İçeriğe geç

2001: Bir Uzay Destanı Kitap Alıntıları – Arthur C. Clarke

Arthur C. Clarke kitaplarından 2001: Bir Uzay Destanı kitap alıntıları sizlerle…

2001: Bir Uzay Destanı Kitap Alıntıları

Ancak şimdi, bu silahlar varoldukça, ödünç bir zamanı yaşıyor olacaktı. 
huzursuzluk üzüntünün atasıdır.
Kazaya ve aptalca davranışlara karşı bir sistem tasarlayabiliriz, ancak kasıtlı bir kötülüğe karşı bir sistem tasarlayamayız..
İletişim yöntemleri daha mükemmel hale geldikçe, içeriği daha önemsiz, bayağı ve can sıkıcı gibi görünüyordu.
Büyük kuş,iri kuşun sırtında uçarak doğduğu yuvaya şeref getirecek
Zamanın başlangıcından günümüze kadar Dünya gezegeninde aşağı yukarı yüz milyar insan yaşamıştır.
Bu sayı ilginçtir, çünkü şaşılası bir rastlantıyla bizim yerel evrenimiz Samanyolu’nda yaklaşık yüz milyar yıldız vardır.
Buna göre yaşayan her insan için evrende bir yıldız parlamaktadır
Kazaya ve aptalca davranışlara karşı bir sistem tasarlayabiliriz, ancak kasıtlı bir kötülüğe karşı bir sistem tasarlayamayız
“Uzayda insan dehşete düşebilir ama endişelenemez.”
Uzayda insan dehşete düşebilir ama endişelenemez.
Ancak şimdi İnsan , bu silahlar var oldukça , ödünç bir zamanı yaşıyor olacaktı.
Uzayda insan dehşete düşebilir ama endişelenemez.
Yaşı kavranılamazdı, ama ölüme gelince Ay ölmemişti çünkü şimdiye kadar hiç yaşamamıştı.
Gerçek, her zaman olduğu gibi, çok daha tuhaf olacaktır.
Fakat lütfen unutmayın, bu yalnızca kurmaca bir eserdir. Gerçek, her zaman olduğu gibi, çok daha tuhaf olacaktır.
Doğu da ilk yıldızlar görünmeye başladı. Hiç yıldızlara baktın mı Yaan? Onların ne olduğunu, kaç yıl sonra keşfedeceğimizi ve o sırada bize neler olacağını merak ediyorum. Bu yıldızlar bizim yuvamız Yaan ve biz onları kurtaramıyoruz.
Yeraltı yaşam tarzı, gerekli araçlar ve vahşi çevreye karşı korunma yolları Ay’da da aynıydı. Ancak burada bunlar barış amaçlı kullanılırdı. En sonunda on bin yıl sonra insanlık savaş kadar heyecan verici bir şey bulmuştu. Ne yazık ki bütün uluslar henüz bu gerçeğin farkına varamamışlardı.
Kuraklık başlayalı on milyon yıl kadar olmuş, korkunç sürüngenlerin dönemi henüz sona ermişti. Burada birgün Afrika olarak anılacak olan Ekvator’da, varolma savaşı vahşetin yeni bir doruğuna ulaşmış, ancak ortaya bir galip çıkmamıştı henüz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İletişim yöntemleri daha mükemmel hale geldikçe, içeriği daha önemsiz, bayağı ve can sıkıcı gibi görünüyordu
Tüm anneler gibi, Dünya’nın da çocuklarına elveda diyeceği zaman hızla yaklaşıyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kuraklık başlayalı on milyon yıl kadar olmuş, korkunç sürüngenlerin dönemi henüz sona ermişti. Burada, bir gün Afrika olarak anılacak olan Ekvator’da, varolma savaşı vahşetin yeni bir doruğuna ulaşmış, ancak ortaya bir galip çıkmamıştı henüz. Bu çocuk, kurak topraklarda sadece küçük, çevik ve vahşi olanlar gelişebiliyor ya da hayatta kalabilme umutları olabiliyordu
İletişim yöntemleri daha mükemmel hale geldikçe, içeriği daha önemsiz, bayağı ve can sıkıcı gibi görünüyordu. Kazalar, suçlar, doğal ya da insan eliyle olan felaketler, tehditler ve çatışmalar, iç karartıcı başyazılar
Kazaya ve aptalca davranışlara karşı bir sistem tasarlayabiliriz, ancak kasıtlı bir kötülüğe karşı bir sistem tasarlayamayız
Uzayda insan dehşete düşebilir ama endişelenemez.
Her zaman açtılar, şimdi ise açlıktan ölmek üzereydiler.
Tek bir başarı dünyanın kaderini değiştirebildikten sonra yüzlerce başarısızlığın hiçbir önemi yoktur.
Mağaralarda huzursuz uyuklamalar ve korku dolu bekleyişler arasında gelecek kuşakların kabusları doğuyordu.
“Dünya gezegeninde aşağı yukarı yüz milyar insan yaşamıştır.

Bu sayı ilginçtir, çünkü şaşılası bir rastlantıyla bizim yerel evrenimiz Samanyolu’nda yaklaşık yüz milyar yıldız olduğu tespit edilmiştir. Buna göre yaşayan her insan için evrende bir yıldız parlamaktadır.”

Alıntı Şuradan
2001 Uzay Efsanesi
Arthur C.Clarke

Herhangi bir şoktan kurtulmanın en iyi yolu çalışmaktır.
Bazen, bir yaprağın düşüşünü ya da dünyadaki ölümün ardından gelen acıyı aynı duygularla seyreden, duyarlılıktan yoksun bir robot olmayı istediği zamanlar olmuştu.
Bu şey boş Sonsuza dek sürüyor ve Aman Tanrım, yıldızlarla dolu!
Bir gün, adamın biri, Dünya’nın da Satürn’ünki gibi bir halkası olacağını ve bu halkanın tamamen yörüngede çalışan dikkatsiz inşaat işçilerinin kaybettiği cıvatadan, kemerler ve hatta aletlerden oluşacağını ileri sürmüştü.
Jupiter artık tüm göğü dolduruyordu, o kadar büyüktü ki ne akıl ne de gözle idrak etmeye çalışmanın faydası vardı.
Burada, Dünya’nın görkemli giriş kapısında, insan belki de asla çözülemeyecek olan bir gizemle karşı karşıyaydı. Üç milyon yıl önce bu yoldan bir şey geçmiş ve amacının, bilinmeyen ve belki de bilinemeyecek olan sembolünü bırakmış, gezegenlere ya da yıldızlara geri dönmüştü.
Bu dünya, geçip giden Buzul çağları, hızla yükselip alçalan denizleri, şafakta önceki sisler gibi dağılan sıradağlarıyla genç ve yeşil Dünya’nın bilemeyeceği, ölçülemeyecek kadar uzun bir zaman dilimi boyunca, Dünya’daki güçlerden bambaşka güçlerle oluşturulmuş ve şekillendirilmişti. Yaşı kavranılamazdı, ama ölüme gelince Ay ölmemişti çünkü şimdiye kadar hiç yaşamamıştı.
Tüm Galaksi’de, ‘bilinç’ten daha değerli bir şey bulamadıklarından, onun her yerde doğması için çaba gösterdiler. Yıldız tarlalarının çiftçileri oldular, ektiler, bazen de biçtiler.
Ancak şimdi insan, bu silahlar var oldukça, ödünç bir zamanı yaşıyor olacaktı.
Jüpiter artık tüm göğü dolduruyordu, o kadar büyüktü ki ne akıl ne de göz ile idrak etmeye çalışmanın faydası yoktu ve ikisi de bundan vazgeçtiler. Altlarındaki atmosferin kırmızılar, pembeler, sarılar, gümüşümsü hatta kızıl tonlarla dolu olağanüstü renkleri olmasa, Bowman Dünya’nın bulutlu gökyüzünün üzerinde uçtuğuna inanabilirdi.
Bu uğursuz gökyüzünün altında yine yalnız kalmıştı. Yalnızlık ve uzaklık hissi öncekinden daha güçlü bir şekilde çöktü üstüne.
Yalnızlığı düşünemeyecek kadar meşguldü.
Işığın olduğu yerde, hayat da olabilirdi.
İnsanın Güneş Sistemi’nde izini bırakacağı zaman henüz gelmemişti.
Geçmişin büyük keşifleri onu büyülüyordu
Hiçbir şüphe yoktu ki insan, evrendeki tek zeki varlık değildi Evren’de yalnız olmadığını öğrenecekti İnsan.
Tüm anneler gibi, Dünya’nın da çocuklarına elveda diyeceği zaman hızla yaklaşıyordu.
– Dünya’ya gitmek ister miydin?
– Orası berbat bir yer. Düştüğün zaman canın acıyor. Ayrıca çok da kalabalık.
Uzayda doğanların ilk kuşağı bu, diye düşündü. Gelecek yıllarda sayıları daha da artacaktı. Bu düşüncede biraz hüzün olduğu kadar büyük bir umut da vardı.
Dünya’da doksan kilo olan bir insanın Ay’da sadece 15 kilo geldiğini fark etmesi epey mutluluk verici olabilir. Sabit bir hızla düz bir şekilde yüründüğünde, insan kendini yüzüyormuş gibi hissedebilir. Ancak yön değiştirmeye, köşelerden dönmeye ya da durmaya çalıştığında, hala doksan kiloluk kütle veya süreduruma sahip olduğunu fark edecektir. Çünkü ister Dünya’da, ister Ay’da, isterse Güneş’te ya da uzay boşluğunda olsun bu ağırlık sabittir ve değiştirilemez.
Bir günden biraz uzun bir süre içinde, insanlığın iki bin yıldır hayal ettiği inanılmaz yolculuğu neredeyse hiçbir sorun yaşamadan tamamlamıştı. Normal ve sıradan bir uçuştan sonra, Ay’a inmişti.
İletişim yöntemleri daha mükemmel hale geldikçe, içeriği daha önemsiz, bayağı ve can sıkıcı gibi görünüyordu.
Zamanını geçirmek için yapabileceği çok şey vardı ama oturup bir şeyler okumaktan başka bir şey yapmadı.
Uydu vericilerinden gelen radyo dalgalarıyla hipnoz, denetim altına alınması güç virüsler ve panzehirinin yalnızca kendilerinde olduğu yapay hastalıklarla şantaj yaptıkları söylentileri dolaşıyordu. Bu inanılmaz fikirler ya tamamen bir propagandaydı ya da katıksız bir düş, ancak bunları göz ardı etmek pek akıllıca değildi.
Geçip gitmiş olan karanlık yüzyıllarda bir yerlerde, ne görülebilen ne de tutulabilen ve hepsinden daha gerekli bir alet icat etmişlerdi. Konuşmayı öğrenmişler, böylelikle Zaman’a karşı ilk büyük zaferlerini kazanmışlardı. Artık bir kuşağın bilgisi bir sonrakine aktarılabilecek, böylece her çağ, geçmiş çağlardan fayda görebilecekti.
Ayrıca doğanın güçlerini de kullanabilmeyi öğrenmişti insan. Ateşi kullanmaya başlamalarıyla teknolojinin temellerini atmış ve hayvansal kökenlerini geride bırakmışlardı. Taş verini bronza, bronz ise demire bıraktı. Avcılığı tarım izledi. Kabileler köylere, köyler ise kasabalara dönüştü. Sözler taş, kil ve papirüs üzerine işlenen işaretler sayesinde ölümsüzleşti. İnsan, daha sonra felsefe ve dini icat etti. Gökyüzünü tanrılarla doldurdu ve bu pek de yanlış değildi.
En kaba alet bile ömürlerine birçok yıl katmıştı. Dişleri küçülürken, yüz şekilleri de değişmeye başlamıştı. Burunları küçülmüş, çeneleri narinleşmişti. Ağızlarından daha incelikli sesler çıkarabilmeyi başarmışlardı. Konuşma yeteneği için hala milyonlarca yıl gerekiyordu ama ilk adımlar atılmıştı.
Ve sonra dünya değişmeye başladı. Buzul Çağı, iki yüz bin yılda bir dört büyük dalga halinde gelip geride izlerini bırakarak dünyayı sildi süpürdü. Buzlar eridiğinde, maymun adamlar da dahil olmak üzere, gezegendeki ilkel yaşamın çoğu yok oldu. Ancak maymun adamlar diğerlerinden farklı olarak yeryüzünde torunlarını bırakmıştı. Bu yüzden tam olarak yok olmamışlardı, değişim geçirmişlerdi. Alete şekil verenler bu kez kendi aletleri tarafından tekrar şekillendiriliyorlardı Sopa ve çakmaktaşı kullanmış olan eller, hayvanlar aleminde görülmemiş bir beceri elde etmişlerdi. Bu, onların daha iyi aletler yapmalarını ve kollarını, bacaklarını ve beyinlerini geliştirmelerini sağladı. Giderek hızlanan ve eklenerek artan bir süreçti bu ve sonunda İnsan ortaya çıktı.
Dünya gezegeninde, Afrika’dan ağır ağır yeryüzüne yayılan yeni bir hayvan ortaya çıkmıştı. Henüz o kadar nadir rastlanıyordu ki, üstünkörü bir sayım yapılmış olsa, kara ve denizde yaşayan milyarlarca yaratık arasında fark edilmeyebilirdi. Gelişebileceğini hatta hayatta kalabileceğini gösteren hiçbir kanıt yoktu henüz. Ondan daha güçlü hayvanların yok olduğu bu dünyada kaderi hala belli değildi.
‘’Uzayda insan dehşete düşebilir ama endişelenmez’’
‘Bu şey boş Sonsuza dek sürüyor ve Aman Tanrım, yıldızlarla dolu!’
HAL’ın yaratıcılarının, kendi yarattıkları bilgisayarın psikolojisini tam olarak anlayamamış olmaları, gerçek yabancı varlıklarla ilişki kurmanın ne kadar zor olabileceğini gösteriyordu.
‘’Dave’’ dedi HAL. ‘’Neden bana bunu yaptığını anlayamıyorum Bu görev için oldukça heyecan duyuyorum Zihnimi yok ediyorsun Anlamıyor musun? Bir çocuğa döneceğim Bir hiçe döneceğim ’’
‘Kazaya ve aptalca davranışlara karşı bir sistem tasarlayabiliriz, ancak kasıtlı bir kötülüğe karşı bir sistem tasarlayamayız.’
Kazaya ve aptalca davranışlara karşı bir sistem tasarlayabiliriz,ancak kasıtlı bir kötülüğe karşı bir sistem tasarlayamayız
Teoriniz çılgınca,ancak gerçek olabilecek kadar çılgınca değil
Tek bir başarı dünyanın kaderini değiştirebildikten sonra yüzlerce başarısızlığın hiçbir önemi yoktu.
Hiç yıldızlara baktın mı ? Onlara ne olduğunu kaç yıl sonra keşfedeceğinizi ve o sırada bize neler olacağını merak ediyorum. Bu yıldızlar bizim yuvamız ve biz onları kurtaramıyoruz.
Şimdi hayatta olan her insanın ardında otuz hayalet duruyor, çünkü ölülerin sayısı yaşayanlara gore bu orandan daha fazladır. Zamanın başlangıcından günümüze kadar Dünya gezegeninde aşağı yukarı yüz milyar insan yaşamıştır.
Bu sayı ilginçtir, çünkü şaşılası bir rastlantıyla bizim yerel evrenimiz Samanyolu’nda yaklaşık yüz milyar yıldız vardır.Buna göre yaşayan her insan için evrende bir yıldız parlamaktadır.
Tek başarı dünyanın kaderini değiştirebildikten sonra yüzlerce başarısızlığın hiçbir önemi yoktu.
Ne olduğu anlaşılamayan bir şeye zarar vermek barbarlık göstergesiydi. Ama belki de insanlık, bu şeyi yapan yaratıklarla karşılaştırıldığında barbardı.
Ateşi kullanmaya başlamalarıyla teknolojinin temellerini atmış ve hayvansal kökenlerini geride bırakmışlardı. Taş yerini bronza, bronz ise demire bıraktı. Avcılığı tarım izledi. Kabileler köylere, köyler ise kasabalara dönüştü. Sözler taş, kil ve papirüs üzerine işlenen işaretler sayesinde ölümsüzleşti. Daha sonra felsefe ve dini icat etti, gökyüzünü tanrılarla doldurdular.
bir ofiste gördüğü bir Leonardo da Vinci cümlesini hatırladı Büyük Kuş, iri kuşun sırtında uçarak doğduğu yuvaya şeref getirecek.
Evet, Büyük Kuş, Vinci’nin hayalinin ötesine geçmiş uçuyordu ve yorgun dostu da Dünya’ya doğru kanat çırpıyordu.
Bu şey boş Sonsuza dek sürüyor ve Aman tanrım, yıldızlarla dolu!
Yüz elli millik çapı ile Clavius, Ay’ın görülen
yüzündeki ikinci büyük kraterdir. Güney Dağlık
Bölgesi’nin ortasında bulunur. Oldukça yaşlıdır, yüzyıllar süren volkanik faaliyetler ve meteor yağmurları duvarlarında derin izler bırakmış ve yüzeyi çiçek bozuğu gibi çukurlarla doludur. Krater oluşumunun son döneminden bu yana-ki hala astroid bölgesinden gelen kaya parçaları daha içteki gezegenlere çarpmaktadır-burası yarım milyar yıldır huzuru tanımaktadır.
Giderek yakınlaşan Ay dağları, Dünya’dakilerden
tamamen farklıydı. Ne baş döndürücü kar tabakaları, ne yeşillik, ne bitki örtüsü ne de hareketli bulutların oluşturduğu taçları vardı. Ne var ki keskin ışık ve gölge kontrastları onlara özgü garip bir güzellik veriyordu. Dünya’daki estetik kuralları burada geçersizdi. Bu dünya, geçip giden Buzul Çağları, hızla yükselip alçalan
denizleri, şafaktan önceki sisler gibi dağılan sıradağlarıyla genç ve yeşil Dünya’nın bilemeyeceği, ölçülemeyecek kadar uzun bir zaman dilimi boyunca, Dünya’daki güçlerden bambaşka güçlerle oluşturulmuş ve şekillendirilmişti. Yaşı kavranılamazdı, ama ölüme gelince Ay ölmemişti çünkü şimdiye kadar hiç yaşamamıştı
Birileri bir zamanlar, ‘Uzayda insan dehşete düşebilir ama endişelenemez’ demişti. Bu kesinlikle doğruydu.
İstasyon, Dünya’nın geceyi yaşayan tarafına
doğru yörüngesini izlerken, Dünya ışıltısını kaybetmeye başladı. Birkaç dakika sonra şehir ışıklarının pırıltısının görülebildiği büyük, karanlık bir yuvarlağa dönüşecekti. Ve gökyüzü yıldızlara kalacaktı
Neredeyse görünmeyen pencerelerin dışında Dünya ve yıldızlar sessizce geçit törenlerini yapıyorlardı
Floyd Dünya’dan her ayrılışında dönüş zamanı geldiği zaman dünyayı hâla yerinde bulup bulamayacağını merak ederdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir