İçeriğe geç

Sıcak Külleri Kaldı Kitap Alıntıları – Oya Baydar

Oya Baydar kitaplarından Sıcak Külleri Kaldı kitap alıntıları sizlerle…

Sıcak Külleri Kaldı Kitap Alıntıları

“Birinci seçenek için uçmasını bilmek gerek,” diye düşündü. “Oysa ben, yarım yüzyıllık ömrüm boyunca, kuşlar gibi özgür olamadım hiç; uçmasını bilemedim.”
“Susmak, eli kolu bağlı durmak da utanç verici değil mi? Neden sol geçinen, devrimci geçinen sendikalarınız üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi sessiz kalıyorlar? “Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” dizelerini sen öğretmedin mi bana?”
“Aşk tutkuysa, cinsel çekimse, heyecansa, insanın içine ılık ılık akan sıcak güzel bir duyguysa, özlemekse: Evet, bu aşktır. İnsanın hayatının merkezine koyduğu, yaşamının her adımını ona göre belirlediği, kendisiyle özdeşleştirdiği bir hedefse, yaşam boyu süreceğini sandığı bir ilişkiyse: Hayır, aşk değil benimki.”
Bütün zamanlardan, mevsimlerden, iklimlerden habersiz, bin yıl karanlık bir hücrede kalsa da sadece havayı koklayarak, yumuşacık ışığı gözleyerek tanıyabileceğine inandığı mevsim: Sonbahar
Cinayeti soruşturanlarla işletenler aynı odaklarsa, katiller bulunamaz.
“Herhal, ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri.”
Nazım Hikmet
Dindar soru sormaz; aşık da, kör militan da öyledir. Onlar inanırlar ve inandıkları için huzurludurlar.
“Huzurevlerinin kederi, boğuntusu, terk edilmişlik duygusu, binalarda değil insanın yüreğindedir.”
Aşk, yaşam, ölüm Her şeyi yaşamak güzel. Belki de dünyaya gelmemizin tek amacı bu; yani her şeyi yaşamak, bütün yaşadıklarımızla zenginleşmek, sonra da ölmek.
“Kendime bir ıssız ada bulmak için mi döndüm buralara? Hayvanların ölmek için inlerine döndükleri gibi mi? Bir tek kediler ölmek için evlerinden uzak yerler ararlar, ölülerini göstermezler.”
Cinayeti soruşturanlarla işletenler aynı odaklarsa, katiller bulunamaz.
Dindar soru sormaz; aşık da, kör militan da öyledir. Onlar inanırlar ve inandıkları için huzurludurlar.
Yaşlanmak bu belki de. Geleceği düşünmek yerine geçmişi hatırlamak
Sadece yüreğimizle görürüz. Gerçek öz, gözlere görünmez.
Proletarya diktatörlüğünden proletaryayı çıkarınca geriye diktatörlük kaldı.
Gülleri, dostlukları, sevgileri sulamak gerekir.
Trenlerin durmadığı terk edilmiş istasyonların yalnızlığı çöküyor içine.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
‘Uyan artık uykudan uyan,
Uyan esirler dünyası!’
Susuyorlar; oysa konuşacakları çok şey var. Söz bittiği için değil, söyleneceklerden ürktükleri için susuyorlar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ben her şeyi arkalarında bırakıp giden roman kahramanlarını severim.
— Romanlarda olsun başarabilirler mi bari, mutlu olurlar mı?
— Çoğunlukla hayır. Çünkü “şehir hep arkalarından gelir.”
Artık önemli değil; noktayı koyduktan sonra yeni bir cümleye, yeni bir paragrafa başlayacak değilim.
“Aslolan hayattır.”
İnsan kendisiyle namuslu ve acımasız bir hesaplaşmaya girdi mi, bu gibi soruları, “Hiçbir sorumluluğum, hiçbir ilişkim yoktu,” diye cevaplandırıp rahatlayamaz.
İnsan araçla amacı sık sık karıştırabiliyor, diyor. Araç olması gereken şey, bakıyorsun amaç oluvermiş.
Küçük Prens’ten bir cümleyi tekrarlamaktan kendini alamıyor.
— “Gün, bugün; ama yer o yer değil.”
“İçimdeki dinginlik mutluluktan değil, kaskatı bir kederi kabullenişimden.”
Şiir ne tuhaf şey; insanın içine giriyor, parçası oluyor
Aralarında bir çocuğun morgda yatan delik deşik cesedi. “O çocuk benim oğlumdu. O çocuk, senin de ”
Çığlık atmak, avaz avaz bağırmak istediğim her defa sesimi boğup, gırtlağıma gömüp son zafer çığlığını atabilmek için hep susmadım mı?
Paylaşılabilir mi? Ölüm gibi, acı da paylaşılmıyor. Nasıl herkes kendi ölümüyle ölürse, herkes kendi acısını kendi başına, yapayalnız taşıyor.
Küçücüktü, korumasızdı, bu vahşi dünyanın, bu toz duman içindeki ülkenin ortasında yapayalnızdı.
Sevgiyi, sevilen kişinin özgürlüğünü kısıtlamak olarak anlamadım hiç.
Kafasının içi her zamanki gibi karmakarışık. Sorularına cevap bulamadıkça, hayatla baş edemedikçe öfkesi artıyor.
“Evet, yaşadıklarımız kaldırabileceğimizden, dayanabileceğimizden çok fazla. Bu ev de bunların bir bölümünün tanığı. Üstelik artık etrafımızda acı yükünü paylaşabileceğimiz ne bir ev ne bir eski dost, hatta ne de eski sokaklar, eski ağaçlar, eski kuşlar var.”
‘Ressam olsaydım, seni böyle, saçlarında sarı güllerle çizmek isterdim,’ derdi.
Ben de unutacağım, diyor. Asıl korkunç olan, dayanılmaz olan bu. Unutmaya ne kadar direnirsem direneyim, unutacağım.
Kaç yıl oldu görüşmeyeli, sesini duymayalı.
Zaman çabuk mu geçiyor? Ne kadar sıradan, ne kadar boş, ne yalan bir söz. Lafın bittiği yerde ağzımızda gevelediğimiz bir safsata. Bu kadar çok umudun, sevincin, aşkın, tutkunun; bu kadar çok insanın, dostun, düşmanın, sevgililerin, arkadaşların; bunca acının, ölümün, yıkıntının; ülkelerin, kentlerin, denizlerin, iklimlerin yaşandığı hayır tüketildiği, harcandığı yıllar kısa olabilir mi, çabuk geçebilir mi!
Her şey hemen unutuluyor. Belki de insanlar unutmak istiyorlar, unutup kurtuluyorlar.
“Biz yıkılıyorduk ve kurtulduğumuzu sanıyorduk.”
Taşıyamayacağı kadar acı yüklendiği zamanlar, duyguları tümüyle uyutulmuş, dondurulmuş, robotlaşmış gibi olur.
Dar gelirli memur ailelerinin gündelik yaşam kaygıları.
Tutumlulukla pintilik, yoksullukla orta hallilik arasında gidip gelen o incecik çizgi.
“Yukarı çıkalım, hadi çıkalım, annem çay pişirir size / Bilmem ki, bilmiyorum da, belki de benim annem yok / Belki de öyle beyaz ki, alışmış görünmezliğe.”
Siz güvensizlik duymaya başlamışsanız, birileri de artık size güvenmiyor demektir.
Şairin söylediği gibi: “İnsan bir akşam vakti ansızın yorulur, tutsak ustura ağzında yaşamaktan.”
Dünyanın ortasında, yapayalnızım. Oysa ne kadar çoktuk, ne kadar kalabalıktık
Birazdan ölümün ve unutmanın soğuk gecesi başlayacak. Ne anıların ne de pişmanlıkların artık kimseyi, hiçbir şeyi geri getiremeyeceği ıssız ve karanlık gece.
Yağmur umurunda değil; aksine, su damlacıklarının derisinin altına, taa yüreğine kadar sızmasını, içindeki isyanı, kederi soğutmasını diliyor.
Bütün zamanlardan, mevsimlerden, iklimlerden habersiz, bin yıl karanlık bir hücrede kalsa da, sadece havayı koklayarak, yumuşacık ışığı gözleyerek tanıyabileceğine inandığı mevsim: sonbahar
Herkese, her şeye doğuştan borçluydum sanki.
İlkokulda, her sabah ‘Yasam küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu budunumu özümden çok sevmektir’ andını, anlamını hiç düşünmesek de bağıra bağıra okurduk.
Eksik olan nedir peki? İçimdeki bu doyumsuzluk, bu soğuk boşluk da nedir?
Söylese, aklını kaçırdığını sanacaklar ya da rol yaptığını. En iyisi susmak, sadece sorulanlara cevap vermek, susmak
Zamanı yaşadıktan sonra geriye baktığınızda, gerçekten de çabuk geçiyor. Ama yaşarken öyle miydi?
‘’Aşkta ve inançta sorgulamaya başladın mı büyü bozulur. Dindar soru sormaz, aşık da, kör militan da öyledir. Onlar inanırlar ve inandıkları için huzurludurlar.’
Bayraklara sarılı şehit tabutları hep aynı ruhsuz, anlamsız, kalıplaşmış törenlerle uğurlanacak.
Bu halk artık hiçbir şeye şaşmıyor, hiçbir şeye inanmıyor, sadece korkuyor.
O özgür bir kadındı, özgürlüğü gösterişsiz, yapmacıksız yaşayan bir kadındı.
Bir zamanlar tanıdığımdan da farklı…
Ben her şeyi arkalarında bırakıp giden roman kahramanlarını severim.
Evler sobalıydı, odalar küçücük. Soğuktan morarmış ellerimiz, kızarmış burnumuz, taze kurabiye yada sucuklu ekmek açlığımızla; lastik çizmelerimizin ve el örgüsü yün çoraplarımızın içinde üşümüş ayaklarımızla; çocukluğun sorumsuz ve pervasız kar neşesiyle girerdik evlerimize.
Zaman geçip giderken…
Değiştim, arındım ve sana geldim, demeliydim, o kadar…
Çünkü dökülen kanlarla beslenen vampirler suların başını tutmuşlar.
Yaşamın, aşkın, mutluluğun önüne geçen amacın neydi?
Gençliğimizde ne kadar kolay yargılardık insanları.
Hiçbir şey hayatın kendisi kadar şaşırtıcı değildir.
15-16 Haziran olayları işçi sınıfının varlığı konusundaki tartışmalara nokta koymuş, proletarya öncülüğünü savunan örgüt ve hareketler çevresinde toparlanma eğilimi hız kazanmıştı.
Geleceği düşünmek yerine geçmişi hatırlamak…
Gün bu gün; ama yer o yer değil.
Her aşkın her ilişkinin bir simgesi vardır.
İnsan bazen geçmişle bağlarını küçücük bir nesneyle de olsa korumak istiyor.
Marx, kapitalizmin kokuşmuşluğunu, adaletsizliğini, insansızlığını gösterdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir