İçeriğe geç

Tanrının Çocukları Kitap Alıntıları – Mary Doria Russell

Mary Doria Russell kitaplarından Tanrının Çocukları kitap alıntıları sizlerle…

Tanrının Çocukları Kitap Alıntıları

Acı çekmenin insanı günahlarından arındırma gücü, en azından benim tecrübelerime göre, fazlasıyla abartılmış.
Uçuruma bakarsan, dedi Sandoz, o da sana bakar
Tanrı asla açıklama yapmaz. Hayat kalbini kırdığında sadece parçaları toparlayıp baştan başlamak gerekiyor sanırım.
—Rahipliği bıraktım.Tanrı’yla işim bitmişti.
— Ama O’nun seninle işi bitmemiş.
Tanrı kimsenin şarkı söylemediği, herkesin birbirine benzediği, tek tip kişilerin bulunduğu bir yer mi istiyor?
Peki ya Tanrı sadece bir şarkıysa?
Gelişigüzel saçmalıklar yaşanıyor ve biz bunları hikayelere dönüştürüp adına da kutsal kitap diyoruz.
Herkes konuşuyorsa ruhunu nasıl dinleyebilirsin?
Senin için kimya, tanrısal düzen ve kutsal güzellik demek.
Aşk bir borçtu ve en iyisi bu borcun altına hiç girmemekti.
Eğer cehennem Tanrı’nın yokluğuysa, o zaman ben cehemnemde halimden memnun olacağım.
Danny, iyi ve sevgi dolu bir ilaha, zalim, kaprisli ve hırçın olmayan bir Tanrı’ya olan inancımı sürdüreceksem tüm bunların daha yüce bir amaca hizmet ettiğine inanmak zorundayım.
Emilio Sandoz hayaletlerinden kurtulmuş, suçluluk duygusu gittikçr azalan, Tanrı’yı terk etmiş bağımsız bir adamdı.
Hâlâ insandı. Hâlâ aklını yitirmemişti.
Azize Teresa’nın da dediği gibi: Tanrı dostlarına böyle davranıyorsa, bu kadar az dostu olmasına şaşmamak gerek.
Önemli olan tek şey mirasti, halbuki atalarının onlara bıraktığı tek miras, nefret elde edilecek ve son on iki nesildir başlarına gelen her talihsizlik için suçlanacak kişilerden oluşan bir listeden ibaretti.
İnsanoğlunun başına gelen tüm kötülüklerin, ayrıca bayağılık ve korkaklığın ana kaynağı, ölüm de­ğil ölüm korkusudur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Sıfırın vücut bulmuş hali, deneyimin başlangıç noktasının fiziksel dışavurumu.
Tanrı sana sert davranmış, ama eskiden kim olduğunu göremeyeceğim kadar değişmemişsin.
Sevgi bir borçtur diye düşündü. Hesap günü geldiğinde kederinle ödersin.
Çocukluktan kadınlığa kadar, ağlamakla baş ağrısı dışında bir şey elde edememişti.
bir ruhun boşluğu, hakikatin hayat bulacağı bir yere dönüşebilir.
Bir ruhun boşluğu, hakikatin hayat bulacağı bir yere dönüşebilir.
Hissettiği şey can sıkıntısının ötesindeydi. Ruhun bir nevi ölü­müydü bu. Bu dünyanın hiçbir yerinde, hayatı tümüyle içine çekerek nefes almasını sağlayacak hiçbir şey olmadığı inancıydı.
Biz insanları birbirimiz hakkında kötü düşünmeye bu kadar he­vesli kılan nedir? Giuliani o gece kendine bunu sordu. Bizi buna aç hale getiren ne? Başarısız olmuş idealizm, diye tahmin yürüttü. Ken­dimizi hayal kırıklığına uğratıyor, sonra da etrafımızda başka başa­rısızlıklar arayıp kendimizi ikna ediyoruz: Bir tek ben değilim.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kesinliğin olmadığı yerde inanç salt fikirden çok daha fazlasıdır; umuttur.
Tek kişi tereddüt ederdi. İki kişi tartışırdı. Üç kişi ise plan yapardı.
Herkes konuşuyorsa ruhunu nasıl duyabilirsin?
Her şey nafile, rüzgarın peşine düşmek gibi. Kötüler büyüyüp gelişiyor, dürüstler ise kökünden sökülüp yok ediliyor.
Durumuna en çok üzüldüğüm insanlar, sadece gelecekteki dünya için değil şimdiki dünya için de adalet ve mantığı umut eden aptallardır.
Stoacı Epiktetos şöyle yazmıştı: İnsanoğlunun başına gelen tüm kötülüklerin, ayrıca bayağılık ve korkaklığın ana kaynağı, ölüm değil ölüm korkusudur.
İyi bir kararın göstergesi, sebeplerinin çokluğudur. Tek bir amaçta fazlasına ulaşılıyorsa, o zaman bu kararın mantıklı olma ihtimali daha yüksektir
Bence zaman alan değişim değil, değişime gösterilen direnç olabilir.
Güç kişiye ille de asalet kazandıracak diye bir şey yoktur.
Bazen bir labirentin çözümü, onu kor olana kadar yakmak ve doğrudan küllerin üzerinden yürüyüp geçmektir.
“Ne” ve “Ne zaman” gerekliydi elbette. “Nerede” genelde güvenliydi. Çoğu zaman belaya yol açsa da, “Nasıl” sorusuna müsaama edilebilirdi. Fakat “Neden?” tehlikeliydi. “Ya öyle olsaydı?” sorusu “Neden?” sorusundan daha tehlikeliydi.
Bence insan irkı av olmayı bıraktığında, kendisini avlayanlara saldırıp kendi kaderinin hâkimiyetini üstlendiğinde kendini buldu.
Kimse bilerek kötülük yapmadı. Hepimiz elimizden gelenin en iyisini yaptık. Öyle bile olsa, her şeyi nasıl da berbat ettik
Ben neden bu kadar farklıyım? diye düşünüyordu. Tüm dünya belli bir şekilde düşünüyor, ben bambaşka düşünüyorum. Ben kimim ki bunun yanlış olup olmadığını yargılayacağım?
Ben varım! Neden kimse beni görmüyor?
Tanrı dünyayı yarattı ve onun iyi olduğunu gördü. Adil değil. Mutlu değil. İyi.
Tanrı dostlarına böyle davranıyorsa, bu kadar az dostu olmasına şaşmamak gerek.
Hayat kalbini kırdığında sadece parçaları toparlayıp baştan başlaman gerekiyor.
Yağmur herkesin üzerine yağar. Yıldırım ise bazılarının üzerine düşer.
Sadece şiir de olsa, insanı yaşatacak bir şiir, Sofia

Uğrunda ölünecek bir şiir…

Rüyalarında ne görüyorsun ?

Bir nekropolis. Ölüler şehri.

– Hep aynı şehir mi ?
Evet.

– Ölüleri net bir şekilde görebiliyor musun ?
Evet.

– Kim onlar ?

Bugüne kadar sevdiğim herkes !..

Acı Tanrı kadar gerçektir. Görünmez, ölçülemez, güçlü…
Tanrı asla açıklama yapmaz . Hayat kalbini kirdiginda sadece parçaları toplayıp baştan başlaman gerekiyor sanırım
Herkes konuşuyorsa ruhunu nasıl duyabilirsin?
Biz insanları birbirimiz hakkında kötü düşünmeye bu kadar hevesli kılan nedir ? Bizi buna aç hale getiren ne? Başarısız olmuş idealizm, diye tahmin yürüttü. Kendimizi hayal kırıklığına ugratiyor , sonra da etrafımızda başka başarısızlıklar arayıp kendimizi ikna ediyoruz : Bir tek ben değilim.
Kendi yuvası olan gezegeni en fazla kirleten ve en yıkıcı cephaneliği elinde bulunduran dünya ulusları, yalnızca küçük çocuğu olan genç kadınlar tarafından yönetilmelidir. Gelecekte herkesten çok böyle anneler yaşamalıdır. Onlar her gün saf insan doğasının gerçekleriyle yüzleşir ve bu da onlara özel bir sevgi kazandırır.
Acı Tanrı kadar gerçektir. Görünmez, ölçülemez, güçlü
Ölü köpekler ısırmaz, elin artık yok. Olmayan bir şey nasıl ağrıyabilir?
Acı çekmenin insanı günahlarından arındırma gücü, en azından benim tecrübelerime göre, fazlasıyla abartılmış.
Korku ve umut, korku ve umut, korku ve umut; bitmek bilmeyen bir döngüye girmişti. Niye bu kadar korkuyorum? Hiçbir şey yeteneklerimin ötesinde değil.
Bir ruhun boşluğu, hakikatin hayat bulacağı bir yere dönüşebilir.
Biz insanları birbirimiz hakkında kötü düşünmeye bu kadar hevesli kılan nedir? Giuliani o gece kendine bunu sordu. Bizi buna aç hale getiren ne? Başarısız olmuş idealizm, diye tahmin yürüttü. Kendimizi hayal kırıklığına uğratıyor, sonra da etrafımızda başka başarısızlıklar arayıp kendimizi ikna ediyoruz: Bir tek ben değilim.
Tanrı asla açıklama yapmaz. Hayat kalbini kırdığında sadece parçaları toparlayıp baştan başlaman gerekiyor sanırım.
Tanrı’nın kalbini kıran şeyin isyan, şüphe ya da hatta günah bile olmadığını kendi ruhunda ani bir netlikle hissetti; O’nun kalbini kıran kayıtsızlıktı.
Tek kişi tereddüd ederdi. İki kişi tartışırdı. Üç kişi ise plan yapardı.
Balığın acımasız ağa, kuşun kapana düştüğü gibi, insanlar da üzerlerine ansızın çöken kötü zamana yakalanırlar.
Durumuna en çok üzüldüğüm insanlar, sadece gelecekteki dünya için değil şimdiki dünya için de adalet ve mantığı umut eden aptallardır,..
İbrahim kaotik ve ilkel bir dünyaya anlam yüklemek için Tanrı’yı icat etmiştir. Biz de kocaman ve bize aldırış etmeyen bir evrenden korktuğumuz için bu hayal ürünü tanrı fikrini muhafaza edip bizi sevdiği konusunda ısrar ediyoruzdur.
sabah ibadeti başlangıçta prostat sorunu olan yaşlı keşişlerden çıkmış. Zaten kalkmak zorundayız, bari dua edelim, değil mi?
Acı Tanrı kadar gerçektir. Görünmez, ölçülemez, güçlü
Bazen bir labirentin çözümü, onu kor olana kadar yakmak ve doğrudan küllerin üzerinden yürüyüp geçmektir.
Bir fahişe, bedeni başkalarının zevki için kullanılan biri değil de nedir?
Yağmur herkese yağar; yıldırım bazılarını çarpar.
Sevgi bir borçtur. Hesap geldiğinde kederinle ödersin.
En berbat yalan da bu! Tanrı istemez, alır. Ben rıza vermedim. Ölenler rıza vermedi. Tanrı masum değil.
İnatçılığı önleyen bir prezervatif yok, açgözlülük ve kibre son veren bir hap veya iğne de yok. Fakat sefalete yol açan bu durumların bazılarını azaltacak bazı insancıl ve mantıklı yollar var.
Gerçeği bilmek ayrı konu, diye düşündü. Onunla yaşamaksa apayrı.
Kendimizi hayal kırıklığına uğratıyor, sonra da etrafımızda başka başarısızlıklar arayıp kendimiz ikna ediyoruz: Bir tek ben değilim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir