İçeriğe geç

Karanlık Öyküler Kitap Alıntıları – Stephen King

Stephen King kitaplarından Karanlık Öyküler kitap alıntıları sizlerle…

Karanlık Öyküler Kitap Alıntıları

Bir insan hayatı boyunca bir bülbül görmeden ölebilir ama bu, bülbüllerin var olmadığı anlamına gelmez, değil mi?
Eğer bizim gibi dünyanın bodrumlarında gezinen farelerdenseniz, bazen alçaklardan intikam almanın tek yolunun onlara gülmek olduğunu keşfedersiniz
gülmemiz gerekiyordu, bunu öğrenmiştik. Dünyada sadece siz ve sigara tiryakisi şişman anneniz varsa ya gülerdiniz veya yumruğunuzu duvarlara indirerek aklınızı kaybederdiniz. Bunun orta yolu yoktu.
O günden beri rüzgârlı gecelerde dolunayda Mustang’iyle Ridge Yolu’nda görülüyordu. Artık bir şeyi biliyordum, en kötü hikâyeler, hayatınız boyunca dinlediğiniz hikâyelerdi. Asıl kâbus onlardı.
eldeki bir kuş, çalılıktaki iki kuştan iyidir.
Beni endişelendiren -daha doğrusu korkutan- o kitapları, zeki, bir o kadar da yetenekli ama yazdıklarının tek kelimesine bile inanmayan bir adamın yazmış olmasıydı.”
Nikotin sinir sisteminde sinyallerin iletimini hızlandırıyor ve konsantrasyonu geliştiriyor -bir başka deyişle beynin bilgi otobanını genişletiyor.
“Bazı şeyler hayatta kalmak konusunda iyidir,”

“Onlardan kurtulmak için ne kadar çaba gösterirseniz gösterin geri gelirler. Virüsler gibi geri gelirler.”

Kediniz ve köpeğiniz karınız ve sizden daha iyi geçiniyorsa,” derdi. “Bir gün eve dönüp buzdolabının kapağında Sevgili , diye başlayan bir not bulmak sizi şaşırtmasın.”
Bir kedi, çıkarı bile olsa yalakalık etmez. Bir kedi ikiyüzlülük edemez. Bir kedi sizden hoşlanırsa bunu anlarsınız. Hoşlanmazsa da anlarsınız.
İnsanlığın iyiliği? İnsanlığın kötülüğü? İnsanlığın hiçbir şeyi? Buna kim karar veriyordu?
Mucizeyi asla sorgulama
“Güven bana,
“Bana ve kendine güven.”
Seni bulan bana karanlıktaki kibrit ışığı gibi olduğunu söylemişti.
Ona güvenebileceğime karar vermiştim. Belki güvenebileceğimi bana söyleyen o içimizdeki gizemli parçaydı ama bu olduğunu sanmıyordum. Ona güvenmemi sağlayan, bir babanın yapacağı gibi elini koluma koymasıydı. Bir babam yok ama tahmin edebiliyorum.
İyi bir ressamın harika bir resim yaptığını veya iyi bir yazarın güzel bir hikâye yazdığını bilmesi gibiydi. Sanırım işinizi doğru yapınca bunu yüreğinizde hissediyorsunuz.
bir iş, sadece para demek değildir. Asıl önemli olan o işin yan menfaatleridir. Asıl güç oradadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Gece kadar siyah ve sonsuzluk kadar güzel.”
Bir yaz gecesi kadar güzelsin.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Tanrı‘nın gözünde iplerin ucunda uçan sineklerden farkımız yok ve önemli olan tek şey, etrafına ne kadar güneş ışığı yayabildiğin.
Endişelenmemize gerek yok. Tanrı sonunda her şeyin yoluna girmesini sağlar.
Uzun zaman önce Şeytan bir kez karşıma çıktı; ya bir kez daha çıkacak olursa? Artık koşmak için fazla yaşlıyım; yürütücüm olmadan banyoya bile gidemiyorum. Onu bir iki dakikalığına bile olsa oyalamak için rüşvet olarak verebileceğim büyük bir kaynak alabalığım da yok; yaşlıyım ve sepetim boş. Ya tekrar karşıma çıkarsa?

Ya hâlâ açsa?

Bedenimi ve ruhumu saran yorgunluk, bir çocuğun terk edilmiş kumdan kalesine yaklaşan ve çok yakında yerle bir edecek olan dalgalar gibi yükseliyo
Öldürülmüş insanların ruhları daima cennete gider.
boğazı hemen o an şişmeye başladı. Arı zehrine alerjik olanların başına bu gelir, biliyorsundur. Boğazları şişer ve açık havada boğulurlar.
Haydi bize bir şarkı söyle, koca adam! Ölüler diyarı listelerinin zirvesindeki şarkıyı söyle!
Eğer bizim gibi dünyanın Bodrumlarında gezinen farelerdenseniz , bazen alçaklardan intikam almanın tek yolunun onlara gülmek olduğunu keşfedersiniz .
Roland’a göre İsa dini , aşk ve cinayetin birbirinin ayrılmaz bi parçası olduğunu ve sonunda Tanrı’nın daima kqn içtiğini söyleyen diger dinlerden pek farklı değildi..
“Hayır?” diye haykırdı Heinz ağlamaklı bir sesle. Başını iki yana sallayınca etrafına ter ve gözyaşı damlacıkları saçıldı.
Yüzü hâlâ bir kasılıyor, bir gevşiyordu: kramp ve gevşeme, kramp ve gevşeme. Burun deliklerin birinin önünde yeşil bir sümük baloncuğu vardı; Heinz’ın hızlı nefesle baloncuk büyüyüp küçülüyor ama patlamıyordu. Fletcher daha hiç bunun gibi bir şey görmemişti. “Hayır, bunu bana yaptıramazsın?”
*Ölüm, tavandaki tel kafes içindeki sinsi ampullerden daha yakındı.
“Bunu kollara, bacaklara.,, gövdeye… elbette cinsel bölgelere dokunmak mümkün… ama ayrıca, açık sözlülüğümü bağışlayın, güneş gören bölgelere de sokulabilir.
Dışkısına elektrik verilmiş bir adam bunu asla unutamaz, Bay Fletcher.”
Escobar filmlerdeki Meksikalı tiplere, kadın Frankenstein’ın Gelini’ndeki Elsa Lanchester’a, Heinz ise Excedrin’in neden başağrısına bire bir olduğunu anlatan reklam filmindeki aktöre benziyordu.
Bir ölüm odasıydı. Fletcher, kapı açılır açılmaz bunu anlamıştı. Yerde gri, kişiliksiz bir döşeme vardı. Duvarlar, rengi atmış beyaz taştandı. Bazı yerlerinde kan olması muhtemel koyu lekeler vardı, bu odada kan dökülmüş olmalıydı mutlaka. Tavandaki ampuller, tel kafesler içindeydi.
Odanın ortasında, gerisinde üç kişinin oturduğu uzun bir ahşap masa vardı. Masanın önünde, Fletcher’ı bekleyen boş bir sandalye vardı. Sandalyenin yanında küçük, tekerlekli bir yemek servis arabası duruyordu. Üzerindeki nesne bir heykeltıraşın mola verdiğinde çalıştığı eseri örtmesi gibi bir kumaş parçası örtülmüştü
Dock önce benim, sonra Johnnie’nin elini sıktı. Yüzü solgundu, morali bozuk görünüyordu. “Bu aşamaya nasıl geldik hiç bilmiyorum,” dedi. ‘Küçük bir çocukken tek istediğim şey, lanet olası bir demiryolu mühendisi olmaktı.”
Aklını başında tutması için iki haftada bir suratına bir tokat yemesi gereken türde bir kadına benziyordu.
“İyi misin?” diye bağırdım. Direksiyona bir maymun gibi yapışmam ve muhtemelen görünüş olarak da bir maymuna benziyordum. Kornadan elimi çekmeden bir Coulee Diary kamyonunun sağından geçtim bir yandan da orospu evladı çiftçiye bağırarak yoldan çekilmesini söylüyordun, “Jack, iyi misin?”
Ve bazı şeyler vardır ki, ne kadar çabalarsanız çabalayın asla değiştiremezsiniz.
Dürüstlük, nadir rastlanan bir erdemdi.
bir işin kalitesini sadece parasıyla veya verdiği mevkiiyle ölçemezsiniz.
Benim fikirlerim de farklı değildi. O züppe hergeleden nasıl da nefret ederdim?
”Melvin purvis, sadece acımasız değil, aynı zamanda lanet olası bir salaktı (camı açmayı unutarak pencereden dışarı işemeye çalışacak türden biri)”
Cameron, Missouri’ye yakın bir telefon kulübesine biri, “Takma kafana, hepimiz aynı oyunun parçasıyız,” yazmıştı.
Telefonu kapattı, bir sigara daha yakmayı düşündü, akciğer kanseri için endişelenmeye ne gerek vardı? Nasılsa ölecekti, ama sonra vazgeçti.
“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.” Bunu 1-70 üzerinde bir erkekler tuvaletinde görmüştü. Altına biri eklemişti. “Asıl mesele, babanın kim olduğu, bok herif.”
“Oturdum yükü boşalttım, sıçmanın dayanılmaz hafifliğini yaşadım.” iğrenç ama gerçek ????
?zun zaman önce Şeytan bir kez karşıma çıktı; ya bir kez daha çıkacak olursa? Artık koşmak için fazla yaşlıyım;
yürütücüm olmadan banyoya bile gidemiyorum. Onu bir iki dakikalığına bile olsa oyalamak için rüşvet olarak verebileceğim büyük bir kaynak alabalığım da yok; yaşlıyım ve sepetim boş. Ya tekrar karşıma çıkarsa?
Ya hâlâ açsa?
Huzurevindeki odamda, yıkılmak üzere bir kumdan kale olan bedenimin içinde yatarken kendi kendime
Yediğim yemekleri, oynadığım oyunları, okulda öptüğüm kızları, birlikte takıldığım gençleri, ilk içkimi, tüttürdüğüm ilk sigarayı (Dicky Hammer’ın yıkıntı kulübesinin arkasında mısır püskülünü sarıp içmiş ve küsmüştüm)
“Onları kendi hallerine bırakıverin/Göreceksiniz ki kuyruklarını sallayarak/Tekrar eve dönecekler.”
Ama artık yaşlı bir adamım ve anladığım kadarıyla uyanıkken rüyalar görüyorum. Bedenimi ve ruhumu saran yorgunluk, bir çocuğun terk edilmiş kumdan kalesine yaklaşan ve çok yakında yerle bir edecek olan dalgalar gibi yükseliyor ve tüm anılarım, bana bir şiirin bir parçasını hatırlatarak yüzeye hücum ediyor:
“Neye söz veriyorsun, Gary?” diye sordu annem.
“Nehrin ikiye ayrıldığı yerde öteye geçmeyeceğime söz veriyorum, efendim.”
“Yerden öteye.”
“Yerden öteye.”
Artık ipek yumuşaklığına gelmiş olan hamuru yoğururken hiç konuşmadan, sabırlı bir ifadeyle bana baktı.
“Nehrin ikiye ayrıldığı yerden öteye geçmeyeceğime söz veriyorum, efendim.”
“Teşekkür ederim, Gary,” dedi annem. “Ve unutma, dilbilgisi, okul için olduğu kadar hayat için de önemlidir.”
Dört Numaralı Otopsi Odası‘nda yaşadıklarımın üzerinden bir yıl geçti ve felç, hem inatçı hem de korkutucu olmasına rağmen tamamen iyileştim. El ve ayak parmaklarımı tam anlamıyla oynatmaya başladığımda aradan bir ay geçmişti.
Hâlâ piyano çalamıyorum ama zaten hiçbir zaman becerememiştim. Bu bir espriydi ve bu yüzden kimseden af dileyecek değilim.
Kapı aniden açıldı. ?ete şaşkınca haykırdı. Dr. Arlen’in tepkisi, fark etmeden parmaklarını kasmak oldu ve kendimi aniden çok yaygın olan Yaramaz Hemşire fantezisinin cehenneme yakışacak bir versiyonunu yaşıyormuş gibi hissettim.
“Hayır, sivrisinek sokması oldukları çok açık,” dedi Aptal Gimpel. “Batı yakasında oldukça iri olabiliyorlar. Sadece sol bacağında beş… yedi… sekiz… Tanrım, nerdeyse bir düzine ısırık var.”
“Sinek kovucu sürmeyi unutmuş olmalı.”
“Kovucu sürmeyi değil, pantolon giymeyi unutmuş,”
“Bilmiyorum,” dedi Bay Melrose ?lace. “Ama Rusty özel bir vaka, en önde gelen serserilere bile taş çıkartır. Beyni ölü olduğu halde yürüyebilen bir mucize.”
“Neden bana böyle kötü davranıyorsun? Yoksa âdet döneminde misin?”
“Tanrım, Jennings. Onu tanıyorum. Gemi büyük tufandan sonra Ağrı Dağı‘na indiğinde Nuh ?eygamber’in ilk kontrolünü de o yapmış olmalı.”
Ölmüşsem Oprah’nın programına katılan insanların hep bahsettiği beyaz ışığı neden görmüyorum?
Neden hâlâ buradayım?
”Dünyanın kaç bucak olduğunu göreceksin…”
“Bana verilenler için minnettarım,”
”Çünkü iltifatın ömrü, ancak bir mumun ömrü kadardır.”
“Bir yaz gecesi kadar güzelsin.”
“Yaratıklar, size her zaman itaat eder mi? ”
Hayır, çığlık atmamak hiç de sandığı gibi kolay olmuyordu.
“Ama zaman, Tanrı‘ya aittir, sana değil.”
Önemli olan size bir parça ip verirsek bunu idam ilmiğine
çevirip çeviremeyeceğiniz…
“Öyle bir kadınla evlenen adam, başına her ne gelirse hak
ediyor demektir,”
Hoş bir hikâye, ama doğru değil.
O züppe hergeleden nasıl da nefret ederdim!
Şiir, kayıp bir sanat değildir!
Bir hikayeyi okuduğunuzda gülmenizi veya ağlamanızı veya her ikisini birden yapmanızı istiyorum. Bir başka deyişle yüreğinizi istiyorum.
Sanırım aşkın ne olduğunu yalnızca şairler biliyor.
Ama şairlerin ne yazdığını kimse anlamıyor
Eğer bizim gibi dünyanın bodrumlarında gezinen farelerdenseniz, bazen alçaklardan intikam almanın tek yolunun onlara gülmek olduğunu keşfedersiniz.
Artık bir şeyi biliyordum, en kötü hikâyeler, hayatınız boyunca dinlediğiniz hikâyelerdi. Asıl kâbus onlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir