İçeriğe geç

Kalbin Sırları Kitap Alıntıları – Halil Cibran

Halil Cibran kitaplarından Kalbin Sırları kitap alıntıları sizlerle…

Kalbin Sırları Kitap Alıntıları

Ve şimdi yabancı bir ülkedeyim,
Şaşkın şaşkın bakınıp duruyorum,
Buradan sonra ,
Hangi yolu izleyeceğim ..
Senin tatlı zehrini içtiğim kabı, ezdim ayaklarımın altında .
Siz çoksunuz ve ben tek başımayım.
Hatırlama da bir buluşma biçimidir.
Aşk güzel bir kuş
Yakalanmak için yalvaran ama yaralanmaktan korkan.
Ölüm var kırmayın dedik , siz daha çok kırmaya başladınız hemde bile bile
Ben insanları terk ettim.
Çünkü ahlakım ahlaklarıyla,düşüncelerim düşünceleriyle uyuşmuyordu.
Aşkımın gücünü , onu gizleyerek kanıtladım ben
Mutluluk dediğin
Gelip geçici.
Aşk güzel bir kuş
Yakalanmak için yalvaran
Ama yaralanmaktan korkan
İnsanlık yaralı bir canavar tarafından neşe içinde ayakta tutulan bir çocuk gibidir.
Kalbi ve fikrî sınırlı kişi hayatta sınırlı olanı sevmeye meyillidir ve görüşü zayıf olan kişi yürüdüğü yolda gözünün önünden ötesini ya da omzunu dayadığı duvarın biraz ilerisini göremez.
Yollarınıza gül döktük ve siz yataklarımıza dikenler
Dünyayı terk edip yalnızlığı seçtim, çünkü mütevazılığın bir zayıflık, merhametin korkaklık ve küstahlığın da kuvvet olduğuna inananlara nezaket göstermekten yoruldum.
Sadece ve sadece insanlardan ve onların kurallarından, öğretilerinden, geleneklerinden, fikirlerinden, gürültülerinden ve feryatlarından kaçtım.
İnsanları onların tabiatı benimkine uymadığı için, onların hayalleriyle benimkiler bir olmadığı için terk ettim
İki şey vardır ki, hayata bakış açısını değiştirir..
Hastalık ve Gurbet
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Aşk güzel bir kuş
Yakalanmak için yalvaran
Ama yaralanmaktan korkan.
“Kederli insanlar yas tutmakta ferahlık, sevenler düş kurmakta doyum ve teselli, zulme uğrayansa gördüğü duygudaşlıkta dayanma gücü buluyor.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İki şey vardır ki, hayata bakış açısını değiştirir..
Hastalık ve Gurbet
“Övülmeniz veya yerin dibine batırılmanız sizin için fark etmiyorsa, bilin ki siz doğru insansınız.”

– Halil Cibran

Gez ve kimseye söyleme; gerçek aşk hikayesi yaşa, kimseye söyleme. Mutlu ol, kimseye söyleme; insanlar güzel şeyleri mahveder.
Ruhum bana fısıldadı ve dedi ki; yaratanı ve yarattığı her şeyi tanımaya çalış, her şeyi sev, ama önce kendinden başla!
Zulüm ve kör bir itaatkarlık Hangisi bir diğerinin sebebi? Zulüm sığ bir toprakta büyümeyen güçlü bir ağaç mı yada itaat, sadece dikenlerin büyüyebileceği terk edilmiş bir tarla mı?
Anneler uyanana dek , tüm evler karanlıktır .
Bir tohum ekmeyip, bir tuğla koymayıp, bir kumaş dikmeyip, sadece siyaseti meslek edinen biri milletinin felâketine sebep olur.
Eğer kış, baharı yüreğimde saklıyorum deseydi, ona kim inanırdı?
Kalbi yaralanmaktan kurtaran gerçek kuvvet onun içinde gerçekten büyümesini engelleyen kuvvettir. Sesin söylediği şarkı çok tatlı ama kalbin şarkısı cennetin saf sesi.
Mütevazılığı seçenler yücelir, kendini yüceltenler ise ezilir gider.
Siz pek çoksunuz, ben ise tek; kurtlar gecenin karanlığında koyunları avlarlar ama kan izleri vadi gün ışığıyla aydınlandığında hala taşların üzerindedir ve güneş bütün suçları göz önüne çıkarır.
hayaller ve sevgiler sonsuz ruhla beraber daima yaşarlar. Belki gece geldiğinde güneşi, sabah olduğunda ise yıldızları kovalayarak bir süreliğine gözden kaybolurlar, ama tıpkı cennetin ışıkları gibi muhakkak ama muhakkak geri gelirler.
Anlatılır, ağlatılır da… Ama! Gülünmez bir daha eskisi gibi…
lt; lt;Bana susmayı ver , gecenin hücumlarına meydan okuyayım gt; gt;
Ne zulüm ve işkence haklı olanı incitebilir ,ne de baskı ve dayatma doğrunun yanında olanı yıldırabilir,etkisiz kılabilirdi.Sokrates gülerek içmişti baldıran zehrini. Aziz Paul hoşnut olmuştu taşlanmaktan.
Kedi gibi miyavlamam mı
tatmin ederdi sizi,
Yoksa beni de hoşnut etsin diye ,
Aslan gibi kükremem mi?
Sizin için şarkı söyledim,
Ama söylediğim şarkıyla
Dansa gitmedi ayaklarınız ,sizin,
Önünüzde ağladım hüngür hüngür,
Ama dokunmadı size,
Gözlerinizi bile yaşartmadı, bu.
Aynı anda hem şarkı söyleyeyim ,
Hem de ağlayayım mı yoksa ,
Ne dersiniz?

Ruhlarınız kıvranıyor
Açlığın pençesinde!
Ama şu da ayan beyan işte
Gözünüzün önünde:

Bilginin meyveleri
Çorak toprakların taşlarından daha bol.

Onun gözlerinden süzülen ışığı ve yüzündeki hüzünlü çizgileri ?Biricik çocuğundan koparılan bir anneyi gözyaşlarına boğan o kahkahayı hatırlıyor musun?
İnsanların bugünlerini ailelerinin geçmişiyle bir kılan, onlara gelenek ve göreneklerine boyun eğmeyi söyleyen, eski ruhları yeni vücutlara koyan o kör köleliği buldum.

Bir adamın hayatını nefret ettiği karısınınkine bağlayan, o kadının vücudunu ondan nefret eden kocasının yatağına koyan, her iki hayatı da öldüren sessiz köleliği buldum.

Ruhu da kalbi de katılaştıran, bir adamı bomboş bir sesten ve vücudun zavallı gölgesinden ibaret kılan sağır köleliği buldum.

İnsanın boynunu bir diktatörün tahakkümü altına sokan, kuvvetli bedenlere fakat zayıf akıllara sahip olanları kendi güçlerinin bir aracı olarak kullanabilsinler diye hırsın evlatlarına sunan topal köleliği buldum.

Küçük bebeklerin ruhuyla beraber engin gökyüzünden sefaletin evine inen, ihtiyacın cehaletle kol kola gezdiği ve utancın umutsuzlukla birlikte yaşadığı çirkin köleliği buldum. Ve çocuklar sefiller olarak büyüyüp, suçlular gibi yaşayıp, nefret edilen, reddedilen birer hiç gibi ölüyorlar.

Her şeye başka bir isim takıp, kurnazlığa akıl, boşluğa bilgi, zayıflığa hassaslık ve korkaklığa güçlü bir inkar diyen o sinsi köleliği buldum.

Zayıf insanların dillerine korkunun hükmetmesine, duygularını değil de yalanlar söylemelerine, verdikleri sözleri tutuyormuş gibi yapmalarına ve ama aslında bir çocuğun bile katlayabileceği ya da taşıyabileceği kadar bomboş birer torba haline gelmelerine sebep olan o korkunç köleliği buldum.

Bir milletin başka bir milletin kuralları ve kanunlarıyla yaşaması üzerine kurulmuş teslimiyet denen bir kölelik buldum ve bu teslimiyet her gün biraz daha artmakta.

Hükümdarların oğullarını kral yapan ve meziyete hiçbir saygı göstermeyen daimi bir kölelik buldum.

Suçluların masum oğullarını sonsuza kadar utanç ile damgalayan kara köleliği buldum.

Köleliğe dikkatle bakınca, devamlılığın ve bulaşıcılığın kötücül kuvvetine sahip olduğunu buldum.

Dünyayı terk edip yalnızlığı seçtim, çünkü mütevazılığın bir zayıflık, merhametin korkaklık ve küstahlığın da kuvvet olduğuna inananlara nezaket göstermekten yoruldum.

Yalnızlığı seçtim çünkü güneşin, ayın ve yıldızların onlardan habersiz doğmadığına ve sadece onların bahçesinde battığına inanan insanlar ile bir arada olmaktan ruhum yorulmuştu.

Kar ve fırtına çiçeği öldürebilir, ama tohumlarını yok edemez.
Ruh insan bedeninde bir cenin
Ölüm günü uyanış günü olan
Yok olmak için var edilmedi ruh
Yaşayacak sonsuza kadar ve güzelleşecek.
Dev dalgaların gürültüsüyle konuşan çoğu insanın hayatı sığ, durgun ve çürümekte olan bataklırlar gibidir.
Mutluluğu yalnızlığımda aradım
Ve ona yaklaştıkça
Duydum ruhumun kalbime fısıldadığını
“Aradığın mutluluk bir bakiredir
Her kalbin derinliklerinde doğup büyüyen. “
Kabul edecek misin
Seven ama asla boyun eğmeyen bir kalbi?
Yanan ama erimeyen bir kalp
Huzuru bulabilecek misin
Kendine köleler yaratmayan
Ve köle de olmayan birini eş olarak?
Harap kalbimi görebilir mi kalbin?
Bekle bir dakika
İşte topluyorum gücümü
Yorgun ayaklarımı
Zincirlerin altından kurtarıyorum.
Tatlı zehrini içtiğim kabı kırıyorum.
Sonra sen
Bir tesir
Büyüledin
Zincirlerini sürükleyen
Bir mahkumum artık
İkiyüzlülük dininiz, yalancılık
Hayatınız
Hiçlik sonunuz.
Neden yaşıyorsunuz?
Gülüyorum bugün kederinize
Çünkü kahkaha
Fırtınadan sonra değil önce gelen
Öfkeli bir yıldırım
Ben kendime yabancıyım ve kendi konuşmamı duyduğumda kulaklarım sesime şaşırıyor; içimdeki beni gülümserken, ağlarken, cesurca atılırken, korkarken görüyorum ve ruhum kalbime sorular sorarken varlığım özümü merak ediyor; fakat yine de müthiş bir sessizliğin içine gömülerek bilinmez kalıyorum.
Sevdiği erkekle, onu seven erkek arasında kendini sıkışıp kalmış gören bir kadının çektiği acıdan daha büyük bir ceza yoktur.
O günden beri mezar kazıyorum ve kazdığım mezarlara yaşayan ölüleri gömüyorum. Fakat yaşayan ölüler sayılamayacak kadar çoklar.
Kaz şimdi, derin derin mezar kaz. Git ve nerede, ne zaman yaşayan bir ölü bulursan, toprağa göm onu.
İnsanoğlu başından beri hep kendi benliğine tapınmış ve ‘Tanrı’ sözcüğünü buluncaya kadar, değişik isimler kullansa da, bunlarla derinlerde hep aynı şeyi, benliği kastetmiştir.
Atalarından sana kalan küçük yetiler, kazanımlar zincirine tasalarla, korkularla yapışıyorsun. Sırtındaki, taşınması keder ve ezinç veren, yük de atalarının mirası sana. Ve sen hep böyle ölümün kölesi olarak kalacaksın, ölülerden bir ölü oluncaya kadar.
Yüreği incinmelerden koruyan gerçek güç, yüreği içten içe büyüklük duygusundan uzak tutan güçtür, diyordu. İnsan sesinin yarattığı ezgi güzeldir, tatlıdır; fakat yüreğin ezgisi, göklerin katıksız ezgisidir.
İncinmiş, incitilmiş biriyim ben, aç değil. Düş kırıklığına uğramış biriyim, yorulmuş biri değil. Bir çatı altı aramıyorum, sığınacak insan arıyorum.
Alan kişi hesap kitap yapma gücünü bulamayabilir kendinde, fakat, diye karşılık verdi, veren el, bu eylemin kardeşçe bir sevgiden doğan ve dostça yardım niyetini aşıp da üstünlük gösterisine varmayan bir alış veriş olmasını sağlayacak dikkat ve özeni göstermekle yükümlüdür.
Anladım ki, uçurum yıldızların şarkısını işitemez. Ve o andan itibaren, bende olmayanı, bana ait olmayanı tutkuyla isteyerek, kendi küçüklüğüme karşı, kendi sınırlarıma karşı savaşmaya başladım; ta ki başkaldırmam büyük bir güce ve tutkum yaratıcı bir iradeye dönüşünceye kadar
Ben şimdi mutluyum, çünkü sizin henüz yapmadığınız bir şeyi yaptım ve başımı küçük dünyamdan dışarı çıkarıp Kainatın esrarına doğru azıcık da olsa uzatabildim
Ve nasıl ısırıcı, güçlü olan akıl veren olarak çıktığı zaman zayıf olanın karşısına!
Ve unutmayın, kardeşlerim,
Size doğru uzanan yoksul bir ele
bıraktığınız bozukluk bile,
Sizin gönül zenginliğinizi
Tanrının rahmet ve sevgi
zenginliğine bağlayan
Tek altın halka olabilir.
Kardeşlerim, size gün ışığının neşesini
Ve gecenin huzurunu hak ettiren
tek erdem,
Sizi, hayatınızın bir parçasını,
Hayatını kaybetmek üzere olan birine
vermeye zorlayan
yüce gönüllülüktür
Öldüler, çünkü İnsanlığa
güveniyorlardı.
Öldüler, çünkü zalimlere bile
zulmetmek istemediler.
Öldüler, çünkü çiğnenen çiçekler
olmayı yeğlediler,
Çiğneyen ayaklar olmaktansa.
Öldüler, çünkü barış için
vuruyordu yürekleri.
Sessizce öldüler ve öldükleri zaman
Bundan kimsenin haberi olmadı,
Kulaklarını tıkamıştı çünkü
İnsanlık onların feryatlarına.
Özgürlük uğruna ölmek,
Teslimiyetin gölgesinde yaşamaktan,
elbette de daha soyludur;
Çünkü Gerçek’in kılıcını
elinde tutarak ölen kimse
Ebedileşecektir, Ebedi Gerçek’le
birlikte.
Dişi koyun gecenin karanlığında kurtlara yem olabilir, fakat onun kanıyla vadinin taşları üzerinde bırakacağı leke, ancak şafak söküp de güneş yükseldiği zamana kadar gizli kalır.
Vicdanımızı gizli tuttuğumuz, sesini kıstığımız zaman, vicdanımız bizi incitir. Ama ona ihanet ettiğimizde bizi yargılar ve cezalandırır.
Ne zulüm ve işkence haklı olanı incitebilir, ne de baskı ve dayatma, doğrunun yanında olanı yıldırabilir, etkisiz kılabilirdi. Sokrates gülerek içmişti baldıran zehrini. Aziz Paul hoşnut olmuştu taşlanmaktan.
Bu manastırda, tarlalardan gelen emeksiz ürünün, bağlardan gelen zahmetsiz üzümün ve şarabın tadını çıkararak miskinlik, tembellik ve rahat içinde yaşayanlar, buradan bakınca elbette göremezsiniz. Ne hastaları ve mahpusları ziyaret eder, ne açları doyurur, ne yolda kalmışları, kimsesizleri barındırır, ne de keder ve yas içinde olanları teselli edersiniz.
Vay halinize, siz, hırs ve tamah putlarının önünde yüzüstü yere kapananlar! Vay halinize, siz, siyah cübbeleri altında simsiyah ve kirli işlerini saklayanlar! Vay halinize, siz, insanlara karşı kalplerini taş gibi katı tutarken, dudaklarından dua ve niyaz eksik olmayanlar; bedenleri sunağın önünde küçülerek eğilirken, ruhları Tanrı’ya isyan içinde olanlar!
Ne diyorsunuz siz, diye söze girdi, yoksullar, manastırın sandıklarını daha çok altınla, gümüşle doldurmak için, kendi ekmeklerini çıkarıp varlıklarını sürdürmek için ekip biçtikleri tarlalarını mı satsınlar diyorsunuz? Elisha’nın aç hayvanların işlediği günahı affetmesi için, yoksulların daha çok yoksul olması, düşkünlerin de acından ölmesi gerekir mi, diyorsunuz siz?
Ve ne zaman kiliseye gitse, oradan üzüntüyle dönerdi eve. Çünkü mihraptan ve sunaktan işittiği şeyler, onun İncil’den okuduklarıyla örtüşmüyordu. Kilisede toplanan müminlerin hayatında da, onların rehberlerinin sürdürdüğü hayatta da, Nasıralı İsa’nın kitabında sözünü ettiği hayatın güzelliğinden eser yoktu.
Evet, gizleyerek okurdu, çünkü babası İncil’i okumayı yasaklamıştı ona. Yasaklamıştı, çünkü papazlar, eğitimsiz, basit bir kafanın İsa’nın öğretilerinin sırlarını araştırıp öğrenmeye kalkmasına izin vermiyorlardı. Bunu yapsalardı, kilise aforoz ederdi onları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir