İçeriğe geç

Başlangıçların Sonsuz Mutluluğu Kitap Alıntıları – Aykut Ertuğrul

Aykut Ertuğrul kitaplarından Başlangıçların Sonsuz Mutluluğu kitap alıntıları sizlerle…

Başlangıçların Sonsuz Mutluluğu Kitap Alıntıları

Arz üzerinde gözünde yaşlarla birini, bir şeyi bekleyen her kadın, berzah aleminde beklediğine kavuşur.Allah onların kaderlerine dayanamaz ve onlara sonra unutmak üzere vuslatı yaşatır.İncire ve zeytine anda olsun ki bu böyledir.Bu sizin cildinize verilmiş bir armağandır.
Bir miktar bal, nasıl arılarla ilgili bir öykünün önemli bir kişisi olabilirse, insanlarla ilgili bu öykünün önemli kişilerinden biri de bir miktar paradır.
Hayat diyorduk: sonra çok kılık değiştirdi ama bir ne zaman hayat dese, mesela hayat çok boktan dese, hayat zor dese, lan ben böyle hayatın dese, hayat işte ne yapacaksın kardeşim? dese, Selim’in gözünün önüne Berk gelirdi.
İçinde yaşayanların, kendisine sahip olduğunu düşündüğü, onun esiri olduğunu ise çok azının fark edebildiği İstanbul. Boşuna kadına benzetilmiyor ya! Her gelen, onu değiştirmeye çalıştı, ona dediğini yaptırmaya, dilediği şekle sokmaya Şehre şekil vermeye çalışanlar ondan sadece bir tabutluk toprak alabildiler, bedenler toprağa karıştı, geriye şehir kaldı.
Bir kentin ihtiyarlarının cesetleri ölümünden günler, haftalar sonra o da koku sebebiyle bulunabiliyorsa o kentten intikam almanın vakti gelmiş demek değil midir?
Bir miktar bal, nasıl arılarla ilgili bir öykünün önemli bir kişisi olabilirse, insanlarla ilgili bir öykünün önemli kişilerinden biri de bir miktar paradır.
Dünyanın, en acıklı hikayesi, gerçekleşebilecek olanın, kaderin rüzgârı bir anda yön değiştirdiği için gerçekleşememesiydi ya da büyük bir hikayenin daha başlamadan bitmesi: Allah’ın kâinatı yarattıktan sonra insandan vazgeçmesi; nefesini üflememesi gibi. Ruhsuz bir çamur parçası gibi.
söz özgürdür , yazı anlamı tutsak eder.
bütün zamanlar tek bir andan oluşur aslında kişinin kim olduğunu öğrendiği andan!
Gerçeklik dağını aşmazsan sahtelik seni tüketecek.
Zira insan, ne olduğunu, kim olduğunu sadece başkasının gözlerinde kavrayabilir. Aslında ancak birisi onu gerçekten sevdiğinde
Ömrün boyunca da kaçmaya devam ettin, bir kez kaçan hep kaçar!
Ama söz konusu aşk olunca işler pek mantıkla yürümüyor. İnanmayan Şeyh-i Sanan’a sorsun, Mecnun’a, Kerem’e, Romeo’ya sorsun. Aşk, kusursuz bir tuzaktır, kurbanlarının kendisini bile bile ortasına attığı Kurtulmak için tek bir hamle yeter çoğu zaman. Ama tuzağın çalışma mantığı da buna dayanır. Aşık bu hamleyi yapmaz, yapmak istemez.
Bütün zamanlar tek bir andan oluşur aslında kişinin kim olduğunu öğrendiği andan!
Hayattan kitaplara kaçmıştı.
Kendini bilmek demek yolunu kendi kendine belirleyebilme bilgeliğine sahip olmak demektir zaten.
Kendini bilmen demek, içindeki cevheri keşfetmen, maharetini mükemmelleştirmen, uzayıp genişlemen demektir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Her insanın kendi zamanını tuhaf sandığı ama aslında yaşanmış ve yaşanacak olan diğer zamanlardan hiçbir farkının olmadığı zamanlardan biriydi işte.
Söz özgürdür, yazı anlamı tutsak eder.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Dünyanın, en acıklı hikayesi, gerçekleşebilecek olanın, kaderin rüzgârı bir anda yön değiştirdiği için gerçekleşememesiydi ya da büyük bir hikayenin daha başlamadan bitmesi
Eve sığamadı, yaşadığı şehre sığamadı, insanların arasına Sığamadı
Zira insan, ne olduğunu, kim olduğunu sadece başkasının gözlerinde kavrayabilir. Aslında ancak birisi onu gerçekten sevdiğinde
Ruhlarınız o anda zamanın başka köşelerinde buluşuyor. Gözlerini kapatıyorsun. Mutlusun.
Bütün zamanlar tek bir andan oluşur aslında kişinin kim olduğunu öğrendiği andan! İşte o andasın.
Kitap mahiyetini sadece sahibine açar.
Yaşadığımız zamanda her gün biraz daha büyüyüp köklerini sağlamlaştıran gerçeklik dağı! Aşılması, delinmesi, yok sayılması en zor engellerden birisi.
Kum fırtınalarının, çöl rüzgarının içinden geçtim. Bin bir gece dolaştım. Her gecede başka bir alem gördüm. Ihlamur kokuları arasından, yaban güllerinin, ulu kayınların, geyik nefeslerinin içinden… Nehirlerden, dar patikalardan, koyun sürülerinin, çakal ulumalarının üstünden

( Kahin’in Günlüğü )

Rivayet odur ki, Korkut Ata doğduğunda çadırdakiler, bebek yerine torbayı andıran bir yığıntı gördüler; görür görmez de “bu insan değil canavardır” deyip korkuyla uzaklaştılar. Zavallı anne, önce ne yapacağını bilemedi; az önce içinde insanların koşuştururdu çadırda kendisi ve ne olduğu belirsiz bir yığıntıdan başka kimse kalmamıştı. Terli ve ürkek bakışlarla ayak ucuna bırakılan şeye bakarken oda ne, yığıntıdan ses geldi. Sesi duyan anne, bütün korkularını bir kenara bırakıp sesi kucakladı. Güç bela doğruldu, yığıntıyı kucakladı. Anladı ki bebek bir kesenin içinde doğmuştur, onu çıkarıp güzelce temizledi. Oğlunu kucakladı. Emzirdi. Karnı doyan bebek doya doya ağlamaya başladı. Bebeğe Korkut denildi.

( İnsanların ve Cinlerin Ustası )

( )Şehirlerin ruhu olduğunu bildim, kimisini cisimleşmiş halde gördüm; Mardin’in ruhu, 1800’lü yılların sonunda 45 yaşlarında Süryani bir papaz yardımcısının suretindeydi mesela; Roma’nın ruhu 1550’den bugüne, tek bir eseri bile kalmamış beceriksiz bir ressamın; Tokyo’nunki 2000 yılında kadın ticareti yapan bir mafya babasının fedaisinin suretinde göründü bana. Tibet’in ruhu, inanmazsın turistlere hatıra fotoğrafı çektiren bir çakma rahibi seçmişti kendisine.( )

( İnsanların ve Cinlerin Ustası )

( )Despina, Ferhat onu araştırdıkça, onun hakkında düşündükçe, ulaşmaya çalıştıkça kuvvetleniyor. Beni bile korkutan o güçlü ruh, Ferhat’ı gitgide esir alıyor. Sonunda tahmin ettiğim gibi mezar taşlarına merak salıyor. Despina’nın mezarının yeri hakkında kayıtlı bir bilgi olmasa da, en azından onun döneminde yaşayan, onunla aynı havayı solumuş herhangi birini bulmayı umut ederek… Bursa’da gezmediği mezarlık, okumadığı mezar taşı kalmıyor. Aslında bulmaya çalıştığının ne olduğunu da bilmiyor, nereden bilsin? Teslim olmuş, aşkından emin olarak ona yaklaşabileceği her adıma umutsuzca sarılıyor. Despina’nın bir yerlerde yaşadığını, nefes aldığını, güldüğünü, kederlendiğini, kızdığını, neşelendiğini hissediyor, onunla birlikte ruh hali değişiyor ama hislerini somutlaştıramıyor. Böyle ruhlar ölümsüzdür, zaman onların kudretlerini seyreltir ama yok edemez. Ferhat kapıldı bir kere. Her sabah ve akşam bir duayı tekrar eder gibi kitabın son sayfalarını açmaya devam ediyor, kelimeleri içer gibi, yutar gibi okuyor, bir kez daha sesini duymayı gözlerine bakabilmeyi hayal ediyor. Ölüm, onları kavuşmadan hatta daha tanışmadan ayırmışdı.

( Başlangıçların Sonsuz Mutluluğu )

“Ferhat beni dikkatli dinle; görünen o ki senin kısmetine düşen, bilinen dağların en zorlarından biri: zaman! Despina’ya kavuşmak için zamanı delmelisin. Zaman dağını… Sen 2010 yılındasın, aşık olduğum kadınsa 1400 yılında, aranızda 610 yıllık bir mesafe var.”
“Aramızdaki fark, on dakika olsa ne değişirdi ki? Ayrılık ayrılıktır. Hem on dakikalık bir farkın hakkından gelebiliyorsan 10 bin yılın da hakkından gelirsin. Yeter ki kaderde kavuşmak olsun” dedi Ferhat.( )

( Başlangıçların Sonsuz Mutluluğu )

( )Her Ferhat, içinde iki ihtimali aynı anda taşır. Dağları delen civanmert ve aptal aşık.( )

( Başlangıçların Sonsuz Mutluluğu )

Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında
Işıl ışıl yanan parlak yalaza
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabildi o korkunç simetrini?

Hangi uzak derinlerde, göklerde
Yandı senin ateşin gözlerinde?
O hangi kanatla yükselebilir?
Hangi el ateşi kavrayabilir?

Ve hangi omuz ve hangi beceri
Kalbinin kaslarını bükebildi?
Ve kalbim çarpmaya başladığında,
Hangi dehşetli el? ayaklar ya da

William Blake

( Yüzyıldan Son Çıkış )

Olan olmuştur, olacak olan da!
Ama söz konusu aşk olunca işler pek mantıkla yürümüyor.
Senden sonra aşk yoksulluk gibi geliyor
Aramızdaki fark, on dakika olsa ne değişirdi ki? Ayrılık ayrılıktır.
Aptallık bulaşıcıdır.
Modern iç sesler, içimdeki postmodernist karmaşadan ürktüler.
“Zaman dağını deldim dostum. Dağ bir anda tuzla buz oldu.”

“Nasıl?”

“Dün gece rüyamda Despina’yı gördüm. Beni görür görmez tanıdı, aynı sahaftaki gibiydi. Ela gözleriyle beni süzdü, süzdü, süzdü ”

( Başlangıçların Sonsuz Mutluluğu )

Korkut büyüdü, yirmi yaşına geldiğinde bir rüya gördü. Rüyasında ak elbiseler içinde bir adam ona kırk yaşına varmadan öleceğini söyledi. Korkut, ölümü kucaklamak istemedi. Ölümsüzlüğü aramaya karar verdi, rüzgardan hızlı devesi Yelmaya’ya atlayıp dağlar tepeler aştı.( )

( İnsanların ve Cinlerin Ustası )

( )İçinde yaşayanların, kendisine sahip olduğunu düşündüğü, onun esiri olduğunu ise çok azının fark edebildiği İstanbul. Boşuna kadına benzetilmiyor ya! Her gelen, onu değiştirmeye çalıştı, ona dediğini yaptırmaya, dilediği şekle sokmaya Şehre şekil vermeye çalışanlar ondan sadece bir tabutluk toprak alabildiler, bedenler toprağa karıştı, geriye şehir kaldı.

( İnsanların ve Cinlerin Ustası )

( )Anın bütün dehşetine rağmen neşe, sahne arkasında sırasını bekleyen bir palyaço gibi oradaydı hâlâ.( )

( Hızır Selamsız’ın Mektubu )

İçinde yaşayanların kendisine sahip olduğunu düşündüğü,onun esiri olduğunu ise çok azının fark edebildiği İstanbul. Boşuna kadına benzetilmiyor ya! Her gelen onu değiştirmeye çalıştı, ona dediğini yaptırmaya, dilediği şekle sokmaya şehre şekil vermeye çalışanlar ondan sadece bir tabutluk toprak alabildiler, bedenler toprağa karıştı, geriye şehir kaldı.
Dünyanın en acıklı hikayesi gerçekleşebilecek olanın, kaderin rüzgarı bir anda yön değiştirdiği için gerçekleşememesiydi ya da büyük bir hikayenin daha başlamadan bitmesi: Allah’ın kainatı yarattıktan sonra insandan vazgeçmesi; nefesini üflememesi gibi. Ruhsuz bir çamur parçası gibi.
Zamanda ve mekanda sarsıntı yapmıyorsa nedir ki şiir! Ki zaten halk aşksızsa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur.
Tek bir yere gözünü dikme, karanlık yanıltır.
Modern iç sesler, içimdeki postmodernist karmaşadan ürktüler. Modern iç sesin yalnızlığı ve çıkmazları.
İşte başa döndüm
Şehirlerin neden kadınlara benzetildiğini o gün anladım; çünkü bir şehri ancak ciğerinden sökülen ve sonunda seni yakıp tüketecek bir yeminle çözebilirsin.
“Hikayeler bizi iyi edecek “
Aşk, kusursuz bir tuzaktır; kurbanlarının kendisini bile bile ortasına attığı..
Şimdi anladınız mı, gencecik yaşında yavaş yavaş eriyip tükenen çocuklarınızın hastalığını? Bilseniz onların en kıymetlileriniz olduğunu , cehaletiniz yüzünden, kurtuluşunuzun anahtarlarının göz göre göre çürüyüp gittiğini Çöl aldı deyip unuttuklarınızı? Hâlbuki, onları çöl değil cehaletiniz aldı!
Maharet, iki temel cevhere dayanır: Yeryüzündeki her canlının özünü görebilmek ve onlara ses’lenebilmek. Cevhere sahip olmak sorumluluk ister. Izdırap vericidir. Göğsünde Ses’in iziyle doğan çocuklar on üç yaşına kadar cevherlerini patlatmayı öğrenemezse ya ölür ya azar azar delirir.
Kisva’nın ılık çöl gecelerine benzeyen kadifemsi sesi hala kulaklarımda:

Kendini bil!

İçinde yaşarken her insanın kendi zamanını tuhaf sandığı ama aslında yaşanmış ve yaşanacak olan diğer zamanlardan hiçbir farkının olmadığı zamanlardan biriydi işte.
Gerçeği, ancak gözünü ondan çevirdiğinde görürsün.
Yol, cevheri ortaya çıkarır.
İçinde yaşarken her insanın kendi zamanını tuhaf sandığı ama aslında yaşanmış ve yaşanacak olan diğer zamanlardan hiçbir farkının olmadığı zamanlardan biriydi işte.
Ülkemizin içinde bulunduğu şu hassas günlerde tüm eski delileri göreve çağırıyoruz!
Söz uçar yazı kalır. O öyle değil biliyorsun, söz özgürdür, yazı anlamı tutsak eder.
aşk sıçramadır. iman gibi.
Bir hayalim vardı
Kullanmamayı tercih ederdim.
Kendini bilmek demek,
içindeki Cevheri keşfetmen,
maharetini mükemmelleştirmen,
uzayıp genişlemen demektir.
Ses’in sözü,
kuma değil, suya kağıda değil
kainatın en dayanıklı maddesine yazılmıştır, ruhlarımıza..
arz üzerinde gözünde yaşlarla birini, bir şeyi bekleyen her kadın, berzah aleminde beklediğine kavuşur. Allah onların kederlerine dayanamaz ve onlara sonra unutmak üzere vuslatı yaşatır. İncire ve zeytine and olsun ki bu böyledir. Bu sizin cinsinize verilmiş bir armağandır.
“Gözünle gördüğün gerçek değil.”
“Gerçek gözünü çevirince görünür.”
Kisva’nın ılık çöl gecelerine benzeyen kadifesi sesi hala kulaklarımda:
“Kendini bil!”

“Zaman değişir, dünyalar değişir, ırklar, yollar değişir ama Ses’in sözü değişmez.
“Kendini bil!”

“Lakin böyle sürmeyecekti. İbrahim yeniden sınanacaktı. Her şeye kadir o ehil güçle, gözünü kırpmadan tetikte bekleyen o düşmanla, her şeyden uzun yaşayan o ihtiyar hasımla: zamanla savaşmış ve imanını korumuştu. Bu savaşın tüm dehşeti şimdi bir tek anın içinde toplandı.”

Korku ve Titreme / S. Kierkegaard

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir