Mehmet Kaplan kitaplarından Sevgi ve İlim kitap alıntıları sizlerle…
Sevgi ve İlim Kitap Alıntıları
Bir bakıma o, mutlak hürriyettir. Fakat zaruriyetleri hesaba katmayan hürriyet bir ütopidir. Kant, kuşlar hava olmasa daha iyi uçacaklarını zannederler der.
İnsanın kendisini nasıl aldattığını çok iyi Napolyon: Bu fikir bana çok doğru gibi gözüküyor, öyleyse yanlış olması muhtemeldir dermiş.
Uslu insanın yaptığı hareket gayet basittir. O, vücudunu kaskatı durdurur. İhtiraslara karşı bunu yapabilmek de mühim bir şeydir ama, asıl hayran olunacak terbiye, bütün vücudun ve zekânın işlek bir hâle getirilmesidir.
Hatıralar, şarap gibi, üzerinden yıllar geçtikçe sarhoşluk verici kudreti artıyor.
Yaşama gücü olan milletlerin tarihi devam eder. Türk tarihi devam ediyor ve edecek.
Terbiye hiç şüphesiz insanoğlunun kendi üzerinde kazandığı en büyük zaferdir. Diğer bütün başarılar bu sayede kazanılır.
Hayat ve dünya karşısında alınan bir tavır meselesi gibi göründü bana medeniyet.
İşin kolayına kaçmak, bizi geri ve iptidai bırakan başlıca amillerden biri budur.
Kalabalıklar asla düşünmezler. Sadece bağırırlar, yakarlar ve yıkarlar.
Hak bellediğin yola yalnız gideceksin.
Bir insanın veya bir milletin dünyaya bakış tarzını değiştirmek mi istiyorsunuz? Ona okumasını öğretin ve okunacak kitaplar verin.
Güzel ve iyi bir kitap, insan için henüz gidilmemiş yeni bir ufuktur.
Kalabalık meydanlarda on binlerce insanın yüksek sesle bazı lafları tekrarlaması hakikat bakımından hiçbir değer ifade etmez. Kalabalık yanılabilir. Zira kalabalık düşünmez. Hakikati arayarak daima kalabalıklara koşanlar çok defa tek başlarına düşünmekten hoşlanmayan, kendilerine has bir dünya kuramayan insanlardır. Koyunlar birbirlerine sokulmayı severler.
Güzel ve iyi kitap, insan için henüz gidilmemiş yeni bir ufuktur.
“Kompozisyon derslerinin gayesi, öğrencilere kendi duygu ve düşünce dünyalarına bir çeki düzen vermektir. Bundan dolayı kompozisyon derslerini insan olmanın başlangıcı sayarım.”
Kelimelerin üzerine eski tecrübelerin intibaları da sarılır. Bunun için aynı kelimeler, herkese ayrı surette tesir ederler. Yine bu sebep dolayısıyla, bir dilden diğer bir dile, kelimelerin mânâları nakledilebildiği hâlde, o kelimenin o dil muhitinden kazanmış olduğu hava, intiba hamulesi nakledilemez. Konuşmada asıl mânânın etrafında billurlaşan bu hava daha karmaşık bir şekil alır. Kelimenin telaffuzuna, konuşmanın jesti, sesinin tonu, bunlara akseden ruh hâli vesair hususiyetler de karışır; bu suretle her insanın konuşması, şahsına münhasır bir mahiyet alır.
Fakat insanoğlu, kendini bilmekten ziyade kendini unutmaya mütemayildir. Şuuru ortadan kaldırmak için neler icat olunmamıştır! Bizi her an başka bir iklime götüren hayat da kendimizi bilmemize mâni olur. Hâlin ıstırap verici olması, gözleri istikbale çevirir. Yaralı bir yüzün manzarasına kim tahammül edebilir? Ya insanın kendinden memnun olmayışı, benliğini saran çakıl ve dikenin verdiği azaptan nefret; o zaman unutmak bir teselli olur. Bütün ümitler ve hayaller, bir kurtuluş arzusunun ifadesidir. Çöllerde doğan dinler, insanlara yeşil cennetler vadediyordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kendi düşünce, his ve hülyalarının içine kapanan Türk aydınlarının en büyük zaafı, bu toprağı ve insanını tanımaması, onlara kendine göre mücerret veya ideal şekiller vermeye kalkmasıdır. Biz varlığın karşısında ona gözlerimizi kapayarak düşünüyoruz. Gerçeğin bizim dışımızda, bize karşı koyan şey olduğunu bilmiyoruz. Gerçekten korkuyoruz. Anadolu toprağı ve insanı ile haşır neşir olmuş, onun mesele ve zaruretlerini yakından tanıyan Türk aydını çok azdır. Hâlbuki bizi kurtaracak olanlar bu tip insanlardır. Ütopistler ve ideologlar değil.
İnsanoğlunun gayesi ölmek değil, yaşamak ve galebe çalmaktır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Düşüncenin başlıca fonksiyonu, bütün canlı ve cansız varlıklar arasındaki gizli münasebetleri keşfetmesidir. Varlık, düşünce vasıtasıyla kendi varlık ve birliğini kavrar. Kendine hoşça bakan , kâinatın özü ve gözü olduğunu anlar.
Romanla sinema arasındaki ayrılık daha derindir. Bu ayrılığı gözle kafa arasındaki ayrılığa benzetebiliriz. Çünkü film göze hitap ettiği ve o seviyede kaldığı hâlde roman dimağın içine tesir eder ve ruhu köklerinden kavrar. Filmde hayal, seyirciye ihtiyaç göstermeksizin perde üzerinde canlanır. Bundan dolayı film, seyircinin muhayyilesini mutlak surette âtıl bırakır. Bununla birlikte düşünce, hafıza, hatıra dahi işlemez hâle gelir. Hâlbuki roman, okuyucunun bütün ruh dünyasını harekete getirir. Roman insanı aktif yapar. Bundan dolayı onun etkisi filmden çok daha kuvvetlidir.
Yüksel ki yerin bu yer değildir
Dünyaya geliş hüner değildir
Dünyaya geliş hüner değildir
Okulu bitirdikten sonra kitap okumayanlar belli bir noktada durmuş saate benzerler. Zaman ilerledikçe onlar gerilerler. Meslek hayatının ve günlük zaruretlerin çemberinden bizi ancak şahsiyetimize yeni bir şeyler katan kitaplar kurtarır. Güzel ve iyi bir kitap, insan için henüz gidilmemiş yeni bir ufuktur.
Zira kelimeler vasıtasıyla bir dünya hayali uyandırmak işi, bir büyüden başka nedir?
Bizden tenkit hürriyetini esirgeyenler, bizim düşmanlarımızlardır.
Şarkı çökerten amillerden biri de dalkavukluk ve tezelzül ruhudur. İkide bir taassup, taassup diyoruz. Fakat taassubun ne demek olduğunu anlayalım. Taassup, herhangi bir mevzuda fikir hürriyetine ve tenkide müsaade etmemek, bir tek fikrin hakikat olduğunu körü körüne kabul etmek ve başkalarına da zorla kabul ettirmek demektir.
Canı ruh; düşünceyi taşıyan vücuttur. Fakat vücudu ve maddeyi aydınlatan ruhtur.
Yalnız çocuk ruhlar, kâinatın sırrını araştırırlar. Dar görüşlüler ise iki kere iki dört; dünya dönüyor ve bunu pek iyi biliyorum derler.
Sadece kendi içine kapanıp kalmak, insanın kalbini ve kafasını çabuk kurutur.
Güzel bir mısra beklenmedik bir anda bizi, karanlık bir sokakta elmas teşhir edilen ışıklı bir vitrin gibi durdurur. Hayat alelâdedir. Hem de çok alelâdedir. Fakat nasıl kara toprağın içinde pırıl pırıl elmaslar, karanlık gökyüzünde yıldızlar varsa, bu pis, alelâde, karışık hayatın içinde de güzel şiirlerin aydınlattığı ulvi duygular da vardır.
Bir kelimenin kelime olarak kıymeti sesinde değil, bir topluluk tarafından anlaşılan bir mâna taşımasındadır.
Yaşama gücü olan milletlerin tarihi devam eder. Türk tarihi devam ediyor ve edecek.
Büyük bir kütüphaneye girince insan binlerce kitabı bir arada görerek hayrete düşer. Bunlardan her biri insanoğlunun düşüncesinin mahsulüdür. Ve bir kitabı alınca onun arkasında, ona gelinceye kadar, ondaki fikirleri işleyen ve geliştiren yüzlerce kitap bulursunuz.
Günde beş vakit namazın çokluğundan şikayet edenler, insanların çoğunun vakitlerini gevezelikle, kumar, içki veya eğlence yerlerinde geçirdiklerini, can sıkıntısından patlayacak hâle geldiklerini hiç düşünmüyorlar. İslamiyet, günde beş defa insanları alelâde hayatın çemberinden kurtararak Tanrı’ nın sonsuz varlığı ile karşı karşıya getiriyor. Onları, pisliklerinden, ihtiraslarından temizliyor. Bu kötü bir şey midir?
Din, demokrasi ve ilim
Tanrı’ ya saygı, vatandaşa saygı, hakikate saygı İşte Türkiye’ nin sımsıkı sarılması ve işlemesi lazım gelen temel değerler.
Bunları yüksek seviyeye çıkarmak, sahtesini ayırarak halisini bulmak, bunlar için çalışmak, yaşamak ve ölmek bir fert ve milletin hayatını mânalı kılan en asil harekettir. Biz bu üç temel kuvvetin ehemmiyetini ve değerini anladığımız nispette, içimizi kemiren şüphe ve tereddütlerden, çatışmalardan kurtularak medeniyet yolunda el ele ilerleyen bir millet haline geleceğiz. Diğer bütün meselelerin hâlli, bu üç temel değerin içinde gizlidir. Ferdî ve sosyal hayatta bir aksaklık olunca göz aldatıcı sathı delerek, bu üç temel değeri yoklayınız.
Tanrı’ ya saygı, vatandaşa saygı, hakikate saygı İşte Türkiye’ nin sımsıkı sarılması ve işlemesi lazım gelen temel değerler.
Bunları yüksek seviyeye çıkarmak, sahtesini ayırarak halisini bulmak, bunlar için çalışmak, yaşamak ve ölmek bir fert ve milletin hayatını mânalı kılan en asil harekettir. Biz bu üç temel kuvvetin ehemmiyetini ve değerini anladığımız nispette, içimizi kemiren şüphe ve tereddütlerden, çatışmalardan kurtularak medeniyet yolunda el ele ilerleyen bir millet haline geleceğiz. Diğer bütün meselelerin hâlli, bu üç temel değerin içinde gizlidir. Ferdî ve sosyal hayatta bir aksaklık olunca göz aldatıcı sathı delerek, bu üç temel değeri yoklayınız.
Nihayet bizim en büyük ihtiyaçlarımızdan biri, belki ötekilerden de önce geleni ilimdir. Bugün şu hakikat apaçık anlaşılmıştır ki, hangi sahada olursa olsun, ilme, o sahanın ilmine yani sahayı bilen bol sayıda mütehassısa ihtiyaç vardır.
Hiç şüphe etmeyiniz din, Türk milletini binlerce yıldan beri ayakta tutan en büyük sütundur.
İyi bir öğretmen, öğretmenliği bir sanat haline getiren bir insan demektir.
Nazik olmak, kuvvetli olmaya asla engel değildir. En keskin kılıçların üzerinde zarif süsler vardır. İstanbul’ u fetheden bu kahramanın Galata güzellerine gazel söyleyen bir şair olduğuna kim inanır.
Bizim varlığımız vücudumuzla değil, yaşarken işgal ettiğimiz mekan ile sınırlıdır. Mekan veya sınır hayatın buududur.
İnsan bir sahada derinleştikçe, cehaletinin derecesini anlar.
İdealleri basit hayallerden ayıran başlıca özellik, insanları harekete sevk etmesidir.
Tanpınar’ ın romanında İhsan, memleket konusunda yaratıcılığı iki katı varlıkta bulur: Coğrafya ve insan. Türkiye’ nin nasıl olacağını bunların zaruretleri tayin edecektir: Bugün bir insan Türkiye’ yi her şey olabilir sanabilir. Halbuki Türkiye yalnız bir şey olmalıdır: O da Türkiye.
Mevlana’yı Allah’a ulaştıran insan sesi değil ney sesidir.
Zira o, ”kal ” dili ile değil, ” hal ”dili ile söyler.
Zira o, ”kal ” dili ile değil, ” hal ”dili ile söyler.
Varlığın manası insan dilinden çok zengin ve derindir.
Alain, adalet hakimlerin kafasında değil, çarşılarda ve pazarlarda doğmuştur, der. Adaletin temeli iştir; alın teri, göz nurudur.
İşlenmeyen akıl, yerin altında kimsenin varlığını bilmediği hazineden farksızdır. Onun varlığı ile yokluğu birdir. Fert veya millet olarak düşünce, emek ve terbiyenin aynası bir eser ortaya koymadan aklı ile övünmek gülünç bir şeydir.
Faydalı ve namuslu olan ve usulüne uygun olarak yapılan her iş güzeldir ve yapanı güzelleştirir.
Çocukluk hatıralarımız olmasaydı biz pek çabuk ihtiyarlardık. Rüyaların aydınlık yolları, hep anne evine gider.
Mühim olan görünüşü ile herkesten ayrılmak veya herkes gibi olmak değil, bir kıymete gönül vermek, onun için yaşamaktır.
Tanrı dünyada en kutsal varlık olan düşünceyi, kalabalıklara değil ferde bırakmıştır. Her insanın ayrı bir beyni vardır. Bu demektir ki, Tanrı, her ferdin ayrı ayrı düşünmesini istemiştir.
Şahsiyet büyük nispette inzivanın eseridir.
Kütleler asla düşünmezler, başkalarına ayak uydururlar..
Hiçbir fert, hiçbir zümre, hiçbir nesil, hakikati kendisinin bulduğunu iddia edemez. Hakikat insanların beraberce meydana çıkardıkları bir cevherdir. Hem de birbirlerini tasdik değil, red ve inkâr suretiyle.
Kütüphaneler, ruhların kendilerini en hür hissettikleri yerlerdir. Bundan dolayı onlara okullar ve mabetler kadar önem vermek gerekir.
Bir insanın veya bir milletin dünyaya bakış tarzını değiştirmek mi istiyorsunuz? Ona okumasını öğretin ve okunacak kitaplar verin.
Güzel ve iyi bir kitap, insan için henüz gidilmemiş yeni bir ufuktur.
Okulu bitirdikten sonra kitap okumayanlar belli bir noktada durmuş saate benzerler. Zaman ilerledikçe onlar gerilerler.
İleri memleket aydınlarını, bu geri kalmış memleket aydınlarından ayıran başlıca vasıf, onlarda bitmez tükenmez bir tecessüs, öğrenme ve araştırma merakı olmasıdır.
Bütün büyük medeniyetler kitaba dayanır.
Edebiyat, hayatı bütün olarak kavrayan bir sanattır. İktisat ve politika dahil her şey onun içine girer. Denilebilir ki edebiyat mahiyeti icabı dar ihtisaslaşmaların zıddıdır ve değeri burdadır. Zira ihtisaslaşma insanlara teferruat bakımından doğru bilgiler verse de görüş darlığı yaratır.
Bir milletin ya da insanın dünyaya bakış tarzını değiştirmek mi
istiyorsunuz?
Ona okumasını öğretin ve okunacak kitaplar verin
istiyorsunuz?
Ona okumasını öğretin ve okunacak kitaplar verin
Dinleyerek veya sohbet ederek değil,
bilhassa büyük eserleri okuyarak elde edilir.
bilhassa büyük eserleri okuyarak elde edilir.
Kalabalık daima yanılabilir. Zira kalabalık düşünmez. Hakikati arayarak daima kalabalıklara koşanlar çok defa tek başlarına düşünmekten hoşlanmayan, kendilerine has bir dünya kuramayan insanlardır. Koyunlar birbirlerine sokulmayı severler.
Bizden tenkit hürriyetini esirgeyenler, bizim düşmanlarımızdır.
Alkışa kimse mukavemet edemez. Halbuki alkış en sağlam ahlakları bile bozar. Çünkü alkış insanı dalaletlerine altın zincirlerle bağlar. Tarih nice hükümdarların alkışlana alkışlana uçuruma yuvarlandıklarını kaydeder.
Herkes, başkalarının görüşüne göre değil,kendi duyuşuna göre yaşar, Güler, ağlar, red ve tasdik eder. Bundan dolayı, başkalarını, ister köylü ister şehirli ister amele ister patron ister erkek olsun kendi görüşümüzden çok, onların kendi kendilerini görüşlerine göre anlayabiliriz.
Ben öyle sanıyorum ki, birbirinin aynı olmasa bile aşk ile iyilik kardeştir.
Sevmeyen ve sevilmeyen insanlarda iyilik duygusunun da bulunmadığına dikkat ettim. Böylelerinin başlıca özelliği hodgâmlıktır.
Sevmeyen ve sevilmeyen insanlarda iyilik duygusunun da bulunmadığına dikkat ettim. Böylelerinin başlıca özelliği hodgâmlıktır.
Aradığımızın ne olduğunu, nerede olduğunu açık ve seçik olarak bilmiyoruz. Eksik gördüğümüz her şeyi elde etmeye çalışıyor, elde ediyoruz. Fakat elde edince görüyoruz ki, aradığımız şey o değil. Can sıkıntısı bizi var olandan koparıyor. Özlemle bilinmeyen ufuklara götürüyor.
Türkiye’ de en iyiler en az konuşanlardır. Fazla konuşanlar, umumiyetle boş, muhteris, şarlatanlardır. Bunların karakter ve şahsiyetleri seslerinden, tavırlarından anlaşılır. Fakat, kötü de olsa konuştukları için, hayatta ön planda gelenler onlardır.
Karşımızda eğilen adam, kendisi ile beraber bizi de alçaltır.