Ümit Aktaş kitaplarından Okuma Serüveni kitap alıntıları sizlerle…
Okuma Serüveni Kitap Alıntıları
Düşlerimizle pratiğimiz arasındaki bu örtüşmezlik, bizi giderek bir tür sinizme doğru savurma tehlikesi taşımaktaydı. ‘Büyümek’ biraz da böyle anlaşılmaktaydı ülkemizde. Yorulmak, ideallerinden uzaklaşmak ve olağan hayatın cebrine teslim olmak
Deniz kadar engin olamıyorsa yüreklerimiz, fırtınaların da üstesinden gelmeye hakkınız yoktu. Kayaları dövmeye ve süprüntüleri kıyılara fırlatmaya da..
Korkularınızı yenememişseniz, aşk mektebinde pişmemişseniz, ateşi üflemeye ve demiri dövmeye de hakkınız yoktu..
Korkularınızı yenememişseniz, aşk mektebinde pişmemişseniz, ateşi üflemeye ve demiri dövmeye de hakkınız yoktu..
Bir çocuğun masumiyeti önünde oturup da ağlayabilecek, Pir Sultan Abdal’ın türkülerini hiçbir komplekse kapılmadan söyleyecek, Yunus kadar esrik, Dede Efendi’nin sükunetine bile devrimci bir coşku katacak, Itri’yi ayartacak, Guernica’nin isyanını, Rodrigo’nun itirazını, Dali’nin renklerindeki
ölümsüzlüğü duyacak yürekler arıyordum. Pop-arabesk karışımı bir afyon u, karamsarlığın ve tükenmişliğin çizgilerini veya renklerini, trajediyi komedileştiren sözleri degil
ölümsüzlüğü duyacak yürekler arıyordum. Pop-arabesk karışımı bir afyon u, karamsarlığın ve tükenmişliğin çizgilerini veya renklerini, trajediyi komedileştiren sözleri degil
Kitaplar çoğu kez kendini tüketemeyeceğimiz yeni anlamlar sunar, ufuklar açar önümüze. Minnetsiz bir hesaplaşma şansı tanırlar size. Ama yine de sahici dostluklar oldukça farklıdır. Kitaplarda olmayan bir sıcaklık, diyalogların serüveni, yürek bağları, aynı iklimde yaşamanın hazzını ve coşkusunu duyurur dostluklar
Düşünsel yolculuklar tek bildiğim şey
hiçbir şey bilmediğimdir dedirten bir yolculuktur.
0 zaman bunu söylemek için bunca zahmete ne gerek var? diye sorulabilir.
Bu sorunun cevabı, yolun başındaki bilmemek ile,
yolun sonundaki bilmemek arasındaki farkta saklıdır. İlki bir cahilin, ikincisi ise bir arifin cevabıdır. Yolun başındaki, ne bilmediğini bilmeyen ve hatta çoğu kez bu cehaleti nedeniyle her şeyi bildiğini zanneden birinin zannıdır.
Yolun sonuna doğru gidildikçe ise, aslında șu koskoca âlem karşısında ne denli aciz olduğumuzu, her öğrendiğimizin bizi başka sorularla karşılaştırdığıni görerek, bu kez içeriklendirilmiş ve aczinin idrakine varmış yargısıdır bilmemek
hiçbir şey bilmediğimdir dedirten bir yolculuktur.
0 zaman bunu söylemek için bunca zahmete ne gerek var? diye sorulabilir.
Bu sorunun cevabı, yolun başındaki bilmemek ile,
yolun sonundaki bilmemek arasındaki farkta saklıdır. İlki bir cahilin, ikincisi ise bir arifin cevabıdır. Yolun başındaki, ne bilmediğini bilmeyen ve hatta çoğu kez bu cehaleti nedeniyle her şeyi bildiğini zanneden birinin zannıdır.
Yolun sonuna doğru gidildikçe ise, aslında șu koskoca âlem karşısında ne denli aciz olduğumuzu, her öğrendiğimizin bizi başka sorularla karşılaştırdığıni görerek, bu kez içeriklendirilmiş ve aczinin idrakine varmış yargısıdır bilmemek
bir kere daha başlamanın,yeniden başlamanın vakti.Hem diriler için başlangınların ve yolların sonu yoktur.Ölüler ise bırakın ölüler ölülerini gömsün!
Masumiyet,yitirilmeden fark edilmeyen bir değerdi.İmtihandan geçirilmemiş bir masumiyet ise masumiyet değildi.
Geçmekte olan kendi hayatımızdır,kendi ölümümüzdür izlediğimiz.
Her doğru kitap, uzaklardaki bir dostun yüreğinize ektiği tohumlar ya da kulağınıza fısıldadığı sözcüklerden oluşur.
bir kere daha başlamanın, yeniden başlamanın vakti. Hem diriler için başlangıçların ve yolların sonu yoktur. Ölüler ise “Bırakın ölüler ölülerini gömsün!”
Sorular, açmazlar, aşk.. Evet aşk. Olası tek mümkün aşk Henüz cinselliğin uyanmadığı bakir yüreğin tek kıvancı Tek sırrı ve ilk acısı Kadri bilinmeyen, bilincine varılmamış olan masumiyet ve özgürlük ki, bilincine varıldığında, gerçekte yitirilmiş olacaktır ikisi de. Artık aşk imkânsız, yürek yaralı, özgürlük ise umarsızdır.
Kendini yorucu bir çaba için hazırlamamış olan okuyucu ise eline aldığı kitabın bir su gibi akıcı olmasını, zahmetsizce tüketilmesini yeğlemektedir. Bir avcı olmayı değil bir av olmayı tercih ettiği ölçüsünde ise okumalar, tıpkı oyun oynamak, televizyon seyretmek ya da sosyal medya mecralarındaki “yeni aylaklıklar gibi salt zamanı tüketmeye ayarlı, amaçsız bir uğraştan öteye gidemeyecektir.
O hâlde, okumayı ciddi ve yaşamsal bir uğraş olarak aldığımızda en başta okuyacağımız kitabın baskı sayısına, çoksatar olmasına ya da yazarının tanınmışlığına değil, bu kitabın bizde seviyeli bir gelişim sağlayıp sağlayamayacağına; sorularımıza cevap vermekten de öte bize yeni sorular sorabilecek bir nitelik kazandırıp kazandıramayacağına; bilimsel, estetik ya da kavramsal açıdan inkişafımıza katkıda bulunup bulunamayacağına yöneltmeliyiz dikkatimizi.
Mazeretlerin geçerliliği hiçbir başarısızlığı mübah kılmaz .
Bilimsel veya fiziksel gerçeklikle mücadele etmek kadar geleneğin kör güçlerine ve ataların dinine taklitçi bir edilgenlikle boyun eğmek de insanoğlunun köleleşmesine ve enerji gücünü gereksiz yere tüketmesine neden olacaktır.
Tıpkı yaşam ve inanç gibi sanat da bir taklide dönüştürüldüğünde temel esprisini yitirmekteydi.
‘Ne yiyeceğiz?sorusu etrafında tükettiğimiz zamanın hiç değilse bir kısmını Ne okuyacağız? sorusuna hasredebilirsek boşuna okumaların kurbanı olmaktan da kurtulabiliriz.
Gençlik yıllarının sorumsuz serazatlıkları içerisinde tüketilen, hiç değilse bir yabancı dil öğrenilmeden ve kendi dilinin inceliklerine vakıf olunmadan atlanılan bir çağ, sanırım bir gün intikamını, hayatını boşa geçirmişliğin faturasını önümüze koyarak alacaktır .
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Önemli olanın ideolojik bir doyum değil, güzelliğin ve niteliğin evrensel doyumuna ulaşmak olduğu zevkini bize kazandıracak olan yine kitaplardır. Oysa çoğu zaman sığ olan, derinlikli olanı alt etmekte,kötü değer iyi değeri salt ucuzluğu ve kolay elde edilebilirliği nedeniyle piyasadan kovmaktadır .
Yeryüzünde mutlak adaletin tesisi imkansızdır. Eşitsizlik bizzat eşyanın doğasında vardır ve ahireti gerekli hatta zorunlu kılan bir bakıma da budur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Göçebelik bir göçmenlik, yani bir yurt arama serüveni değildir. Bir kimliktir. Herhangi bir mekana ve üretim biçimine kayıtlı kalmaya karşı bir hayat anlayışıdır. Göçebe yurdunu yüreğinde taşır.
Bir Tanrı’ya inanmak demek hayatın anlamına ait soruyu anlamak demektir. Bir tanrı’ya inanmak demek, dünya olgulardan ibarettir diyerek, onu savuşturamayacağımızın farkına varmak demektir. Bu, hayatın bir anlamının olduğunun anlaşılmasıdır. Tanrı, dünyanın, dünya dışı anlamıdır.
Varolma bizzat zamanın kendisidir. Ancak zamanda olmak bir yetkinlik ve kendini gerçekleştirmiş olmakla mümkündür. Bu anlamda zaman hayattır. Ne ki herkes hayatta değildir. Bir çoğu kendi varlığında derin bir uykuya çekilmiş, bir çoğu ise ölmüştür. Bir çoğu salt kırıntılar, araçlar, malzemelerdir. Daha şimdiden doymuş, daha şimdiden susmuştur. Onlar zamandan arta kalanlardır. Ancak çoğu insan zamanı bir mekan olarak kavrar. O ise, tanrının durağanlaşması, kainatın ölmesidir.
Felsefe bir kuşku ve eleştirel bir düşünme yöntemi olarak bizi üretim-tüketim döngüsü, haz veya olgusallık ilkelerinin bağımlayıcı uyuşturuculuğuna kapılmaktan alıkoyabilir.
Din bir anlam ve yükümlülük sunar; bir kurtuluş ve huzur reçetesi ya da bir ütopya değil.
Masumiyet yitirilmeden farkedilemeyen bir değerdi.
Yeryüzünde mutlak adaletin tesisi imkansızdır. Eşitsizlik bizzat eşyanın doğasında vardır ve ahireti gerekli hatta zorunlu kılan bir bakıma da budur.