İçeriğe geç

Ben Sabahattin Ali Kitap Alıntıları – Osman Balcıgil

Osman Balcıgil kitaplarından Ben Sabahattin Ali kitap alıntıları sizlerle…

Ben Sabahattin Ali Kitap Alıntıları

Aradan yaklaşık on ay geçtikten sonra, 12 Ocak 1949 tarihli gazetelerde Sabahattin Ali Bulgar sınırında öldürüldü şeklinde bir haber yer aldı.
Değerli yazarın cesedini bir çoban bulmuştu.
İlerleyen günlerde gerçekleşen mahkemelerde , Ali Ertekin , cinayeti kendisinin işlediğini söyledi.
Bu yararlılığın karşılığını dört yıl hapis cezasıyla ödedi.
Onun sayesinde Sabahattin Ali gibi çok ünlü bir yazar gözaltında kaybolmamış, adi bir cinayete kurban gitmiş gibi görünmüştü.
Sözüm ona, devletin eli temiz kaldı.

Sabahattin Ali’den önce , onun zamanında ve bugün , ülkemiz aklın peşinde koşan evlatlarını yok etmeyi sürdürüyor.
NE YAZIK!

Artık hapse girmek istemiyordu Sabahattin Ali. Zihninde epeydir olgunlaştırmaya çalıştığı kaçıp gitme fikrini uygulamaya koymaya karar verdi.
Bir daha mahkemelik işlere burnumu sokmak niyetinde değilim. Beni düşünmeyin, fakat ben sizi düşünmekten deli olacağım. Filiz yaşında yahut yaşı ona yakın bir çocuk görünce elimde olmadan gözlerim yaşarıyor
Mahkeme koridorlarında koşturmaktan , rutubetli, berbat koğuşlarda , ipten kazıktan kurtulmuş eşkıya güruhuyla ömür tüketmekten bıkmış usanmıştı.
Hapiste olmak dünyanın en zor işi olmalıydı.
Canına yetmişti Sabahattin Ali’nin. Böyle zamanlarda özeleştiri de yapıyordu.
Eşi ve çocuğunu kendinden , kendini de onlardan mahrum ettiği için canı çok sıkılıyordu.
Aslında diyordu l Sabahattin Ali bu tür durumlarla karşılaştığında. ABD’de ne oluyorsa , Türkiye’de de aynısı oluyor.
Her ikisi de sıkı polis takibinde olmalarına rağmen hayatlarında hiçbir değişiklik yapmıyor , yazmaya aynı hızla devam ediyorlardı.
Öte yandan , hiç de kolay bir iş değildi muhalif bir yayın çıkartmak.
Özellikle de dağıtımında büyük sorunlarla karşılaşacakları belliydi.
Neyse ki Aziz Nesin kolay teslim olan bir adam değildi. Sözlüğünde yılmak diye bir kelime yoktu.
Markopaşa yayımlandı , tüm dağıtım engeline karşın okuyucusuyla buluştu.
Sabahattin Ali ve Aziz Nesin inanılmazı başarmışlardı.
Fillerin tepiştiği bir dünyada yaşanıyordu ve bu dünyada Sabahattin Ali olsa olsa bir çimen parçasıydı o kadar.
Lanet olsun! diye düşünüyordu Sabahattin Ali ve avaz çıktığı kadar Bu ne adaletsizlik böyle ! diye haykırmak istiyordu.
Nâzım Hikmet yirmi sekiz yıl hapiste kalacaktı. Buna rağmen moral dağıtıyordu etrafına.
Nâzım’dan gelen mektubu bir kuytuda tekrar okudu Sabahattin. Ağladı. Şöyle diyordu koca şair mektubunda :
Sana her zaman o kadar güvenim ve o kadar güveniyorum ki , zorlukları , yüklendiğin ağır yükün altından kalkarak yeneceğine inanıyorum.
Avrupa savaşadursun, Ankara kültürel açıdan bir aydınlanma yaşıyordu ve bunda kuşkusuz Carl Ebert ve Sabahattin Ali’nin de katkıları vardı.
1939’un ilk günlerinde Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilen Hasan Ali Yücel, Türkiye’nin kültür hayatını kanatlandırmış, adeta uçuruyordu.
Filiz çoktan ayaklanmış, babasını kapının önünde karşılar olmuştu. Eve adımını atar atmaz , güzel kızını kucağına alıp öpüyor , kokuyordu Sabahattin.
Hayatta bundan güzel ne olabilirdi ki ?
O günlerde kendisine Ne yazıyorsun ? diye sorulduğunda İnsanın derinliği diyordu ve söyle tarif ediyordu kitabını :
Dünyanın en basit , en zavallı , hatta en ahmak adamı bile , insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?
Bütün dünyayı , kocaman bir ülke olarak görmek istiyordu Sabahattin.
Din , dil , ırk, cinsiyet ayrımı yapılmayan , kavgasız gürültüsüz, barış ve huzur içinde yaşayan bir dünyanın vatandaşı olmak istiyordu.
Gönlünde yatan aslan , tam olarak buydu.
Diktatörlerden arınmış , kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı, eşit çalışmanın karşılığında eşit gelir elde edilen bir dünyada nefes almaktı genç yazarın hayali.
Besbelli , ülkesinde yaşama , konuşma ve yazmaya dair özgürlüklerin her geçen gün biraz daha fazla kısıtlanıyor olmasına hiddetleniyordu genç adam.
Dünya kadar başka aydının tersine , o hiddetini dışa yansıtmaktan kaçınmıyordu, o kadar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kendi belki pek farkında değildi ama onun kat ettiği bu gelişme , Ankara’nın etkili ve yetkili isimleri tarafından dikkatle izleniyor , bir kenara not alınıyordu.
Hayalini kurduğu dünyada insanlar nasıl yaşasın istiyorsa , kendi ailesi için de öyle bir düzen kurmak istiyordu genç adam.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Pek eşyaları yoktu ama yeterince tahtakuruları vardı.
Yine de mutluydular.
Soğuk kasım ayına rağmen , güverteden içeriye girmedi Sabahattin. Özgürlüğün , dışarıda olmanın tadını çıkardı.
Mahpusta yatanlar için mektup ilaç gibidir. Hele ki Nazım gibi bir ustadan gelmişse.
Romanını nasıl sabırsızlıkla ve ne büyük güvençle beklediğimi tasavvur edemezsin. Bak konkre (net) konuşuyorum : Hikaye ve romanda bugün sen varsın , senden sonra Kemal Tahir var , sonra Orhan Kemal var , Suat Derviş var
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasına
Aldırma gönül aldırma
Sinop Hapishanesi’nde gündüzleri aralıksız yazıyor , geceleri de mum ışığında sabaha kadar okuyordu Sabahattin.
Önünde yedi ay olduğunu , bu süreyi katiyen boşa geçirmemesi gerektiğini düşünürek, kendini sıkı disiplin altına almıştı genç yazar.
İki gözüm Ayşe Sana yazmak benim için hiç olmazsa kitap okumak kadar lazım
Sabahattin, Kuyucaklı Yusuf isimli romanında olduğu gibi Candarma Bekir isimli hikayesinde de tam bir toplumcu gerçekçi yazar portresi çizecek, koca Nâzım’ın ayak izlerini takip edecekti.
hep aşk ön plana çıkar gibi görünse de öyle değildi.
Sabahattin romanında , gücü elinde tuttuğu için herkese baş eğdirebileceğini sanan aşağılık kasaba yöneticilerini , kasaba halkına yukarıdan bakan eşrafı ele almış , bunların kendini bilmez , küstahça davranışlarını ardı ardına sayıp dökmüştü.
Kuyucaklı Yusuf, işte bütün bu sosyal meselelere parmak basıyor , felsefi ve siyasi bir bakış açısıyla ele alıyordu.
Üç ay süren mahkemeler sonucunda beraat etti genç adam.
Kim verecekti peki şimdi bu boş yere dört duvar arasında yatılmış üç ayı geriye ? Nasıl verecekti ?
Bir dergi toplantısında, Nazım Bırak artık bu şiir işçiliğini Sabahattin, romana yönel dedi.
Sabahattin, ağabeyi gibi gördüğü Nâzım’ın bu cümlesi üzerine gece gündüz kafa yordu.
Acaba becerebilir miydi roman yazmayı ?
Nazım ‘ dan çok şey öğrenecekti yaz boyu genç adam. Onun için Resimli Ay bir ofis olmanın ötesinde , okul olacaktı.
Orada karşılaştı Aliye ile.
Salih amcanın, sahibi olduğu iki köşkten küçük olanı kiraya verdiği ailenin kızıydı Aliye ve hakikaten çok güzeldi.
Lacivert gözlü , uzun boylu güzel kızı zihninin bir kenarına kaydetti genç adam.
Çok beğeniyordu Nazım ‘ ın yazdıklarını Sabahattin. Herkesin ondan bahsediyor olması hoşuna gidiyordu.
Alman gençlerden biri Bu parazit Türkleri buradan kovmalı! deyince Sabahattin ‘ in tepesi attı.
Sözlerini geri al ! dedi.
Alman genç onu Almıyorum! diye yanıtladı.
Ve , Sabahattin gence okkalı bir tokat patlattı.
Kavga okulun disiplin kuruluna intikal etti ve karar tam da beklendiği gibi Sabahattin ‘ in aleyhine çıktı.
Alman öğrenciler , kendi aralarında konuştukça , yabancı öğrencilere daha fazla düşman oluyorlardı.
Sabahattin ve okulda bulunan öteki yabancı öğrenciler gelişmelerin gayet iyi farkındaydı. Belli ki bu gidişin ucu , bir gün gelip kendilerine dokunacaktı.
Reddedilmek üzdü genç adamı. Sarılmış olarak kitaplardan oluşan dünyasına geri döndü.
Şakacı, güler yüzlü bir geçti ve özellikle keyfi yerinde olduğunda çok konuşurdu. Böyle zamanlarda dili peltekleşirdi. Lakabı da Peltek Sabahattin ‘ di zaten.
Sabah , ıstırap çeken kalplerin akşamıdır
Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme ki sana dargınım
Ben gene sana vurgunum
Başkalarına gülsem de
Senden uzakta kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben yine sana vurgunum.
Sabahattin Ali
Şu an inan ki, senin dostun olmakla değil, sadece seninle aynı devirde yaşamış olmakla övünüyorum
Sabahattin Ali
Sana yazmak benim için hiç olmazsa kitap okumak kadar gerekli.
İnsanları eşkiyalığa iten asıl neden toplumsal adaletsizlik, bozuk düzen , gücü elinde bulunduranların zorba davranışları.
Sana yazmak benim için hiç olmazsa kitap okumak kadar lazım
Sabahattin Ali’den önce, onun zamanında ve bugün ülkemiz aklın peşinde koşan evlatlarını yok etmeyi sürdürüyor.
Ne yazık!
Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz.
Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, 
Akar suyun, 
meyve çağında ağacın, 
serpilip gelişen hayatın düşmanı. 
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına: 
– çürüyen diş, dökülen et -, 
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. 
Ve elbette ki, sevgilim, elbet, 
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, 
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla 
bu güzelim memlekette hürriyet…
Evi erkeğin yönetmesi, son sözü erkeğin söylemesi gibi geleneksel yaşayış tarzını hiç kimse için istemiyorsa, buna kendisinden ve ailesinden başlamalıydı.
Mayıs ayların gülüdür.
Taze bir çiçek dalıdır.
İçerim atrş doludur.
Mayısta gönlüm delidir.
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma
Gözlerinden iki damla yaş döküldü genç adamın. Zarfı kapattı, üzerine ustası Nâzım’ın adını yazdı.
İki gözüm Ayşe Sana yazmak benim için hiç olmazsa kitap okumak kadar lazım
Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilin, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigâr gibi
Dünyanın en basit ,en zavallı,hatta en ahmak adamı bile,insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!..Niçin bunu anlamakta bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?
Buradakilerin de hepsinin bir hikayesi var ..
Şimdi şiir bence senin yüzündür.
Şimdi benim tahtım senin dizindir.
Sevgilim, saadet ikimizindir.
Göklerden gelen bir yadigar gibi.
Seneler sürer her günüm,
Yalnız gitmekten yorgunum;
Zannetme sana dargınım,
Ben gene sana vurgunum.

Başkalarına gülsem de,
Senden uzakta kalsam da,
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sanavurgunum.

Aradan yaklaşık on ay geçtikten sonra, 12 Ocak 1949 tarihli gazetelerde ‘Sabahattin Ali Bulgar sınırında öldürüldü’ şeklinde bir haber yer aldı. Değerli yazarın cesedini bir çoban bulmuştu.
Bulgar sınırını geçtiğini zannederken yakalanan Sabahattin Ali, Kırklareli’nde uzun bir süre sorguya çekildi, işkenceden geçirildi.
Sonra yakalandığı ormana getirilip, başına bir odun parçasıyla vurularak öldürüldü.
Şimdi şiir bence senin yüzündür.
Şimdi benim tahtım senin dizindir.
Sevgilim, saadet ikimizindir.
Göklerden gelen bir yadigar gibi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir