İçeriğe geç

Penguenler Adası Kitap Alıntıları – Anatole France

Anatole France kitaplarından Penguenler Adası kitap alıntıları sizlerle…

Penguenler Adası Kitap Alıntıları

Dış güzelliği değil saklı güzelliği sevin.
..
İnsan ruhunun bir parçası , hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz
İnsanlar nedensiz yere kuşku duymazlar, fakat nedensizce inanırlar.
Yeni veya orijinal düşünceniz varsa, insanları veya olayları yeni bir bakış açısıyla anlatırsanız okuyucuyu şaşırtırsınız. Okuyucu ise şaşırmak istemez; bir tarih kitabında önceden bildiği saçmalıkları görmek ister. Onu eğitmek isterseniz, hakarete uğradığını düşünür ve öfkelenir. Onu aydınlatmaya çalışmayın, yoksa inançlarına hakaret ettiğinizi bas bas bağırır.
– bu canlı hava nedir? diye sordu gratien.
– bu bizim foklara karşı açtığımız savaşın marşıdır, dedi köylü. burada herkes bu marşı söyler. bebekler ko­nuşmadan önce bu marşı öğrenirler. hepimiz yurtsever penguenleriz.
– fokları sevmez misiniz?
– onlardan nefret ederiz.
– niçin nefret ediyorsunuz?
– bir de soruyorsunuz! foklar penguenlerin komşu­ları değil mi?
– evet.
– işte bu nedenle penguenler foklardan nefret ederler.
– bu bir neden mi?
– elbette. komşu demek düşman demektir. şu benim tarlamı görüyor musunuz? işte onun yanındaki tarlanın sa­hibi en nefret ettiğim kişidir. ondan sonraki en büyük düş­manlarım bu koyağın öbür yakasında yaşayanlardır. bu dar koyakta yalnızca onların ve bizim köyümüz vardır: öy­leyse düşmanımızdırlar. bizim delikanlılar ne zaman on­lardan bir öbeğe rastlasa, karşılıklı sövgü ve kavga alışve­rişi olur. şimdi penguenler foklara düşman olmasın da ki­me olsunlar? siz yurtseverliğin ne olduğunu biliyor musu­nuz? benim göğsümden yalnızca şu iki haykırış çıkar: ya­şasın penguenler! foklara ölüm!
cinayet ve gasp dediğiniz şeylere savaş ve fetih denir. insanlık tarihinin ve büyük imparatorlukların en şanslı sayfaları bunlarla doludur.
Şu kocaman kavun kubbeli büyük sarayı unutuyorsunuz. Modern bir şehir daha ne derece çirkinleştirilebilir, aklım almıyor.
Mısırlılar kendilerini parçalayıp yutan timsahlara taparlarmış; şimdi de Penguenler kendilerini ezen otomobillere tapıyorlar. Gelecek, hiç kuşkusuz bu madeni canavarındır.
-Demek ki mösyö, diye haykırdı, bir kadının kendini bütün varlığıyla vermesini siz önemsiz buluyorsunuz!
-( ) şu vermek kelimesi biraz kötüye kullanılmıyor mu? Bir kadın kendini aşka vermekten çok, ona katılır.
Dümende kimse yoksa gemiyi sudaki kayalar yönetir.
cinayet ve hırsızlık dediğiniz şey, gerçekte tüm insancıl büyüklüklerin ve erdemlerin kaynağı, imparatorlukların kutsal temeli olan savaş ve fetihtir.
Fakat pederim, ya Tanrı onları çıplak tutmayı istiyorsa? O zaman onları niçin giydirmeli? Giysilerle dolaşırlarsa, birtakım ahlak kurallarına boyun eğmek zorunda kalacaklar; giysileri yüzünden büyük bir kibre, aşağılık bir ikiyüzlülüğe ve gereksiz bir gaddarlığa kapılacaklardır.
Özyapısı böyledir insanın;mal ve mülk edinmeden geleceği düşünmek istemez.
Ben Güçlü bir adamım; dışardan geleceklere karşı zırhlıydım; ama yaram içerde, yaram yüreğimde.
Kuşku duymadılar çünkü buna inanmak istiyorlardı ve halk inanmak istediği şeyi doğru bulur; Ve en önemlisi, kuşku duyma yetisi insanlar arasında az bulunur; kafasını kullanmayı bilen kişilerde biraz filizlenir ama eğitim olmadan gelişmez.
Onu iltifat ve verilmiş sözlerle, özellikle sözlerle, kazanalım. Verilmiş sözler daha ucuz ama daha etkilidirler; umut verirken daha çok şey verilmiş olur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsan ne kadar dalgın ve aldırmaz olursa olsun, çevresinde olup bitenlerin etkilerini duyumsar.
Ahlak yasaları temelde bir hayvan olan insanı hayvandan farklı yaşamaya zorlar. Bu durum belki onları kısıtlıyor, ama öte yandan gururlarını da okşuyor; ve doğallıkla kibirli, korkak ve zevk düşkünü olduklarından, sahip oldukları güvence ve gelecekte umdukları rahatlık için bu kısıtlamaya katlanıyorlar. Her türlü ahlakın kökeni budur ( )
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dış güzelliği değil, saklı güzelliği sevin.
Yanlış mı duyuyorum? diye sordu Profesör Obnubile. Siz, bir endüstri devleti, savaşlar yapıyorsunuz?
Elbette, dedi tercüman, bunlar endüstri savaşlarıdır. Ticaret ve endüstrisi olmayan devletler savaş yapmak zorunda değildirler; ama zengin bir ulus fetih politikası uygulamak zorundadır. Açtığımız savaşların sayısı üretim artışımızla birlikte gider. Bir sanayi kolumuz ürettiğini satamaz olduğunda yeni bir savaşla ona yeni pazarlar bulmak gerekir. Örneğin, bu yıl bir kömür savaşı, bir bakır savaşı, bir pamuk savaşı oldu. Üçüncü Zelanda’ya şemsiye ve pantolon askısı satabilmek için halkının üçte ikisini öldürmek zorunda kaldık.
Ahlak yasaları temelde bir hayvan olan insanı hayvandan farklı yaşamaya zorlar. Bu durum belki onları kısıtlıyor, ama öte yandan gururlarını da okşuyor; ve doğallıkla kibirli, korkak ve zevk düşkünü olduklarından, sahip oldukları güvence ve gelecekte umdukları rahatlık için bu kısıtlamaya katlanıyorlar. Her türlü ahlakın kökeni budur ( )
Dümende kimse yoksa, gemiyi sudaki kayalar yönetir.
Dış güzelliği değil
saklı güzelliği sevin.
Ben talihsizliğin örneğiyim
Dış güzelli değil saklı güzelliği sevin.
Ülkenin kafa yapısını değiştirmek gerekir.
Dış güzelli değil saklı güzelliği sevin.
Alışkanlıklarım sade diye benim cimri olduğumdan kuşkulandılar.
‘Niçin neşesizsin, ey ruhum ve neden içimde bir sıkıntı var?’
Dümende kimse yoksa, gemiyi sudaki kayalar yönetir.
Günahkar kadınları aşağılamayı gösteriş sayan sofular gibi olmayalım. Bu kadınların kendilerini değil, günahlarını aşağılamak gerekir; düştükleri durumu değil, yaptıkları eylemi utandırıcı bulmak gerekir; çünkü onlar da Tanrı’nın kullarıdır.
Bana inanın, dedi yaşlı aziz, Tanrı’nın özel bir yardımı olmadan bir din adamı bedensel ve manevi bekaretini koruyamaz.
Şehvet şeytanı yaşamım boyunca türlü yollarla beni baştan çıkarmayı denedi; verdiğim en zorlu sınavlar güzel ve hoş kokulu kadınlar karşısında olmadı. Yokluğuyla beni çeken bir kadın görüntüsü beni daha çok zorladı.
Eski bir ozanın dediği gibi:
Yanımdaysan kaçıyorum, yokluğunda seni arıyorum.
İşte bu yüzden, oğlum, bedensel isteğin çekiciliği yalnız yaşayanlar ve rahipler üzerinde çok daha güçlüdür.
Çünkü kadın, ustaca hazırlanmış bir tuzaktır; kokusu alındığında çoktan yakalanmış olunur. Heyhat! Bu yaratıkların tatlı çekiciliği uzaktan çok daha etkili olabiliyor.
Mademki zenginlik ve medeniyet de barbarlık ve yoksulluk kadar çok savaşlara yol açıyor, mademki insanların ahmaklık ve günahkârlığı iyileştirilemez, o zaman yapılacak bir tek iyi hareket kalıyor geriye. Bilge insan bu gezegeni havaya uçurmak için yeterince dinamit toplamalı. Parçaları uzaya saçıldığında, evrende belli belirsiz bir iyileşme olur ve evrensel bilinç rahat eder. Zaten evrensel bilincin de varlığı belli değil.
Zenginliğin belirtileri aldatıcıdır. Kesin olan şey ise herkesin yiyip içtiğidir. Halkı, tükettiği kadar vergileyin. Bu akıllıca ve adil olur.
Bana öyle geliyor ki hiç güzel sanatınız ve maden işiniz yok. Fakat kalpleriniz saf ve elleriniz temiz, gerçekler ruhlarınıza kolayca girebilir.
Çünkü insan, özünde tedbirli ve girişkendir. Karakteri böyledir ve benimsediği belli başlı koşullar dışında onu hayal etmek imkânsızdır.
-Bak bak, evladım, yere düşen rakibinin burnunu dişleriyle koparmaya çalışan adamı görüyor musun? Ya ötedeki? Bir kadının kafasını taşla ezmeye çalışan şu adama bak!
-Görüyorum, efendim, dedi Bulloch. Onlar bir hukuk yaratmakla meşguller; özel mülkiyetin temelini atıyorlar; uygarlığın ilkelerini, toplumun temellerini ve yargı içtihadını kuruyorlar.
Ortada olmayan kanıt çürütülemiyordu.
İnsanlar nedensiz kolayca inanırlar, oysa kuşkulanmak için bir neden gerekir. Bu olayda bir neden yoktu. Kuşku duymadılar, çünkü her yerde yinelemiyordu ve bir şeyin sürekli yinelenmesi halka göre doğru olduğunu gösterir. Kuşku duymadılar, çünkü buna inanmak istiyorlardı ve halk inanmak istediği şeyi doğru bulur. Ve en önemlisi, kuşku duyma yetisi insanlar arasında az bulunur; kafasını kullanmayı bilen kişilerde biraz filizlenir ama eğitim olmadan gelişmez. Kuşku tuhaf bir şeydir; zarif, felsefi, ahlak dışı, öze inen, korkunç; kurnazlık dolu, insanlara ve mallarına zarar verebilen, polis devletinin ve imparatorluk servetinin karşısında, insanlığa uğursuzluk getirebilen, tanrıların yıkıcısı, kısaca yerlerde ve göklerde istenmeyen bir şeydir.
Kızmadan önce anlamayı deneyemez misiniz.?
Ahlak yasaları temelde bir hayvan olan insanı hayvandan farklı yaşamaya zorlar.
İnsanın özgürlüğüne karışmamak için, bildiğimin cahili olurum, gözlerimin üstüne delik açtığım perdeleri kalınlaştırırım ve körelttiğim ileri görüşlülüğüm vasıtasıyla, önceden bildiğim olaylar beni şaşırtır
Ülkenin kafa yapısını değiştirmek gerekir.
“ Zenginlik, diyordu, “ Mutlu yaşama araçlarından yalnızca biridir; ama onu varlığın tek nedeni durumuna getirdiler.”
“Ben güçlü bir adamım; dışardan geleceklere karşı zırhlıydım; ama yaram içerde, yaram yüreğimde,”
“İyi konuşuyorsunuz ama, çok konuşuyorsunuz.”
“ Niçin neşesizsin, Ey ruhum ve neden içimde bir sıkıntı var?”
Dümende kimse yoksa, gemiyi sudaki kayalar yönetir.
“ yanındaysan kaçıyorum, yokluğunda seni arıyorum.”
Cinayet ve gasp dediğiniz şeylere savaş ve fetih denir, insanlık tarihinin ve büyük imparatorlukların en şanlı sayfaları bunlarla doludur.
kuşku duymadılar, çünkü her yerde yineleniyordu ve bir şeyin sürekli yinelenmesi halka göre doğru olduğunu gösterir. Kuşku duymadılar, çünkü buna inanmak istiyorlardı ve halk
inanmak istediği şeyi doğru bulur. Ve en önemlisi, kuşku duyma yetisi insanlar
arasında az bulunur; kafasını kullanmayı bilen kişilerde biraz filizlenir ama eğitim
olmadan gelişmez.
iltifat ve verilmiş sözlerle, özellikle sözlerle, kazanalım. Verilmiş sözler
daha ucuz ama daha etkilidirler; umut verirken daha çok şey verilmiş olur.
Yanımdaysan kaçıyorum, yokluğunda seni arıyorum
Ayrıca, kilise inançlıların bu mutlu birliğini sürdürmek için pratik bir yol bulmuştu: Farklı düşünen bir penguen olursa hemen ateşte yakılıyordu
Kilise inançlıların bu mutlu birliğini sürdürmek için pratik bir yol bulmuştu: Farklı düşünen bir Penguen olursa hemen ateşte yakılıyordu.
Devlet çatısı iki büyük kamusal erdem üzerine kurulmuştu: Zengini saymak ve yoksulu aşağı görmek. Yoksulların acısı karşısında duyarlı insanların ikiyüzlülükten başka yapabilecekleri bir şey yoktu; bu ikiyüzlülük de düzenin ve kurumların sürmesine yaradığı için, olumlu karşılanıyordu.
Haklı ve haksız, bu büyük kentte savaş veriyor.
Sanki bir toplumda kavga ve atışma olmadan yaşanırmış gibi, sanki sivil karışıklıklar ulusal yaşam ve toplumun ilerlemesi için gerekli değilmiş gibi, haklıyla haksız arasında uzlaşma öneren bu korkaklar, haklının hakkına tecavüz ederken, haksıza da cesaret vermekten başka bir şey yapmıyorlardı.
Biz nasıl davranmalıyız? Size bunu söyleyeyim: egemen sınıfların birini öbürünün üstüne salmalıyız; yani, orduyu bankerlerle, hükümeti yargıyla, soylu ve dindarları Yahudilerle kapıştırmalı, birbirlerini yok etmelerini sağlamalıyız. Hastayı bitkin düşüren ateş gibi, hükümeti zayıflatan bu karışıklığı sürdürmeliyiz.
İyi konuşuyorsunuz, ama çok konuşuyorsunuz
Nüfusun bir yarısı öbür yarısından kuşkulanıyordu.
her ülkede olduğu gibi, Penguenistan’da da özgür düşünmeye, zor bir sorunu açık görüşlülükle ele almaya ve felsefi kuşkuya açık insanlar vardı. Sayıları çok azdı; açıkta konuşmaya taraf değillerdi; zaten halk onları dinlemek istemiyordu. Yine de karşılarındaki herkes sağır değildi.
Kuşku duymadılar, çünkü buna inanmak istiyorlardı ve halk inanmak istediği şeyi doğru bulur. Ve en önemlisi, kuşku duyma yetisi insanlar arasında az bulunur; kafasını kullanmayı bilen kişilerde biraz filizlenir ama eğitim olmadan gelişmez.
İnsanlar nedensiz kolayca inanırlar, oysa kuşkulanmak için bir neden gerekir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir