpücük zehirliydi ve acı
Ve gidişin de öyle.
Kötü şeyleri unutmak iyidir. Bu aşikar Ama bazen insan mükemmel ve güzel olan şeyleri de unutmalıdır, çünkü eğer bunları hatırlarsanız, onların gitmiş olduğu bilgisinin verdiği üzüntüye tahammül etmek zorunda kalırsınız.
Anlayacağınız şanslıydım ben, çünkü fazlasıyla aşk, saygı ve çıkarsız sevgi görmüştüm.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Anlayacağınız, güzellik değerlidir ve bir şey ne kadar daha güzelse o kadar daha değerlidir, bir şey ne kadar değerliyse onun solup gideceğini düşünmek de bizi o kadar fazla incitir ve güzellik bizi ne kadar çok incitirse biz de dünyayı o kadar çok severiz ve biz dünyayı ne kadar çok seversek, parmaklarımızın arasından kayıp dökülen rafine tuz gibi olması ya da rüzgarla savrulup gitmesi veya yağmura karışıp erimesi bizi o kadar üzer.
Doğan her şeyin ölmeye doğduğunu düşünmekten de kendimi alamıyordum.
Hiçbir cazibem ve albenim olmamıştır benim ve boğulmadan önce beni sevmiş olan kocam için Allah’a hala şükrederim. Anlayacağınız, şanslıydım ben, çünkü fazlasıyla aşk, saygı, çıkarsız sevgi görmüştüm. Belki de, kendisine hiç huzur vermediğine göre kusursuzluğu bir talihsizlik olan Philothei’den daha şanslıydım .
O bilgeliğiyle, görmezden gelinmenin en kötü ceza olduğunu anlamıştı.
Ama size bir sır vereceğim ki, bu da, gerçekte hiçbir askerin öldürüleceğine inanıyor olmamasıdır. Bu böyledir, çünkü insanoğlunun kendini ölmüş hayal etmesi mümkün değildir, çünkü, hayal ederken hayatta ve varlığını sürdürmektedir. Ölümün bu kavranmazlığıdır bir askerin savaşmasını mümkün kılan.
Arkadaşlarının öldüğünü görür, ama kendisini bağışık zanneder ve doğasındaki bu ölümcül eksiklik, onu iyi bir savaşçı yapar.
Mustafa Kemal bunu görüyor ve kendi insanları adına, insana acı veren bir utanç ve tedirginlik duyuyor. Onca insanın orada, o kapının ardında, daracık ufuklarının içine yuvalanmış, hep değişmeye eğilimli olsa da asla değişmez belirlilikler ile teselli bularak ve bunlardan güven alarak kilitli kalmaktan fiilen neden hoşlandıklarını hiçbir zaman anlamayacak.
Nerede başladı bütün bunlar? Tarihte başlangıçlar olmuyor, zira olan her şey, daha sonra olanların nedeni veya öncüsü haline geliyor.
Bize uzun gelen zaman Allah için kısa bir zamandır ve bize uzun gelen yol kuş için kısa bir yoldur, yeter ki kanatları olsun.
Bir erkek asla âşık olduğu kadınla evlenmemeli, onun yerine evlendiği kadını sevmeyi öğrenmeli.
Eğer bir askerseniz, Allah’ ı evde oturanlardan daha fazla düşünmek zorunda kalırsınız.
İnsan etine sevinse de koca bir boğanın ölümüne üzülür.
Neferler başkasının oğulları olunca savaşı izlemek daha kolay oluyor.
Padişah çağırıyor, erkekler gidip ölüyorlar ve biz kadınlara da onların ayak tozunu yiyip gözyaşlarımızı içmek düşüyor.
Karı, köleyle damızlık kısrak arası bir şeydir; ama metres, bir yaz akşamı panjurlardan içeri dolan gül kokusudur.
Çünkü sanat, tasarlamak kadar yapımdadır da ve bir şeyin iyi olması için ille de karmaşık olması gerekmez.
Hayrın, bir tek insanın kendi türünden olanlara yapılması gerektiğini hiç duymadım.
Çünkü başkalarının kendilerinden daha hallice olduğunu görmek çoğu insanın poposuna batar.
Bilgili bir adamla evlenen bir kadın da, aynen suya batmış toprak bir kap gibi giderek bilgili hâle geliyor.
Ama biz anlamasak da oluyor, çünkü Tanrı anlıyor.
Belki diye fikir yürüttü Karatavuk. Yunanca ile Arapça aynı dildir ve Allah bu yüzden bizi anlıyor. Belki yalnızca bir tane dil var da bazen Yunanca deniyor ona, bazen de Arapça.
İyi de biz kadınız dedi Polyxeni. Biz oturup bir gün artık içimizde tutamaz olduğumuz için bizi terk edene kadar büyütürüz arzuyu.
Eğer kanatlarımız olaydı, tek bir yerde kalıp da bunca acı çeker miydik sence? Uçup cennete gitmez miydik?
İnsan kanatları olmayan bir kuştur, demişti İskender onlara. Ve kuş da kaderi olmayan bir insan.
Allah’ tan sonra niye çömlekçi gelir?
Çünkü Allah her şeyi topraktan, havadan, ateşten ve sudan yarattı; bunlar tam da çömlekçinin çömlek yapmak için kullandığı şeyler. Bir çömlekçi bir şeyler yaptığında Allah’ ın görüntüsüyle yapar.
Kızılçamın gölgesine sığınmak isteyenin başına kumrular sıçar. Hayattaki güzel şeylerin hepsi bir yandan da insana zarar verir.
Bugünlerde kadınlar çarşafa girmediklerinden, karısı çirkin olan bir adamın kahvehanelerde kadının güzelliğiyle kurum satması mümkün değil.
Allah sadece kadersiz olmasını istediklerine aşırı güzellik ihsan ediyor.
Alın yazısı birkaç kişinin yüzüne gülüyorsa da çoğunu rezil ediyor ve sonuç itibariyle, nerede yetişmiş olursa olsun değirmene gelen her bir buğday tanesi gibi her koyun da kasabın kancasına kendi bacağından asılıyor.
Hayatta öyle bir an geliyor ki, yaşamayı başaranların her biri, kendisini,ölmeyi unutmuş bir hortlak gibi hissetmeye başlıyor.
Şunu unutmayın ki, hemşire, badem ağacı kışın ortasında çiçek açar.
Askerin en önemli avuntularından biridir bu; siz boğazınıza kadar boka battığınızı bilirsiniz ki, başka birileri de boğazına kadar boka batmıştır.Topçular akıllı adamlardı,çünkü hovitzerlerini tepelerde,görünmeyecekleri yerlere,mermilerinin eğik atışı gemilere düşeceği,ama gemilerden atılan mermilerin onlara değmeden üstlerinden geçeceği biçimde zirvelerin hemen altına yerleştirmişlerdi.İşte o zaman anladım ki savaş esas itibarıyle cesaret ve kuvvet değil,fakat akıl gerektiriyormuş.
Ben Maydos (Eceabat)’dan çok uzak olmayan Kilitbahir’deydim, ama hisarın içinde olmadığıma memnundum, zira gemiler oraya mermi atmaktaydı. Toprakta büyük çukurların açıldığını,iri kaya parçalarıyla toprak öbeklerinin başınızı sıyırıp geçtiğini ve ortalıkta yakasına yapışacak bir düşman olmadığını gözünüzün önüne getirin.Dünyanın sonu gelmiş gibi bir gürültü tasavvur edin. Gökgürültüsü,şimşek gibi,ıslık sesleri ve vınlama sesleri,havada uçuşan kurşun sesleri ve arada garip,mutlak sessizlik anları.Yaralıların inlemelerini,ağlamalarını,pes ve müzikal olanlarından beyni biçen tiz olanlarına kadar,her çeşit çığlığı tasavvur edin.Kirle kaplandığınızı,tere öyle bir battığınızı ki kirin içinize işleyip vücudunuzda piştiğini tasavvur edin.Her tarafınızın kesik içinde olduğunu,bu yüzden kir lekelerinin içinde koyu renk kan lekelerinin de bulunduğunu tasavvur edin.Boğazınızın susuzluktan,kuru yaprak yutmuşsunuz gibi kuruduğunu,nefes almanızı engelleyecek kadar şiştiğini tasavvur edin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir