İçeriğe geç

Felsefe Nedir? Kitap Alıntıları – Gilles Deleuze

Gilles Deleuze kitaplarından Felsefe Nedir? kitap alıntıları sizlerle…

Felsefe Nedir? Kitap Alıntıları

Karar vermek hareket üretmeyi istemek değil ,onu icra etmektir.
Deleuze .
Bu sözler yeni bir çeviriyele
Perikles ve Verdi adlı kitaplarında geçiyor .
Sh.21.
Filozoflar felsefece gerçeklik olarak kavramın doğasıyla yeterince ilgilenmediler. Onu oluşturmaya (soyutlama veya genelleme), ya da kullanmaya (yargı) muktedir yetiler aracılığıyla açıklanan, verilmiş bir bilgi ya da temsiliyet gibi düşünmeyi yeğlediler onu. Ama kavram verilmiş değildir, yaratılmıştır, yaratılacaktır; oluşturulmamıştır, o kendi kendisini kendinde ortaya koyar, kendiliğinden-konum’dur
Olaylar yalnızca sergilerdir ve kavramlar da, yalnızca satılabilecek ürünler.
Limana girdiğimi sanıyordum, ama açık denize savruldum
Felsefe, insanoğlunun bilme istenci olarak düşüncenin kaosla giriştiği kavgadan beri, bir yandan da kendi kendisini tanımlamaya uğraşmıştır.
Felsefe nedir? sorusu, belki de ancak geç vakitte, yaşlılık ve dobra dobra konuşma vakti geldiğinde sorulabilir. Aslında, bu konudaki kaynakça pek cılızdır. Ketum bir telaş içinde, gece yarısı, insanın soracak bir şeyi kalmadığı zaman sorulan bir sorudur bu.
“Soru önemlidir, zira dost, felsefede belirdiğince, artık bir dışsal kişiliği, bir örneği ya da bir ampirik koşulu değil, ama düşünceye içsel bir mevcudiyeti, bizatihi düşüncenin olabilirliğinin bir koşulunu, yaşayan bir kategoriyi, aşkınsal [transcendantal] bir yaşanmışlığı göstermektedir.
Zira insanların mutsuzluğu görüşten kaynaklanır.
Durmaksızın yitiriyoruz fikirlerimizi.
Tek istediğimiz, kendimizi kaostan korumak için bir parçacık düzen. Kendi kendisinden kurtulan bir düşünceden; kaçan, henüz tasarlanmışken yitip giden, unutmanın hanidir kemirdiği ya da bizim daha iyi bir şekilde kavrayamadığımız daha başkalarının içine itilmiş fikirlerden daha dehşet verici, daha ızdırap verici bir şey olamaz.
Her şey boşa mı gidecektir?
Ve geçmişi yeniden üretmek için değil, onu uzaklaştırmak için çalışıyor
Her sanat için söylenmesi gereken şudur: sanatçı, bize verdiği algılamlar veya görülerle bağlantılı olarak duygulamların göstericisi, duygulamların mucidi, duygulamların yaratıcısıdır. Onları yalnızca kendi yapıtında yaratmaz, onları bize verir ve bizim onlarla birlikte haline-gelmemizi sağlar, bileşiğin içine alır bizi.
Kendinde kendini saklar.
Bir romanda ya da bir filmde, genç adam gülmekten vazgeçecek, ama falanca sayfaya ya da belli bir ana gidildikçe, yeniden gülecek.
Ne ki problemler hiçbir zaman önermesel değillerdir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sorun neler yapabileceklerini veya yapamayacaklarını bilmek değil, ama kavram veya fonksiyon açısından, bilmediklerinde ya da yapabilemediklerinde bile, kusursuzcasına olumlu görünebilmelerindedir.
Hiçbir yaratım deney olmaksızın varolamaz.
Hiçbir şey olmadı. Ve sonu görülemeyen bir sorun, çıkışı olmayan bir sorun birdenbire artık varolmaz hale geliverir ve insan kendi kendisine, neden söz ediyorduk diye sorar; başka sorunların içine geçmiştir o; hiçbir şey olmadı
Onların ortak yanı direnmektir, ölüme, tutsaklığa, hoşgörülemeyene, utanca, şimdiki hale direnmek.
Sanatçı ya da filozof bir halk yaratmaktan elbette ki acizdirler ve onu ancak, bütün güçleriyle, çağırabilirler.
Şimdiki hale direncin yokluğunu çekiyoruz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İletişimden yoksun değiliz, tersine fazlasıyla var ondan, biz yaratmanın eksikliğini çekiyoruz.
Eğer, uyuyakalmış bir kavramı uyandırmayı öneremiyorsa, onu kendi aleyhine çevirme pahasına bile olsa, bu kavramı yeni bir sahnede oynatamıyorsa, felsefe tarihi bile baştan sona ilginçlikten uzak demektir.
Felsefe bilmekten ibaret değildir
Bu dünyaya, şu yaşadığımız hayata inanmak, en zorlu ödevimiz.
Biz filozoflar, yarattığımız kişiliklerle her zaman bir başka şey haline gelir ve de park veya hayvanat bahçesi olarak yeniden doğarız.
Akıl bir yanda bir mahkeme oluştururken filozofu da Yargıç yapan Kant’tır, ama acaba bu, belirleyici bir yargıcın yasama erki midir, yoksa düşünümleyen bir yargıcın içtihadı, yargı erki mi? Birbirinden çok farklı, iki kavramsal kişilik. Meğer ki düşünce; tıpkı Adaletin Masumiyetle eşit olduğu ve Masum’un artık kendini doğrulamak zorunda olmayan kavramsal kişilik, kendisine karşı hiçbir şey yapılamayan bir tür oyun-çocuğu, tek bir aşkınlık yanılsamasının kalmasına bile izin vermeyen bir Spinoza haline geldiği bir içkinlik düzlemi üzerindeki Alice gibi, her şeyi, yargıçları, avukatları, şikâyetçileri, suçlayıcıları ve suçlananları tersyüz etmesin. Yargıç ve masumun birbirine karışması, yani varlıkların içeriden yargılanmaları gerekmiyor: Yasa veya Değerler adına falan değil, hatta vicdanlarının gereği olarak da değil, ama varoluşlarının tümüyle içkin kıstasları aracılığıyla (İyiliğin ve Kötülüğün ötesinden, en azından bu, iyi ve kötü olanın ötesinden demek değil ).
Ben artık ben değilimdir de, beni birçok noktada geçen bir düzlem boyunca, düşüncenin, kendini görmeğe ve kendini geliştirmeğe yönelik bir yatkınlığıyımdır.
3+2=5’den bile şüphede olacaktı; Doğa’nın bütün doğrularından şüphelenecekti. Yeni budala bellilik falan istemez, 3+2=5’e asla boyun eğmeyecektir.
Herkesin düşünme imkânı vardır, herkes doğruyu ister
Felsefe bir konstrüktivizmdir ve konstrüktivizmin de tümüyle farklı yapıda iki tamamlayıcı yüzü vardır: kavramlar yaratmak ve bir düzlem çizmek.
Her kavram olayı yontar, onu kendince yeni baştan biçimlendirir. Bir felsefenin yüceliği kavramlarının bizi çağırdığı olayların doğasıyla, ya da bizi kavramları içinden onları çıkartacak imkâna sahip kılmasıyla ölçülür.
Düşünüyorum ve bu bağlamda etkinim; bir varoluşum var; bu varoluş ancak zaman içinde ve edilgin bir ben’in varoluşu gibi belirlenebilir; şu halde ben, kendi öz düşünme etkinliğini, bunu etkileyen bir Başkası gibi görmek zorunda olan, edilgin bir ben olarak belirlenmişim.
Felsefe tartışmalardan nefret eder. Onun her zaman, yapacak başka işleri vardır. Tartışmayı dayanılmaz bulmasının nedeni kendinden fazlaca emin olması değildir: tersine, asıl belirsizlikler onu daha ıssız başka yollara sürükler.
uğraşılan sorunlar söylenmedikçe bunun ne getirisi olabilir felsefeye?
Peki, büyük filozofları izlemenin en iyi yolu hangisidir; onların söylediklerini yinelemek mi, yoksa onların yaptıklarını yapmak, yani zorunlu olarak değişen sorunlar için kavramlar yaratmak mı?
Filozof en iyisini yapmaya çabalar, ama bunun gerçekten en iyisi mi olduğunu bilemeyecek, hatta bu soruyla ilgilenemeyecek kadar çok işi vardır.
Öyle ki, sorun şudur: bu düzlem üzerindeki ilk kavram nedir, ya da doğruyu mutlak anlamda saf öznel kesinlik olarak belirleyebilecek ne tür bir şeyden başlamalı? İşte budur cogito.
Şüphelenmekte olan ben, düşünüyorum, varım, ben düşünen bir şeyim.
şüphelenmek, düşünmek, olmak
Limana girdiğimi sanıyordum, ama açık denize savruldum.
Başkası dünyanın geçip gitmesini sağlar, ve ben öznesi de yalnızca geçmiş bir dünyayı işaret eder ( sükûnet içindeydim ).
Burada öznelerin çokluğunu, ilişkilerini, karşılıklı tanışmalarını ilgilendiren bir sorunun içindeyiz. Ancak başka bir sorun keşfettiğimize inanıyorsak elbette her şey değişir.
Eğer onu başka bir özneyle özdeşleştiriyorsak, bu kez ben ona göründüğümce başkası olurum.
Bir kavram acaba hangi koşullarda, mutlak olarak olmasa da, bir başkasına kıyasla, ilktir?
Ve her şeyden önce kavramlar imzalıdırlar, öyle de kalırlar; Aristoteles’in töz’ü, Descartes’in cogito’su, Kant’ın koşul’u, Schelling’in güç’ü, Bergson’un süre’si
Kendi kendini tanımak düşünmesini öğrenmek sanki hiçbir şey kendiliğinden olmuyormuş gibi davranmak şaşırmak, olmakta olanın olduğuna şaşırmak
Filozoflar, kendilerine verilen kavramları, yalnızca onları temizleyip cilalamak üzere kabullenmekle yetinmemelidirler, ama onları üretmek, yaratmak, ortaya koymakla işe başlamalı ve insanları bu kavramlara başvurmaya ikna etmelidirler.
Soru önemlidir, zira dost, felsefede belirdiğince, artık bir dışsal kişiliği, bir örneği ya da bir ampirik koşulu değil, ama düşünceye içsel bir mevcudiyeti, bizatihi düşüncenin olabilirliğinin bir koşulunu, yaşayan bir kategoriyi, aşkınsal [transcendantal] bir yaşanmışlığı göstermektedir.
Felsefe kavramlar oluşturmak, keşfetmek, üretmek sanatıdır.
Felsefenin ne olduğunu kendimize hiç sormadık; en sonunda, iyi de neydi o, bütün hayatım boyunca ben ne yaptım?
Felsefe nedir? Ketum bir telaş içinde, gece yarısı, insanın soracak bir şeyi kalmadığı zaman sorulan bir sorudur bu.
Stoacı Epiktetos dedi ki: Felsefenin kaynağı, kendi yetersizliğini ve güçsüzlüğünü bilmektir.
– ( ) Bir felsefenin büyüklüğü mefhumlarının bizi çağırdığı vakaların tabiatıyla, ya da bizi konseptleri içinden onları çıkartacak imkâna sahip kılmasıyla ölçülür
Farklılıklarını ortaya koyma girişimlerinden çoğu, yalnızca, iki terimden birini değersizleştirmekle yetinen yüzeysel yargıları dile getirmektedir: bazen kavramlara aklın saygınlığı verilirken figürler akıl-dışının karanlığına ve imgelerine gönderilmişlerdir; bazen de figürlere zihinsel yaşamın ayrıcalıkları verilirken, kavramlar ölmüş bir anlağın yapay devinimlerine gönderilmişlerdir. Ama yine de, ortakmış gibi görünen bir içkinlik düzlemi üzerindeki kaygı verici yakınlıklar ortaya çıkmaktadır.
Gerçekten de, kaosu belirleyen şey, belirleyicilerin yokluğundan çok, bu belirleyicilerin başlayıp yok oldukları sonsuz hızdır: bu, birinden ötekine giden bir devinim değil, tersine iki belirleyici arasındaki bir bağlantının imkânsızlığıdır. Zira biri öteki ortadan kaybolmadan belirmez ve de öteki başlangıç halinde kaybolduğu zaman biri yok olma halinde belirir. Kaos, cansız ya da durağan bir hal, rastgele bir karışım değildir. Kaos kaoslaştırır ve sonsuzun içinde her türlü tutarlılığı bozar.
Descartes bile düş görür. Düşünmek, her zaman için bir büyücü çizgisi izlemektir.
Düşüncenin imgesi, sadece düşüncenin hak olarak talep edebileceği şeyi tutar. Düşünce yalnızca sonsuza götürülebilecek olan devinimi talep eder. Düşüncenin hak olarak talep ettiği şey, seçtiği şey, sonsuz devinim ya da sonsuzun devinimidir. Düşüncenin imgesini kuran odur.
Bir felsefenin yüceliği kavramlarının bizi çağırdığı olayların doğasıyla, ya da bizi kavramları içinden onları çıkartacak imkâna sahip kılmasıyla ölçülür.
Bir varoluşum var; bu varoluş ancak zaman içinde ve edilgin bir ben’in varoluşu gibi belirlenebilir; şu halde ben, kendi öz düşünme etkinliğini, bunu etkileyen bir başkası gibi görmek zorunda olan, edilgin bir ben olarak belirlenmişim.
Felsefe tartışmalardan nefret eder. Onun her zaman, yapacak başka işleri vardır.
Tartışmalar en azından çalışmayı ilerletemeyecektir zira konuşmacılar asla aynı şeyden söz etmezler.
Eğer bir kavram bir öncekine kıyasla daha iyi ise, bu, yeni değişimler ve bilinmeyen tınılar duyurduğu, alışılmadık bölümlemelere imkân verdiği, bizi yukarıdan seyreden bir olay getirdiği içindir.
Kavramlar titreşim merkezleridir, hem her biri kendi kendisinde, hem de biri ötekine göre, işte bu nedenle her şey, birbirini izleyecek ya da birbiriyle rabıta kuracak yerde, tınılar.
Descartes bile düş görür. Düşünmek, her zaman için bir büyücü çizgisi izlemektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir