Selahattin Hilav kitaplarından Felsefe El Kitabı kitap alıntıları sizlerle…
Felsefe El Kitabı Kitap Alıntıları
İnsanoğlu bir doğa yaratığıydı, ama edilgin (pasif) bir yaratık değildi. Duyduğu gereksinimleri karşılamak ve gidermek için, çalışması ( emek harcaması) gerekiyordu. Ama insanoğlu , emek aracılığı ile doğayı değişikliğe uğratırken, kendini de değişikliğe uğratıyordu, kendini de oluşturuyor ve geliştiriyordu. İnsan, doğanın bir bölümünü ondan çekip alarak işliyor, biçimlendiriyor, ona bir başka biçim kazandırıyordu. Örneğin, bir taş parçasından, bir araç yapıyordu, ama bu aracın kullanılması, onu yapan insan elinin gelişmesini etkiliyordu, eli daha gelişmiş duruma getiriyordu.İnsanın, gereksinimlerini gidermek için giriştiği her çalışma (iş) hem doğayı, hem de kendi biyolojik, toplumsal ve zihinsel varlığını değişikliğe uğratıyordu. Çalışma, yani ekonomik etkinlik, maddesel bir etkinlikti ve tarihin, toplumun, insanın gelişmesinin ve ilerlemesinin temeliydi.
Dinde, ” Bu, acaba böyle midir? ” diye sorulmaz.Çünkü dinde, hemen her şeyin cevabı verilmiş ve inanan kimse, bu cevapları, tartışılmaz doğruluklar olarak kabul etmiştir; onları doğru diye bellemiş ve benimsemiştir.
İnançların, törelerin ve alışılagelmiş düşünce biçimlerinin dışına çıkamayan; bunlara körü körüne yani bilinçsizce bağlı olan kimse, doğruluğun (hakikatin) ve bilginin ne olduğunu kesinlikle bildiğine inanır; bunlardan kuşku duymaz. Filozof ise, kendisine şu ya da bu biçimde kabul ettirilmiş olan ya da sunulan inançları, görüşleri, bilgileri irdeler ve eleştirir; doğru olanı, gerçek bilgiyi, bilgeliği arar; insan yaşamını anlamlı kılacak, yaşamaya değer duruma getirecek ve mutluluğa ulaştıracak ilkeleri ve kuralları bulmak ister; bunlara uygun olarak yaşamaya çalışır.
Felsefe, kendini bilinçli hale getiren düşüncedir.
Bir tek önemli felsefesel soru varsa, o da intihardır.
Baron d’Holback(1732-1789), La Mettrie’nin bu görüşlerini geliştirerek daha ince, ayrıntılı ve kesin bir sistem ortaya koymak istedi. Bu düşünüre göre madde ve ruh, bir ve aynı şeydir. Hareket ve madde, evrenin temelidir. İnsanoğlu; özü, duymak, düşünmek ve eylemde bulunmak olan maddeden yapılmıştır. Evren kesin yasalara uyar; her varlık ve her olay belirlenmiştir, belli nedenlerden ortaya çıkar. İnsanlar, başlarına gelen ve nedenlerini bilip anlayamadıkları felaketleri, tanrısal bir varlığa bağlarlar bunları onun yaptığına inanırlar. Bundan ötürü tanrı kavramının kaynağı, insanoğlunun duyduğu acıda, korkuda ve tedirginliktedir. Ruhun ölümsüzlüğüne inanmayan bu düşünür, sağlam bir sistem durumuna getirdiği maddeci felsefeyle her şeyden önce dinin ve dinden doğan zorbalığın eleştirisini yapmak amacı güder.
La Mettrie(1709-1751), maddeden bağımsız bir ruhu düşünmenin saçma bir şey olduğunu; tanrıya inanmanın hiç bir temele dayandırılamayacağı gibi hiçbir işe yaramadığını söyleyerek, maddeci felsefeyi apaçık bir biçimde dile getirdi. Filozofa göre, maddesel tatlar insan yaşamının biricik ve en yüce amacıdır. Yeryüzünde mutluluğun gerçekleşmesi için tanrıtanımazlığın yaygınlaşması gereklidir; böylece boş inançlarından kurtulma ve insanoğlunun doğal ve gerçek durumuna geri dönme olanağı elde edecektir. Ruh ancak bedenimizin düşünen bölümü olarak ele alınabilir; bunun dışında ruh sözcüğünün hiçbir anlamı yoktur. Beynimiz bilgi edinmemizi ve düşünmemizi sağlar. Beden dağılıp ortadan kalkınca onun bir parçası olan ruh da çözülüp ortadan kalkar. Bundan ötürü ruhun ölümsüzlüğünden söz edilemez.
Türk-Osmanlı toplumunda kelam ve dinsel düşünce felsefenin yerine geçmiş,felsefe tehlikeli ve kaçınılması gereken bir çaba olarak görülmüştür.
Felsefe sürekli bir hayır deyiş aracılığı ile evet’i bulmaya çalışmaktır
Nietzsche’ye göre bütün varlığın temelinde varolmaya değil de daha güçlü ve kudretli olmaya yönelik bir istek ve istenç(irade) vardır
Platon’a göre kötülüklerin ilki ve en büyüğü haksızlıkların cezasız kalmasıdır.
Gerçek mutluluk dıştaki varlıklara gereksinim duymak;onlara bağlanmak değil,kendi kendine yetebilmektir.
Platon’a göre erdem(ahlaklılık), önce devlette ortaya çıkmalıdır. Ancak ondan sonra vatandaşın erdemli(faziletli) olmasından söz edilebilir ve beklenebilir.
Her şey akar. Aynı ırmağa iki kez giremezsin, çünkü her girişinde, üzerinden yeni sular geçer Sular aktığı için, biz içindeyken, ırmak bir başka ırmak haline gelmiştir; ama bu arada biz de değişmişizdir.
Demek ki insan, en yoğun ve doyurucu hazları duymaya çalışmalıydı. Ama hazzı elde etmek için bilgi gereklidir. Çünkü kuruntulardan, korkulardan,boş inançlardan ancak bilgi sayesinde kurtuluruz. Ancak bilgi sayesinde kendimize ve yaşamımıza egemen olabiliriz.
Filozoflara göre insanoğlu, yalınkat düşüncelerden ve inançlardan kurtularak varlığın temelinde bulunan logos’u bilip tanımalı ve ona uygun hareket etmelidir. Böyle yaparsa ahlâklı olabilir ancak.
Felsefe, yeni gerçeklere açık olan, onları irdeleyen ve eleştiren;her konuyu kökünden ele alarak aydınlığa kavuşturmak isteyen derinlemesine düşüncenin çabasıdır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Inançların,törelerin ve alışagelmiş düşünce biçimlerinin dışına çıkamayan bunlara körü körüne yani bilinçsizce bağlı olan kimse, doğruluğun(hakikatin)ve bilginin ne olduğunu kesinlikle bildiğine inanır.
Hegel, varlığın, sürekli bir değişme ve diyalektik bir ilerleme olduğunu kabul ettiği halde, bu gelişmeyi belli bir yerde (Prusya devletinde ve kendi felsefesinde) sona erdiriyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Metafizik alanında, deneyimin üstüne yükselmeye çalışan akıl, çelişmelere düşer. Akıl aynı sorun konusunda, ileri sürdüğü bir tezin, hem kendisini, hem de bu teze taban tabana karşıt bir ikinci tezi aynı kesinlikle savunabilir. Ama aynı soruna ilişkin iki çelişik tezi savunmak, bu soruna gerçek bir çözüm getirmemek demektir.
Kant, zihnin, bilgi edinmek için giriştiği çabayı, deneyimlerin nereden geldiğini, neleri bilmemizin olanaklı olduğunu, temel sorunlar olarak ele aldı. Bundan ötürü Kant felsefesi, ilkin, bilginin incelenmesiyle ve eleştirilmesiyle başlar; amacı, bilme gücümüzün irdelenmesi, çözümlenmesi, eleştiriden geçirilmesidir. Kant’ın felsefesine, eleştirel (kritik) felsefe ya da eleştiricilik denmesi işte bundan ötürüdür.
Insanın anlayış gücü, üzerinde yazılı hiçbir şey bulunmayan beyaz bir kağıt gibidir, her şey deneyimlerden türer, böylece zihinde belli birtakım fikirler ortaya çıkar.
Rönesans düşüncesi, dogmaların, inancın ve otorotenin ötesine geçerek, insanın kendine yeniden dönüşünün ve bağımsızlaşmasının önemli bir aşamasıdır.
İbni Haldun’a göre, insanları toplumlar kurmaya yönelten neden, tek başlarına üretim yapamamaları ve insanoğlunun içgüdülerinin, hayvana oranla daha güçsüz olması; insanların birlikte yaşamak zorunda bulunmasıdır. Toplumların aralarındaki farklar ise coğrafya koşullarının farklarından gelir .
Gerçek mutluluk, dıştaki varlıklara gereksinim duymak; onlara önem vermek, onlara bağlanmak değil, kendi kendine yetebilmektir.
Hegel, varlığın, sürekli bir değişme ve diyalektik bir ilerleme olduğunu kabul ettiği halde, bu gelişmeyi belli bir yerde (Prusya devletinde ve kendi felsefesinde) sona erdiriyordu.