İçeriğe geç

Ayak İzlerinde Adımlar Kitap Alıntıları – Julio Cortazar

Julio Cortazar kitaplarından Ayak İzlerinde Adımlar kitap alıntıları sizlerle…

Ayak İzlerinde Adımlar Kitap Alıntıları

İki insanın birbirlerine en uzak olduğu an,karşı karşıya oturmuş birbirlerinin gِözlerine bakarlarken sِöyleyecek tek bir laf bile bulamadıkları andır.
“Yaşam renklerini yitirmeye başlıyor ve monotonlaşıyordu,en azından bir kediyle birlikte yalnız yaşayan,okumaya ve yürüyüş yapmaya düşkün olmayan biri için.”
Biliyor musun,öyle sanıyorum ki müzik yardımcı oluyor.Anlamaya değil,çünkü aslında hiçbir şey anlamıyorum.
Oysa gerçekte zor şeyler bambaşka, insanların her an yapabildiklerini sandıkları şeyler bunlar. Örneğin bir köpeğe ya da bir kediye bakmak ve onları anlamak.
Bir sürü kitabı bir araya getirerek okuyup yuttukları için kendilerini bilgin sanıyorlar.
Kesitler. Daha iyi bir biçimde ifade edemiyorum bunu, kişinin yaşamında ansızın korkunç ya da saçma sapan kesitler oluşuyormuş gibi bir kavram bu; olağan yasaların dışında kalan hangi yasa bunları yönetiyor bilinmez, hangi yasa karar veriyor bir telefon konuşmasından hemen sonra Auvemia bölgesinde yaşayan kız kardeşinizin çıkıp geleceğine ya da sütün taşacağına ya da balkondayken bir çocuğun araba altında kalmasına tanık olacağınıza. Öyle görülüyor ki futbol takımlarında ya da yönetim kurullarında olduğu gibi, yazgı da asılların başına bir şey gelirse diye her zaman birkaç yedek bulunduruyor.
Olay şu: aslında kendilerini bilgin sanıyorlar. Bir sürü kitabı bir araya getirerek okuyup yuttukları için kendilerini bilgin sanıyorlar. İçimden gülmek geliyor çünkü sonuç olarak hepsi de çok iyi çocuklar, öğrendikleri ve yaptıkları şeylerin çok derin ve zor olduğuna inanmış olarak yaşıyorlar. Bir sirkte de böyledir, aramızda da. İnsanlar bazı şeyleri, yapılabilmesi en zor şey olarak görürler, onun için de trapezcileri ya da beni alkışlarlar. Ne sanıyor bu insanlar anlamıyorum, iyi çalmak için bir müzisyenin kendini parçaladığını mı, yoksa bir trapezcinin her atlayışta kaslarını incittiğini mi? Oysa gerçekte zor şeyler bambaşka, insanların her an yapabildiklerini sandıkları şeyler bunlar. Örneğin bir köpeğe ya da bir kediye bakmak ve onları anlamak. Zorluk, büyük zorluk bunlar işte. Dün gece şu küçük aynada kendime bakmak geldi aklıma, yemin ederim sana öyle zor oldu ki, neredeyse kendimi yataktan yere atacaktım. Düşünsene kendi kendine bakıyorsun, yalnızca bu, insanı yarım saat dehşet içinde bırakmaya yeter. Gerçekte bu adam ben değilim, ilk anda, ilk bakışta ben olmadığımı açıkça anladım, onu beklenmedik bir biçimde, bir rastlantı olarak yakalamıştım ve biliyordum ki bu ben değildim. Bunu hissediyordum ve insanın içinde böyle bir his olunca Fakat bu Palm Beach plajındaki gibi, bir dalga çarpıyor sana, ikinci bir dalga, bir dalga daha Tam birini hissediyorsun ki öteki geliyor, yani öteki sözcükler Hayır, hayır sözcükler değil, sözcüklerin içinde olan bir tür tutkal, bir tür salya. Ve salya üstüne gelerek seni kaplıyor ve aynadakinin sen olduğuna inandırıyor seni. Doğru, ama nasıl fark etmezsin ki. Fakat doğru, bu benim, bunlar benim saçlarım, bu yara izi de benim. İnsanlar kabul ettikleri tek şeyin salya olduğunu anlamıyorlar, bunun için aynaya bakmak onlara çok kolay geliyor. Ya da bir ekmek parçasını bıçakla kesmek. Sen hiç bir ekmeği bıçakla kestin mi?
En alçakgönüllüsü bile kendinden emindi. Beni en çok sinirlendiren de buydu, kendilerinden emin olmaları. Neden emindiler söyler misin bana, oysa öteki tarafta ben, başında bin türlü dert olan zavallı ben, her şeyin bir pelteye benzediğini, etraftaki her şeyin titrediğini hissedecek kadar bilinç sahibiydim; biraz dikkat etmek, biraz oturup kulak vermek, susup dinlemek yetiyordu delikleri bulmak için. Kapıdaki, yataktaki delikleri. Elimizdeki, gazetedeki, zamandaki, havadaki delikleri; her şey delik dolu, sünger gibi, kendi kendisini süzen bir süzgeç gibi
Fırtınanın ortasında bir paratonere bağlı yaşayıp da başımıza hiçbir şey gelmeyeceğini düşünmeye benzerdi.
Müzik gecenin geri kalan bölümünü kurtarsın hiç değilse, en kötü görevlerinden birini tamamlasın: aynanın karşısına güzel bir paravan koysun bizim için ve birkaç saat boyu haritadan silsin bizi.
Başka insanların duyumsamakla yetindiği şeyler üstüne kafa yoruyor olmak bana iğrenç geliyordu.
Uzun uzun benden söz edecekler, her biri pek çok şey anımsayacak, birlikte yaşadığımız iyi ve kötü günleri; birbirlerine benimle ilgili değişik anılarını anlatacaklar, nice yıllar, nice tartışmalar, nice gelip geçen aşklar ve içilen kadehler. Öğle yemeği bittikten sonra ayrılmaları çok zor olacak, gerçek değişikliği o zaman anlayacaklar, eve gitme zamanı gelince, asıl o zaman gömecekler beni.
Yazı yazmanın zaman zaman beni rahatlattığı doğru, belki idam hükümlülerinin çok sayıda mektup yazmalarının nedeni de budur, kim bilir. Ayrıca düşündüğüm, zaman boğazıma düğümlenip kalan ya da gözyaşı olan bazı olayları yazıya dökerek düşlemek beni eğlendiriyor; sözcüklerin arasından kendimi bir yabancı gibi görüyorum.
Şiir olanaksız, olanaksız olduğu kadar da güzel bir ülküye ulaşmak için yapılan son bir atılım, dizelerin arasından geçerek güneşe doğru yükselen ümitsiz bir uçuştu; sonunda güneş şairi yakacak ve ölümüne neden olacaktı. Şairin en sondaki geri çekilmesi ve suskunluğu bile bir düşüşün aşamalarına, acınası bir dönüşe benziyordu, kendi gücünü aşan bir düş için terk etmeyi göze aldığı dünyaya dönüşüydü bu.
Israrla seni büyülediğimi, seni istediklerimi yapmaya zorladığımı söylüyorsun Oysa benim istediğim senin geleceğini güvence altına almak, bırak da aptalca bir ölümün avuntusu olacak tohumları ekeyim.
Ben susmakla sana özgürlüğünü armağan ediyorum.
Tutku neredeyse dayanılmaz saflıkta bir bilince bırakıyordu yerini.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bu, yaşamın ortasında mücadele eden şiirinin gereği ve aklanmasıydı.
Çok büyük bir uzaklık, çok fazla olanaksızlıklar vardı sizinle aramızda; aynı oyunu oynamıştık, ancak siz hâlâ canlıydınız ve size gerçeği anlatmanın yolu yoktu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Satrançta ya da aşkta da olur böyle anlar, etrafı saran sis aralanır ve bir saniye önce düşünemeyeceği hükümlere varır insan.
Bunlar daha çok ölüm ve yok olmaya karşı bir yanıt; nesneleri ve zamanı sabit kılmak, delik ve lekelerle dolu dağınıklığa karşı bazı kalıplar ve gelenekler yerleştirmek.
“Hapı yuttum anlıyor musun, tanrılarını önce göklere çıkarttım sonra da binbir parçaya ayırdım, bunu asla bağışlamayacaklar.”
“Şiir olanaksız, olanaksız olduğu kadar da güzel bir ülküye ulaşmak için yapılan son bir atılım, dizelerin arasından geçerek güneşe doğru yükselen ümitsiz bir uçuştu; sonunda güneş şairi yakacak ve ölümüne neden olacaktı. Şairin en sondaki geri çekilmesi ve suskunluğu bile bir düşüşün aşamalarına, acınası bir dönüşe benziyordu, kendi gücünü aşan bir düş için terk etmeyi göze aldığı dünyaya dönüşüydü bu.”
“Hiç kimsenin yaşamlarımızı öğrenmesine gerek yok, ben susmakla sana özgürlüğünü armağan ediyorum. Özgür olmakla sonsuza dek daha çok benim olacaksın. Eğer evlenirsek, elinde bir çiçek odama her girişinde, kendimi senin celladınmış gibi hissedeceğim.”
“Susana Márquez’e duyduğu tutku onu dünyadan kopartmıyor, tam tersine her satırda sevgiliyi yücelten bir gerçeğin attığı duyuluyordu; bu, yaşamın ortasında mücadele eden şiirinin gereği ve aklanmasıydı.”
.
Modern gençlik böyleydi, dünya çıldırmıştı, herkesin acelesi vardı ve hiçbir şeye vakti yoktu.
Ne bedava içki ne de gitmek zorunda olduğumuz için gidiyoruz. Bu çoktan anlaşılmış olmalı: Gidiyoruz, çünkü ikiyüzlülüğün en sinsi biçimlerine karşı hissettiğimiz tahammülsüzlük.
Bunlar beni fazla rahatsız etmiyor, çünkü hakkıyla edinilmiş bir asosyallik şöhreti beni onlardan koruyor.
Bazen her şeyin devinmeyi bıraktığı, pelteleştiği, teslim olduğu ve bir şeyden başka bir şeye öylece dönüşebilmeyi direnmeden kabullendiği hissine kapılıyordum.
Biz tuhaf bir aileyiz. Her şeyin mecburiyetten ya da gösteriş olsun diye yapıldığı bu ülkede biz serbest meşgalelerden, laf olsun diye yapılan işlerden, hiçbir işe yaramayan simülasyonlardan hoşlanırız.
“Biliyor musun, öyle sanıyorum ki müzik yardımcı oluyor. Anlamaya değil, çünkü aslında hiçbir şey anlamıyorum.”
Modern gençlik böyleydi, dünya çıldırmıştı, herkesin acelesi vardı ve hiçbir şeye vakti yoktu.
Ne bedava içki ne de gitmek zorunda olduğumuz için gidiyoruz. Bu çoktan anlaşılmış olmalı: Gidiyoruz, çünkü ikiyüzlülüğün en sinsi biçimlerine karşı hissettiğimiz tahammülsüzlük.
”Müzik gecenin geri kalan bölümünü kurtarsın hiç değilse, en kötü görevlerinden birini tamamlasın: aynanın karşısına güzel bir paravan koysun bizim için ve birkaç saat boyu haritadan silsin bizi. ”
”Şairin en sondaki geri çekilmesi ve suskunluğu bile bir düşüşün aşamalarına, acınası bir dönüşe benziyordu, kendi gücünü aşan bir düş için terk etmeyi göze aldığı dünyaya dönüşüydü bu. ”
”( ) en basit tümceleri kişinin tehlikeli ve büyüleyici çizgilerini yansıtan aynalara dönüştürerek öç alıyordum onlardan. ”
”Çok büyük bir uzaklık, çok fazla olanaksızlıklar vardı sizinle aramızda; aynı oyunu oynamıştık, ancak siz hâlâ canlıydınız ve size gerçeği anlatmanın yolu yoktu. ”
“Olacakları önlemek için elinden geleni yaptı, bunu her zaman yapar zavallı. Fakat güçleri yoktur, ancak birkaç şey yapabilirler ve hep kötü yaparlar yaptıklarını, insanlar zannettiklerinden çok farklıdırlar.”
”Sessizlik, kimseciklerin olmaması ve mumların ölgün ışığıyla aranızda bir dostluk kurulmuştu neredeyse, en azından sizi geri kalan dünyadan uzaklaştırıyorlar, yorgunluğunuzla baş başa bırakıyorlardı. ”
”( ) belki de eve girmiştir, ama nasıl bilebilirlerdi ki, gürültü duymamışlardı, her şey yerli yerindeydi; saatler her zamanki gibi geçecekti, herhalde öğleye doğru; uzaktan ıslık çalarak postacı gelecekti, bahçedeki masanın üstüne bıraktığı mektupları hiçbir şey söylemeden alacaklardı, birlikte öğle yemeği için ne hazırlayacaklarına karar vermeden önce. ”
çok büyük bir uzaklık, çok fazla olanaksızlıklar vardı sizinle aramızda; aynı oyunu oynamıştık ancak siz hâlâ canlıydınız.
Önce evlerin kütüphaneleri sokağa taşacak; bunun üzerine belediyeler kütüphaneleri genişletmek için çocukların oyun alanlarından feragat etmeye karar verecekler. Ardından tiyatrolar, kreşler, mezbahalar, tavernalar, hastaneler teslim bayrağını çekecek. Yoksullar kitapları tuğla gibi kullanacak, onları çimentoyla yapıştıracak ve kitaptan duvarlar yapıp kitaptan kulübelerde yaşayacaklar. Sonra bir gün gelecek kitaplar şehirlerden taşıp kırlara yayılacak, buğday ve ayçiçeği tarlalarını dümdüz edecekler ve Karayolları İdaresi, yolları iki çok yüksek kitap duvarının arasından geçirmeyi zorlukla başaracak. Bazen bir duvar devrilecek ve korkunç otomobil kazaları yaşanacak.
”Şairin en sondaki geri çekilmesi ve suskunluğu bile bir düşüşün aşamalarına, acınası bir dönüşe benziyordu, kendi gücünü aşan bir düş için terk etmeyi göze aldığı dünyaya dönüşüydü bu. ”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir