İçeriğe geç

Âdem’den Önce Kitap Alıntıları – Jack London

Jack London kitaplarından Âdem’den Önce kitap alıntıları sizlerle…

Âdem’den Önce Kitap Alıntıları

O çatal dilli,boncuk gözlü,parlak pullu,tıslayan ve çınlayan yılanları,ben zaten çok iyi tanımıyor muydum?Onlar benim eski dostlarım,daha doğrusu gecelerimi korkuyla dolduran düşmanlarımdı
Arapsaçı gibiydi her şey.
İçgüdü dediğimiz şey ırksal bir anıdan ibarettir.
Ben iyiden iyiye kızmaya başladım. O günlerde oldukça çabuk kızan, sinirli bir kişiydim. Yürekli de sayılırdım – yürekliliğim köşeye sıkıştırılmış bir sıçanınkine benzese bile –
Mutluluğu sadece gündüzleri bir nebze olsun tadabiliyordum.Gecelerimse korkunun egemenliği altındaydı,hem de ne korku!
Bana kalırsa, yıllar öncesinde bile insanın başkalarını bu denli düşünüp dostluk kurma becerisi, onu hayvanların en güçlüsü kılıyordu.
“Bana annem bakıyordu; evim annemdi.”
Bazı kişilerde dünyaya ikinci kez gelmiş oldukları duygusunu uyandıran birtakım deneylerin de aslında bu ikinci kişiliğin –ama benimki kadar güçlü olmayan bir ikinci kişiliğin– bir belirtisi olduğuna inanıyorum. Bu kişiler için son derece akla yatkın ve bir yerde anlaşılması kolay bir varsayım bu. Günlük yaşamlarında hiç görmedikleri sahneleri gördükleri, çok eskiden yapıldığı belli olan bazı şeyleri yaptıklarına değin anıları olduğu zaman akla gelen en kolay açıklama, daha önceden yaşamış olduklarıdır.
Bence bu kişiler çok önemli bir yanılgıya düşüyorlar. Kendi içlerindeki ikiliğin farkına varamıyorlar. İkinci bir kişilikleri olduğunu bilemediklerinden, iki kez dünyaya gelmiş bir tek kişilikleri olduğunu sanıyorlar.
Hepimizin pek iyi tanıdığı o boşlukta düşme olayında hiçbirimiz yere çarpmayız. Yere çarpmak demek, öbür dünyayı boylamak demektir çünkü. Ağaçgezen dedelerimiz arasında düşüp de yere çarpmış olanlar hemen ölmüşler elbette. Bu düşüşün getirdiği şok onların da beyin hücrelerinde yer etmiştir kuşkusuz; ne var ki hemen öldükleri için çoluk çocuğa karışıp da bu değişimi onlara aktaracak fırsatları olmamıştır. Bizler, düşüp de yere çarpmayan ağaçgezenlerin yeni kuşaklarıyız; onun için de düşlerimizde yere çarpmadan uyanırız.
İçgüdü dediğimiz, kalıtımımıza yazılan bir alışkanlıktan ibaret.
Hepimizin pek iyi tanıdığı o boşlukta düşme olayında hiçbirimiz yere çarpmayız. Yere çarpmak demek, öbür dünyayı boylamak demektir çünkü. Ağaçgezen dedelerimiz arasında düşüp de yere çarpmış olanlar hemen ölmüşler elbette. Bu düşüşün getirdiği şok onların da beyin hücrelerinde yer etmiştir kuşkusuz; ne var ki hemen öldükleri için çoluk çocuğa karışıp da bu değişimi onlara aktaracak fırsatları olmamıştır. Bizler, düşüp de yere çarpmayan ağaçgezenlerin yeni kuşaklarıyız; onun için de düşlerimizde yere çarpmadan uyanırız.
Hepimizin pek iyi tanıdığı o boşlukta düşme olayında hiçbirimiz yere çarpmayız. Yere çarpmak demek, öbür dünyayı boylamak demektir çünkü. Ağaçgezen dedelerimiz arasında düşüp de yere çarpmış olanlar hemen ölmüşler elbette. Bu düşüşün getirdiği şok onların da beyin hücrelerinde yer etmiştir kuşkusuz; ne var ki hemen öldükleri için çoluk çocuğa karışıp da bu değişimi onlara aktaracak fırsatları olmamıştır. Bizler, düşüp de yere çarpmayan ağaçgezenlerin yeni kuşaklarıyız; onun için de düşlerimizde yere çarpmadan uyanırız.
Hepimizin pek iyi tanıdığı o boşlukta düşme olayında hiçbirimiz yere çarpmayız. Yere çarpmak demek, öbür dünyayı boylamak demektir çünkü. Ağaçgezen dedelerimiz arasında düşüp de yere çarpmış olanlar hemen ölmüşler elbette. Bu düşüşün getirdiği şok onların da beyin hücrelerinde yer etmiştir kuşkusuz; ne var ki hemen öldükleri için çoluk çocuğa karışıp da bu değişimi onlara aktaracak fırsatları olmamıştır. Bizler, düşüp de yere çarpmayan ağaçgezenlerin yeni kuşaklarıyız; onun için de düşlerimizde yere çarpmadan uyanırız.
Hepimizin pek iyi tanıdığı o boşlukta düşme olayında hiçbirimiz yere çarpmayız. Yere çarpmak demek, öbür dünyayı boylamak demektir çünkü. Ağaçgezen dedelerimiz arasında düşüp de yere çarpmış olanlar hemen ölmüşler elbette. Bu düşüşün getirdiği şok onların da beyin hücrelerinde yer etmiştir kuşkusuz; ne var ki hemen öldükleri için çoluk çocuğa karışıp da bu değişimi onlara aktaracak fırsatları olmamıştır. Bizler, düşüp de yere çarpmayan ağaçgezenlerin yeni kuşaklarıyız; onun için de düşlerimizde yere çarpmadan uyanırız.
İçgüdü dediğimiz nedir ki? Kalıtımsal hale gelmiş birtakım eski alışkanlıklar, o kadar.
Büsbütün yalnız kalmıştım. İnsanların kaynaştığı o düzlük birden boşalmıştı. Umutsuzca
oturdum yere ve ağlamaya başladım. Anlayamıyordum.
İstediği sonucu elde etmek için bana ulaşması gerekmiyordu zaten, bunu çok iyi biliyordu, alçak ! Yüzünde haince bir gülüş, gözlerinde
kurnazca bir parıltı
Şimdi gelelim kişilik çözülmesine. Uyanıkken
boşluğa düşme duyusuna hiç kapılmayız. Gündüzki kişiliğimizin bu tür bir deneyimi hiç olmamıştır çünkü, öyleyse bu konuda tartışmanın kaçınılmaz olduğuna inanıyorum biz
uyurken boşluğa düşen, daha önce de düşme deneyimi geçirmiş apayrı ve belli bir kişiliğimiz
olmalı. Nasıl ki gündüzki kişiliğimiz gündüzki
deneyimlerimizi belleğinde biriktirip daha sonra anımsayabiliyorsa, öteki kişiliğimiz de ırkımızın geçmişteki deneyimlerini anımsamaktadır.
Bu şekilde önlenen feci bir düşüş, şok yaratıyordu. Böyle bir şok da beyin hücrelerinde bazı moleküler değişiklere neden oluyordu. Bu değişiklikler sonraki kuşakların beyin hücrelerine aktarılarak, kısaca ifade edecek olursak ırksal hatırlar haline geliyordu. Yani siz ve ben uyurken veya uyku bastırıp içimiz geçtiğinde, boşlukta düşüyor ve tam yere çarpmak üzereyken sıkıntı içinde uyanıyorsak, ağaçlarda yaşayan atalarımızın başına gelenleri ve beyin hücrelerinde meydana gelen değişikliklerle insan ırkının kalıtsal mirasına kazınmış şeyleri hatırlamaktan başka bir şey yapmıyoruz demektir.
Ey, yardımseverlik için vaaz veren sizler! Yoksullardan örnek alınız, çünkü yalnız onlar bu erdemi kullanmasını bilirler. Onlar kendilerine gereksiz olanı vermezler çünkü fazlası ellerinde yoktur. Hatta bazen kendilerine ayırdıklarını bile seve seve verirler. Köpeğe atılan bir kemik yardımseverlik örneği değildir. Yardımseverlik, en az köpek kadar aç olunduğu zaman kemiği onunla paylaşmaktır.
sadece insan türünün erkeği dişisini öldürür.
sadece insan türünün erkeği dişisini öldürür.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sizler ve ben uyurken ya da uyuklarken boşluğa düşüyor ve yere çarpmamıza çok az kala uyanıyorsak eğer, ağaçlarda yaşayan atalarımızın başından geçen o korkunç düşüşleri anımsıyoruzdur yalnızca. Bunu sağlayan da kalıtım yoluyla bize ulaşan beyin hücrelerindeki molekülsel değişimlerdir.
Kırmızı Göz’ü o korkunç ilkel eğilimlerine rağmen insan basamağında kabul ediyorum çünkü türler içinde eşlerini öldüren tek canlı insan erkeğidir.
Dersimi acı bir şekilde almıştım. Türümün diğer örneklerinden farklıydım. Bende, onların anlayamadığı bir tuhaflık vardı. Bunu açıklamaya kalkıştığımda yanlış anlaşılıyordum. Etrafta hayaletler ve cinlerle ilgili hikâyeler anlatıldığında sessizliğimi korudum. Kendi kendime acımasızca gülümsedim. Kendi korku dolu gecelerimi ve asıl bunların gerçek olduğunu düşündüm. Hayat kadar gerçekti; diğerlerinin anlattığı ruhlar gibi sönük ve tahminden ibaret siluetler değildi.
Bir tanecik insanla bile karşılaşabilsem kurtulacaktım!
‘Bir insan, tek bir insan bulsam da kurtulsam!’
O kış Kızılgöz, sonuncu karısına eziyet edip onu sürekli döverek öldürmüştü. Onun çok ilkel bir yaratık, bir atavizm örneği olduğunu söylemiştim ya bu ilkellikten çok daha kötüydü. Çünkü en düşük seviyedeki hayvanlar bile eşlerine eziyet edip onları öldürmüyordu. Bu konuda Kızılgöz’ü o korkunç ilkel eğilimlerine rağmen insan basamağında kabul ediyorum, çünkü türler içinde eşlerini öldüren tek yaratık insan erkeğidir.
Ama güzel şeyler bile bir süre sonra sıkıcı oluyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
RESİMLER! Resimler! Resimler! Düşlerime
üşüşen resim yığınlarının nereden geldiğini öğrenmeden önce merak eder, sık sık düşünürdüm; çünkü uyanıkken, gerçek yaşamda,
onlara benzer hiçbir şey görmemiştim. O resimler, düşlerimi bir karabasanlar dizisine dönüştürerek, çocukluk günlerimde işkence ettiler bana; bir süre sonra da insan türünden farklı, doğaya aykırı ve lanetlenmiş bir yaratık olduğuma inandırdılar beni.
O günlerde en doğal ölüm vahşice öldürülmekti.
‘Ama güzel şeyler bile bir süre sonra sıkıcı oluyor.’
İnsanın hayal gücü geliştikçe ölüm korkusu da artmış olmalı. Zamanla bu korkuyu karanlığa yansıtıp kafasında cinler, periler kurmaya başlamış da olabilir.
Bizim dünyamızda farklı türlere acınmazdı.
Dünya’nın ahalisi olan bizler, konuşma yeteneğinden yoksunduk.Bu yüzden ne zaman herhangi bir nedenle bir araya gelsek bir kargaşa oluyordu.
sadece insan türünün erkeği dişisini öldürür.
Kıyafetlerin keşfiyle birlikte namus anlayışı oluşacaktı.
Bana kalırsa, yıllar öncesinde bile insanın başkalarını bu denli düşünüp dostluk kurma becerisi, onu hayvanların en güçlüsü kılıyordu.
Ve o bizim türümüzden değildi.
Bizim dünyamızda kendi türünüzden olmayana acımazdınız.
“Dünya üzerinde benimle birlikte yürümüş olan hiçbir insanın, benim yaşadığım korkuları yaşamadığını söyleme cesaretini kendimde buluyorum.”
İnsanın dünyayı nasıl tükettiğini, daha çok olanağa sahip insan topluluklarının daha az gelişmiş olanların yaşam alanlarını ellerinden alıp bilinçli bir şekilde onları nasıl yok oluşa sürüklediğini kendi zamanımızda da gördük, görüyoruz.
Hayat kadar gerçekti; diğerlerinin anlattığı ruhlar gibi sönük ve tahminden ibaret siluetler değildi.
Nadiren boyanırdı düşlerim mutluluğa. Kural gereği korku doluydu düşlerim.
İnsan bir rüya görürken, hatta rüyanın ortasında bile rüya görmekte olduğunun farkına varabilir ve eğer bir kabussa , bunun sadece rüya olduğunu düşünerek kendini rahatlatabilir.
“O kış Kızılgöz sonuncu karısını da öldürdü. Sürekli işkencelere, sık sık yenilen dayaklara dayanamamıştı kadıncağız. Onun çok ilkel bir yaratık, bir atavizm örneği olduğunu söylemiştim ya, bu konuda daha da beterdi. İlkel hayvanların erkekleri dişilerine bu türlü kötü davranmaz, eşlerini öldürmezler çünkü. Öyleyse Kızılgöz’ün bütün geriliğine karşın bu konuda ileri olduğu söylenebilir. Erkeğin eşini öldürdüğü tek hayvan türü insandır.”
Hiç düşünüzde düş gördüğünüz oldu mu?
Sadece insan türünün erkeği dişisini öldürür.
Düşlerim genellikle düşmelerle son bulur.
Hayvanlar dişilerine böyle kötü davranmaz, onları öldürmez. Bu açıdan baktığımda atalarının zamanından beri ilerleme kaydedememiş olmasına rağmen Kızılgöz’ü insanoğlunun habercisi olarak görüyorum çünkü sadece insan türünün erkeği dişini öldürür.
Fiil çekimi diye bir şey yoktu.
Ne var ki insan tüm iyi şeylerden bile bıkıyor.
En kötüsü de bütün bunları hiç kimseye anlatamamaktı.
Sadece insan türünün erkeği dişisini öldürür.
Sadece insan türünün erkeği dişisini öldürebilir.
Uyanıkken ve uyurken yaşadığım dünyalar birbirinden tamamen farklıydı. Bu iki dünyanın, onu yaşayan kişinin kendim olması dışında hiçbir ortak özelliği yoktu. Sanki iki yaşamı da tecrübe eden kişi olarak bir köprü görevi görüyordum.
Evrim bu meseleyi çözen anahtar oldu. Atacılığa ve soyçekime mahkum, insanlığın başlangıcı kadar eski bir döneme ait anıları barındıran modern ve normal zihnimin bana oynadığı oyunlara açıklık getirdim.
İçgüdü dediğimiz şey, ırksal bir anıdan ibarettir.
Böylece dünyada köpeğin evcilleştirilmesine ilişkin en erken girişimlerden biri kavgayla sona ermiş oldu. Birbiri mizden avuç avuç kıl kopardık; o beni, ben onu tırmaladık, ısırdık, karşılıklı gözlerimizi oyduk. Sonra birbirimize surat asıp barıştık. Sonra da yavruyu yedik. ????
“Belki de karanlıkta gerçeküstü bazı varlıkların yaşadığı düşüncesi de, karanlıkta gerçekten yaşayan bu yırtıcı yaratıkların uyandırdığı korkudan kök alarak gelişmiş ve zamanla görünmeyen, korkunç bir dünyanın varlığına inandırmıştı insanları.”
Erkeği kendi eşini öldüren tek hayvan insandır.
Onların akıl erdiremeyecekleri kadar anormal olduğumu ve başımdan geçenleri anlatmakta direnirsem bunun, öbür insanlarla aramdaki ilişkilerde anlaşmazlıktan başka bir şey yaratmayacağını anladım, sustum.
“Kopan kıyametin aralıklarında herkes kendisine yetiyordu, diğerlerinden ayrılıp kendi düşünceleri ve istekleriyle doluyordu. Gerçekten dünyanın merkezi kendisiydi, o süre boyunca etrafında zıplayıp bağıran bütün dünya merkezleriyle sözbirliğinden yoksundu.”
Hiçbir şeyin neticesini düşünmeden, mantıksızca hareket ederdik. Belli bir amaç için yaşamıyorduk.
Çünkü sadece insan türünün erkeği dişisini öldürür.
Onu hatırladığımda sanki içime bir açlık duygusu çöküyor, karnımı doyurduğumda bile bu duygu gitmek bilmiyordu.
Sadece insan türünün erkeği dişisini öldürür.
Çünkü daha aşağı seviyede olan hayvanlar bile dişilerine böyle kötü davranmaz, onları öldürmez

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir