Hakan Sarıpolat kitaplarından Cıs kitap alıntıları sizlerle…
Cıs Kitap Alıntıları
Güzel bir öykünün giriş cümlesiydi iki kuş. El ele tutuşup dans etmeye başladılar gökyüzünde. Kanatlarını birbirine geçiriyor, ince boyunlarını geriye atarak etraflarında dönüyorlardı. Onlar gökyüzünün değil gökyüzü onların etrafında dönüyordu sanki.
Güzel bir öykünün giriş cümlesiydi iki kuş. El ele tutuşup dans etmeye başladılar gökyüzünde. Kanatlarını birbirine geçiriyor, ince boyunlarını geriye atarak etraflarında dönüyorlardı. Onlar gökyüzünün değil gökyüzü onların etrafında dönüyordu sanki.
Kimi esmer, kimi sarışın, kimi kızıl. Fark etmiyor. Dünyanın bütün çocukları aynı renk.
İnsan bazen görmediği bir şeyi de izlemek istiyor. Boşluğu. Aslında boş olmadığını bildiği. İşte en korkuncu da bu.
“Gerçek anılar, belleğin hayaletleri gibi görünüyorlardı bana, sahte olanlar ise gerçekleri bozacak kadar inandırıcıydılar.”
Gabriel Garcia Márquez
Güneş tam tepede. Elindeki usturayla insanları paralıyor. Havada ince bir kan kokusu. Ağaçlar, evler, çocuklar, yaşlılar Aynı kokuyor. Zifirle kaplı mahalle. Güneşle kaynıyor. Simsiyah. Doğan tüm bebekler bu siyahlığın egemenliğinde büyüyor. Yaşlılar bu siyahlıkta ölüyor. Dışarıdan gelenler için dayanılmaz, mahalleli tarafından özümsenmiş. Varlıklarının vazgeçilmez parçası haline gelmiş. Duyumsandığı zaman büyük bir yoksunluk hali yaşatıyor. İnsanları bağlayan, hiçbir yere bırakmayan. İşte tam da bu sebeplerden dolayı mahalleye Zincir diyorlar.
Hali içimi acıttı. Babama karşı daha önce hiç böyle bir duygu hissetmemiştim. Onun yıkılmaz ve alt edilemez olduğunu düşünürdüm.
İnsan bazen görmediği bir şeyi bile izlemek istiyor. Boşluğu. Aslında boş olmadığını bildiği. İşte en korkutucu da bu.
Kimi esmer, kimi sarışın, kimi kızıl. Fark etmiyor. Dünyanın bütün çocukları aynı renk.
Ona bir kez bile güzel söz söylediğini duymamıştım. Sevgiyi göstermek için sözcüklere gerek olmadığını anladım o an.
Bunca yıl okuduktan sonra bu mu mükafatım?
Sevgiyi göstermek için sözcüklere gerek olmadığını anladım o an..
Onun beni kontrol etmesine izin verdim.İstediği an yanında oldum, istemediğinde olmadım. Bir eşyadan ne farkım var?
Bizde teke tek dövüşlere karışılmaz. İzlenir.
Karanlık sokaklara giriyorlar en çok. Eskimiş, gariban, evlerin üst üste yığıldığı, kederli sokaklar. Her sokakta onları bekleyen çocuklar. Sevgisizlikten uyuyamayan, hayatı erken yaşta öğrenmek zorunda kalan, dilenen, sanayilerde kaçak çalışan, ailesiz, düşsüz çocuklar.
Öldürdüğü umudunu canlandırdığım için kızmıştı sanırım bana.
Ona bir kez bile güzel söz söylediğini duymamıştım. Sevgiyi göstermek için sözcüklere gerek olmadığını anladım o an.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çok kötü şeyler yaşamış garibim. Öyle hayat yaşayan bir insan cami hocası olacak değildi ya. Bu yüzden hiç kızmadım ona. Hayatın sillesini yiyenlerdendi.
Beyaz bir kağıda çiziyor silüetini. Her gece kendini yeniden tanıyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ağlamayı kestim, sırtımdaki yükleri birer birer aşağıya indirdim. Yalnız geçen geceleri, tek başına yapılan kahvaltıları, paylaşılamayan acıları, yastık altına sakladığım gözyaşlarını, çarşafa sinmiş kokuları Hepsini boşluğa doldurdum. Geriye bir tek kapı önündekiler kalmıştı.
Ona bir kez bile güzel söz söylediğini duymamıştım. Sevgiyi göstermek için sözcüklere gerek olmadığını anladığım o an.
İnsan bazen görmediği bir şeyi de izlemek istiyor. Boşluğu. Aslında boş olmadığını bildiği. İşte en korkuncu da bu.
Kimi esmer, kimi sarışın, kimi kızıl. Fark etmiyor. Dünyanın bütün çocukları aynı renk.
İnsan bazen görmediği şeyi de izlemek istiyor. Boşluğu. Aslında boş olmadığını bildiği. İşte en korkuncu da bu.
Dünyanın bütün çocukları aynı renk.
Hastalık önemli arkadaşlar, ayrılık acısından bile.
Dertlerini unuturlar, birbirlerini anlarlardı. Konuşmadan, bakışarak.
Gerçek anılar, belleğin hayaletleri gibi görünüyorlardı bana,
Sahte olanlar ise gerçekleri bozacak kadar inandırıcıydılar.
Gabriel Garcia Marquez
Sahte olanlar ise gerçekleri bozacak kadar inandırıcıydılar.
Gabriel Garcia Marquez
Onulmaz bir sevdayı sırtına yüklenmişti.
İnsan bazen görmediği bir şeyi de izlemek istiyor.
Peki ama nereye gidecektim? Her yer aynıydı.
Hastalık önemli arkadaşlar, ayrılık acısından bile.
Yine de azalmadı hüznü. İçtikçe içti.
Ağlama. Hiçbir şey için. Güçlü olman lazım.
Kimi esmer, kimi sarışın, kimi kızıl. Fark etmiyor. Dünyanın bütün çocukları aynı renk.
Eskimişlik en çok bu mahalleyi sarmış. Çürüyor. İçindekilerle birlikte.
Sevgisizlikten uyuyamayan, hayatı erken yaşta öğrenmek zorunda kalan, dilenen, sanayilerde kaçak çalışan, ailesiz, düşsüz çocuklar.
Gökyüzü sonsuz. Yıldızsız. Ağaçlar, bulutlar, ay Bunca görüntü. Eski bir tablo.
Her şey o kadar yabancı ki
Yaşamı ilk kez tadan bir bebeğin gözleri bunlar. Acıyor.
Çocuklar gecenin tekin olmadığını bilirler. Onları karanlığın içinde tutan, yağmuru, ayazı unutturup evlerinin yolunu çoğaltan da bu bilgidir zaten. Karanlıkta, sessiz ve görünmez nesneler keşfedip suretsiz gölgelerle konuştuklarından, biraz delilere benzerler
Korku ve Arkadaşı- Ayşegül Çelik
Sevgiyi göstermek için sözcüklere gerek olmadığını anladım..
Yaşamak için bir sebebi kalmamıştı. Bedenini terk etmeye çalışıyor ama bunu başaramıyordu sanki.
Yaşlı ağaçlara benziyordu. Gecenin karanlığında sessizce salınan, istese de ölemeyen ağaçlara. Bu kadar kısa sürede nasıl bu hâle gelmişti?
Ölmedin, burdasın.
Sessizliğin hakimiyeti altında her şey. İnsanlar çoktan gecenin karanlığına gömülmüş. Cırcır böcekleri bile uykuya dalmış. Gökyüzü pinti. Yıldızlar sönük. Zaman durmuş, bir tek bu evde akıyor sanki, İçeriden gelen sesler de olmasa yer yüzünün en yalnız insanı sanacağım kendimi.
İnsan bazen görmediği bir şeyi de izlemek istiyor. Boşluğu. Aslında boş olmadığını bildiği. İşte en korkuncu da bu.
Yılanın başını ezmeliydin, kuyruğunu değil. Yılanlar kindar olur. Ömrünün sonuna kadar takip ederler hasımlarını. Kuyruğu kopan yılan bunun hesabını soracak bir gün sana,
Bunca yıl okuduktan sonra bu mu mükâfatım?
Onluklarla dolu bir havuz hayal ettim. Daldım içine. Paraları havaya savurup suratıma düşüşünü izledim.
O tüy yere konur mu hiç kapik. Melek tüyü değil mi o?
Şaşırdım. Nereden anlamıştı ki?
O tüy için cennetten gelme diyor herkes. Sen kalkmış yere koyuyorsun. Valla çarpılırsın.
Haklıydı. Tüyü hemen yerden aldım. Üç defa öpüp alnıma koydum.
Anneannem melek olduktan sonra tanınmayacak kadar değişti. Gençleşti, nefes alış verişi düzeldi, kırışıklıkları azaldı, kanatları büyüyüp dolgunlaştı. Tüyler o kadar parladı ki güneş çıktığı zaman onun olduğu tarafa bakamaz olduk. Babam, Şaşırma. Melekler nurlu olur. Tüyler de o yüzden parlıyor, dedi. Demek nurlu tüylerdi bunlar.
Dinliyor ama hiçbir şey anlamıyorduk. Kendine has bir dil geliştirmişti sanki. Babam, Anladım. Melek dili bu, dedi, bu yüzden anlayamıyoruz dediklerini.
Etrafına bir duvar örmüştü ve hiçbir şeyin bu duvarı aşmasına izin vermiyordu.
Günah valla. Birazcık sevabımız var, bunlar yüzünden ondan da olacağız.
Taaa Yozgat’tan gelmiş de, koca bulacakmış da Delirmiş bunlar ayol. Hem dünyanın derdi mi biter?
Bu kadar insan çekilir miydi hiç?
Maşallah abi. Hiç göstermiyorsun.
Sor neden diye. Bunların sayesinde biraderim. Güvercin gübresi sürdüm her gün suratıma. Bok ulan işte. Ondan böyle kaldım. Aman diyim ziyan etme bu gübreleri. Sür suratına. Telafizyonlardaki karılar sürüyorlar ya suratlarına pahalı kiremlerden. Halt etmişler. En doğal kirem güvercin bokudur be. Bilseler evlerinin bir odasını güvercinlere ayırırlar.
Ulan o hareket öyle mi yapılır lavuk. Biraz dinleneyim, hareketin Allahını yapcam size, derdi. Tam süzme.
Kitabını yazarım.
Hayvana baktım mı kendini görcen.
Son defa olsa bile sevdiğini görmek istiyor. Ellerini tutmak, kulağına onu çok sevdiğini fısıldamak
Eski günlere dönüyor, gençlik yıllarına. Sevdiğini ilk gördüğü âna.
Sevdiği nerede peki?
Sessizce sevdiği kadının gelmesini bekliyor.
Böyle bir aşka ne yapılabilirdi ki?
Bir canını daha verdi o saniye. Kaç canı kalmıştı geriye? Kaç kez daha ölecekti bu mahallede? Bu kokuyla kaç sene daha yaşayacaktı? Hiçbir soruya cevap bulamadı.
Bir öykünün içinde kayboldular.
Onlar gökyüzünün değil gökyüzü onların etrafında dönüyordu sanki.
Dobik, o koca göbeğini kaldır da bana bir çay koyuver.
Hayatın sillesini yiyenlerdendi.
Çok kötü şeyler yaşamış garibim. Öyle hayat yaşayan bir insan cami hocası olacak değildi ya.
Bizim gibilerin ölüsü araştırılmaz
S tir olup gittiler. Nolacaktı ya?