İçeriğe geç

Çocuktaki Bahçe Kitap Alıntıları – Feyyaz Kayacan

Feyyaz Kayacan kitaplarından Çocuktaki Bahçe kitap alıntıları sizlerle…

Çocuktaki Bahçe Kitap Alıntıları

Bu çocuğu, ESİR ALMAK için mi doğurdunuz? Ne biçim analık telakkisidir sizinki? Baksanıza bir kere şu oğlanın haline. Fazladan bir adım atamıyor korkudan. Ona günde kaç adım atma izni verilmiştir sizin ceza faturalarınızda? Sorarım size bu çocuk ne zaman beraat edecek?
Kuşların gözünde herkes tüfektir.
O gümüş zarfı hâlâ saklarım. Parmak izlerimiz kulpunda toplanmış durur.
Ne yapıyor Feyzi görünürde? Hiiiç! Zararsız bir oyunla uğraşıyor. Havacılık oyunu. Bir sakınca görmüyor bu oyunda annesi. Çocuk dümenin arkasına geçip sesini faltaşı gibi açarak, hadi uçalım, uçalım, gidelim hadi diye bağırmaya başladığında bile aldırış etmiyor. Çocuğun hırıldayarak çıkardığı motor sesleri bile bu oyunun doğal bir parçası.
Ne ki oyun oynamıyor Feyzi. Usunun rampasından, firar pistinden havalanarak bahçeden kaçmaktadır, annesinin ve düşman ağaçların gözleri ve yaprakları önünde. Annesini, bahçeyi, düşmanı atlatmak. Feyzi için büyük bir haz; serin bir hıçkırık gibi içini dolduran. Gözlerinde yükseklikler esmekte, pırıl pırıl gidilesi alanlar açılmaktadır.
Feyzi, pencere camının arkasından kar yağışını, kendi içinde tanelenen bir hafiflikle izlemekte. Her kar tanesiyle o da iniyor aşağıya. Sonra yukarılara bakıyor, yağışın köklerine ve kar tanelerine tırmanır oluyor gözleri. Ayakları yerden kesilir gibi oluyor. Yavaş yavaş ayak uyduruyor gerisingeri yükselen karlara.
O yaşta başlamıştı Feyzi’de imgelerle düşünme, imgelerle davranma alışkanlığı. Düşündüğünü görmek istediğinden, usunun uzak bir yerinden. Kendine bir şeyler kaçırmak için, yalnızlığının bir yaşantısızlığa varmasını önlemek için.
Kişinin keyfi yerine gelince topallamanın bile sonsuz uyumlu bir akışı vardı.
Bugünün çukuru yarının uçurumudur.
Küçük hastalıklardır en önemlileri. Yakamızdadır her köşebaşında güncel parmakları. Atsineği gibi dadanırlar. Süreğen konuklarıdır insanın.
Kapının kendisi kadar kalın gölgesi, yerde uzayıp durmakta. Nasıl taşır toprak bu gölgeyi. Bu kapı, hangi şom elin, hangi emeğin sonucuydu? Feyzi, karabasan mahşeri bu kapının baskı uzmanlığı ile başa çıkabilecek bir varlık, bir güç olabileceğine inanmıyordu. Masallardaki devler sürüyle gelse, dağ gibi kayalar fırlatsalar, bir şeycik olmayacaktı kapıya. Çitlembik ya da leblebi taneleri gibi patır patır çarpacaktı kapıya, bir çizinti belirtisi bile bırakmadan. Devlerin kolayca sığdığı çocuk usundaki masallar bir bir devriliyordu, kapının önünde.
Önce annem vardı. Ve annemin sesi, gözü, eli vardı her sözcükte. Soluklarımın saymanıydı annem. Evdi, bahçeydi, odaların toplamıydı. Ve her şeyin üstünde silinmesi olanaksız bir toz gibi çökelleşmişti.
Karşılıklı bakışan, danışıklı duvarlar. Sanki birbirlerine yapışık. Aralarındaki uzaklığı, boşluğu tanımıyorlar. O boşluk da duvardı gerçekte.
Susmuyorsun ki anılar dile gelsin. Hep kendilenmeler ardından koşuyorsun ayakyeteresizlikleri içinde. Benlenme çabalarınla kendini hiçleyip duruyorsun.
Tüm görülerden kuşkulanıyor, alışmaktan korkuyordum.
Öldükten sonra toprak her yerde topraktır.
Her anlatı sonunda rahatlardım. İçim genişler, açılır, serin bir ıssızlıkla dolardı. Bahçenin zonklaması dururdu. Kurtuldum izlenimine kapılırdım. Ne gezer! Anlatı, aldatıyla sonuçlanıyordu.
Kişi bir dirhemlik bir yanlışlık yapsa bir okkalık suçlamalara çarpıtılıyor. Görünürde öğütleme sayılıyor bunlar. İnsanın ensesine keser gibi inen öğütlerden sonra yol göstermeler neye yarar? Sonra gösterilen yolun en geçerli yol olduğu nereden biliniyor? Kim uydurmuş onu? Birisinin yolu bir başkasının çıkmazıdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bir tutam ışıkla bunca işin altından kalkmak kolay mı?
“Kişi bir dirhemlik bir yanlışlık yapsa bir okkalık suçlamalara çarptırılıyor. Görünürde öğütleme sayılıyor bunlar. İnsanın ensesine keser gibi inen öğütlerden sonra yol göstermeler neye yarar? Sonra gösterilen yolun en geçerli yol olduğu nereden biliniyor? Kim uydurmuş onu? Birisinin yolu bir başkasının çıkmazıdır.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“ Birisinin yolu bir başkasının çıkmazıdır.”
“İçimden koparıp attığımı sandığım bahçe, yeni baştan ve daha derin ve kapsamlı bir güçle, daha yapışkan sarmaşıklarla, içimde kök kök, duvar duvar, ağaç ağaç birikmeye başlıyordu.Tükenmez bir umacı gibi.”
“ Ey benim bilincimin pınarı, gök kokulu usum, gel birlikte düşleyelim yarın denize indireceğiniz amaçları.”
“ Serçeparmağım, en güzel cıvıltılar senin olsun.“
Hiç de fena değil insanın kendine arasıra ufacık mendiller sallaması. Hiç olmazsa karanlığın nükteleri genzinize kaçmaz oluyor ikide birde.
“ Ağaca söyle, gölgesini getirsin bana yolluk“
Oktay Rıfat
“Çocuk içindeki bahçeyi atamıyordu pencereden. Bahçe, pisi-pisi otları gibi. Kuru, kılçıklı.”
“ Yalnızlığın
Bahçesizliğin FARFARACISI
diyeceksiniz bana.
Ama hiç olmazsa karanlık benim karalığım.
Sizin güneşinizse veresiye. “
“İçimdeki ürkek çocuk denizden geçmişini sormaya gelen bir çakıltaşı.”
“Büyük bir ayna kırılmış
Kırılmış yere dökülmüş
Kainât içine düşmüş
Düşmüş ama paramparça”
Bedri Rahmi Eyüboğlu
“Bugünün çukuru yarının uçurumudur, önünüze bakmadan yürümeyin.”
Önce annem vardı. Ve annemin sesi, gözü, eli vardı her sözcükte. Soluklarımın saymanıydı annem. Evdi, bahçeydi, odaların toplamıydı. Ve her şeyin üstünde silinmesi olanak­sız bir toz gibi çökelleşmişti.
tenimin içinde bir uzaklığım ben.
ben neyim? bir kopuk yaprak mı, ağaçları aşındıran?
birisinin yolu bir başkasının çıkmazıdır.
– içerde sürgün.. içerde kelepçe bir yalnızlık..
Tenimin içinde bir uzaklığım ben.
birisinin yolu bir başkasının çıkmazıdır.
Biliyorum sonunda ne olacağını. Çenemi bağlayacaklar pek doğal. İlk onu yapacaklar. Ben bunu daha önceleri, bir cesedin eksinliğine, yoksunluğuna sataşmak, el koymak gibi bir şey sayardım. Şimdi, şu sıra buna karşı değilim. Bağla­sınlar çenemi, ne çıkar? Öldüğümü bilmeyenler dişimin ağ­rıdığını sanacak.
Herkes elinden geldiği denli ölmesini bilir. Elimiz ayağımız kadar bir parçamızdır ölüm. İçimizdedir yemiş çekirdeği örneği.
Pancurlar, pencere camından içeri bakan tozlar ve kilimler, müzelik bir yalnızlığın taş kesilmiş nöbetçileridir.
Mükemmel bir sıhhat mükemmel bir hayat demektir.
Ne demekti BOŞANMAK? Bir insa­nın bir başka insanı içinden boşaltması mı demekti?
O NASIL YAPILIRDI? Ben de boşanabilir miydim Hüm Fat’tan? Nereye boşaltacaktım gözlerini, sesini, elinin ağır­lığını ve bahçeyi ve bahçenin kapısını?
Hiç de azalmazdı dalları. Bir tükenmez acı ağacıydı.
İşte ondan sonra Eşfak Bey’i nasıl bir üzüntü alırdı, ama nasıl bir üzüntü! İlkin duvarda boş kalan yere gözle­rini diker durur, sonra içini derin bir kuyudan su çekerce­sine çeker, sonra bir aşağı bir yukarı yürümeye başlar vaz­geçer oturur, oturmakla iyi üzülemediğine karar verip yeniden kalkar, sonra pencereler açıksa hepsini kapatır matem tutar gibi ve sonra en nihayet bağır bağır bağırma­ya başlardı.
Feyzi ellerine sokağa bakmasını öğ­retmek, avuçlarına sokağı yazmak istiyordu gerçekte. İçeri girince avucunu kulağına dayayıp o sesleri yeniden duymaya çalışıyordu. Avucu küçük ama belleği boldu.
Önce annem vardı. Ve annemin sesi, gözü, eli vardı her sözcükte. Soluklarımın saymanıydı annem. Evdi, bahçeydi, odaların toplamıydı. Ve her şeyin üstünde silinmesi olanak­sız bir toz gibi çökelleşmişti.
Hangi anının üstüne eğilsem, bir huni gibi içine çekiyor beni, benden daha iyi daha derinden bo­şalmak için. Ve bu oldukça daha bir körükleniyorum anıla­rımdaki bensizlik.
Tenimin içinde bir uzaklığım ben.
Öldükten sonra top­rak her yerde topraktır. Birinci mevki toprak diye bir şey ara­mayın. Adressizliktir ölüm. Loca değil, kürsü değil, borazan değil, kantar değil. Hangi terziye diktirilicek kefenin cebi?
En önemlisi son soluğun geçmişi, toplamı ve coğrafyası­dır. Alt tarafı, ötesi, minare tozu.
Kişi bir dirhemlik bir yanlışlık yapsa bir okkalık suçlamalara çarptırılıyor. Görünürde öğütleme sayılıyor bunlar. İnsanın ensesine keser gibi inen öğütlerden sonra yol göstermeler neye yarar? Sonra gösterilen yolun en geçerli yol olduğu nereden biliniyor? Kim uydurmuş onu? Birisinin yolu bir başkasının çıkmazıdır.
Anıların direngen dehlizlerinde kötümser, kocamış bir köstebek gibi dolaşmaktan, didinmekten, us sürtmekten bıktım. Karanlığın yanımda her gün yaver ya da yoldaş kılı­ğına girmesi, kurtlanmış kabak tadı vermeye başladı. Köste­beğin karanlıkla içli dışlı olduğu bilinir ya, o başka. Yani ne demek istiyorsunuz? Köstebekliği bile beceremiyorsun mu diyecek birisi birazdan?
Diyecek olursa çoktan geç kalmış olacak. Onu ben söyle­yeli nice mevsim kurudu. Nice bulutun yağmuru aşındı.
Bir iğne deliğinden sızacak denli ince bir ışın girse içeri yeter. Dışarı çıkmış gibi olurum ayağımın yarısıyla hiç ol­mazsa. Hiç olmazsa solucan yivlerinin içine düşmem bir daha. Acaba? Bir tutam ışıkla bunca işin altından kalkmak kolay mı? Ben yalan söylüyorum gene galiba.
Kişi bir dirhemlik bir yanlışlık yapsa bir okkalık suçlamalara çarptırılıyor. Görünürde öğütleme sayılıyor bunlar. İnsanın ensesine keser gibi inen öğütlerden sonra yol göstermeler neye yarar? Sonra gösterilen yolun en geçerli yol olduğu nereden biliniyor? Kim uydurmuş onu? Birisinin yolu bir başkasının çıkmazıdır.
Biliyorum sonunda ne olacağını. Çenemi bağlayacaklar pek doğal. İlk onu yapacaklar Şimdi, şu sıra buna karşı değilim. Bağlasınlar çenemi ne çıkar? Öldüğümü bilmeyenler dişimin ağrıdığını sanacak.
Yaşantılarını kepçeyle değil, bir ozanın dediği gibi kahve kaşığıyla sürdürüyorlar, ölçüyorlardı. Sorun ölçüde değil, yaşamın kabına katılanda. Sorun tüketimde değil, soluğun içtenliğinde ve tohumunda
Dünyaya gelmemiş sütlerin sancısı dolar mıydı annemin göğsüne?
Usunun rampasından, firar pistinden havalanarak bahçeden kaçmaktadır, annesinin ve düşman ağaçlarının gözleri ve yaprakları önünde. Annesini, bahçeyi, düşmanı atlatmak
Bir ölü uzuyor damarlarında. Kanı kefen kokuyor. Kara ciltli kitap leşleri uğulduyor kulaklarında. Büyükbabasının gölgesi Feyzinin kanını imzalıyor
Hedefi olan bir azimkarlık, kendi elini kendiliğinden yaratır
Devinin, devinin anılarım. Gizli şişelerde telvelenen tortular değilsiniz. Tortularınıza parmak basmaya gelmedim. Mübarek sesinizi toplamaya geldim, avcumla uğurlu bir su içerisine
Sen falımın her biriminde, falıma aykırı çıkan kurucu bir öykü oluyorsun. Aykırı, kurucu ve çözülmez.
Öğretilerinden mi korkuyordun sokağın? Sokağın sözlüğündeki yolların bahçeye sızmasından mı ürküyordun?
Ey benim bilincimin pınarı, gök kokulu usum, gel birlikte düşleyelim yarın denize indireceğimiz amaçları.
Adressizliktir ölüm. Loca değil, kürsü değil, bir borozan değil, kantar değil. Hangi terziye diktirilecek kefenin cebi? En önemlisi son soluğun geçmişi, toplamı ve coğrafyasıdır. Alt tarafı ötesi, minare tozu.
Karanlığın yanımda her gün yaver yada yoldaş kılığına girmesi, kurtlanmış kabak tadı vermeye başladı
Sen bana Tanrı’dan söz et
dedim badem ağacına
Tuttu badem çiçek verdi
karşımda
bahçesizliğin FARFARACISI
diyeceksiniz bana.
Ama hiç olmazsa karanlık benim karanlığım.
Sizin güneşinizse veresiye.
Hastalık olmamış mıydı bende çocukluğumu sağa sola, sokak satıcısı gibi duyurmak? Kaç alıcı çıktı? Otobüslerdeki biletçileri, güvertelerdeki martıları acımasız lafa tutan kimdi? Hem de nasıl anlatırdım. Önümde bir kitap varmışçasına. Okuyormuşçasına. Hiçbir sözcüğünü, hiçbir virgülünü kaçırmadan. Ezbere. Kopya çıkartır gibi durmadan yineliyerek.
Bir boşalım olsun diye, içimdeki bahçeyi silmek için yapıyordum ben bunları.
İnsanın ensesine keser gibi inen öğütlerden sonra yol göstermeler neye yarar? Sonra gösterilen yolun en geçerli yol olduğu nereden biliniyor? Kim uydurmuş onu? Birisinin yolu bir başkasının çıkmazıdır.
Tek ben mi köstebeğim?
Başka herkes kartal mı?
Kuyunun dibinde kestaneleri görüyorum. Ve hepsi beni bekliyordu ve hepsi bana bakıyordu Hümfatlıhümfatlı gözlerin içinden.
Kuşların gözünde herkes tüfektir.
Yoksunluk, bir oyunu kendi algılama ölçülerine indirgemek, hapsetmek isteyen seyircidedir, oyunun kendisinde değil. Çünkü oyunun özü, değişmezliği ile bin bir biçimi besliyen, biçim olanakla­rıyla bin bir değişkenliği aynı soluk ve yaşamın derisi altında sahneleyen karşıtlıkların akışıdır
Ağaca söyle, gölgesini getirsin bana yolluk
(Oktay Rifat)
Kişi habire bağlanamaz yapı­şamaz ki yaşama, şeytantersi ağacından çıkan kasnı zamkla­rıyla. Geleceğe temiz bir bekleyişle açılmak gerek.
yanından nasıl da kaçmıştım.. ama nereye? sen olmayan bir yer yoktu ki..
Tenimin içinde bir uzaklığım ben.
Kişi bir dirhemlik bir yanlışlık yapsa bir okkalık suçlamalara çarptırılıyor. Görünürde öğütleme sayılıyor bunlar. İnsanın ensesine keser gibi inen öğütlerden sonra yol göstermeler neye yarar? Sonra gösterilen yolun en geçerli yol olduğu nereden biliniyor? Kim uydurmuş onu? Birisinin yolu bir başkasının çıkmazıdır.
“Siz belki tükrüklü alaylarınızı yaftalayacaksınız yüzüme. Yalnızlığın bahçesizliğin farfaracısı diyeceksiniz bana. Ama hiç olmazsa karanlık benim karalığım. Sizin güneşinizse veresiye.Eti kemiği soluğu bakışı yürüyüşü düşüp kalkması doğal geçerli bir kişiliğin ortamını arıyorum”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir