İçeriğe geç

Tarih, Kültür ve Kahramanlar Kitap Alıntıları – Hüseyin Nihal Atsız

Hüseyin Nihal Atsız kitaplarından Tarih, Kültür ve Kahramanlar kitap alıntıları sizlerle…

Tarih, Kültür ve Kahramanlar Kitap Alıntıları

gerçek insan için hayat, savaştır.
unutmamalı ki bir millet, ordusunu kaybederse büyük bir tehlikede, devletini kaybederse korkunç bir felâkette, fakat dilini kaybederse ölümün kucağındadır.
fakat susmak, abdülhak hâmid’in dediği gibi, bazen en güzel şiirden daha mânâlıdır.
Zaten hayat bir iki hatırdan başka nedir ki?
Millete ihanet yalnız askeri sırları düşmana satmakla olmaz. Mevkiinin otoritesini kendi menfaati için kullanan devletli, akrabasının çocuğunu hatır için geçiren öğretmen, vazifesi başına geç gelip millet fertlerini bekleten belediye doktoru da birer vatan hainidir.
Geçmişi hatırlatmak yarını düşünmemek için değil, yarının geçmişe benzememesine çalışmak içindir.
Dünkü gerçekler yarında gerçek olabilir.
Bir topluluk kendini inkârla çöker. kendini inkârın başlangıcı da maziye sövmek ve millî kahramanları tahkir etmektir.
Bir bakıma insan, canlıların en canavarı, canavarlıkta en orijinalidir.
Gerçek insan için hayat, savaştır.
Âkif inandı, dönmedi ve öyle öldü.
Tarih acayip bir ihtiyardır. Bazılarına tam hakkını verir. Bazı değersizlerden çok bahseder. Bazı büyükleri hiç anmaz. Bazılarından da yalnız bir kaç kelime söyler.
Bir millete ileri atılış gücünü verebilmek için Kür Şad gibi serdengeçti yiğitler gerekir.
Yabancı kültüre ait olan şeyleri faydasız ve lüzumsuz yere kullanmak ancak bir aşağılık duygusunun sonucu olabilir.
Çünkü millet nihayet kan ve dil demektir. İstiklâlini kaybeden bir millet dirilebilir. Fakat dilini kaybeden millet yok olmuş demektir.
Unutmamalı ki bir millet, ordusunu kaybederse büyük bir tehlikede, devletini kaybederse korkunç bir felâkette, fakat dilini kaybederse ölümün kucağındadır.
Dil, bir milletin binlerce yılda yaratıp işlediği bir zekâ ve duygu hazinesidir.
Ecdadının eserini ancak soysuzlar imha eder.
Disiplin, medeniyetin ana şartıdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
ordu millet olarak yaşamanın verdiği alışkanlıkla Türklük bir askerî kavram haline geldi.
Artık savaş olmayacak teranesi en büyük yalandır.
Savaştan korkmak millete bir şey kazandırmaz; şerefini kaybettirir. Ancak savaşın üstüne giden millete saygı gösterilir.
Savaş bir yaratılış kanunudur. Savaştan kaçmak yaşamaktan kaçmaktır. Savaş en büyük ve muhteşem sanattır.
Milletler savaşla büyür, itibar kazanır ve yükselir.
Savaş, iki milletin maddî-manevî bütün güçlerinin tartıya vurulması, savaşıp kazanmak soluk almak gibi bir hayat ihtiyacıdır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Geçmişi hatırlatmak yarını düşünmemek için değil, yarının geçmişe benzememesine çalışmak içindir.
Dünkü gerçekler yarın da gerçek olabilir.
Kardeşliği telkin eden İsa’yı Tanrı’nın oğlu sayan Hristiyan Katolik-Protestan halinde, dindaşlarını kardeş sayan Müslümanlar Sünnî-Şiî halinde birbirlerini boğazlamışlardır. İnsanları birleştirip tek devlet yapacağını, hatta devleti de kaldıracağını ilan eden komünistlerin akıttı insan kanı ise insanlık tarihinde aşılması imkânsız bir rekordur.
Geçmişi anmanın büyük faydası, yabancının dostluğuna inanmanın asla doğru olmayacağını göstermesindendir.
Fakat susmak, Abdülhak Hâmid’in dediği gibi, bazen en güzel şiirden daha manalıdır.
Bir topluluk kendini inkârla çöker. Kendini inkârın başlangıcı da maziye sövmek ve millî kahramanları tahkir etmektir.
insan topluluğunu hayvan topluluğundan ayıran en büyük farika müşterek mânevi değerler, yani ahlâk ve mukaddesattır.
Dokuz asrın ve ondan önceki yirmi asrın bir olgunlaşma mahsulü olan ay-yıldızlı kızıl bayrağımız için Türk ırkının en maddeci çocukları bile seve seve canını verir.
zorla sevgi olamayacağı gibi alelade insanlar da tarih e büyük şahsiyet diye kabul ettirilemez.
Evet, bugün tek başına Türk ordusunu yenecek hiçbir ordu yoktur.
bugün cumhuriyetçilik aşkı ile herkes bütün maziyi baltalıyor. Ve işin garibi de bir yandan millî tarihçilik dolayısıyla mazi mühimseniyor. Peki, bu tezat nedir?
Türkiye Cumhuriyeti’nin anası Osmanlı İmparatorluğudur demek vatan hainliği veya inkılâp düşmanlığı değildir.
Bir tezin çürük olduğu ancak ilmî delillerle ispat olunabilir, kuru gürültü ile değil.
Osmanlı imparatorluğu’nun Türkiye Cumhuriyeti ile hiçbir bağı yoksa Cumhuriyeti gökten inenler mi kurdu?
Tarih şuuru olmayan bir millete başkaları tarih yönüyle istedikleri kadar yüklenebilir.
Tarihi değerlerimizi başkalarına değil, kendi milletimize bile tanıtamadığımız için biz de sorumluyuz.
Sevginin ve nefretin niçini, nedeni olmaz.
Bazı İngilizler’de Türkler’e karşı bir hınç ve kin olduğu malûmdur.
Tarih şuuru, milletlerin hareket hatlarını tayine yarayan bir millî savunma silahıdır.
TARİH ŞUURU , milletlerin hafızasıdır.
Türk Irkı Sağ Olsun..!
Yanardağ ruhlu, çelik iradeli kahraman Kür Şad Bozkurt hanedanından yani kağanlar soyundan olduğu halde yeğenini tahta çıkararak Türk milletini diriltmek için kılıca sarılan Kür Şad Bu nisbetsiz çarpışmada zafe ri sağlayacak tek yola giderek, yani düşmanın kalbine sal dırarak ruh ve irade kuvveti kadar muhakeme gücüne de sahip olduğunu belirten Kür Şad Başarılamayan bir ih tilâle rağmen düşmanın yüreğine korku ve dehşet salarak ırkı mahvolmaktan kurtaran Kür Şad Sonra onun 40 şanlı arkadaşı
3 Mayıs ruhu ebediyen yaşasın!..
Nazari sahada kalındıkça Türk dilinin beklenen zaferi kazanmasına imkan yoktur.
Her ne olursa olsun, insan denilen yaratık kendi haline bırakıldığı, tam hürriyete kavuştuğu zaman çoğunlukla iyiden fazla kötüye doğru giden bir karaktere sahiptir. Devlet denen sosyal düzen bu kötülüğü gidermek için kurulmuş, ahlak denen müessese aynı sebeple ortaya çıkmıştır.
İnsanlığın tarihi bir yandan hak, hukuk, adalet iddiaları ile, öte yandan da en korkunç haksızlıklar ve fenalıklarla doludur. Bir bakıma insan, canlıların en canavarı, canavarlıkta en orijinalidir.
En büyük kanun olan ölüm, sıra diye bir şey dinlemiyor.
Gerçek insan için hayat, savaştır. Biz bu Dünya’ya hayvanlar gibi zevketmeye değil, bir görev yapmaya geldik. Bu görev, dirliğimiz boyunca, son günümüze ve gücümüze kadar sürecek Türkçülük savaşıdır. Ölenleri toprak ananın kucağına, tarihin şeref yaprağına, Tanrı’nın esirgenliğine bırakarak Kızılelma’ya doğru ilerlemek olan Türkçülük savaşı.
Zaten hayat bir iki hatıradan başka nedir ki?
Turan ülküsü, bugün için bir hayal gibi görünmekle beraber tarihte gerçektir. Çünkü Türkler tarihte birkaç kere birleşmişlerdir.
”Dilde, fikirde, işte birlik ”
(Gaspıralı İsmail Bey)
Yanardağ ruhlu, çelik iradeli kahraman Kür Şad…
Türk tarihi, dünyanın en hamasi şiiri, Türk kahramanları da o şiirin berceste mısralarıdır.
En yüksek eserler kılıçla ve düşman kanıyla yazılmış olanlardır.
(Orhan Şaik Gökyay)
Dil, bir milletin binlerce yılda yaratıp işlediği bir zeka ve duygu hazinesidir. Yetmiş seksen milyon Türk’ü birbirine ve bizi binlerce yıllık geçmişe bağlayan sosyal bir türedir.
Bir millet yalnız insan yığını, bir vatan yalnız kuru toprak değildir. Milleti ve vatanı millet yapan şey hatıralar, izler, eserlerdir. Bunun için ecdadın eserleri mukaddestir.
Millete ihanet yalnız askeri sırları düşmana satmakla olmaz. Mevkiinin otoritesini kendi menfaati için kullanan devletli, akrabasının çocuğunu hatır için geçiren öğretmen, vazifesi başına geç gelip millet ferdlerini bekleten belediye doktoru da birer vatan hainidir.
Türk tarihi, içimizdeki yabancıların ihaneti ile doludur Türk tarihi için bugüne kadar öğrendiğimiz kanunların en başta geleni Yabancı kan taşıyanlara güvenme! buyruğunu vermektedir. Bu buyruk büyük geçmişimizin, ırkımızın, atalarımızın buyruğudur.
3 Mayısa selâm olsun!.. 3 Mayıs ruhu ebediyen yaşasın!..
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin başlangıcında, her yeni rejimin başlangıcında olduğu gibi, bir takım sertlikler, aşırılıklar ve haksızlıklar da olmamış değildir. Fakat bu davranışlar Fransız ve Rus inkılapları ile ölçüştürüldüğü zaman çok yumuşak ve çok insanca kalır.
Bu da milli övünçlerimizden birisidir. Cumhuriyet idaresi kökleştikçe, aşırı tedbirler de yavaş yavaş ortadan kaldırılmış, haksızlıkların silinmesine, bütün vatandaşların biribirine daha çok bağlanmasına dikkat edilmiştir. Bu da akıllıca ve insanca bir tedbirdir.
İnsanlığın tarihi bir yandan hak, hukuk, adalet iddiaları ile, öte yandan da en korkunç haksızlıklar ve fenalıklarla doludur. Bir bakıma insan, canlıların en canavari, canavarlıkta en orijinalidir.
İnsanlardaki canavarlık belki de onların primat olduğu devirlerden beri kromozomlarındaki verasetten gelmektedir. Her ne olursa olsun, insan denilen yaratık kendi haline bırakıldığı, tam hürriyete kavuştuğu zaman çoğunlukla iyiden fazla kötüye doğru giden bir karaktere sahiptir. Devlet denen sosyal düzen bu kötülüğü gidermek için kurulmuş, ahlak denen müessese aynı sebeple ortaya çıkmıştır.
Gerçekler balçıkla sıvanamaz. Hiçbir değeri olmayanları bugün milli kahraman ilan etseler bile yarın onlar o mevkiden indirilir.
Bir milletin kendi büyüklerine saygı göstermesi de millet olmanın büyük vasıflarından biridir.
Büyükler, tarih dersi kitaplarında dile getirilmekle başlayan, anıt ve heykelleri dikilmek, anma günleri yapılmak suretiyle devam eden vefakarlıklarla saygı görür.
Bir çocukta milli duygu böylece alevlendi mi, ülke iyi bir vatandaş kazandı demektir. O çocuk bir büyüğün anıtını gördükçe, onun anma günlerini yaşadıkça büyüklere saygı onda perçinleşir.
Çok ilerde de bir gün gelecek; dünya, sanki bu insanlar hiç yaşamamış, bu savaşlar yapılmamış, bu acılar çekilmemiş, bu sevinçler tadılmamış, bu medeniyetler kurulmamış gibi bir sessizliğe bürünecek.
Her ne kadar ölmek, yaşamamak anlamına geliyorsa da bir bakıma göre insanlar anıldıkça yaşıyorlar demektir.
Zaten hayat bir iki hatıradan başka nedir ki?
Ziya Gökalp, bu fikir mücadelesi sırasında, o vakitler bir vilayetimiz olan Selanik’te çıkan Genç Kalemler dergisinde yayınladığı meşhur Turan manzumesinin son beytinde, vatan kavramını şöyle formülleştirmişti:

Vatan; ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan, Vatan; büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!

Ziya Gökalp’ın Türklüğe yaptığı büyük hizmet, Türk milliyetçiliği, yani Türkçülük alanındadır. Tarihin uzak yüzyıllarından beri varolan, fakat Tanzimat’tan sonraki devirde hem devamlı, hem de daha şuurlu bir mahiyet alan Türkçülüğü, ilk defa bir programa bağlayan Ziya Gökalp’tır. Fakat muhakkak ki, bu alandaki en mühim eseri, Türkçülüğün bir programa bağlandığı Türkçülüğün Esasları’dır.
Türkiye tarihinin en buhranlı bir devrinde, birkaç arkadaşıyla birlikte giriştikleri mücadele ile, Türk soyunun ülküsü olan Türkçülüğü geniş çevrelere yaymak imkanını bulmuştur.
1300 yıl önce dökülen Kür Şad’ın kanı, ırkımızı yabancılar arasında erimekten kurtarmıştı.
Kür Şad, tarihimizde alevlerin, ışıkların, mehtapların ve yanardağların yanında gerçi parlamasıyla sönmesi bir olmuş geçici bir şahap gibidir. Fakat o geçici ışık tarihin gidişini değiştirmiş, kısa aydınlığında bize en büyük hakikati görebilecek fırsatı vermiştir. Bu hakikat ezeli ve ebedi kahramanlıktır Onun hakkında bütün bildiğimiz: milletini kurtarmak ve esir olan yeğenini Türk kağanı yapmak için kendisi gibi esir 40 arkadaşıyla birlikte Çin imparatorunun sarayına saldırdığı, fakat pek nisbetsiz bir savaştan sonra can ve baş verdiğidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir