İçeriğe geç

The Midnight Library Kitap Alıntıları – Matt Haig

Matt Haig kitaplarından The Midnight Library kitap alıntıları sizlerle…

The Midnight Library Kitap Alıntıları

“Gerçek hayatında, Izzy ile bozulmuş değillerdi. O kadar dramatik bir şey olmamıştı. Ama İzzet Avustralya’ya gittikten sonra zamanla kopmuşlardı…
“İnsanlar şehir gibiydi. Bazı kötü yönleri var diye büyün şehirden nefret etmezdiniz. Sevmediğiniz yanları, birkaç tane tehlikeli ara sokağı ve mahallesi olabilirdi ama bir şehri yaşanır kılan şey iyi yönleriydi.”
“Bayan Elm de ona sarılmış, basmakalıp sözler söylemeden, yalanlarla avutmaya çalışmadan, yalnızca acısına paylaşarak bebek gibi başını ve saçlarını okşamıştı.”
“Zaman içinde mutlu anlar da acıya dönüşebiliyordu.”
Kendime yalnızlıktan daha iyi bir dost bulamadım
Bütün güzellikler vahşi ve özgürdür.
[t]ek bir şeyi farklı yapmak çoğu zaman her şeyi farklı yapmaktır. Tek bir hayatta, ne kadar çabalasak da, yaptıklarımızı tersine çeviremeyiz.
Sevgili okuyan,
Hayatta bir şeyler yapmak için çok fırsatım oldu ama ben hepsini çarçur ettim. Kendi ihmalkarlığım ve talihsizliğim yüzünden,hayat benden kaçtı durdu ve artık mantığım benim de ondan kaçmam gerektiğini söylüyor.
Kalmanın mümkün olduğunu hissetsem, kalırdım. Ama hissetmiyorum. Bu yüzden kalamam. Başka hayatları da karartıyorum.
Verecek hiçbir şeyim yok. Özür dilerim.
Birbirinize iyi davranın.
Hoşça kalın,
Nora.
Benim en sevdiğim taş, kaledir, dedi sonra. Ona dikkat etmen gerektiğini düşünmezsin. Dürüst bir taştır. Gözünü vezirin, atın, filin üstünde tutarsın çünkü onlar içten pazarlıklıdır. Ama çoğu zaman kaleye yenilirsin. Dürüstlük her zaman bizim zannettiğimiz gibi bir şey değildir.
Pişmanlıklar kaybolup gitmezdi. Sivrisinek ısırığı gibi değildiler. Sonsuza kadar kaşınırlardı.
Neden olmadı?
Nora özet geçiverdi. Üstümde çok baskı vardı.
Bizi yaratan şey baskıdır ama. İlk başta kömürsündür, basınç sayesinde elmas olursun.
Nora, Neil’ın elmas hakkındaki yanlışını düzeltmedi. Kömürün de, elmasın da karbon olduğunu ama kömürün hiçbir basınç altında elmasa dönüşemeyecek kadar katışıklı bir karbon olduğunu söylemedi. Bilimsel olarak, kömürseniz kömür kalırdınız. Belki de hayattan alınması gereken esas ders buydu.
Nelerin ilgimi çektiğini tam olarak bilemeyebilirim ama nelerin çekmediğinden kesinlikle eminim.
Belki de hayatın anlamı bundan ibaretti. Kendine tanıklık eden bir dünya gibi olmak.
Kalabalık şehirlerdeki yalnız zihinler bağlantı kurabilmenin özlemini çeker çünkü yüz yüze iletişimin en önemli şey olduğunu düşünürler.
Kendime yalnızlıktan daha iyi bir dost bulamadım.
Ahlakın temelinde merhamet yatar.
Neye baktığın değil, ne gördüğün önemlidir.
İyi insan olmak güzel- rahatlatıcı, güven verici- bir histi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Satrançta olduğu gibi, hayatta da her şeyin temelinde olasılık yatar. Bütün umutların, bütün hayallerin, pişmanlıkların, yaşadığımız her anın.
İstemek, ilginç bir sözcüktür. Yoksunluğu anlatır. Bazen o boşluğu başka bir şeyle doldururuz ve ilk baştaki istek bütünüyle kaybolur.
En sıradan görünen şey seni zafere götürecek şey olabilir.
Birilerine acı vermeden yaşamak imkansız görünüyor.
Hiçbir hayatta sonsuza kadar saf bir mutluluk içinde olamayız. Öyle bir hayat olabileceğini düşünmek ancak yaşadığımız hayattaki mutsuzluğumuzu büyütmeye yarar.
Boş yere hayatımızın farklı olmasını diliyor, kendimizi başkalarıyla ve kendimizin farklı versiyonlarıyla karşılaştırıp duruyoruz ama gerçekte çoğu hayat bir yere kadar iyi ve bir yere kadar kötü.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yaşadığın hayatın insanları değiştirip onlara beklenmedik şeyler yaptırması tuhaf.
Hayatı anlamıyorum işte, diye sızlandı Nora.
Hayatı anlaman gerekmiyor. Yaşaman yeterli.
Ahlakın temelinde merhamet yatar, demişti filozof Arthur Schopenhauer.
Küçük şeylerin önemini asla göz ardı etme.
Olmadığınız bir şey olmayı hedeflerseniz,başarısızlığa mahkumsunuz.Kendiniz olmayı hedefleyin.Kendiniz gibi bakmayı,davranmayı ve düşünmeyi hedefleyin.Kendinize en sadık versiyonunuz olmayı hedefleyin.Kendiniz olma haline kucak açın.Kendinizi onaylayın.Sevin.Bunun için çok çalışın.Insanlar sizi küçümsediginde ve sizinle alay ettiğinde,onlara kulak asmayın.Dedikodu çoğu zaman üstü örtük bir kıskançlıktır.Onaylamayın.Direnme gücünüzü koruyun.
Birilerine acı vermeden yaşamak imkansız görünüyor.
Bazı yolların daha kolay olacağını düşünmek işimize geliyor bence dedi. Ama belki de kolay yol yoktur. Yalnızca yollar vardır. Boş yere hayatımızın farklı olmasını diliyor, kendimizi başkalarıyla ve kendimizin farklı versiyonlarıyla karşılaştırıp duruyoruz ama gerçekte çoğu hayat bir yere kadar iyi ve bir yere kadar kötü.
Her şeye sahip olsanız da hiçbir şey hissetmeyebilirsiniz.
Nora’nın aklına Camus’nün bir sözü geldi.
Nelerin ilgimi çektiğini tam olarak bilemeyebilirim ama nelerin çekmediğinden kesinlikle eminim.
Hayat, diye yazmış Sartre bir zamanlar, umutsuzluğun öte yanında başlar.
Her gün yeni bir evrene giriyoruz. Boş yere hayatımızın farklı olmasını diliyor, kendimizi başkalarıyla ve kendimizin farklı versiyonlarıyla karşılaştırıp duruyoruz ama gerçekte çoğu hayat bir yere kadar iyi ve bir yere kadar kötü.
Her şeye sahip olsanız da hiçbir şey hissetmeyebilirsiniz.
Bir yerde uzun zaman kaldığınızda , dünyanın ne kadar büyük ve uçsuz bucaksız olduğunu unutuyordunuz. O enlem ve boylamların uzunluğunu algılayamıyordunuz. Kendi içimizdeki uçsuz bucaksızlığı da algılayamadığımız gibi.
Zaman içinde mutlu anlar da acıya dönüşebiliyordu.
Kendime yalnızlıktan daha iyi bir dost bulamadım.
Nereye gidersen git anılarla hep seninle.
İnsan, diye yazmıştı Thoreau Walden’da, hayallerine doğru güvenle yürüdüğü ve hayalindeki hayatı yaşamak için çaba gösterdiği takdirde gündelik hayatın akışı içinde aklına dahi gelmeyecek bir başarıya ulaşacaktır.
Kendime yalnızlıktan daha iyi bir dost bulamadım.
Aşktan korkmak yaşamdan korkmaktır ve yaşamdan korkan herkes dörtte üç ölmüş demektir.
Ne kadar çok olasılık varsa,o kadar çok hayatın vardır.Yaptığın farklı seçimler farklı sonuçlara yol açar.Tek bir şeyi bile farklı yapmış olsan,farklı bir yasam öykün olacaktı.
Başarı ölçülebilecek bir şey, hayat kazanılacak bir yarış değildir.
Hayat yalnızca yaptıklarımızdan değil, yapamadıklarımızdan da oluşur.
Benim en sevdiğim taş, kaledir, dedi sonra. Ona dikkat etme gerektiğini düşünmezsin. Dürüst bir taştır. Gözünü vezirin, atın, filin üstünde tutarsın çünkü onlar içten pazarlıklıdır. Ama çoğu zaman kaleye yenilirsin. Dürüstlük her zaman bizim zannettiğim gibi bir şey değildir.
Pişmanlıklar kaybolup gitmezdi. Sivrisinek ısırığı gibi değildiler. Sonsuza kadar kaşınırlardı.
Benim burada ne işim var? diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz?
Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var, dedi. Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana. Farklı seçimler yapmış olsan, şu an nasıl bir hayatın olacağını görürsün Pişmanlıklarını telafi etme şansın olsaydı, bazı konularda farklı davranır mıydın?
ama hiçbir hayatta sonsuza kadar saf bir mutluluk içinde olamayız. Öyle bir hayat olabileceğini düşünmek ancak yaşadığımız hayattaki mutsuzluğumuzu büyütmeye yarar.
Her gün, her an yeni bir evrene giriyoruz. Boş yere hayatımızın farklı olmasını diliyor, kendimizi başkalarıyla ve kendimizin farklı versiyonlarıyla karşılaştırıp duruyoruz ama gerçekte çoğu hayat bir yere kadar iyi ve bir yere kadar kötü.
Dönümler boyu hayal kırıklığı, tekdüzelik, acı ve rekabetin içinde tek tük birkaç mucize ve güzellik vardı.
Bazen öğrenmenin tek yolu yaşamaktır.
Sonsuzdan bir çıkarırsan geriye yine sonsuz kalır.
İstemek enteresan bir sözcüktür. Yoksunluğu anlatır.
Bir tarafta tek bir piyon ve şah varken, karşı tarafın bütün taşları duruyor olsa da, oyun devam eder. Sen bir piyon olsan da -ki belki hepimiz öyleyiz- piyonun en sihirli taş olduğunu asla unutmamalısın. Ufacık ve sıradan bir şey gibi görünebilir ama öyle değildir. Çünkü hiçbir piyon piyondan ibaret değildir. Bütün piyonlar kozadan çıkmayı bekleyen birer vezirdir. Senin tek yapman gereken, ilerlemeye devam etmenin bir yolunu bulmaktır.
Hayatı anlamak zorunda değilsin. Yaşaman yeterli.
Hayatta ne kadar dürüst olursan ol, insanları ancak kendi gercekliklerine en yakın olan şeyleri  görebildiğini Nora artık anlamıştı.
Her şeyin ortasında. Hangi yöne gideceğini bilmeden çabalamış, çırpınmış, yalnızca ayakta kalmaya çalışmıştı. Pişmanlık duymadan hangi yolda devam edeceğini bilememişti.
Çünkü hayat yalnızca yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da oluşur.
Özgürlüğün temelinde itaatsizlik yatar. İtaat edenlerden ancak köle olur.
Bazı yolların daha kolay olacağını düşünmek işimize geliyor bence, dedi, bir şeyi ilk kez fark ederek. Ama belki de kolay yol yoktur. Yalnızca yollar vardır. Bir hayatta evli olabilirim. Başka bir hayatta tezgahtarlık yapıyor olabilirim. Birlikte kahve içmeyi teklif eden tatlı bir adama peki demiş olabilirim. Başka bir hayatta, Kuzey Kutbu’nda araştırmalar yapan bir buzul bilimci olabilirim. Bambaşka bir hayatta, olimpiyat yüzme şampiyonu olabilirim. Kim bilir? Her gün, her an yeni bir evrene giriyoruz. Boş yere hayatımızın farklı olmasını diliyor, kendimizi başkalarıyla ve kendimizin farklı versiyonlarıyla karşılaştırıp duruyoruz ama çoğu hayat bir yere kadar iyi ve bir yere kadar kötü.
Benim en sevdiğim taş, kaledir, dedi sonra. Ona dikkat etmen gerektiğini düşünmezsin. Dürüst bir taştır. Gözünü vezirin, atın, filin üstünde tutarsın çünkü onlar içten pazarlıklıdır. Ama çoğu zaman kaleye yenilirsin. Dürüstlük her zaman bizim zannettiğimiz gibi bir şey değildir.
“Belki de Nora bu işi cidden beceremiyordu. Yaşamayı. Uzun saatler geçti. Nora bir amacı, var olmak için bir nedeni olsun istiyordu. Ama yoktu.”

“Boş ver gitsin hayatım, belki de hiç olmayacak,” dedi biri. Zaten hiçbir şey olmadı ki, diye düşündü Nora.
Esas sorun bu.”
“Nora başını iki yana saldı. Kopup düşmesini dileyerek. Kendi başının. Yere. Bir daha asla yabancılarla sohbet etmek zorunda kalmamak için.
“ Bence senin sorunun sahne korkusu değildi. Evlilik korkusu da değildi. Bence senin sorunun hayattan korkman.”
Bu söz Nora’ya ağır geldi. İyice moralini bozdu.
“Bana sorarsan, seni sorununda,” dedi Nora rövanşist duygular içerisinde sesi titreyerek, “hayatın boktan olduğu için başkalarını suçlayıp durmak.”
“Rafta bir National Geographic vardı.
O derginin kapağına -bir kara delik resmine- bakarken, aslında kendine baktığını fark etti.
Bir kara deliğe. Can çekişen, kendi içine çöken bir yıldıza.”
”Burada mutluyum.”
“Değilsin.Neil haklıydı. Umutsuzluğu Nora’yı içten içe çürüten bir hastalık gibiydi. Zihni sürekli kusma halindeydi. Nora yüzüne daha da geniş bir tebessüm oturttu.
“Yani işimi seviyorum demek istedim. Mutlu değil de, memnunum diyelim…”
“Üstümde çok baskı vardı.”
”Bizi yaratan şey baskıdır ama. İlk başta kömürsündür, basınç sayesinde elmas olursun.”

Bilimsel olarak, kömürseniz kömür kalırdınız. Belki de hayattan alınması gereken esas ders buydu.
“Üstümde çok baskı vardı.”
”Bizi yaratan şey baskıdır ama. İlk başta kömürsündür, basınç sayesinde elmas olursun.”
Nora, Neil’in elmas hakkındaki yanlışını düzeltmedi. Kömürün de, elmasın da karbon olduğunu ama kömürün hiçbir basınç altında elmasa dönüşemeyecek kadar katışıklı bir karbon olduğunu söylemedi.
Bilimsel olarak, kömürseniz kömür kalırdınız. Belki de hayatın alınması gereken esas ders buydu.
“Nora kedi dostu için acılı ve yaslı olması gerektiğini biliyordu -öyleydi de- ama içinde başka bir duygu daha olduğunu fark etti.
Voltaire’in o dingin ve huzurlu acıdan tamamen yoksun haline bakarken, karanlıkta belirmeye başlayan ve kaçışı olmayan başka bir his daha vardı içinde.
Kıskançlık.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir