Şule Gürbüz kitaplarından Zamanın Farkında kitap alıntıları sizlerle…
Zamanın Farkında Kitap Alıntıları
Hep gözlerim dalıyor, içimdeki acıma mı, acınma mı, kendine acıma mı, her ne cehennemse hep harlı, hep şiddette. Kendimi layık hissediyorum, perişanlığa layık hissediyorum. Acaba gerçekten, ama gerçekten tüm hattımla perişan olsam iyileşir miyim? Ne güzel şey perişanlık, gerçek perişanlık, ne hafiflik, içindeki öyleymiş gibi yapanları süpürüp atan gürül gürül bir gerçek perişanlık, ah ne güzel, keşke perme perişan olsam, keşke mahvolsam.
Kendini kendinden ayırmak, etini sıyırmak ne zormuş, ne bağırtıcıymış, üstelik ne gürültüsüz yapılması gerekenmiş, ne yaptığını hiç belli etmeden içinde kendini bırakarak geçilen tünelmiş.
Devir öyle bir devir ki insan kalkıp da Şuyum, diyemiyor; iyi bir şey zannedip Ben de, diyorlar.
En çok da orta var,ortadan ortaya geçilemiyor.Öyle bir topluluk ki yuvarlak,ortası şişkin,dış çeperi de ortaya dahil.Ah yuvarlak toplulukların yuvarlana yuvarlana aldıkları yol,ah yuvarlacıklığın içinde hiç kenarı köşesi acımayan,kopmayan,vura vura helak olmayanlar ,ah kendi sağı,soluna batmayanlarkendi gözü kendini oymayanlar,ah yuvarlacıklar,en fazla bir tümseğe gelince hafiften sekenler,buyurun dünya sizin.
Ne tuhaf,çocukken görünmez olmak isterrdim,meğer zaten görünmezmişim,dahası herkes meğer görünmezmiş.Kalp saklı,gizli,sırlı,hileli,sahibinden bile ayrı iş ve oluşlarda,sahibinden bile saklı emel ve arzularda,kendi isteklerini yaptırabilmek için kendini ve arzularını başka türlü gösterebilme hünerinde ise,istekleri hep masum sebeplerle istinatlı ama aslında tam tersi ise ve insan neyi niçin istediğini ve yaptığını hep sonradan öğreniyorsa ama kalbi hakkında kendine,hele başkalarına konuşabiliyorsa bu çirkin gizlilik,bu kapaklılık,ömür boyu süren bu aldanış,bu zilletli sonu gelmez aldanış,bizi zaten görünmez yapmamış mı?
”Kırk dört yaşındayım.Yaşımdan utanıyorum,halbuki başımdan utanmam lazım.Ama o başımda olsa ben de herhalde yaşımda olurdum.Bu yüzden,sırf yaşımdan utanıyorum.Ağız dolusu kırk dört demek de doğrusu pek zor.Sanki yarısı ağzıma sığmıyor gibi geliyor;kırkı söyleyip bari dördünü tenzil edeyim diyorum,ya öyle yapıyorum ya arkadan o kalan dört de sönük bir şekilde sürünerek de olsa gelip öbürünün kuyruğuna yapışıyor.Sanki nedir dört,neyin hesabını tutuyor da gelip ilişiveriyor,kendine de bir şey ister ya da bende bir şey yok der gibi hesabı kabartıp,yokun yanına ilişiyor.Genç olmak umurumda değil de,yaşımın adamı olmadığımı sezmek beni perişan ediyor. ”
Ben sanki yanlış hazırlanmış bir soruyla karşılaşmış talebe gibi yüzüme şaşkın,haksızlığa uğramış ifadesi vereceğim.Soru doğru olsa yine yapamayacağımı anlayan yokmuş,öyle değilmiş gibi duracağım. ”Yapardım yapardım da şu kısmetime bakın, ”diyeceğim.Önceki halime,sonrama bakan bunun salt bir talihsizlik olmadığını anlayacak,anlayanlar olacak,ama anlamayanlar da olacak.Ben herkes gibi hayatımı anlamayan üzerine inşa edeceğim.Anlayışsızlar olmasa nasıl yaşanır?
Hani hastalıktan kalkanın nekahet halinin yaşama tutunmak zannedilen bir hali vardır ya, o aslında yaşamın tutunacak ve tutulacak bir yeri olmadığının anlaşıldığı haldir. Hani büyük dertlerin terbiyesinden geçenin sükûneti vardır, o aslında dert ne denli büyük olursa olsun sükûnetten başka yapacak bir şey olmadığının anlaşıldığı haldir. Hani benim indiğim kuyuda aklımı adeta bırakışım var ya, o da aslında yanımda taşımaya değer bir şey olmadığını anlamanın ve ne taşıdığımı bilmenin seyahatidir. Kendini bir kez çıplak gözle görebilse insan, bir bakabilse yapamadıklarına değil bu hali ile yapabildiklerine şaşar. Bir kez gerçekten görebilse olmuşu, verilmiş, olabilecek her şeyin aşinası olur artık. Aşinası olunan artık tiksinilen ve inleten değildir. Sadece kime ne kadar gösterebileceğinin tedbiri alınır; aşinalık tedbirleri. Kırgın değilim. Gördüm ve önümdekinden başka bir şeyim olmadığını anladım. Önümdeki bir parça zaman, farkına varabildiğim kadar.
diyebilirim ki yüzer ve uyur gibi, uyuyamaz ve uyanamaz gibi, can çekişir de ölemez gibi, anlayacak gibi olur da birden unutur gibi, çok zaman geçmiş sanırken geriye düşmüş gibi, duruyorum zannederken yüzyıl geçmiş gibi hep uykuyla ıstırap, gerçekle dehşet, hayalle uzun bir ufuk arasında ama hep her şeyimin üstüne basılarak ve bir iz çıkararak, izin kendisi olacakmışım gibi geliyor. bir gün bir işaret olacakmışım gibi geliyor.
Ben sanki yanlış hazırlanmış bir soruyla karşılaşmış talebe gibi yüzüme şaşkın, haksızlığa uğramış ifadesi vereceğim.
Devir öyle bir devir ki insan kalkıp da şuyum diyemiyor; iyi bir şey zannedip ben de diyorlar. Şöyle gönül rahatlığıyla bir içimi döküp yahu ben şizofrenim galiba, desem Aa devir şizofreni devri kim değil ki, sen beni bilsen, diyorlar.
Durmadan Kafamızı boşaltıyoruz! diyorlar,doldurduklarını gören yok.
Zira yaşamaktan duyduğum ıstırap da sanki biraz yaşayamamaktan gibiydi.
Tahammül deniyor,ben hep yaralı kediler gibi bir köşede kendi kendime iyileşmeyi bekledim.Tevazu deniyor;ben kibirlenecek şeyler biriktirememenin hastasıyım.
Bazı şeyler düşünerek değil,üzülerek öğreniliyor.
Herkes kendinin hayal kırıklığıdır.
Aşkı ben icat etmedim. Ama yasak, günah denmese her kızışan aşkı ve yasaklamayan kitabı eline alıp gelecek günlere böyle bir şey bırakmayacaktı. Yasak dendi ki gerçekten onu isteyen göze alsın, gerçekten günaha girsin, gerçekten affedilsin.
Bu tartıyı kabulüm var. Ama elinde bir anın ağırlığı ile gezip beni bununla öbür kefeye yerleştirip Bu kadarsın, diyecek olana acırım.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hangi biri ile uğraşıp hangisini iyi edeceksin, kolay mı? Değil. Bildiğim bir şey var, bir şey nasıl bozulmuşsa tersi ile düzeliyor. Ben kendimi dinleye dinleye böyle oldum. Kendimde bu kadar dinleyecek ne vardı?
O kadar büyük bir boşluk ve bu denli derin bir çukur nerde var, nerde diye düşünüyor, bu kadar derine yuvarlanışımla bir daha asla yeryüzüne çıkamayacağımı seziyordum.
Söylediklerim kendimi tedavi etmeye mi yönelik, anlamaya mı, avutmaya mı, yoksa zamanı farkına varmadan ağrısız geçirmeye mi, ya da bu farkına varılmış bir zamanın yankısı mı hiç bilemedim.
Hayatı anlayamamak kadınları anlayamadığını söyleyen adamın sözü kadar perişan bir ifade gelir bana. Be nabekar, kadını anlayıp da ne yapacaksın, yapacağın değişecek mi?
Ve işitilen en iyi şeyin bile ya tamamı yalan, ya halüsinasyon, ya varsayımdan ibarettir. Gerçek iyiyi kimse kolay kolay görüp, tanıyıp sezemez.
İnsan iyi olmaktan umudu keserse iyiymiş gibi yapabilir, herhalde diye düşünüyorum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Otuz sene kasap vitrini seyretmiş, lokma yiyememiş kedi gibi, otuz sene dünyayı seyrettim lokma yiyemeden, artık canım da bir şey istemiyor.
“kendinden çok şey umdun, herkes kendinden çok şey umar, herkes kendinin hayal kırıklığıdır…”
Hiç hayatı olmamış gibiyim. Kendi olmayanın hayatı da olmuyor mu yoksa?
Bazı şeyler düşünerek değil, üzülerek öğreniliyor.
gider gider gider, her yol cehenneme gider. her yol cehenneme gider. cennetin yolu yoldan geçmiyor demek ki. yola çıkıp da oraya varmak mümkün değil demek ki. yoldaki her şey varamamak üzere, oyalamak, sanmak, kanmak üzere demek ki.
yalandan da olsa bir hayat inşa etmek zor. birbiri ile çelişmeyen, birbirini uyandırmayan şeylerle bir örgü kurmak zor. o örgüden o örgüye yakışır bir insan çıkarmak zor. hayatı ve insanları tanımak, ne örgünün bir şeyi karmakarışık etmeden bir şey olabileceğine, ne örülenin üstüne yakışabileceğine inanma halini ortadan, yani insan zihni’nden kalkması demek herhalde.
içine doğulan hayat, hep o hayattan sıçrama isteği veriyorsa ama doğana sıçrayacak bacaklar vermiyorsa ne olur?
Eğer baştan hayatıma başlarken insanların bu kadar değersiz, niteliksiz ve basit olduğunu tahmin edebilseydim, bu denli korkmama, bu denli bin çeşit örtüye bürünmeme gerek kalmayacaktı.
Bravo, arı satıp namusu tellala vermişsiniz.
Mutlu da olmadım mutsuz da, madem yalan dünya, ben bu yalanın sahici bir parçası oldum.
Beni kendi halime bırakın. Çok şey, içimde çok şeye dönüşüyor; o kadar hırpalanıyor ve sızdırıyorum ki bunun yanına konulan ölçüleri beğenmez oluyorum.
Kendine inanç kendini tamlamaksa, kendine inanmamak da kendini yarımlamak ya da yaralamak değil midir?
Hayat astarsız giyilen ve giyeni dağlayan sert bir şeydir
Gerçek zaten neyi güzelleştirmiştir ki?
Neyin üstü açılınca bir korku ve bir aldanmışlıktan başka görülen olmuştur ki?
Neyin üstü açılınca bir korku ve bir aldanmışlıktan başka görülen olmuştur ki?
hayatın mihengi kadın
doğruyu söylemek de dinlemek de, işkencedir.
Kendini bir kez çıplak gözle görebilse insan, bir bakabilse, yapamadıklarına değil bu hali ile yapabildiklerine şaşar.
Ne beyhude bir yolculuk. Otuz sene, daha kendisi otuz sene yaşamamış olan için pek anlaşılmaz, pek bitkin ve bitap bırakan bir süreçtir herhalde, hatta anlaşılmaz.
kendim diye gece yapıp gündüz yıktığımdan bıktım.
Unutulmamak birinin, bir şeyin hafızasına nakşolmak mı, unutulup anılmadığında bu tümden kayıp mı?
En zor olan, insanın kendiyle ilgili gerçek ve anlaşılmaz halleridir
Başımı bilmem, sonumu nasıl hazırlayacağım bilmem.
Başımla baş başa kalamam. O gezer gezer gelir ve beni gördüklerine benzetir, yoksa beğenmez.
Ne yaşayacak, ne ölecek takatteyim, ne yapayım?
Dünya vatandaşı derken dilini şaklatıyorsun da, hayat kadını diyince neden dudak büküyorsun?
Hak yolcusuna namaz gerekmez mi?
Dinsiz kalmadı, hepsi mutasavvıf oldu, güldeste okuyan müctehid oldu, bunları lüzumsuz bulan postnişin oldu, deli kalmadı hafif nevrozlu, psikoz ipıni elinde tutan sanatkar oldu. Olan, oldu bitti doğru yolda olana oldu
Ah bilgiyi çoğaltın, yayın sözü füsus şerhlerini, psikiyatri kitaplarını, hadis kitaplarını basıp basıp etrafa , kaldırımlara döke saça yaymak olarak anlaşılırsa, kaldırımlar da şeyhler, şeyhalar, fakihler, psikanalistlerle dolar elbet.
Devir öyle bir devir ki insan kalkıp da Şuyum, diyemiyor;
iyi bir şey zannedip Ben de, diyorlar. Şöyle gönül rahatlığıyla bir içimi döküp Yahu ben şizofrenim galiba, desem Aa devir şizofreni devri kim değil ki, sen beni bilsen, diyorlar.
iyi bir şey zannedip Ben de, diyorlar. Şöyle gönül rahatlığıyla bir içimi döküp Yahu ben şizofrenim galiba, desem Aa devir şizofreni devri kim değil ki, sen beni bilsen, diyorlar.
– Allah sıhhat, afiyet versin, gerisi boş.
– Ruh ve vücut sağlığı.
-Tabii, akıl sağlığı
– Ruh ve vücut sağlığı.
-Tabii, akıl sağlığı
herkes kendi nasılsa o halin benzerini affediyor, anlıyor, şöyle kaldırıp yüksekçe bir yere yerleştiriyordu.
Anam turp babam şalgam, kendim gülbeşeker mi oldum?
kendi ile tıka basa dolu olunan her an gibi yalnız kalmayı iple çekti
Kim bilir, belki geçici şeylerin de bırakabileceği kalıcı şeyler vardır.
herkes kendinin hayal kırıklığıdır
Diyebilirim ki yüzer ve uyur gibi, uyuyamaz ve uyanamaz gibi, can çekişir de ölemez gibi, anlayacak gibi olur da birden unutur gibi, çok zaman geçmiş sanırken geriye düşmüş gibi, duruyorum zannederken yüzyıl geçmiş gibi
Dünyada adalet kelimesini ağzına alana da acırım.
Din için kutsal kitaplar gerekli ise de iman için cehennem gerekli; ya orada ya burada. Tam olmak ve içi dolmak için.
Selam sana sade insan, sen dünyanın en zenginisin. Harcamakla bitmez bir hazineye sahipsin.
Ağır bir cinnet duygusu her yerini sardı. Bir karımla, bir de oğlum olsaydı, bari şu an onları keserdim de rahatlardım diye düşündü.
bir sıkıntı geldi, zaten hep sıkılırdı, olur da biraz sıkılmasa bundan da sıkılırdı.
Ölülere ruh derler ya burada ölüler canlılar kadar ruhsuz, diriler ölüler kadar umutsuzdu.
Bir şey beklememesi tevekkülden değil can sıkıntısından iken bir de bulamamak ve bu bulamamayı defalarca tekrarlamak, yanılmadığı tek şeyin hayal kırıklığına uğramak olması söylenegeldiği gibi bir iç zenginliği falan da getirmemişti.
Solmak, kendiliğinden soluvermek bazen ne güzel, koklanmaktansa unutulmak ne güzel, belki de hiç bilinmemek ne güzel, acaba hazine denilen bu mu, olup da, hüküm sürüp de, bilinememek mi?
Evet, gerçeğe varmak zor, talip olmak bile zor ki ne zor, bilmek zor, olmak zor ki ne zor.
Cehalet denizi engindir , ama cahil de bi türlü boğulmaz.
Cehalet denizi engindir, ama cahil de bir türlü boğulmaz
Ben, dışarıyı görmeden içine bakan ben, bu kopkoyu dehlizimde elimi kendi duvarlarıma çarpa çarpa kendi içimde gittim, geldim.