İçeriğe geç

Miftah’ul Vatan Çanakkale Kitap Alıntıları – Şair’ül İslam Yunus Kokan

Şair’ül İslam Yunus Kokan kitaplarından Miftah’ul Vatan Çanakkale kitap alıntıları sizlerle…

Miftah’ul Vatan Çanakkale Kitap Alıntıları

Mermiyi ne kaldıran,
Ne de atan Seyit’ti belli,
Çaresizlik anında etmişti tecelli,
Yetişmişti imdada kudret-i ilahi.
Merdivenlerini güçlükle çıktı topun,
Ve sürdü mermiyi ağzına namlunun.
Ve bir emir
Takım subayı Fehmi Bey’den:
Sığınağa gir, asker hemen!
Çelik püskürtüyor deniz
Ve Mecidiye Tabyası’nı altüst eden ateş,
Mermi yağıyor âdeta,
Cesur Mehmetçiğimin üzerine.
Üzülerek ifade etmek isterim ki metre kareye tam altı bin merminin düştüğü bu savaşı ne yurdumuzun gençliği ne de sair İslâm ülkelerindeki gençler yeterince bilmemektedirler.
Evet, Çanakkale iman ile imkânın, hidayet ile dalaletin, hak ile batılın muharebesidir. Ve hamdolsun ki Allah (c.c.) zahiren ve aklen galip gelmesi mümkün olmayan ehl-i imanı, ehl-i küfre galip kılmıştır.
Çanakkale’nin, emsalsiz Çanakkale direnişinin hem milletimiz hem de tüm İslâm coğrafyasının istikbali ve istiklali açısından büyük bir önem taşıdığı inkâr edilemez bir gerçektir.
Evet, Çanakkale Savaşı dünya tarihinde ilk kez kara, hava ve deniz güçlerinin müthiş bir şekilde koordineli olarak kullanıldığı bir savaştır. Çanakkale’de çok yoğun ve çetin çatışmalar yaşandı. Yalnız kara uçakları değil, deniz uçakları da bu savaştaki yerini aldı. Kara harekâtı gerek sabit balonlarla olsun, gerek uçak gemileriyle olsun sürekli desteklendi.
İtilaf güçleri hava harekâtından istedikleri sonucu elde edemediler. Zira Osmanlı birlikleri sürekli yer değiştirmekteydi. Bu yer değiştirme harekâtı hem geceleri hem de son derece dikkatli bir şekilde yapılması nedeniyle İtilaf kuvvetlerince havadan dahi takip edilemiyor, izlenemiyordu.
Düşman kuvvetlerinin balon ve uçaklarla yaptıkları gözetlemeler neticesinde Osmanlı küçümsenemeyecek kayıplar verdi.
Donanma ve ordu harekâtında hava gücünün önemi Çanakkale Harbi ile gündeme geldi. Savaş teknolojisi ve yöntemi, yani “warfare” açısından Çanakkale Harbi tarihe yeni bir sayfa açtı.
Uçak gemilerinden sabit balonlara, savaş uçaklarından hava bombardımanlarına hava gücü her yönüyle Çanakkale’de sınav verdi.
Çanakkale sadece deniz ve kara savaşlarına sahne olmadı. Çanakkale Savaşları’nda hava savaşları da önemli bir rol oynadı.
Osmanlı parasını peşin ödeyerek İngiltere’den iki savaş gemisi almıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı sıralardı ki bu gemilerin yapımı tamamlanmıştı. Ancak ne var ki İngiltere bu gemileri Osmanlı’ya teslim etmek istemiyordu ve etmedi de.
Osmanlı bu oyunu seziyor ve fark ediyordu ki tedbir alma yoluna koyuldu. Bu amaçla ilk önce İngiltere’ye başvurarak ittifak teklif etti; ama olumlu cevap alamadı. Daha sonra şansını Fransa’ya silah arkadaşlığı teklif ederek denedi. Ancak Fransa’dan da olumlu bir dönüt alamadı. Günümüzde de olduğu gibi onlar Osmanlı’yı oyalamaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Zira zaman değişse de İslâm ile müşerref kılınan bu millete karşı onların taktikleri çok da değişmemektedir.
Demek ki Çanakkale, bu harbin kilit noktasıydı. Birinci Dünya Savaşı’nın kaderi ve akıbeti orada tecelli edecekti.
Hem Osmanlı’nın elinde zengin petrol bölgeleri bulunuyordu. Şayet Çanakkale Boğazı’nı hayal ettikleri gibi geçebilirlerse, bu petrol bölgeleri üzerinde de söz sahibi olabileceklerini belki onlara sahip olabileceklerini düşünüyorlardı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çanakkale’yi geçmek ve Osmanlı’yı savaş dışına itmek Rusya’ya da yardım edilmesi anlamına geliyordu. Öte yandan Osmanlı’nın savaş dışı kalmasıyla onun müttefiki olan Almanya’ya da darbe vurulmuş olacaktı.
Evet, o gafiller öncelikle devrin en çağdaş silahları ile donatılmış, o haşmetli donanmalarının en güçlüleri olan zırhlılarının boğazın derin sularına gömüldüğüne şahit oldular ve onları terke koyuldular. Ve akabinde karada hiç tahmin etmedikleri ve edemedikleri belki hayal dahi edemedikleri o müthiş mağlubiyeti tadıp Gelibolu Yarımadası’nı gerisin geri dönerek boşaltmak zorunda kaldılar ve gereken tarihi dersi bu aziz milletten aldılar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3/54) âyetinin sırrı ile Allah (c.c.) onların hesaplarını altüst etti ve tuzaklarını başlarına geçirdi.
Bu yanılgı ile harekete geçen Churchill ve sair İngiliz liderleri, Türkiye’nin sınırlı bir direniş gösterebileceğini ve sonunda teslim olacağını düşünerek harekete geçmiştir. Zira onlar İslâm ile şereflenen bu milletin:

“Şehit olur, gazi olur
Ama teslim olmayız!”

şeklindeki o yüksek ve yüce ruhunu idrak edemeyecek derecede her şeyi maddi güç ile ölçen zavallı kimselerdi. Hesaplarını kendilerince çok iyi yapmışlardı; ama Allah (c.c.)’ın da bir hesabı olduğunu unutmuşlardı.

Bu cephenin açılmasında baş aktör olan İngiliz Bahriye Nazırı Churchill, Türkiye’nin gücünü matematiksel hesaplarla, hâlihazırdaki imkânlarıyla ölçmeye çalışmış; asıl önemli olan ve imandan gelen ve beslenen manevi gücünü, mücadele ruhunu hesaba katmamış ve katamamıştır.
Evet, işte bu gizli mücadeleler, sinsi planlar ve çıkar amaçlı çatışmalardır ki İstanbul’u Rusya’dan önce ele geçirmek isteyen İngiltere ve Fransa’yı Karadeniz Boğazı’na yöneltmiş ve sevk etmiş, Çanakkale Cephesi’nin temel açılma sebebini teşkil etmiştir. Tarih kitaplarında geçen Rusya’ya silah ve malzeme desteği sağlamak amacı ise, savaşın ancak zahiri bir sebebidir denilebilir, denilir ve öyledir.
Karadeniz ülkelerini dünya piyasalarına bağlayan boğazlarımız ana ticaret güzergâhıdır.
Boğazlarımız, yurdumuzun olduğu gibi, Karadeniz’e kıyısı olan sair ülkelerin de hem ekonomisi hem de askeri güvenliği bakımından hayati önem arz etmektedir.
Evet, boğazlarımız tarih boyunca dünyanın diğer bölgelerine kıyasen nadir görülmüş olan, bitmek bilmeyen mücadelelerin merkezi olmuştur.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim, güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim, cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu…
Valideciğim,

Nasihat-âmiz mektubunu, Divrin ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının gölgesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan dolayı sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diye tebrik ediyordu.

31 Mayıs 1915 Pazartesi

Sebeb-i hayatım, feyz-i refikim
Sevgili Babacığım, Valideciğim.

Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan kurşun geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere, şu yazıları yazıyorum.

Bugünlerde, her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz. Bilirsin, her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme… Beni ve seni yaratan Allah, bizi nasıl dünyada birbirimize nasip etti ise, benden şehitlik rütbesini esirgemediği takdirde elbette ruhlarımızı da birbirine kavuşturur.
Çanakkale Harbi’nde mektuplardaki yazışmalar çok duygusal ve çok anlamlıdır. Bu mektuplarda bir taraftan karşılıklı özlemler dile getirilirken diğer taraftan da iman ve vatan aşkı, şehitlik duygusu ve arzusu ifade edilir.
Kınalı Hasan, cebinden çıkan, annesine yazdırmak istediği mektubuna şu şiirle başlamıştır:

“Anam yakmış kınayı aday diye,
Ben de vatan için kurban doğmuşum. Anamdan Allah’a son bir hediye, Kumandanım! Ben İsmail doğmuşum.”

Evet, asıl kuvvetler daha içerideydi ve bu taktik ve uygulama komutanların büyük bir bölümü tarafından yanlış bulunuyordu. Bu yanlış komuta ve uygulama ile, savaşın başında az sayıdaki çıkarma noktasından düşman kuvvetlerini püskürtme imkânı böylece kaçırılmış oldu.
Ancak ne var ki Liman von Sanders bu ehemmiyetli görüşleri dikkate almadı. Zira o, ordunun yalnızca çok küçük bir bölümünü ana kumsalları korumak amacıyla sahile yayma, asıl kuvvetleri ise daha içeri bölgede toplama görüşünde ve fikrindeydi.
Arkamda duyduğum ayak sesleri üzerine başımı çevirince, karşımda Ali Çavuş’u buldum. Sararmış yüzü derin bir acının belirli izleriyle çizgiliydi. Daha ‘Neyin var?’ diye sormama meydan kalmadan, o müthiş gerçeği anlamama yetecek bir hareketle, kolunu uzatmıştı. Dehşetle sarsıldım. Çavuşun sol kolu, bileğinin dört beş parmak kadar yukarısında parçalanmış, kanlar içinde idi. Elinin yere düşmemesini ancak zayıf bir bağlantı önlüyordu.
Birden içlerinden biri bir marş söylemeye başlar. Biraz sonra yavaş yavaş diğerleri de bu marşa katılırlar. Hepsi toparlanır. Artık gerilmiş yay gibidirler. Hücum emri verilir. Siperden fırlarlar. O gün yüzbaşı ile birlikte hepsi orada şehit olur. Sadece Azman Dede sağ kalabilmiştir. Her Çanakkale’yi anlatışta: “Yüzleri hâlâ gözlerimin önünde.” diye ağlar dururdu.
Hava sıcak, su yok. Kanlıdere sırtlarında durmadan siper kazıyoruz. Akşam olunca düşman zırhlı gemileri sahile yanaşıyor ve cehennemi bir bombardımana başlıyordu. Bir bomba bir manganın üzerine düştü mü kol, bacak, kafa havada uçuyordu.
Yahudiler 650 kişilik temsili bir grupla Çanakkale Harbi’ne katıldılar. Bu sembolik katılımın gayesi hiç şüphesiz hayal edilen İsrail Devleti idi.
Allah’ın lütuf ve inayetiyle elde edilen bu zafer ve başarı tüm dünyaya savaşta sayı, silah, cephane ve teknoloji üstünlüğünün her şey demek olmadığını ilân ve i’lam etmiştir, fiilen ispat etmiştir. İslâm ile müşerref kılınan milletimizin bu zaferi bize hem yeni bir özgüven kazandırmış hem de ileride başlayacak Milli mücadelemize zemin ihzar etmiştir.
Evet, 1914’te başlayan Çanakkale Harbi’nde İtilaf Devletleri bir başka deyişle İslâm düşmanı Haçlılar tüm teknolojilerine, teknolojik silahlarına, son sistem donanmalarına, karadan, havadan ve denizden yapmış oldukları emsalsiz saldırılarına rağmen Allah’ın yardımıyla mağlup edilmiş, bu aziz milletin evlatları şehit olmuş, gazi olmuş; ama teslim olmamıştır. Bayrak inmemiş, ezan dinmemiş ve vatan toprakları küffara teslim edilmemiştir.
İtilaf güçleri hava harekâtından istedikleri sonucu elde edemediler. Zira Osmanlı birlikleri sürekli yer değiştirmekteydi. Bu yer değiştirme harekâtı hem geceleri hem de son derece dikkatli bir şekilde yapılması nedeniyle İtilaf kuvvetlerince havadan dahi takip edilemiyor, izlenemiyordu.
Düşman kuvvetlerinin balon ve uçaklarla yaptıkları gözetlemeler neticesinde Osmanlı küçümsenemeyecek kayıplar verdi.
Hâlbuki Çanakkale Savaşları esnasında İngilizler tarafından gelen bildirgelerde dahi Almanya’nın Mehmetçiği yöneltme ve idare etme anlamında hatalarına dikkat çekiliyor, bu hatalar özellikle vurgulanıyordu.
Evet, eğer şu eşsiz vatanımız düşmana karşı bir kilit farz edilirse Çanakkale onun anahtarı olur. Eğer görünür bir canlı farz edilirse, Çanakkale onun ruhu olur. Eğer bir insan farz edilirse, Çanakkale onun kalbi olur.
“Şehit olur, gazi olur
Ama teslim olmayız!”
Boğazlarımız, yurdumuzun olduğu gibi, Karadeniz’e kıyısı olan sair ülkelerin de hem ekonomisi hem de askeri güvenliği bakımından hayati önem arz etmektedir.
Boğazlarımızın bu tartışılmaz olan stratejik önemindendir ki pek eski dönemlerden beri Avrupa, Asya ve Afrika ülkeleri arasındaki gerek ekonomik, gerek ticari, gerekse siyasi ilişkilerin, askeri operas- yonların, hep Boğazlar bölgesinde vuku bulduğuna tarih şahitlik etmektedir.
Hiç şüphesiz boğazlarımız uluslararası ilişkileri dikkate aldığımızda bu ilişkilere yön vermede çok önemli bir rol oynamış, tabiri caizse bir odak noktası konumunda olmuştur.
İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizinden meydana gelen boğazlar sistemimizin, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan tek su yolu olarak sahip olduğu stratejik önem kendini güneş gibi göstermektedir.
Dünyanın en ileri teknolojilerine ve zahiren en kuvvetli ordularına karşı Çanakkale’de verdiğimiz mücadeleyi ve elde ettiğimiz zaferi ve bizi bu zaferi götüren ruhu gençlerimizin bilmemesi, bilememesi, düşünmemesi, düşünememesi, bundan ders çıkarıp ibret almaması ve alamaması ne üzücü…
Evet, Çanakkale iman ile imkânın, hidayet ile dalaletin, hak ile batılın muharebesidir. Ve hamdolsun ki Allah (c.c.) zahiren ve aklen galip gelmesi mümkün olmayan ehl-i imanı, ehl-i küfre galip kılmıştır.
Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.”

(Bakara Sûresi, 2/154)

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.

Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.

Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin; Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.

(Âl-i İmrân Sûresi, 3/169-171)

Mermiyi ne kaldıran,
Ne de atan Seyit’ti belli,
Çaresizlik anında etmişti tecelli,
Yetişmişti imdada kudret-i ilahi.
Yahudiler 650 kişilik temsili bir grupla Çanakkale Harbi’ne katıldılar. Bu sembolik katılımın gayesi hiç şüphesiz hayal edilen İsrail Devleti idi.
Allah’ın lütuf ve inayetiyle elde edilen bu zafer ve başarı tüm dünyaya savaşta sayı, silah, cephane ve teknoloji üstünlüğünün her şey demek olmadığını ilân ve i’lam etmiştir, fiilen ispat etmiştir. İslâm ile müşerref kılınan milletimizin bu zaferi bize hem yeni bir özgüven kazandırmış hem de ileride başlayacak Milli mücadelemize zemin ihzar etmiştir.
Evet, 1914’te başlayan Çanakkale Harbi’nde İtilaf Devletleri bir başka deyişle İslâm düşmanı Haçlılar tüm teknolojilerine, teknolojik silahlarına, son sistem donanmalarına, karadan, havadan ve denizden yapmış oldukları emsalsiz saldırılarına rağmen Allah’ın yardımıyla mağlup edilmiş, bu aziz milletin evlatları şehit olmuş, gazi olmuş; ama teslim olmamıştır. Bayrak inmemiş, ezan dinmemiş ve vatan toprakları küffara teslim edilmemiştir.
Evet, asıl kuvvetler daha içerideydi ve bu taktik ve uygulama komutanların büyük bir bölümü tarafından yanlış bulunuyordu. Bu yanlış komuta ve uygulama ile savaşın başında az sayıdaki çıkarma noktasından düşman kuvvetlerini püskürtme imkânı böylece kaçırılmış oldu.
Liman von Sanders, sevk ve idare sisteminde, Çanakkale Cephesi’nin birçok özellik ve koşullarını hesaba katmayarak, daima taarruz harekâtı ön gördü. Özellikle, alınması çok gerekli olan koruyucu ve hazırlayıcı tedbirleri alamadı ve hatta çok kez, topçu ateş hazırlığının yapılmasını bile küçümsedi. İngiliz ve Fransız birliklerinin karaya çıkmasının ilk günlerinden itibaren başlayarak gerek Seddülbahir ve gerekse Arıburnu cephesinde kendi değimiyle “baskın yeri atılganlıklar” la en güçlü ve kahraman Osmanlı birliklerinin yersiz ve acımasız erimesine yol açmıştı.
Şimdi düşün ki ecnebilerin,
Vatan ve millet,
Bayrak ve mukaddesat
Uğrunda yüreklerinin,
Bizimki gibi atması
Ve çarpması mümkün mü?
Evet, Liman von Sanders’in Osmanlı subayları ile ters düşmesi kaçınılmazdı; zira hataları savaş sanatını bilen herkes tarafından aşikâr bir şekilde görülüyordu.
Liman von Sanders anılarında, karargâhın geride kalanının büyük kısmının da mümkün olan surette onu takip ettiğini ve bunların yüzbaşı 5. Fesse dışında hepsinin Türk subaylarından oluştuğunu ifade etmektedir.
Savaşın patlamasıyla seferberlik ilân edilmiş ve Osmanlı ordusu ilk aşamada üç ordu şeklinde yeniden teşkilandırılmıştı. Liman von Sanders bu defa, merkezi İstanbul’da bulunan 1. Ordu’nun başına getirilecekti.
Evet, gerçek ve hakiki erdem odur ki düşmanları dahi onu takdir ve tebrik eder, hem ilân ve i’lam eder.
Evet, kendilerini yok medeni diye yok insan hakları savunucusu diye tanıtan hangi batı ülkesinde böyle yüce ve yüksek amele rastlayabiliriz? Onların canlı şahitler olarak anlattıkları bu ve bunun gibi nice anılar İslâm ile şereflen bu aziz milletin dem ve damarlarına kadar işlemiş olan muhabbet ve adalet ve hoşgörünün tecellisinden başka bir şey değildir.
Mayına çarpmıştık. Gemimiz batıyordu. Artık hiçbir şey yapılamazdı. Yüzerek kurtulmaktan başka bir çare de yoktu. Sahil yakındı. Fakat sağ bacağımdan yaralanmış olduğumu ve bunun müthiş bir ızdırap verdiğini hissetmeye başlamıştım.
Biz bu olayı unutmuş olsak da hatta çoğumuz hiç duymamış olsak da İngilizler unutmuyor, unutamıyor. Nitekim 14 Kasım 1999’da BBC’de Kralın Bütün Adamları anlamına gelen All The King’s Men ismiyle gösterilen film, tamamı ile Çanakkale’de kaybolan İngiliz birliğinin malum hikâyesinden oluşuyor.
Hiç şüphesiz kaybolan İngiliz taburu Çanakkale Harbi’nin en mühim ve en ilginç hadiselerinden biridir.
Tekrarlanan hep buydu… Sonra, kısa bir sessizlik oldu ve arkasından düşman siperlerinden yükselen “Allahu Ekber! Allahu Ekber!” sesleri bir uğultu hâlinde bize kadar perde perde geldi… Daha sonraki günlerde öğrendik ki, İngiliz sömürgesinin Müslüman askerleri, Müslüman Türk askerleri karşısında savaştıklarını öğrenince isyan etmişler ve derhal geriye alınıp cepheden uzaklaştırılmışlar…
“Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Fetih Sûresi, 48/8)
“(Bütün bu lütuflar) mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.” (Fetih Sûresi, 48/5)
“İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır.” (Fetih Sûresi, 48/4)
O sırada gökyüzünde hevenk hevenk beyaz bulutlar göründü. Biraz sonra da bu bulutlar yere çöktü… Herkes, “Allahu Ekber!” diyerek yüzünü toprağa sürdü. Hepimizin içinde ince bir huzur çiçeklenmiş ve Allah bizi bulutlar arasında görünmez hâle getirmişti.
Mehmet Çavuş Abidesi önünde, tek bacağı üstünde büyük bir vecd içinde saygı duruşunda bulunan general, sonra etrafındakilere dönerek şunları söyledi:
“Efendiler!.. Müslüman Türk askeri, ender bulunan bir insandır. Sizlere bu konuda hâlâ içimde taptaze, capcanlı duran bir hatırayı anlatmak isterim:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir