Cağfer Karadaş kitaplarından Kafama Takılanlar kitap alıntıları sizlerle…
Kafama Takılanlar Kitap Alıntıları
Adaletsiz ve dengesiz sistemler zenginle fakir arasındaki geçişi engelliyorsa, kalitesiz dindarlık da dindarlaşmanın önünü tıkıyor. İşin bir başka yönü çok fakir bir toplumda bir arabası olanı bile zengin saydığımız gibi, kalitesiz dindarlık ortamında sadece namaz kılanı dindar saymaya başladık. Halbuki İslam; inanç, ibadet ve ahlak bütünüdür.
Zekat ise paranın ve servetin hareketi. Bir yerde toplanıp atıl kalmayacak para. İnsanlar arasında sürekli dolaşacak. İhtiyacı olmayandan ihtiyacı olana intikal edecek.
“Görmediğime inanmam.” diyen ateist, şeytanın yüzeysel bakışının hafifliğine kapılan ve esen her rüzgârın önünde savrulan yaprak gibidir. Bir bilse ki, insanın sahip olduğu bilgilerin çoğu görmekten değil, duymaktandır.
Bilesin ki, hıyanet eden ihanet bulur.
İnsanoğlunun birbirine zıt arayışları ve beklentileri vardır. Hem sonsuzluk arayışı içindedir hem de her şeyin bir yerde son bulması arzusunda. Beklenti ile bıkkınlık birbirini takip eder.
Kuralsız hayat kısa, kuralsız toplum kaostur.
Zekâ, en açık olarak kişinin kendi alanındaki problemlere çözüm getirebilme gücü olarak tanımlanır.
Makineyi icat eden insan, bir anda ben de Tanrı olabilirim hevesine kapıldı. Bu o kadar hızlı gelişti ki sonunda evreni büyük bir makine zannetti ve makinenin merkezine kendisini konumlandırdı.
Modern zamanlar her şeyin birbirinden kesin hatlarıyla ayrıldığı ve yine her şeyin diğeri üzerine egemenlik kurmaya çalıştığı zamanlar olarak karşımıza çıktı.
-İnsan şunu düşünmeli: Benim düşünen aklım ve seçme yetkim neden var? Eğer bir sınırsızlık olacaksa bunlar ne işe yarayacak. Sınırsızlık içinde ben neyi düşünüp ve neyi tercih edeceğim? Daha da ötesi aslında sınırsızlık içinde bunların hiçbirine gerek yok. O zaman bizi insan olarak ayrıcalıklı kılan bu akıl ve irade gereksiz mi? Acaba bizim diğer canlılardan hiç farkımız olmasa, daha mı iyi olur?
İslam akıl dinidir derken aklın ürettiği din diyorsak, doğru değil, ancak aklın kavrayabileceği ve onaylayabileceği bir din diyorsak , doğrudur.
Ölümlüler zannediyor ki, tanrılar da kendileri gibi doğmuşlardır. Kendileri gibi giyinirler, yerler, içerler . Neticede kendilerine benzerler. Nitekim Habeşliler tanrılarını kendileri gibi siyah ve yassı burunlu, Trakyalılar ise sarışın ve mavi gözlü diye hayal ederler. Böyle olunca atların, aslanların da elleri olup resim yapabilselerdi, tanrılarını onlar da at veya aslan suretinde çizerlerdi. Oysa tanrılar ne atlar gibi, ne zenciler gibi, ne de Yunan heykellerinde olduğu gibi insan suretindedir. (Eski Yunan Filozoflarından Ksenofanes)
Cehennemi istemeyenler, acı çekmemiş, haz ve hız içinde olanlar. Onlar ölümden ve kıyametten de korkarlar.
Bilim ile din arasında çatışma yok. Çatışma bilimden din üretmeye kalkışanlar ile dini bilim gibi görenler arasındadır. Hâlbuki her biri kendi mecrasında gitse ne iyi olurdu, değil mi? Bilim insanın dünyevi refahına hizmet eden, din ise insanın toplumsal düzeni, ahlakı ve manevi yönüne hizmet eden… Bu dünyanın imarının, öte dünyanın imarı olduğu anlayışı zihinlere yerleşse… Dünya ne güzel olurdu!
Bilim bizim sömürülmemiz için bir araç olarak mı kullanılıyor? Neden aldığımız bir makine garanti süreci geçtikten sonra sürekli arıza vermeye başlıyor? Neden sürekli yani makine veya almanın psikolojik baskısı altındayız?
Modern insan ürettiği bilimden din çıkartmaya kalkıştı.
Bizim prensibimiz şu:
“Ey Rabbimiz, bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver” (Bakara, 201). Demek ki, her iki tarafın
da değerlisine yönelmemiz gerekiyor. Tek taraflı düşünme ve yaşamanın belki bu dünyada karşılığı olabilir ama
öte dünyada karşılığı yok. Müslüman olarak hem dünyamız kaliteli hem de ahiretimiz kaliteli olmalı. O zaman
insanların İslam’a dalga dalga girdiğini görürüz. Tıpkı Mekke’nin fethinde sergilenen tavırdan ve Müslüman ticaret adamlarının din ve ahlakından etkilenme sonucu
gerçekleşen İslamlaşmada olduğu gibi.
Müslüman olan sayısının az olması biraz da Müslümanların gereği gibi dindar olmadıklarından kaynaklı.
Bugün yaklaşık dört yüz milyon insanın yaşadığı Malay adaları yani Endonezya, Malezya, Filipinler… Müslüman tüccarlardan etkilenerek İslam’ı kabul etmiş. Demek ki,
günümüz Müslümanlarının yaşantısı yeterince kaliteli olmadığından, etkileme düzeyi de son derece düşük. Esas bunun üzerinde kafa yormak gerek. Adaletsiz ve dengesiz
sistemler zenginle fakir arasındaki geçişi engelliyorsa, kalitesiz dindarlık da dindarlaşmanın önünü tıkıyor. İşin bir başka yönü çok fakir bir toplumda bir arabası olanı
bile zengin saydığımız gibi, kalitesiz dindarlık ortamında sadece namaz kılanı dindar saymaya başladık. Halbuki İslam; inanç, ibadet ve ahlak bütünüdür. Bunların birindeki eksiklik, dindarlığın tamamını olumsuz etkiler.
Görmediğime inanmam. diyen ateist, şeytanın yüzeysel bakışının hafifliğine kapılan ve esen her rüzgârın önünde savrulan yaprak gibidir. Bir bilse ki, insanın sahip olduğu bilgilerin çoğu görmekten değil, duymaktandır. #8212; Kulağımızla elde ettiğimiz bilgilerdir hayatı yönlendiren ve kolaylaştıran. – Düşünsenize bir insan, sıfır bilgi düzeyinden başlasa ve sadece gördükleriyle bilgi edinmeye yeltense, ne kadar uzun olursa olsun, bir ömür içinde ne kadar bilgi edinebilir. Öyleyse her duyunun hakkını vermek gerek. Kararlarımızı tek duyuya indirgemeden ve aklı devre dışı bırakmadan almak gerek Allah’ın verdiği bu kadar nimet, değerlendirebilen için yeter de, artar da
İnsan ruh-beden dengesini gözetir; zamanı nı, mekanını, imkanlarını ve şartlarını dikkate alırsa ve Yaratıcısından gelen talimatlara uyarsa, mutlu ve huzurlu bir hayat yaşar; öte alemde de, ebedî mutluluğa kavuşur.
– Tam da onu demek istiyorum. Bilim ile din arasında çatışma yok. Çatışma bilimden din üretmeye kalkışanlar ile dini bilim gibi görenler arasındadır. Hâlbuki her biri kendi mecrasında gitse ne iyi olurdu, değil mi? Bilim insanın dünyevi refahına hizmet eden, din ise insanın toplumsal düzeni, ahlakı ve manevi yönüne hizmet eden Bu dünyanın imarının, öte dünyanın imarı olduğu anlayışı zihinlere yerleşse Dünya ne güzel olurdu!
982 yılında Bizans’ a elçi olarak giden ünlü İslam âlimi Bakıllânî dönemin İstanbul’unda Bizans kralı ve papazlarla bir dizi tartışma yapmış. Onların Sizin Peygamber’inizin ayın ikiye ayrılması mucizesini niçin biz İstanbul’dan görmedik? İtirazlarına, Siz de biliyorsunuz ki dünya yuvarlak. Bu olayın görülmesi, görüş açısına bağlı. Dolayısıyla sizin bulunduğunuz açıdan Mekke’de görülebilen bir gök olayını görmeniz mümkün değil. diye cevap vermiş.
Kur’an yol gösterici, dürüst yaşama kılavuzu ve hakikat rehberidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Farz et bir rûyaydı, uyandım bitti, / Farz et bir hayâldi, kayboldu gitti
Görmediğime inanmam. diyen ateist, şeytanın yüzeysel bakışının hafifliğine kapılan ve esen her rüzgârın önünde savrulan yaprak gibidir. Bir bilse ki, insanın sahip olduğu bilgilerin çoğu görmekten değil duymaktandır. Kulağımızla elde ettiğimiz bilgilerdir hayatı yönlendiren ve kolaylaştıran. Düşünsenize bir insan sıfır bilgi düzeyinden başlasa ve sadece gördükleriyle bilgi edinmeye yeltense, ne kadar uzun olursa olsun, bir ömür içinde ne kadar bilgi edinebilir. Öyleyse her duyunun hakkını vermek gerek. Kararlarımızı tek duyuya indirgemeden ve aklı devre dışı bırakmadan almak gerek Allah’ın verdiği bu kadar nimet, değerlendirebilen için yeter de, artar da
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kendini bilen Rabbini bilir, Rabbini bilen kurtuluşa ererdi.
Her gün yeni bir gündür ve her sabah adeta yeniden doğarız.
Bazı kurallar sınır getirirken bazı kurallar sınırlara sınır getirilir. Çünkü sınırsız bir sınır da insanı ve toplumu boğar ve yok eder.
Dünya yuvarlaksa altında bulunan insanlar ters durmaz mı? Şeklindeki itiraza insanın başı ne taraftaysa yukarısı o taraftır.
Biz insana yolu gösterdik. Artık dilerse yolda gider, yolu yapana ve gösterene teşekkür eder; dilerse yoldan çıkar, nankörlüğünü ortaya koyar [ İnsan, 3].
Aslında modern zamanlarda biz insandan uzaklaştık. İnsanı da doğasından ve doğallığından uzaklaştırdık.
Din sınırlıyor mu? -İnsanın sınırsız olması mümkün mü ? Cinsiyetten birisiyle sınırlı zamanla ve mekanla sınırlı güç ve güçlüklerle sınırlı. Haydi kaldır bütün sınırları mümkün mü?
İnsanoğlunu Allah’tan uzaklaştıran, icat ettiği birkaç şey oldu. Makineyi icat eden insan, bir anda ben de Tanrı olabilirim hevesine kapıldı. Bu o kadar hızlı gelişti ki sonunda evreni büyük bir makine zannetti ve makinenin merkezine kendisini konumlandırdı. Ürettiği bilginin büyüsüne kapıldı, makinenin gücü ayağını yerden kesti ve bir anda kendisini Tanrı’dan bağımsız gördü. Ve sonunda Tanrı öldü dedi. Zihninde öldürdüğü tanrının yerine bir şey koymalıydı. Kendisini koydu. Tıpkı Firavun ve Hâmân gibi. Firavun gücünün savurmasıyla rablık iddiasında bulunmuştu, Hâmân da bilgisinin İkisinin sonunu, hepimiz biliyoruz. Modern insanın geldiği noktayı da yaşayarak görüyoruz.
Evren kendi kendine var olduysa ve işliyorsa, neden kendi söküğünü dikemiyor. Neden türlerin yok oluşunu durduramıyor. Ve ozon delinmesi gibi olayları önleyemiyor veya tamir edemiyor.
Dünya hayatındaki her şey birbirine benzer. Müslüman olmakta dünya hayatındadır. Nasıl ki, ailede zengin olan, irade ve çalışmasıyla bunu koruyabilirse, aileden Müslüman da inancını ancak irade ve azmiyle koruyabilir. Bunların olmadığı yerde her ikiside gidebilir. Kendi kazanan, gözü gibi bakar; hazır bulan kolay harcar. Ne demiş eskiler :
Ne demiş şair “ Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol. Yol varsa budur bilmiyorum başka bir çıkar yol”
Bilim ile din arasında çatışma yok. Çatışma bilimden din üretmeye kalkışanlar ile dini Bilim gibi görenler arasındadır.
İstiyoruz ki, hiçbir şey yapmayalım, ama Allah her şeyi versin. Böyle düşünen insan kendini değersizleştirmiş ve adeta cansız taş konumuna düşürmüş olur. Bir yerde duran taş, yerini birisi değiştirmedikçe oradan ayrılamaz. Yine birisi ona vursa, üzerine pislik atsa hatta parçalamak istese sesini çıkaramaz. Taştan bir farkımız olmalı. İnsan, düşünen, düşüncesini gerçekleştirmede irade ve kararlılık ortaya koyabilen bir varlık. Ona yaraşan, verilen bu özellikleri kullanmasıdır. Kullanmazsa, o özellikleri veren, bedelini ister. Çünkü Allah insanı taş konumunda yaratmamış. Böyle düşünen insan, Allah’ın kurduğu sistemi tanımak istemiyor demektir. Sistemini tanımamak kendisini tanımamak anlamına gelir. Hâlbuki Yüce Allah’tan başka yardım isteyebileceğimiz bir otorite de yoktur. Öyleyse onun evrene ve sosyal hayata koyduğu kurallara uymamız bizim yararımıza. Başka çaremiz de yok.
Görmediğime inanmam. diyen ateist, şeytanın yüzeysel bakışının hafifliğine kapılan ve esen her rüzgârın önünde savrulan yaprak gibidir. Bir bilse ki, insanın sahip olduğu bilgilerin çoğu görmekten değil duymaktandır. Kulağımızla elde ettiğimiz bilgilerdir hayatı yönlendiren ve kolaylaştıran. Düşünsenize bir insan sıfır bilgi düzeyinden başlasa ve sadece gördükleriyle bilgi edinmeye yeltense, ne kadar uzun olursa olsun, bir ömür içinde ne kadar bilgi edinebilir. Öyleyse her duyunun hakkını vermek gerek. Kararlarımızı tek duyuya indirgemeden ve aklı devre dışı bırakmadan almak gerek Allah’ın verdiği bu kadar nimet, değerlendirebilen için yeter de, artar da
İblisin kaybetmesinin nedeni, Allah’ın buyruğuna değil de, yaratılış maddeleri olan ateş ve toprağa bakıp alakasız bir kıyasta bulunmasıydı. Anlayacağınız yüzeysel ve bireysel bakışı onu aldatmıştı. Hâlbuki gördüğünü, duyduğu ile birleştirse ve akıl terazisinde tartsa, hakikati görecekti. Tek bir duyu verisiyle yola çıkanın ve bireysellik bencilliğine kapılanın sonu, işte böyle hüsran.
Her gün yeni bir gündür ve her sabah adeta yeniden doğarız.
İnsanın önce kendisini tanıması lazım ki, yaratıcısı olan Allah’ı tanıyabilsin. O yüzden demişler, kendisini bilen Rabbini bilir
Aslında modern zamanlarda biz insandan uzaklaştık. İnsanı da doğasından ve doğallığından uzaklaştırdık. İnsan bütün özellikleriyle ve unsurlarıyla insandı. İnsanın doğası da buydu. Modern zaman insanın haz ve hız özelliği olsun, gerisini boş ver anlayışını bize dayattı. İnsanı böldü, parçaladı, haz ve hız sınırına mahkûm etti. Öte yandan sadece din mi insanı sınırlandırıyor? Söz gelimi çocuğu sınırlamazsanız, ne olur? Genci sınırlamazsanız kendini nerede bulur? Neden acaba yolda, çarşıda, pazarda anne baba çocuklarının ellerinden sıkı sıkı tutar? Neden acaba delikanlı gençler sorunsuz eve dönene kadar annelerin babaların yürekleri pır pır eder? Din, belki de koyduğu makul sınırlar ile insanın hem varlığını hem de bütünlüğünü koruyor.
İnsanoğlunu Allah’tan uzaklaştıran, icat ettiği birkaç şey oldu. Makineyi icat eden insan, bir anda ben de Tanrı olabilirim hevesine kapıldı. Bu o kadar hızlı gelişti ki sonunda evreni büyük bir makine zannetti ve makinenin merkezine kendisini konumlandırdı. Ürettiği bilginin büyüsüne kapıldı, makinenin gücü ayağını yerden kesti ve bir anda kendisini Tanrı’dan bağımsız gördü. Ve sonunda Tanrı öldü dedi. Zihninde öldürdüğü tanrının yerine bir şey koymalıydı. Kendisini koydu. Tıpkı Firavun ve Hâmân gibi. Firavun gücünün savurmasıyla rablık iddiasında bulunmuştu, Hâmân da bilgisinin İkisinin sonunu, hepimiz biliyoruz. Modern insanın geldiği noktayı da yaşayarak görüyoruz.
‘Her sorunun cevabını bilseydik, hiçbir sorun yaşamazdık’
“Ey Rabbimiz, bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik ve güzellik ver”
Bakara Suresi 201. Ayet
çok fakir bir toplumda bir arabası olanı bile zengin saydığımız gibi, kalitesiz dindarlık ortamında sadece namaz kılanı dindar saymaya başladık. Halbuki İslam; inanç, ibadet ve ahlak bütünüdür.
“bilgin olmayan veya bilgi verilmemiş olan bir hususun peşine düşme”
İsra Suresi 36.Ayet
Eğer kişi zihnine topladığı bilgiyi geliştirmez ve çesitlendirmezse tek düze ve kısır bir düşünme içine hapsolur.
Sözgelimi bir ressam, birçok resim malzemesi kullanarak ilk resmi yaptıktan sonra aynı resmi bir fotokopi makinesiyle yüzlerce kez kopya şeklinde çoğaltması mümkün. Fotokopiden çıkan kopyalar ilk resme benzemesine rağmen üretilme biçimi birbirinden son derece farklı. İlkinde ressam ve resim malzemeleri varken, ikincisinde sadece fotokopi makinesi bulunmakta. İnsanoğlu bile böylesine değişik bir üretim gerçekleştirebiliyorsa Yüce Allah’ın önce topraktan yaratıp sonra anne ve baba şeklinde iki figür kullanarak insanları yaratmasının akla aykırı olduğu düşünülemez. Benzer şekilde sinema veya televizyon filmi çekilirken film setinde ilk çekimin yapılması ardından bu çekimlerin kopyalarının çıkarılması ve çoğaltılması buna ikinci bir örnek. Film setinde birçok insan ve eşya kullanılarak çekilen ilk örnekten daha sonra birtakım makineler yardımıyla yüzlerce kopyası çıkarılarak çoğaltılması tamamen farklı bir ortamda gerçekleşmekte. Demek ki ilk üretimle sonraki üretimler farklı olabilmekte. Fabrikasyon üretimlerin neredeyse tamaminda buna benzer olaylar yaşanmakta.
Yeryüzünü bir döşek, dağları ise adeta çadır direkleri gibi kılmadık mı? Sizi renk renk ve ırklar şeklinde yarattık. Uykunuzu dinlenme, geceyi bir örtü, gündüzü de aydınlık bir geçim zamanı kıldık. Üstünüze yedi kat göğü inşa ettik ve güneşi orada hem ışık hem de ısı kaynağı kıldık. Gökteki bulutlardan tane tane yağmurlar indirdik. O yağmurla yeryüzünde özlü taneli bitkiler ve yeşillikler bitirelim ve sarmaş dolaş cennet misali bahçeler kuralım diye. (Nebe, 6-10)
Dünya iki gerçeklik üzerine kurulmuştur : Çatışma ve dayanışma.
Daha dün 20.yy da evrenin mükemmel bir makine olduğunu ve bozulamayacağını, durdurulamayacağını ileri sürüp Kıyamet İnancını reddeden deistler, bugün 21.yy da yeşil politika ve slogan üretme derdine düşmekle kalmadılar, tükenen canlı nesillerini, su kaynaklarını, kötüye giden iklim şartlarını gördükçe kendilerini bir telaşın sardığını görmek ilginç doğrusu..
Big Bang ile varolduğuna inandığınız evrenin bu denli planlı oluşumu, Güneş sistemi, gezegenlerin nizami duruşu, kocaman uzay aleminde onca gök cismi içinde sadece küçücük Dünya’da yaşam alanı olmasını nasıl bir patlamaya bağlayabiliyorsunuz..?
》》İslâm hareketliliği savunur. 《《
Namaz harekettir.
Oruç harekettir. (Gece uykuda tutulmaz.)
Hac harekettir; tavafıyla, sayıyla, Arafat’a gidiş gelişiyle..
Zekat ise paranın servetin hareketidir.
Din sınırlıyor mu?
-İnsanın sınırsız olması mümkün mü ? Cinsiyetten birisiyle sınırlı zamanla ve mekanla sınırlı güç ve güçlüklerle sınırlı. Haydi kaldır bütün sınırları mümkün mü?
Sefaletin doğuda, refahın batıda olduğu tezi yıllarca yıllarca işlendi. Hatta dinlerin gelişmeye ve refaha engel olduğu iddia edildi. Gelişmiş ülkelerin girdiği kriz ve insan trajedileri nasıl izah edilebilir? Yapay refahı sürdürmek için mafyavari yöntemlerle zengin petrol ülkelerinin nasıl haraca bağlandığının açıkça görüldüğü günlerde yaşıyoruz. Demek ki zenginlik ve refah biraz da sömürü, şantaj ve dayatma işiymiş. Siz ateistler bu gerçeklerle ne zaman yüzleşeceksiniz?
Hitlerin gaz odalarında boğdurduğu Yahudilerin arta kalanlarının bir çoğu ”Holokosttan sonra kim Tanrı’ya inanır ki diyerek atesit oldu. Çünkü onlar kendilerini Tanrı’nın seçkin ve sevgili çocukları biliyorlardı. Holokost onların bu inançlarını kökten sarstı. Tanrı’nın çocuklarına sırt döndüğünü ve gaz odalarında zehirlemelerine seyirci kaldığını düşündüler. Onlar da Tanrıya sırtlarını döndüler akıllarınca. Bu, bir kaçış mıydı? Kendileriyle ve tarihleriyle yüzleşme korkusu muydu? Günümüzde Filistinlilere uygulanan Hitler benzeri vahşeti görmezden gelmeye veya bu vahşi yükten kurtulma ve kaytarma çabası mıydı? Buna göre ateizm bu gibi gerçeklerden kaçış ve sorumluluktan kaytarma sığınağı mı?
Dünyanın en kanlı ve en tahrip edici savaşı 2.DünyaSavaşıydı. O savaşın tarafları arasında hiç bir din devleti, devletleri başında ise dindar kimlikli kişiler yoktu. Savaşan devletlerin liderleri Hitler, Stalin ve Mussolini gibi dini duyarlılığı zayıf, profan, ateist ve pozitivist anlayışlı insanlardı. Bu savaşta en az verilen rakamla 60 milyon civarında insan öldüğü tahmin edilmektedir. Bu vahşet bütün zamanların rekoru. Dünya tarihi boyunca bütün savaşlarda verilen toplam kaybın daha üstünde bir insan kaybı söz konusu. Savaş esnasında yok olan hayvanların miktarını ve tahrip edilen doğanın boyutlarını tahmin etmek ise imkansızdır. Bütün bunların hesabını kimden yada kimlerden soracağız? Bütün bu vahşeti yaşatanlar hiç hesap vermeyecek ve sadece öldürmekle kurtulmuş mu olacak?
Bilimin ürettiği atom bombası, Japonya’da iki şehrin bütün canlılarını yok etti. Bilimin ürettiği atom bombası; kundaktaki çocuklar, çocuğunu emzirmek üzere olan anneler, bükülmüş yaşlılar, hiç bir şeyden haberi olmayan hayvanlar, dünyanın yeşil örtüsü bitkiler arasında hiç bir ayrım yapmadı. Diyelim ki, bütün bunlar oldu, bundan sonra oralarda hala devam eden nükleer etkileri ortadan kaldırıp hastalıklarla boğuşan onca insana daha iyi bir dünya sunabilir misiniz?
Uzayda yaşam alanı arayan insan, acaba oralarda da dünyada yaptığı tahribatı yapabilir mi? Uzayın uydu çöplüğüne dönüştüğü belirtiliyor. Bu çöplük genişleyerek uzaydaki doğallığa zarar verebilir mi? Neden evren tahripkar insanın uzaya çıkmasını engelleyecek bir mekanizma üretmemiş?
İnsanlığın kanlı Fransız Fransız devrimleriyle adını sıkça duymaya başladığı ateizm ve deizm; profan, pozitivist, sosyalist ve kapitalist bir dünyanın kurulmasında baş rol oynadı. Bu anlayışlar, milyonların öldüğü ve yine milyonların mağdur olduğu bir dünya bıraktılar. Hala da silahların işlediği ve ölümlerin had safhaya ulaştığı bir dünyada yaşıyoruz. İnsanların ölüm pahasına denizleri aşarak kurtulmaya çalıştıkları Afrika ve Güney Amerika gibi mağdur bölgeler oluşturdular. Şimdi onların gelişini önlemek için dipçik, top ve dikenli tellerden başka bir çözüm üretemiyorlar. Gelinen bu noktadan acaba ateistler memnun mu?
Allah’ın kurduğu sistemi ve verdiği imkanları yok sayarak yapılan bir duanın yerine gelmesini beklemek safdillik olur. Bu tavır, çalışmadan ay sonunda maaş beklemeye benzer. Nasıl ki, çalışmadan kazanılmıyorsa Allah’ın koyduğu dini ve dünyevi sisteme uymadan da kazanma olmaz.
Bilelim ki, sahip olduğumuz ve içinde bulunduğumuz her şey Allah’a ait. Öncelikle bütün bunlar için O’na teşekkür etmeniz gerek. Nasıl ki, bize yardım eden birisine dönüp
nazikçe ve en güzel kelimelerle teşekkür ediyorsak, bu kadar nimeti veren Allah’a en uygun şekilde şükretmemiz gerekir. Bu şükür de O’nun belirlediği ve istediği şekilde olmalı.
Bunları yerine getirdikten sonra yapacağımız dualarla Yüce Allah öncelikle bize sağlam irade ve kararlılık vermek suretiyle psikolojik anlamda destek verir. Bu bir iş başarılmasında ve bir sorunun giderilmesinde en önemli katkıdır. Kronik bir hastalık olan kansere yakalanan nice insanlar, sağlam bir irade ve kararlılık göstererek hastalıkların üstesinden gelebilmekteler. Ama iradesini kullanmayan bir insan, sigara gibi basit bir kötü alışkanlıktan bile kurtulamamakta.
Bilim bizim sömürülmemiz için bir araç olarak mı kullanılıyor? Neden aldığımız bir makine garanti süreci geçtikten sonra sürekli arıza vermeye başlıyor? Neden sürekli yeni makine veya araç almanın psikolojik baskısı altındayız?
Bin yıl öncesinin mermer ve taşlara yazılmış yazıları günümüze kadar ulaşmıştır. Acaba bilim ürettiği çiplerdeki bilgileri bin yıl sonrasına garantili bir şekilde iletebilecek mi? Bilim neden gittikçe ömrü kısa ürünler üretiyor? Neden sürekli aldığımız teknolojinin değiştirilmesi yönünde baskı görüyoruz? Bilimle hayatımız rahatlıyor ve kolaylaşıyor mu, yoksa bir labirentin içinde sürekli koşmaya mı zorlanıyoruz?
Devletler, toplumlar ve insanlar olarak hayatın akışı bütünüyle internet ağına bağlanmış durumdadır. İnternetin çökmesinin ya da büyük ölçekli bozulmasının getireceği boşluğu veya psikolojik yıkımı giderecek bir alternatif çözümü var mıdır?
Allah evreni yaratmış ve bir sistem kurmuş. Evren içinde dünya denilen bir gezegendeyiz. Bu gezegenin de Allah tarafından kurulmuş bir işleyiş sistemi var. Dört mevsim, aylar, günler, saatler, soğuk, sıcak, ıslak, kuru: seller, depremler, yangınlar. Bütün bu gerçeklerin varlığından sorumlu değiliz. Bunlara yönelik tutum ve davranışlarımızdan sorumluyuz. Bu yüzden doğal afetleri bir günaha bağlamak hiç doğru değil. Buradaki günah, tedbir almamak, zaman ve zemine uygun karar vermemek, ihmal etmek, afete maruz kalanlara kayıtsız kalmak, yardımdan kaçınmak, hatta bunu fırsata çevirmek veya açgözlülük yapmak.
Eski büyük bilginlerimizden İmam Matüridi şöyle der: Geçmişte helak olmuş milletler, sadece küfür işledikleri için değil, yeryüzünde bozgunculuk çıkardıkları ve Allah’ın kanunlarına karşı inatlaşma içine girdikleri için helak olmuşlardır. Çünkü günah, küfür ve şirkin hesabı öte dünyada sorulacak, bu dünyada değil. Demem ki, afetler karşısında büyük zararlara uğramamız, Allah’ın doğaya koyduğu kanunlara karşı inatlaşmamız yüzünden. Bugün yaşadığımız çevre sorunlarının çoğunun sebebi, bozguncu tavırlar ve doğa olaylarına karşı inadına kayıtsız ve aykırı davranışlar değil mi?
Onların sorumluluğu afetlere maruz kalanlara yardım ve destek. Afete maruz kalanlar, afet ile sınav verirken kalmayanlar onlara karşı tutumları noktasında sınav vermekteler. Maruz kalmayan bana ne, deyip işin içinde sıyrılamaz. Bu dünyada olmasa bile öte dünyada Allah bunu ona sorar. Çünkü hayat yarışı içinde insanın başına ne zaman nerede ne geleceği belli olmaz. Onun için eskiler ”bugün ona yarın sana ” demişler. Çünkü gelecek hiç kimse için garanti değil. Allah sistemi öyle kurmuş. Bizim sorumluluğumuz buna göre davranmak. Bu kaçma-kovalamacada, bazen kaçan bazen kovalayan oluruz; bazen düşen bazen düşüni kaldıran. Her halükarda bir sınav içindeyiz.
Hayat bir yarış: Kaçma ve kovalama. Bu yüzden hep bir yerlere yetişmeye ve hep bir şeylerden kaçmaya çalışırız. Bazen yetişemez bazen kaçamayız. Yetişemeyince kaybeder kaçamayınca maruz kalırız. Bu hayatın gidişatını değiştirmek bizim elimizde değil. Böyle kurulmuş ve böyle devam etmekte dünya.
Bazen yetişememek ve kaçamamak, hayal kırıklığı meydana getirirken; bazen de tam tersine sevince dönüşebilir. Yetişemediğimiz bir uçağın düşmesi, maruz kaldığımız bir hastalığın düşen uçağa yetişmemize engel olması gibi. Zaten Yüce Yaratıcı da kitabında ”Hoşlanmadığınız şey sizin için hayır, hoşlandığınız şey de şer olabilir. Siz bilemezsiniz ancak Allah bilir. ” (Bakara 216) buyurur. Ayette geçtiği gibi neyin hayır, neyin şer olduğunu tam olarak bilemeyiz. Bunu sonuçlar gösterir ve biz sonuçları ancak olduktan sonra görürüz.
Sonuçta İslam dünyasında 3 eğilim ortaya çıktı:
A: Batılı değerleri, yerli ve milli değerlere tercih edenler.
B: Güncel gelişme ve ihtiyaçları göz ardı edip geleneksel değerleri olduğu gibi koruyanlar.
C: Geleneksel değerleri koruyarak günceli takip etmeye çalışanlar.
Şu anda İslam dünyasında çeşitli adlar altında bu 3 eğilimin çatışması yaşanmakta. Ancak ilginç bir gerçek, bunların üçü de iç içe geçmiş durumda. Bazen kimi nerede olduğunu, kimin samimi kimin fırsatçı olduğunu tespit bile imkansız. Anlık ve uzun vadeli gelişmelere göre insanlar garip savrulmalara maruz kalmakta: Kur’an’ daki şu ayet bütün bunları özetlemekte: ”De ki: Herkes kendi mizaç ve aldığı terbiyeye göre davranır. Rabbimiz kimin doğru yolu tuttuğunu çok iyi bilir. (İsra 84) Demek ki, insanların mizacı ve samimiyeti, rahatı ve refah zamanlarında olduğu gibi sıkıntı ve zorluk anlarında da ortaya çıkmakta. Şükreden ve sabreden kazanmakta, aksi davranan kaybetmekte.
-Ama dinin getirdiği düzeni sınırlayıcı buluyor bugünün insanları.
-İyi de insanın sınırsız olması mümkün mü? Hiç de mümkün değil. Cinsiyetten birisiyle sınırlı, zamanla ve mekanla sınırlı, güç ve güçlüklerle sınırlı. Haydi kaldır bunları, mümkün mü? Hiç de değil. Öyleyse insan bu sınırları gözeterek yaşamak zorunda. Kafadan sınırsızlık bir hayal ve rüyadan ibaret. Hayal kendine gelince kaybolur, rüya uyanınca biter. Elde ne kalır? Güzelse geçici bir sevinç, kötüyse kalıcı bir endişe. Çünkü sevinçler çabuk geçer, endişeler kalır gider.