Erol Mütercimler kitaplarından Fikrimizin Rehberi kitap alıntıları sizlerle…
Fikrimizin Rehberi Kitap Alıntıları
Chateaubraind
Ancak hemen bu tarihlerden sonra, II. Abdülhamid’in bu tutumuna ve ülkenin içerisinde bulunduğu bunalımlı duruma son verebilmek üzere, mutlakıyet yönetimine karşı olmak ve yeniden anayasayı uygulatmak için bir hareket başlamıştı. Bazı aydınlar, özgürlük düşüncesinin gelişmesi ve Meşrutiyet yönetiminin yeniden kurulması uğrunda, yurt içinde ve dışında yoğun bir çalışmaya girişmişlerdi. Tarihte, bu hareketi yürütenlere Jön Türkler (Genç Türkler) adı verilmiştir. Daha dar anlamıyla da Jön Türk deyişi, Birinci ve İkinci Meşrutiyet’i hazırlayan ve Osmanlı imparatorluğumda çağdaş ihtiyaçlara göre ıslahat yapılmasını isteyen inkılâpçılara yahut ihtilalcilere denilmiştir. Ancak bunlar önceleri kişisel hareketler şeklindeydi. Sonraları bir örgüt ve düşünce etrafında birleşerek, II. Meşrutiyetin ilanına (1908) kadar gittikçe güçlenmişlerdir.[15] Selanik’te kurulan İttihat ve Terakki gizli örgütünün en önemli özelliği bir Mason/Carbonari örgütlenme biçimini yansıtmasıydı. Talat Bey’in aynı zamanda mason olması ve onu mason yapan Emmanuel Karasso’nun örgütün tüm desteğini Talat Bey’in arkasına vermesi, bu örgütte üye bulunan önde gelen Selanikli tüccar, iş adamı, aydın ve sermaye sahiplerinin desteğini de vermesi anlamına geliyordu. Selanik’te kuruları Osmanlı İttihat ve Terakki örgütünün diğer muhalif örgütlerden farkı, aynı zamanda emrinde ‘askerî birlik kıta’ bulunduran subayların da İttihat ve Terakki’ye ‘ihtilal amacıyla’ girebilmesiydi. Nitekim bu durum bir süre sonra örgütün siyasal yapısına ve hedeflerine de yansıyacaktı.
MUSTAFA KEMAL
13 Ekim 1907 tarihine gelindiğinde Mustafa Kemal sürgünlükten kurtulmuş ve yıllardır beklediği gibi, o dönemin en etkili ordularından 3.Ordu’ya tayin edilmiştir. Görev yerinin değişikliğinde sağlık sorunu bahane nedeni olarak gösterilmiştir.Tayin yeri Manastır olmakla beraber bir kolayı bulunarak Selanik’teki Genelkurmay karargâhında görev almayı başarır.
Bu yıllarda Makedonya için için kaynamakta, çeteler, azınlıklar, dış ülkeler (Avusturya, Rusya, Almanya) herhangi bir çıkar elde edebiliriz diye yoğun faaliyetlerde bulunuyorlardı. Türkler baskıya uğrayan bir azınlık durumundaydılar.
Selanik’e gelmesiyle birlikte hayatında yeni bir dönem başlamış oldu. Selanik’te resmi görevlerini yerine getirirken, bir taraftan da daha önce kurmuş olduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin bir şubesi iken, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bütünleşen bu örgütün çalışmalarına da devam etti. Ancak, bu teşkilatta Ali Fethi’den (Okyar) başka arkadaşı yoktu. Ali Fuat’la buluşmalarında 5.Ordu’da askerlikten eser kalmadığını üzüntüyle anlatıyordu. Arkadaşı Ali Fuat da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmişti, kendi kurduğu cemiyet 27 Eylül 1907’de birleşme kararı almıştı, kendi durumunu da şöyle açıklıyordu; “Bu oldubittiyi kabul zorunda kaldım ve ben de İttihat’ın bir üyesi oldum.”
Stajyer ve kurmay subay olduğu için tayin edildiği birliğin harekâtından bile men edilmek istendiğinde, bir subay için en önemli nitelik olan inisiyatif kullanıp Yüzbaşı Müfit ile birlikte olayların içinde yer alması ve sıkışık durumda da kendisine Yarbay Lütfi tarafından fikir sorulması, onun özgüvenini artırmıştır. İlk keşif yapmayı da burada denedi ve başarılı oldu. Yine ilk kez baskın ne demektir, burada yaşayarak öğrendi.
İkincisi, Harp Okulu’ndan itibaren siyasete duyduğu ilgiyi, Suriye’de gizli örgüt kuracak, adına da Vatan ve Hürriyet diyecek denli perçinlemiştir. Ayrıca Rumeli dışındaki halkı tanımıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında burada kazandığı deneyimden yararlandığını göreceğiz.
Gerçekten de ordu mensupları devletin korkutucu gücünden yararlanıp, Osmanlılık adını kullanarak bir soygun düzeni kurmuşlardı. Mustafa Kemal ve Müfit’te iki ayrı düşünce çarpışıyordu, birisi para toplamak ve bu parayı paylaşmak, ötekisi de bu para zulmüne isyan etmek…
Durumu değerlendirip arkadaşına şunu söyledi: “Hatırlar mısın Müfit? Şam’dan bu kuvvete katılmağa karar verdiğimiz dakikada karşıma bir süvari mülazımı çıkmıştı ve bana, ‘Beyim, size büyük hürmetim vardır. Bu sefere gitmemenizi öneririm,’ demişti. Ben sormuştum: ‘Niçin?’ Süvari mülazımı şu yanıtı vermişti: ‘Hayatınız tehlikeye girebilir de onun için.’ Ben bu adama tekrar, ‘Niçin?’ dedim. O da bana, ‘Seni öldürürler. Bilemezsiniz ve düşünemezsiniz beyim… Bugün bütün Suriye ordusunda yaygın bir ortak çıkar vardır; siz bu çıkara engel olacak gibi görünüyorsunuz; bunu kimse kabul etmez, hayatınız söz konusudur,’ yanıtını vermişti.”
İşte Mustafa Kemal’i bu seyahate sürükleyen etken, o adamın ısrarı ve inatçı sözleri olmuştur.
Hesap ve kitaplara engel olmak istediği için bir gece Mustafa Kemal’in ordugâhtaki çadırı sarılıyor. Kendisi ölümle tehdit ediliyor.
Ordu mensubu hırsızlar Mustafa Kemal’i ortadan kaldırmayı planlamışlardı, ancak o da çevrede öyle güvenlik önlemleri almıştı ki, buna cesaret edemediler.
Bu olaydan Ali Fuat’a söz ederken, “Budalalar, beni para ile satın alacaklarını bile sandılar, fakat sonra avuçlarını yaladılar,” diyordu.
5.Ordu’da geçirdiği bu staj günlerinde İmparatorluğun zayıfladığı bu dönemde, devletin kontrolü yitirmesiyle, halkın da üniformalı görevliler nedeniyle nasıl yitirilmek üzere olduğunu gören Mustafa Kemal hem mesleki açıdan hem de kişisel gelişimine yönelik o kadar çok olumlu kazanımlar elde eder ki, daha sonraki yıllarda karşılaştığı problemleri çözerken soğukkanlılığını koruyarak sorunların üstesinden gelecektir.
O, Sun Tzu ya da Clausewitz gibi başkalarını da sayabiliriz, teorisyen değildir, ama Gelibolu kara muharebelerinden itibaren kendini göstermeye başlayan, Kurtuluş Savaşı’nın Sakarya ve Başkomutan Meydan muharebeleriyle taçlanan bir ustadır. Stratej bir sanatçıdır. Bu sanatçı, kendisine daima bir usta seçer, yani bir çeşit usta-çırak ilişkisi kurar. Usta birkaç bin yıl önce yaşamış bile olsa… Savaş tarihine baktığımızda ünlü bir komutanı bir başkasının ürettiğini görürüz. Örneğin, Amerikan ordusunun çok ünlü generali Patton’u, Alman ordusunun olağanüstü yetenekli bir generali ‘Çöl Tilkisi’ Rommel üretmiştir. Ancak dikkat edilirse, Mareşal Mustafa Kemal’i kimse üretmemiştir. O, örnek aldıklarıyla kendisini yaratmıştır. Bu ustalardan birisi de Napolyon Bonapart’tır.
“Altı yüzyıl kadar önce Anadolu’da doğan Osmanlı İmparatorluğu 350 yılda Viyana kapılarına kadar ilerledi, imparatorluğu güçlendiren manevi etkenler zayıfladığı için yavaş yavaş Viyana, Budapeşte, Belgrad elden çıktı. Artık bir avuç Rumeli toprağına sığındık. Şimdi de elimizde kalan küçük toprak parçasını Ruslar ve Avusturyalılar almak istemekteler. Rusların bütün istekleri, kendi ırklarından saydıkları Bulgarlar ve Sırplara Balkanlar’ı sözde armağan etmektir. Avusturyalılar ise, Adriyatik’ten Akdeniz’e, Selanik’e uzanmak isteğindedirler.
Başka ulusların ozanları, aydınları böyle çalışıp uluslarını uyandırırken nerede bizim düşünürlerimiz, nerede bizim ozanlarımız? Bizim bir Nâmık Kemal’imiz var. O, Türk ulusunun yüzyıllardan beri beklediği sesi verdi. Ama ne şiirlerini okuyabiliyor, ne konuşmalarını duyabiliyoruz. Bu ulusun tarihinin bir yönünü belirten ‘Vatan Yahut Silistre’ oyununu bile temsil ettirmediler.
Arkadaşlar! Bizlere büyük görevler düşüyor. Yarın görev alıp gittiğimiz her yerde ulusumuzu yetiştirmek için subaylarımızın öğretmenleri olacağız. Gittiğimiz yerlerde aydın gençlerle arkadaşlık ederek onları bu yola yönelteceğiz. Yurdumuzu ve imparatorluğu büyük tehlikelerin beklediğini hatırdan çıkarmamak durumundayız.”
O, hem tarih yapacak hem de yazacaktır. Daha lise yıllarında tarih bilgisi olmadan ve tarihi olayları değerlendirip tarihten ders almadan başarılı olmanın mümkün olmadığını fark etmiştir. Bu nedenle tarihle öğrenciliğinden başlamak üzere çok ilgilenmiştir. “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır,” sözleriyle, tarihi olayların doğru yazılması gerektiğini ortaya koymasında, 1896 yılında derslerini dinlediği öğretmeninin çok payı vardır.
Bütün hayatı boyunca tarihe verdiği önem ölüm döşeğinde de devam etmiş ve, “Tarih tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak lâzımdır. Bazı imansızlar olabilir. Bunlar yol kesenlere benzer, aldırmayınız,” diyerek son direktiflerini vermiştir.
Ömer Naci’nin verdiği kitaplarda ilk kez Nâmık Kemal’le tanışır. Kitap sayfaları arasına serpiştirilmiş ve el yazısı ile yazılmış ‘Nâmık Kemal’ imzalı mısralar dikkatini çeker.
“Vücudun mayasının hamuru vatan toprağındandır, onun için vatan yolunda eziyet ve sıkıntılarla toprak olursa, bunda üzülecek ne var?
Millet hakaret gördüyse, aşağılandı ise şanına, şerefine noksan gelir, değerini kaybeder sanma; çünkü cevher yere düşmekle kıymetinden bir şey kaybetmez
Düşman vatanın bağrına hançerini dayadı; ama gene vatana ve millete hizmet yolunda dünyayı patlatır çıkarız.”
Biz Türkler, her çağda doğunun kılıcının keskin ağzı idik. Lâkin gitgide birçok Levanten unsurlar biz galiplere karıştıklarından, Osmanlı İmparatorluğu denilen o milletler karması ortaya çıktı. Bu Osmanlı İmparatorluğu, memleketteki Türk unsurunu Avrupa içlerine kuzey-batı yönünde iki büyük med dalgası halinde kullanmakla istifade etti…”
Refik Halid’in (Karay) ‘Deli’ adlı kısa komedyasını okumak, Mustafa Kemal’in sürgündekileri (Lozan’a göre genel af dışı bırakılan 150’likler olarak adlandırılan kişiler) affetmesini kolaylaştırmıştır.
“Din toplumlar için gereklidir. Dinsiz bir toplum olamaz. Şimdiye kadar dinsiz bir toplum görülmemiştir. Ama biz dinî Allah ile kul arasındaki bir bağlılık olarak görüyoruz. Fakat bu bağlılığı tamamen istismar ederek, Allah ile kul arasına girip oradan birtakım menfaatler sağlayan insanlar var. Biz işte bunların mücadelesini yapıyoruz ve bu mücadeleyi devam ettireceğiz. Çünkü doğrudan doğruya din gibi kutsal bir mesele istismar edilirse bu memleket için büyük zararlar verir. Bundan dolayıdır ki tekrar ediyorum, din, toplumlar için lâzımdır ve yalnız Allah ile kul arasındadır. Allah ile kul arasına girip menfaat sağlayanları mutlaka bertaraf etmek lazımdır.”
Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, s.27
Başbuğ Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’dan naklen.
Fuat Bey Karlı Tanrı Dağları’nın önünde elinde meşale tutan bir Bozkurt olsun, bu meşale genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilminin ifadesi olsun. Ergenekon’dan çıkmamızda kılavuz olan Bozkurt, Türklüğün Anadolu topraklarındaki yeni devletinin kuruluşunu ifade etsin.
TBMM’nin ilk posta pulunda kullanılan motif de Bozkurt’tur, bu pul İtalya Cenova’da bastırılmıştır.
1926, 1929, 1930, 1934 yıllarında Londra’da bastırılan posta pullarında, Ergenekon’dan çıkışın öncüsü olan Bozkurt’u temsil eden pullar piyasaya çıkarılmıştır.
Bozkurt’un Atatürk’ün emriyle motif olarak işlendigi T.C.’nin ilk beş ve on liralık banknotları 1927 yılında İngiltere’de bastırılıp tedavüle çıkarılmıştır.
1935 yılında Atatürk’ün emriyle çıkarılan Bozkurt markalı Tekel sigarası tiryakilerince uzun zaman içilmiştir.
Türkiye’nin ilk yolcu gemisinin adı da Bozkurt’tur.
Petrol Ofisi’nin ilk Bozkurtlu logosu uzun yıllar kullanılmıştır.
Bozkurt, bazı Atatürk biyografisi yazarlarına da ilham kaynağı olmuştur, bunlardan birisi yazdığı kitap çalkantıya ve uzun tartışmalara konu olan H.C.Armstrong’dur.
Kardeşlerden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında, o seneler de Rumeli’yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaşlarında ölürler. En küçükleri Naciye on iki yaşında yaşama gözlerini kapatır.
Naciye de 1901 yılında yaşamını yitirince, altı kardeşin ikisi yaşamıştır.
Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en aşağı 7000 senelik bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu.
Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir *
*Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri.
Benim hayatta tek övünç kaynağım, servetim, Türklükten başka bir şey değil dir. **
*Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar
**Turhan Feyzioğlu, ‘Atatürk ve Tarih’
Bunlar, Selanik, Ankara ve İzmir’dir.
Cumhuriyeti kurup Ankara’yı başkent yapmasına ve ömrünün neredeyse üçte ikisini orada geçirmese karşın, doğduğu kent olan Selanik’ten etkilenip oranın sosyal ve siyasal yaşamının izlerini taşımıştır
Sende bir şey var, ne oldu?
Bir şey yok. Fakat müteessirim. Ben eğer Trablus’tan dönersem, yine buralara gelebilecek miyim?
Ne demek istiyorsun? Mustafa Kemal’in gözleri nemlenir.
Korkuyorum, Fuat, korkuyorum. Doğup büyüdüğüm Selanik acaba Türklerin elinde kalacak mı?
O gece saatlerce konuşurlar. Balkanlar’ın durumunu inceler, Balkan Savaşı’nı kaçınılmaz ve yakın görürler. Hükümet edenlerin ilgisizliğini, İttihatçı askerlerin hala politikadan ayrılmamış olmalarını üzüntüyle karşılarlar. Mustafa Kemal, Arnavutluk Harekatı sırasında kurmay başkanı olarak bulunduğu Mahmut Şevket Paşa’ya tehlikeleri birer birer sayıp döktüğünü söyler, Paşa artık Cemiyete söz geçiremiyor, der.
Ay Olimpos Dağları’nın arkasında kaybolurken, Mustafa Kemal,
Ah, Selanik, seni bir daha Türk olarak görecek miyim? diyerek için çeker. Arkadaşı yüzüne baktığında Mustafa Kemal ağlamaktadır. Ali Fuat, altın sarısı saçlarını okşayarak onu teselli etmeye çalışır. Mustafa Kemal’in bu derece müteessir olduğunu hiç görmemiştir, bundan sonra da görmeyecektir.*
*Ali Fuat Cebesoy – Sınıf Arkadaşım Atatürk
‘Bu ayakkabıları kalıpla yapın,’ dedi.
‘Niçin?’ dedim. O da bana,
‘Çalan kalıpsız mı çalsın?’ demişti.
O zaman moda; kaba, çift köseleli ayakkabılardı. Biz yeni ayakkabılar yapınca bunlar moda oluyordu, millet de giyiyordu. Sayısız ayakkabı yaptım. Atatürk’e çok ayakkabı yapmamın sebebi Atatürk’ün ayakkabılarının devamlı çalınmasıydı, onlar çalındıkça ben de yapıyordum. Şunu gördüm, yaptığım düğmeli bordo ayakkabıları çalmıyorlardı. En çok çalınan ayakkabı ise iskarpindi.
Kendisi bütün yaptıl l ; ım ayakkabıları bell; enirdi, ayakkabılarda renk ayırt etmezdi.
Ama ben de onun ne istedil l ; ini bilirdim . . . Atatürk’ün ayak yapısı biraz değişikti, başparmal l ; ı aşal l ; ı tarafa basıyordu 57
ilk Türkçülerden Ali Suavi (hilafetin kaldırılmasını, laik devlet düzeni kurulmasını ve Türkçülügü savunmuştur),
özgürlükçü ve ilerici Tevfik Fikret sayılmalıdır.
Din toplumlar için gereklidir. Dinsiz bir toplum olamaz. Şimdiye kadar dinsiz bir toplum görülmemiştir. Ama biz dini Allah ile kul arasındaki bir bağlılık olarak görüyoruz. Fakat bu bağlılığı tamamen istismar ederek, Allah ile kul arasına girip oradan birtakım menfaatler sağlayan insanlar var. Biz işte bunların mücadelesini yapıyoruz ve bu mücadeleyi devam ettireceğiz. Çünkü doğrudan doğruya din gibi kutsal bir mesele istismar edilirse bu memleket için büyük zararlar verir. Bundan dolayıdır ki tekrar ediyorum, din, toplumlar için lazımdır ve yalnız Allah ile kul arasındadır. Allah ile kul arasına girip menfaat sağlayanları mutlaka bertaraf etmek lazımdır.
Atatürk döneminde de Kemalizm deyimi kullanılmıştır. Ancak emperyalistlerin Ke malizm dedigi dönemde, henüz soyadı yasası yoktu ve Mustafa Kemal de Atatürk soyadını almamıştı. Eğer alsa idi, adlandırma ya da Türkçesiyle Atatürkçülük olacaktı.
Bu noktada Kemalizmi bir ideoloji, ama Atatürkçülüğü sıradan bir kavram olarak gören anlayış, Kemalizme ideolojik bir anlam yüklemek gibi bir bakış açısın dan yola çıksa da, artık Atatürk olmuş Mustafa Kemal’i, küçültmekte ve onun kapsamını daraltmaktadır.
Bugün, Atatürkçülük halk dilinde kullanılan kavramdır. Kemalizm, küçük bir kesimin tercihidir. Ve bu tercihin özellikle sağcı, liberal ve dinci takım tarafından da desteklendiği görülmektedir. Onlar da Atatürkçülüğü Kemalizmden ayırmak gerektiğini savunmaktadır. O halde doğru olan, Atatürkçülüğü sahiplenmek ve onu sağcı, liberal, dinci akımların ipoteğinden kurtarmaktır. Bu nedenle Kemalist ismi yerine Atatürkçülügün kullanılması ama bunun da bir ideoloji olarak açıklanması en doğru tavırdır.
Hayattayken ziyarete gelip Gazi’nin devrimlerine hayran olan Afganistan Kralı Amanullah Han, yalnızca kadın haklarının benzerini ülkesinde yapmaya kalkışınca tahtını yitirmişti. Komşu han’da Şah Rıza Pehlevi Türkiye devrimlerine benzer adımlar atıp farklı bir han yaratma peşine düşmüş, başarılı olamamış, daha sonra başbakan olan Musaddık kapitülasyonları yırtıp İran petrollerini millileştirmeye kalkınca bunun bedelini canıyla ödemişti.
Oğul Rıza Pehlevi ülkenin yüzünü Batı’ya çevirme girişimlerinden dolayı 1979 yılında tahtı m yitirip sürgünde ölmeye mahkum edilmişti.
Atatürk, “Bunu niçin soruyorsunuz?” der.
Öğretmen de, “Kutlayacağız paşam, hiçbir yerde kesin bir tarih bulamadım,” yanıtını verir.
Atatürk bu yanıt karşısında, “Siz onu bırakınız, ben Anadolu’ya ne zaman çıktım? Onu bana söyleyiniz,” der.
Etrafını saran öğretmenler hep bir ağızdan, “19 Mayıs 1919!” diye bağırırlar. Bunun üzerine Atatürk,
“Evet, işte kutlayacağınız gün o gündür,” der.
Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber Bana, İsmet Paşa’ya, Meclis’e telgraflar yağdırıp haksızlığa uğradığı ve suçsuz olduğu için serbest bırakılmasına çalışılmasını istemeyecektir. Ben kanılarımın gereğini yaptım, olaya karıştım ve bu davranışımda haklıyım, eğer buraya haksız olarak gelmişsem bu haksızlığı doğuran nedenleri düzeltmekte benim görevimdir, diyecek. İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği
Okuduğum en güzel kaynak #FikrimizinRehberi #GaziMustafaKemalAtatürk #ErolMütercimler.
Yüzde tebessüm bırakan bir anı/hatıratı paylaşmak istiyorum.
#EnverPaşa ‘nın #MustafaKemalAtatürk’ ü kıskandığını bu kitapla öğrendim diyebilirim.
#Atatürk ‘ün farklı rütbelere yükselmesi Enver Paşa yüzünden hep ertelemiş/geçiktirilmiş. Asıl sebebi aslında neymiş öğrenelim
‘ arkadaşlar Mustafa Kemal ‘in terfiini istiyorlar. Bir an evvel olsa bitse, diyorlar.. Yap bari..’
-Enver hemen cevabı yetiştirmiş:şimdi terfiini oynayladım. Gereği yüksek onaya sunulmak üzere, makamınıza takdim edilecektir. Ama müsaade verin de ben size anlatayım Siz, Mustafa Kemal’ i benim kadar tanımazsınız.Emin olun, şimdi general yaparız, kolordu komutanlığı ister. Ordu kumandanı yaparız, başkumandanlık ister. Ona da peki desek yine yeterli görmez, daha büyüğünü ister. Çünkü hırsına haydut yoktur. Bu sebeple, onu azar azar vererek gayet maharetle idare etmek, hoş tutmak lazımdır.
-(hayli uzun zaman sonra bunu #Atatürk ‘e anlattıkların da şöyle demiş) ;
– Ben, Enver’ in bu kadar doğru görüş sahibi olduğunu tahmin etmezdim, hakket pek doğru söylemiş buyurmuştur.