İçeriğe geç

Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele Kitap Alıntıları – Turgut Özakman

Turgut Özakman kitaplarından Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele kitap alıntıları sizlerle…

Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele Kitap Alıntıları

Her dâhi yalnızdır.
Bu millet Gazi’yi unutur mu? Onu rahmet dilemeden anmak bile bir Müslümana yakışmaz, nankörlük olur.
bütün cahiller cesurdur
Neyimiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batının, vicdanımızı Doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi, 30 Ağustos zaferine borçluyuz.

F. R. ATAY Çankaya 314

Anadolu’yu yüzlerce yıl, yalnız kanına ve canına ihtiyacın olduğu zaman hatırlarsan, onun dışında kaderine terk ve cehalete teslim edersen, sonuç tabii böyle olur. Vatanı, köyünden ibaret sanabilir. İstiklal için dövüşenlere karşı da durabilir. Çünkü insanımızın kafasını, milli bir terbiyeden geçirmemişiz ki. Çok şükür ki halkın çoğunluğu sağduyusu ile doğruyu görüyor.
Egemenlik, kayıtsız ve şartsız milletindir!
Ancak tek bir adam, emperyalist kudretin içyüzünü gerçekliği ile kavramıştı: M.Kemal!
Herhalde Balkan harbinin Bulgarları, bunlardan daha insaflı idiler.
Her dâhi yalnızdır.
Hiçbir kahraman uşağı için kahraman değildir.
Kahraman kahraman olmadığı için değil, Uşak uşak olduğu için,
Kahraman uşağa kahraman olarak değil, yiyen içen giyinen.
Kısacası ona kendi özeline özgü arzuları düşünceleri ve gereksinimleri olan bir birey olarak görünür.
Mustafa Kemal milletine tertemiz bir vatan tam bağımsız bir devlet bırakmış bir lider aklı ve vicdani özgürlüğü kavuşturmuş bir devrimci ve bizler gibi gülen ağlayan seven kızan öfkelenen yiyen içen bir insandır.
Bir milletin hürriyeti bir savaşın kazanılmasına ya da kaybedilmesine bağlı değildir.
“Herkesin gerçeği bilgisi kadardır.”
Savaşın silaha ihtiyacı vardır.
Silah tacirinin de Savaşa 
Atatürk ölümü köleliğe üstün tutan bir ulusun neler yapabileceğini hayretler içinde kalan dünyaya göstermiştir.
İslam milletleri arasında gaflet uykusundan uyanan, Ve benliğini kazanan tek ülke Türkiye’dir.
Yalnız Türkiye fikir hürriyetine sahip çıkmıştır.
Yalnız Türkiye hayalden gerçeğe inebilmiştir.
Bu geçiş manevi alanda Çetin bir mücadele vermekle mümkün olmuştur.
Mustafa Kemal ile binlerce yılın derinliğinden kahraman bir ruh yükseliyor ve bu ruh dünyanın esirliğe düşmüş kısımlarındaki Uluslara, özgürlük ve kurtuluş yolunu gösteriyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İngilizler ile asıl gizli pazarlık yapanlar, Vahidettin-D. Ferit ikilisidir. Vahidettinciler, M.Kemal-İngiliz pazarlığı masalıyla, işte bu ibret verici gizli ilişkileri külleyip unutturmaya çalışıyorlar.
Etme hiddet padişahım, zulm eken isyan biiçer.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Vatani müdafaasız bir hale koymak, Öz ellerimizle yıkımını hazırlamak, hangi din ve namusta vardır?
İki ayrı tarihe inanan bir millet millet niteliğini koruyabilir mi?
Bölünmez hür ve bağımsız bir Türkiye!
Duvarcı ilk tuğlayı eğri koymuşsa, duvar yükseldikçe eğriliği artar.
Kronolojiyi temel sayacaksın, olayları his ve arzularına göre yorumlamadan olduğu gibi yansıtacaksın,En iince ayrıntıyı bile adalet ve hak tanırlık ölçüsünde kaydedeceksin! Olayları bunlara dikkat etmeden değerlendirmeye kalkışanlar, tarih değil, hoşa giden masal yazmış olurlar;
Kadıköy kadınlarının çeşitli yerlere çektikleri telgraflardan:” Milli hukukumuzu ve namusumuzu koruyacak hükümet ve erkek yoksa, biz varız!”
İstanbul’un işgal edilmesi üzerine İşgal Kuvvetleri Komutanlığınca yayınlanan bildiride de , “Kuva-yı Milliyeciler, Padişahın emirlerine uymadıkları için suçlanır ve herkes, Padişah hükümetince verilecek emirleri dinlemeye çağırılır.”
Mustafa Kemal 10 Ağustos‘ta yalnız İstanbul’un değil bütün bir memleketin işgalini önlemişti.

Artık ümitleri kalmayan İngilizler iki ay sonra Gelibolu Yarımadası‘nı boşaltıp çekilip gitmeye mecbur kalıyorlardı.

Enver, M.Kemal’i kendine rakip olarak görür ve onu kıskanırdı.
Sınıf Arkadaşım Atatürk, s.171/Ali Fuat CEBESOY
Atatürk kadar kahraman ve yüce gönüllü bir komutan tanımadım!

Askerlik dehasıyla insanlık idealini Atatürk kadar nefsinde birleştirmiş bir adamı tanımıyorum.

Yalandan vergi alınsa hepsi iflas ederdi.
İnsanın içinden, “Edep yahu!” diye haykırmak geliyor!
İngiliz resmi harp tarihinde deniliyor ki; Bir Türk Komutanı Çanakkale Savaşlarının kaderine hakim olmuştu.
Yabancı kaynaklardaki her bilginin doğru olduğunu sanmak.
Tanzimat döneminden kalma sakat bir alışkanlıktır.
Bir Türk komutanı, Çanakkale savaşlarının kaderine hakim olmuştu.
Emperyalist ahlakı bu; kullan at!
Tarihi resmi ve gayr-i resmî diye ayırmak da doğru değildir.

Bir tarihin ancak doğru olup olmadığı tartışılabilir.

Bir tarih ne resmi olduğu için yanlıştır ne de gayr-i resmî olduğundan dolayı doğru.

Doğruların yanlış yanlışların doğru olarak gösterilmeye çalışıldığı ve bütün bunların da her türlü dayatmalarla millete zorla öğretildiği yalan söyleyen tarih..
Çanakkale, M. Kemal’siz ne anlatılabilir, ne de anlaşılabilir.
Çanakkale Türk kanı, inancı, kafası, emeği ve silahı ile kazanılmış, örneksiz bir savaştır.
Şehzade Abdülhalim Efendi:
“Bu hanedan bitmiştir. Bizden millete hiçbir hayır beklenemez artık. Bizi bir tarafa atarak, millet kendini kurtarmalıdır!
Emperyalist ahlakı bu: Kullan, at!
Mısıroğlu, Milli Mücadele’yi ve M.Kemal’i öven herkesi karalıyordu. Bunlar da mı kiralık kalemler?
Bunlar da mı parayla meddahlık yapıyorlar?
Türk tarihçilerinin, yazarlarının, araştırmacılarının, hatta M.Kemal dalkavuklarının yazdıkları bile, bu kadar parlak değil.
Mehmet Ali Cinnah’ın, İkbal’in, Eyüp Hanın, Gandi’nin, Tagor’un, Nehru’nun, Habib Burgiba’nın, Emanullah Hanın, yani ezilmiş, sömürülmüş ülkelerin liderlerinin ve yazarlarının bu sözleri, Kurtuluş Savaşı hakkındaki düzmece masalları
ve temelsiz iddiaları, zorlama yorumları kökünden geçersiz kılıyorlar!
Kemal Atatürk yalnız bu yüzyılın en büyük adamlarından biri değildir. Biz Pakistan’da onu, gelmiş geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz. O yalnız sizin ulusunuzun sevgili önderi değildi. Dünyadaki bütün Müslümanlar, gözlerini sevgi ve hayranlık duygularıyla ona çevirmişlerdi. O, Müslüman dünyasında, yeniden siyasi uyanış yönünde ileriye doğru, cesur bir adım atan bir avuç insandan biriydi. (Devlet Başkanı Eyüp Han, Pakistan, Atatürk İçin Diyorlar ki, s.281)
Ben bile Sevres’den sonra, Türkiye’nin öldüğünü sanmıştım. Ama Türkiye yaşıyor; hem de M.Kemal başına geçeli beri öylesine canlı yaşıyor ki bir Lloyd George’un bütün çabaları, bütün imkânları, sağduyuya meydan okuyan bu şiddetli yaşama isteğinin karşısında, erimekten başka bir şey yapamıyor. Kişi, bir ölünün, tıpkı Lazare gibi tabutunun kapağını atıp yürüdüğünü görseydi, bundan daha çok şaşamazdı. (Claude Farrere, Fransa, a.g.e., s.113)
K.Mısıroğlu:
Kurtuluş Savaşı’nın bugüne kadar kiralık kalemler tarafından yürütülen meddah edebiyatını bir tarafa bırakarak, yeniden değerlendirilmesinde geç kalınmıştır. Büyük Türk tarihi içinde, Kurtuluş Savaşı’nın iddia edildiği gibi çok ehemmiyetli bir yeri yoktur. ”

Üslûbun çirkinliğini görmezden gelerek, birkaç gerçeği belirtmek yararlı olacak.
a. Asıl kiralık kalemler, Kurtuluş Savaşı sırasında, işgalcilerin kiraladıkları kalemlerdir: Mesela İzmir’de Islahat gazetesi sahibi avukat Süreyya, Balıkesir’de Ömer Feyzi, Edirne’de M.Neyir, Adana’da Mesut Fani vb..
İstanbul’da da, bazı kiralık ya da gönüllü hain kalemler, hiç durmadan,bu ölüm-kalım savaşını baltalamaya çalışmışlardır: Sait Molla, R.C.Ulunay, Ali Kemal, Refik Halit vb
Ama İstanbul’da ve Anadolu’daki bütün öteki gazeteler, elbette bağımsızlıktan ve bunu sağlamak için verilen Milli Mücadele’den yanadır ve hiçbiri kiralık ve satılık değildir. Başladığı andan zaferle sonuçlanana kadar, bu namuslu ve şerefli kalemler, her türlü zorluğa rağmen, Milli Mücadele’yi yürekten ve gönüllü olarak desteklemiştir.
Bunların yanında, satılık, kiralık ve gönüllü hain ve işbirlikçi yazarlar, devede kulak gibi kalır.
b. Milli Mücadele’yi uzaktan destekleyen birçok yurtdışı gazete ve dergide var. Çoğu da sömürge durumundaki Müslüman toplumlara ait. Tabii ki hiçbiri kiralık ve satılık değil. Bu coşkun yazılar, sözler, şiirler, birçok araştırmada yer almakta, yazılarda aktarılmakta, anılarda söz konusu edilmektedir.
c. Zaferden sonra, birçok yabancı devlet adamı, tarihçi ve araştırmacı da Türk zaferini ve onun önderini yüceltmiştir.

A.Dilipak:
Batılı ajans ve gazetelerin, yabancı misyonların, milli kuvvetlere ısrarla ”Kemalistler’ adını vermesi, dikkat çekici bir özellik taşımaktadır. (CG Yol, s.110)

Ne diyeceklerdi, Vahidettinistler mi?
.

K.Mısıroğlu:
Milli Mücadele, bir veya birkaç kişinin değil, bütün bir milletin eseridir. Yediden yetmişe kadar herkes, elinden geleni yapmıştır. (Osmanoğulları’nın Dramı,
s.81)
Mısıroğlu haklı. Nitekim M.Kemal de, başarıyı ısrarla halka mal ediyor. Ama ikisinin de çabası boşuna. Çünkü başarı, mücadelenin liderinin adıyla anılır.
Milli Mücadele’nin lideri, başından sonuna kadar M.Kemal’di.
M.Kemal, milletine tertemiz bir vatan, tam bağımsız bir devlet bırakmış bir lider, aklı ve vicdanı özgürlüğe kavuşturmuş bir devrimci ve bizler gibi gülen, ağlayan, seven, kızan, öfkelenen, yiyen, içen bir insandır.
Çağdaşı olan liderlerin hepsi, yıkıldı gitti. Ama o yaşıyor ve yaşatılıyor. Ölümünden yarım yüzyıl sonra bile, M.Kemal’i hâlâ saygı ve minnetle anan, anısına yürekten bağlı, değerbilir, simgelediği düşünceleri koruyan ve savunan, kadın erkek, genç yaşlı, sivil asker, köylü kentli, okumuş okumamış, sağcı solcu, milyonlarca, milyonlarca insan var.
Sadece bu bile, M.Kemal olgusuna, saygı ve dikkatle yaklaşmak, yüzeysel, ayaküstü, uluorta ve çapaçul değerlendirmelerden kaçınmak için yeterli bir sebeptir.
Çanakkale, Birinci Dünya Harbinde kazandığımız muharebelerden biridir ve tam bir savunma zaferidir. Tıpkı Kanije, Plevne, Verdun, Yanya, Edirne, Antep, Stalingrad gibi.
Çanakkale muharebesinden 4 yıl sonra, Müttefiklerin İstanbul’u işgal etmeleri, Çanakkale zaferini küçültmez.
Galipler, 1918’de Çanakkale ve İstanbul’u işgal ettiler ama Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması üzerine, İstanbul ve Boğazlar hakkındaki hiçbir tasarılarını gerçekleştiremeden de ‘geldikleri gibi gittiler’. (Ekim 1923)
Bazıları M.Kemal’e karşı. Olabilir. Herkes M.Kemal’den yana olacak değil ya. Ama bir kısmı, yalnız Milli Mücadele ve sonraki dönemdeki bazı düşünce ve uygulamalarını eleştirmekle yetinmiyor, M.Kemal’i, annesinden başlayarak bütünüyle karalamaya, onunla ilgili her olayı, bu arada Milli Mücadele’yi de küçültmeye çabalıyorlar.
En çalışkanları, sağda Kadir Mısıroğlu, solda Yalçın Küçük.
Nihal Atsız: Damat Ferit Paşayı birkaç defa sadrazamlığa getirmiştir. Bunu anlamak güçtür. Çünkü Damat Ferit’ten nefret ettiği malumdur. İhtimal ki İngilizlerin baskısı ile onu sadrazam yapmıştır. Bu Damat Ferit Paşa, zekâsının kıtlığı ve şahsi kinlerini öne katması yüzünden devletin işlerini çıkmaza sokmuş, Sultan Vahdeddin’in de felaketini hazırlamıştır. (Türk Ülküsü, s.86)
Damat adaylarının bile ‘İttihatçılığa bulaşmamış olmasına çok önem vermiştir. İttihatçıların, İngilizler tarafından tutuklanıp Malta’ya götürülmelerini, devletin yargı hak ve yetkisine bir tecavüz olduğunu düşünmez, tersine hayırlı bir iş olarak değerlendirir. (Görüp İşittiklerim, s.218) Çağın baskın eğiliminin milliyetçilik olduğunu bir türlü kavrayamayan çevresi gibi o da Milli Mücadele’yi, bir İttihatçı hareketi ve bolşeviklik olarak görecek ve sonuna kadar da bu saplantısını sürdürecektir
Churchill de anılarında bugün ki başarısından dolayı Mustafa Kemal’i “kaderin adamı” diye niteleyecektir.
Kısacası düşman, ‘yenildik’ diyor ve başarısından dolayı Mustafa Kemal ‘i övüyor; bizimkilerse, ‘hayır, estağfurullah, ne münasebet, asla yenilmediniz! O gün Arıburnu’nda bulunan kuvvetlerin başındaki Mustafa Kemal, başarılı değildi’ diye feryat ediyorlar.
Yabancı kaynaklardaki her bilginin doğru olduğunu sanmak, Tanzimat döneminden kalma sakat bir alışkanlıktır.
Şahane tembelliğimiz yüzünden, yanlışlar ve yalanlar, kök salıyor.
Çanakkale zaferi, Liman Paşanın, sonuçları zorlukla ve ancak bol kan dökülerek düzeltilebilmiş yanlış tahminlerine ve yanlış savunma planına rağmen, her rütbeden Türk askerinin inanılmaz çabası ve can cömertliği ile kazanılmıştır.
Dr. Rıza Nur:
Yeryüzünden nice milletler gelmiş geçmişler, azametli saltanatlar kurmuşlar, sonra da batmışlardır; fakat batarken hepsinin padişahları başlarında bulunmuş, düşmanlarıyla dövüşmüşlerdir. Halbuki bizim yıkım ve istiklal davamızda padişahımız, vatan düşmanlarıyla birleşmiş, millet aleyhinde hareket etmiştir. (Türk Tarihi, 1.C., s.198)
Rıza Tevfik:
Kendisi bir kukla durumunda idi. (Biraz da Ben Konuşayım, s.191)
İ. Hami Danişmend:
Sultan Vahidüddin’in hiçbir surette örtbas edilemeyecek en büyük hatası, öyle bir zamanda memleketin başına, ne mal olduğunu çok iyi bildiği Damat Ferit gibi bir kâbusu musallat etmesi ve her dediğini kabul edivermesidir.
General Milne’in 16 Aralık 1918 günlü raporunun özetini aktarıyorum:
Padişah, Türkiye’nin idaresini mümkün olduğu kadar çabuk ele alması için Britanya Hükümetinden istirhamda bulundu, Britanya memurlarının kontrol maksadıyla memleket içine gönderilmesini ve Britanya subaylarının idareye yardımda bulunmalarını rica etti (Jeschke, İngiliz Belgelerin, s.4)
Saltanatın kaldırılması hakkındaki iki maddelik karar, 1/2 Kasım 1922 gecesi kesinleşir.
Görülüyor ki Vahidettin ‘in hainliği, resmî tarihçilerin ya da ‘devrim kalemşörlerinin’ bir iddiası, yakıştırması, iftirası filan değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararıdır.
Biri dilerse, bazı elverişli olay ve sözleri, nirengi noktası kabul ederek, aralarını birkaç gerçek ayrıntı ve birçok da atmasyonla doldurabilir, işine gelen yerleri vurgulayıp, öteki olguları ve olayların akışını yok sayarak, yeni bir tarih yazmaya soyunabilir. Gerçek izlenimi bırakmak için geçmiş yıllar takvimlerine bakarak sahte tarihler belirler, notlarını belge diye ileri sürer ve yazısını da, ilgili-ilgisiz, gerekli-gereksiz dipnotları ve açıklamalarla dekore eder. Başlıca kahramanları da, artık aramızda olmayanlardan seçer.
Ne var ki son dönemlerde, simgelediği düşüncelerin, rejimin ve hayat tarzının temellerini, özlerini, gerekliliğini ve koşullarını anlatıp benimsetmekten çok, M.Kemal’i tanıtıp anmakla yetindik. Hem de eğilmez, bükülmez, sert bir heykel olarak. Basma kalıp sözlerle.

Başlangıçta bir liderin vurgulanması, anlaşılmaz bir şey değildir. Ama zamanla ölçüyü kaçırdık, simgelediği ya da simgesi yapıldığı düşünceleri ikinci, hatta zamanla üçüncü plana atarak, M.Kemal’in heykellerini, büstlerini, resimlerini öne çıkardık, içeriksiz törenlerle yetindik, sıkışınca adını kullanarak, günlük politika malzemesi yaptık. Kendisi ön planda yer alınca, simgelediği düşünceler, rahatlıkla o yana, bu yana çekildi, türlü türlü yorumlandı, sulandırıldı, solduruldu. Bu arada göstermelik anma ve bağlılık nutukları arttırıldı.

Bu böyle gider mi, gitmeli mi?

Yakın tarihten M.Kemal’i çekin, yerine kimi isterseniz koyun ve düşünün!
Acaba şimdi nerede, ne durumda olurduk?

M.Kemal’in büyüklüğü, önemi ve değeri, bu sorunun cevabındadır.

“Atatürk yalnız bir konuda genel tartışmaya İzin vermemiştir. O da dinin riyakarane sömürülmesi konusudur Atatürk’ün diktatörlüğü ancak ve ancak bu yönde kendini göstermiş ve tek parti usulü, fiili bakımdan, ancak ve ancak bu yüzden kurulup yaşamıştır.”
(H.Bayur, Hayatı ve Eseri, s.345)
“Atatürk’ü diktatör sayanlar olmuştur. Bence bu hem yanlış, hem de yanıltıcı bir görüştür Çünkü Atatürk, bilinçli olarak, kendi yokluğunda uygulanabilecek bir düzen kurmaya, kendinden sonra sürebilecek bir hükümet ve yönetim sistemi yaratmaya çalışıyor; görüşlerini zorla kabul ettirmekten çok, düşüncelerini öğretmeye ve ülkülerini açıklamaya uğraşıyordu Kanunlara aykırı davranışlarda bulunmaktan kaçınmıştır. TBMM’ne ise büyük saygısı vardı Pek çok kimsenin sandığı gibi sağa sola emirler yağdırmak şöyle dursun Atatürk, Bakanları her zaman kendi sorumluluklarını yüklenmeye zorlardı.”
(1935-1937, İngiliz Büyükelçisi Sir Percy Lorraine, Türk Dili, sayı 158)
Onun yaşadığı dönemde doğdum, tam bir vicdan özgürlüğü içinde yetiştim, ne okulda, ne sokakta, din aleyhinde hiçbir telkinle karşılaşmadım
M. Kemal’in 1932 yılında, o zaman tarih öğretmeni olan Ord. Prof. Dr. Reşat Kaynar’a söylediklerini özet olarak aktarıyorum:
“Dinsiz toplum olmaz. Dinsiz toplum yaşamaz. Bu milletin çağdaşlaşmasına engel olan bir zümre vardı. Onlar mukaddes dini, siyasete, menfaate alet ediyorlar. Bu hem devleti, hem dini sıkıntıya sokar. Biz bunun mücadelesini yapıyoruz, yapacağız. Türkiye’nin çağdaşlaşması lazımdır. Çağdaşlaşmaya da İslam dini hiçbir zaman engel olmaz, olmamıştır. Böyle bir kural da yoktur.”
• 3 Ekim-11 Ekim 1922, Mudanya’da mütareke görüşmeleri başlar ve imzalanır.
• 5 Ekim 1922, Rumbold’tan Lord Curzon’a: “Türk talepleri tam bir felakettir. İsmet Paşa, Doğu Trakya barış anlaşmasından önce iade edilmezse, kuvvetlerini harekete geçirmekle tehdit etmiştir. (KS Günlüğü, 4.C., s.731)
• 6 Ekim 1922, M.Kemal, bugün yapılacak toplantıda Trakya’nın TBMM’ne iadesi kabul edilmezse, 6/7 Ekim gecesi, İstanbul üzerine harekâta geçilmesini emreder. (B.N.Şimşir, Atatürk ile Yazışmalar, s.350; aynı gün birlikler harekete geçer, KS Günlüğü, 4.C., s.734)
• 11 Ekim 1922, Mudanya Mütareke Anlaşması kabul edilir.
• 14 Ekim 1922, Mudanya görüşmelerine katılmamış olan Yunanistan, mütareke anlaşmasını kabul ettiğini bildirir.
• 15 Ekim 1922, Mütareke Anlaşması yürürlüğe girer.
• 19 Ekim 1922, Refet Paşa, Trakya’yı teslim almak üzere, İstanbul’a gelir ve halkın coşkun gösterileri ile karşılanır. Yunanlılar Trakya’yı boşaltmaya başlarlar.
• 19 Ekim 1922, Lloyd George Başbakanlıktan istifa eder.
Ankara’ya doğru yürüyüşün başlıca temsilcisi olan General Stratigos, yenilgiden sonra ayılacak ve şöyle yazacaktır:
“Müttefikler, Yunanistan’a şöyle diyorlar: ‘Bize yardım ettiğin için seni mükâfatlandırıyoruz. İşte hediyelerin. Haydi almaya git. Fakat dikkat et, bu cevheri vahşi bir dev bekliyor. Sen en evvel onu öldürmelisin. Biz güreşi uzaktan seyredeceğiz. Eğer onu yenersen, koşarak gelip, cevherden bize lazım olanını alacağız.’
İşbirliğimizin karakteri bu idi.” (Yunanistan Küçük Asya’da, s.86)
bu sahte tarih yaratma gayreti, bu masalcılık, her vesile ile tazelenip körüklenen bu kin ve nefret, bu bağnaz ve dayanıksız yaklaşım ile elbette huzurlu bir ortak geleceğe yol almıyoruz.
Ve tarih bilimi, tıpkı sağlıklı bir vicdan gibi, güvenilir belgeden ve dürüst tanıktan başka kanıt da kabul etmiyor. Söylentiye, dedikoduya, ancak sıradan insanlar kulak kabartır, yeterli eğitim görmemiş, naiv insanlarsa inanırlar. Aklın, başlıca niteliklerinden biri, kanıtsız iddiaları ve söylentileri kuşku ile karşılaması, araştırıp denetlemesidir.
Türk Genelkurmayının Sad Planı adını verdiği ilk taarruz planı, Ekim 1921 ile Temmuz 1922 yılı içinde, Cephe karargâhı, Genelkurmay ve Başkomutanlık tarafından, aşama aşama geliştirilmiş, üzerinde çok tartışılmış, uygulaması zor, riski çok ama kesin sonuca yönelik, bütün usta işi eserler gibi sade bir plandır Bu planın başarılı sonuç vermesi, düşmanın karşı hareketini önleyecek önlemlerin alınmasına ve taarruzun, stratejik ve taktik bir baskın tarzında yapılmasına bağlıdır. Aksi takdirde, bir Yunan yan taarruzu karşısında, ordunun elden çıkması işten bile değildir. Nitekim 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa gibi Karabekir’i yetiştirmiş olan ünlü bir strateji hocası bile, bu planı çok tehlikeli ve uygulanamaz bulacak, 20 Ağustosa kadar şiddetle karşı çıkacaktır. Çünkü baskını gerçekleştirebilmek için üç piyade ve bir süvari kolordusunun (yaklaşık yüz bin kişi, binlerce at, araba, yüzlerce top vb.), düşmana hiç sezdirilmeden, kuzeyden güneye, doğudan batıya kaydırılması gerekmektedir

Büyük Taarruz, işte bu riskli ve zor işin başarılmasıyla gerçekleştirilmiştir.*

Karabekir ve M.Kemal Anadolu’ya geçmeden çok önce, Doğuda silahlı direnmeye karar veren ve milis birlikleri kuran birçok örgüt vardı. Bunların sonuncusu, Trabzon Muhafaza-yı Hukuk-u Milliye derneğidir*. O da Karabekir’in gelmesinden önce, 12 Şubatta kurulmuş, silahlı savunma kararı almış ve örgütlenmeye başlamıştır bile. (M.Goloğlu, Erzurum Kongresi, s.18, 23-27)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir