İçeriğe geç

Çatı Katı Kitap Alıntıları – Nihan Kaya

Nihan Kaya kitaplarından Çatı Katı kitap alıntıları sizlerle…

Çatı Katı Kitap Alıntıları

Hayat, sürekli içine düşerek yaşadığımız bir yanılgıdan ibaret Peyami.
Hayat, bazen bir gökkuşağı gibi, sunuyor süsü verdiği güzel hediyelerini boylu boyunca önünüze serdikten sonra, onları her adımınızda dokunulmaz bir mesafeye çekip götürmekten adeta zevk alıyor.
Sen hep, küçük kızların ip atladığı sokağa bakan tozlu camları silerken, seni bir gün bu dar hayattan kurtaracak beyaz duvaklı hülyalar kuracaksın, Gülbike. Omzundaki ağır yükün başka pencere pervazlarında sana ait olacağını sanarak teselli bulacaksın.
Gerçek, dudaklarıma takılıp kalmış tebessüm, rastladığım her insana sorduğum hal hatır, ya da, yalnızca iş görüşmelerine giderken giydiğim iyi kıyafetlerim değil. Her akşam evime girdiğimde kapattığım kapının ardında baş başa kaldığım yalnızlığım, gerçek.
Her biri kendi içinde yaşadığı halde hepsi aynı çoban tarafından güdülen, kalabalık bir koyun sürüsü gibiydik.
Önce kanun sustu o eski evde
Birkaç ay sonra da kemençe
Geceleri ne zaman gökyüzüne baksam bu dipsiz boşluğa bırakmak istiyorum kendimi. Gecenin kendisi olabilmek için can atıyorum gecenin içinde. Sanki bu kat kat karanlığım arkasında bana seslenip duran, bana dokunmak, ulaşmak isteyen biri, hatta benden bir parça varmış gibi geliyor hep bana. Yedi kat perdenin altında, canımdan, benden bir parça, ama benden ayrı biri; anlıyor musun Sezai?
Artık insanların parmaklarını yanan birer izmarit sanıyordum. Nerede hangi sigarayı söndürsem, gelip beni bulacağı hissine kapılıyorum. İnsan vücudu dışarıdan nasıl bu kadar zararsız görünebiliyor, hayret ediyorum.
Yakamdan düşmeyen acımı zaten zor taşıdığım bu vücudun neresine, nasıl sığdırsam, bilemiyorum.
Diplomalarınızla öğreneceksiniz sanki ev süpürmesini!
Merhamet, bence çocukluktan başlıyor. Merhamet, acının anlaşılmasıdır, diye bir söz var Anthony William’ın çok sevdiğim Medikal Medyum kitabında. Çocukların acılarını, kendi çocukluğumuzdaki acıları anlayabilirsek, başka acıları anlamak da kendiliğinden geliyor.
Bizi büyüten, içine doğduğumuz aile değil sadece. Okuduklarımız bizi asıl büyüten.
Bu dünyadaki en görünmez acılar, çocuğun çektiği acılardır.
Bir insan öldükten sonra artık çiçek, mezar, ziyaret diye bir şey olmaz, kızım. Toprak parçasından medet ummak da hurafe, ancak cahil kimselere has bir yanılgıdır.
İnsanın nasıl bir maddeden yapıldığını ona dokunmadan kim anlayabilir?
Keşke her insanda verdiğim emek kadar, fark etmeye değer güzellik bulacağımı baştan bilebilseydim.
Kimsenin kimseye güvenmediği bir dünyaya doğmuştuk.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hepimiz aynı merhametten yaratılmış, bilerek bir arayas konmuştuk. Hepimizin kalbi aynı zaaflar, aynı endişeler, aynı emellerle çarpıyordu. O zaman, her ikimizde de insandık da, niçin birbirimize ulaşamadık?
Hayat, sürekli içine düşerek yaşadığımız bir yanılgıdan ibaret. Gördüklerimiz, gerçekleri çepeçevre kuşatan perdenin bize ulaşan yalancı yansımasından başka bir şey değil. Bu perdenin arkasında koskoca bir dünyanın dönüp dolaştığını çoğu zaman fark etmiyoruz bile.
Gittiğim her yerde insanların yan yana, ama birbirlerinden ayrı yaşadığını gördüm. Demir kapılarımızda asma kilit, büyük binalarımızda diafon takılıydı. Dev apartmanlarımızda daireler iç içe, ama aynı duvarın iki yanındaki insanlar birbirlerine yabancıydı. Çocuklarımızı parka yollarken sokakta kimseyle konuşmamalarını öğütlerdik. Aldığımız konservelerin fiyatını hesaplattığımız kasiyerin sadece kasiyer, hastanede tansiyonumuzu ölçen hemşirenin sadece hemşire olduğuna inanırdık.
Kısacası
hepimiz
yalnızdık.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Asıl hata, olayları oldukları gibi, isimleri yazıldıkları gibi, insanları da, fotoğrafla psikolojinin yarattığı izlenime uygun olarak, kıpırtısızlarmış gibi tanıtmaktır.
Marcel PROUST
Bizi büyüten, içine doğduğumuz aile değil sadece. Okuduklarımız bizi asıl büyüten.
Edebiyatçılar, görünen değil görünmeyen acıların yazarlarıdır diye düşünürüm. En görünmeyen acılar, çocuklara ve kadınlara yaşatılan şeylerden başlıyor.
Merhamet, bence çocuktan başlıyor. Merhamet, acının anlaşılmasıdır. diye bir söz var Anthony William’ın çok sevdiğim Medikal Medyum kitabından.
Hayat, sürekli içine düşerek yaşadığımız bir yanılgıdan ibaret.
Merhamet acının anlaşılmasıdır.
“şiirlere mısra mısra dönüp baktığım gibi, tekrar durup düşünebilseydim.”
Keşke her insanın üzerinde de ,şiirlere mısra mısra dönüp baktığım gibi ,tekrar durup düşünebilseydim.Keşke her insanda verdiğim emek kadar,fark etmeye değer güzellik bulacağımı baştan bilebilseydim.Keşke hayata bütün alışmışlıklarımdan bağımsız kalarak tekrar bakabilseydim
Sen hep küçük kızların ip atladığı sokağa bakan tozlu camları silerken,seni bir gün bu dar hayattan kurtaracak beyaz duvaklı hülyalar kuracaksın,Gülbike Omzundaki ağır yükün başka pencere pervazlarında sana ait olacağını sanarak teselli bulacaksın.Yüklendiğin hayatların tercihin değil,sana anneannelerinin bıraktığı eski bir miras olduğunu düşünmeyeceksin bile.Değişenin yalnızca başka fayans taşları,başka parkeler olduğunu hiç anlamayacaksın.Bir gün geriye bakıp arkanda yalnizca temiz havlular , ütülü çamaşırlar, yıkanmış bulaşıklar gördüğünde,bu hayat senin mi ,yoksa başkalarının mı ;cevaplayamayacaksın.
Edebiyatçılar,görünen değil görünmeyen acıların yazarıdır diye düşünürüm.En görünmeyen acılar, çocuklara ve kadınlara yaşatılan şeylerden başlıyor.
Bir kız çocuğuna kendisini değersiz hisettirmenin en kısa yolu, dünyaya başkalarına hizmet etmek için geldiğini, varlığının kendinden menkul bir değeri olmadığını ona doğduğu günden,hatta öncesinden beri aşılamak olsa gerek..
Hayat, bazen bir gökkuşağı gibi, sunuyor süsü verdiği güzel hediyelerini boylu boyunca önünüze serdikten sonra, onları her adımınızda dokunulmaz bir mesafeye çekip götürmekten adeta zevk alıyor.
Hayat, sürekli içine düşerek yaşadığımız bir yanılgıdan ibaret, Peyami. Gördüklerimiz, gerçekleri çepeçevre kuşatan perdenin bize
ulaşan yalancı yansımasından başka bir şey değil. Bu perdenin arkasında koskoca bir dünyanın dönüp dolaştığını çoğu zaman fark etmiyoruz bile. Onun bize bakan sahte yüzüne sorgusuz sualsiz inanmakla yetinmeyi nedense daha kolay buluyoruz.
Ah Bedia, bilsen; ben bu kentte sensiz ne çok sıkılıyorum.
Bizi büyüten, içine doğduğumuz aile değil sadece. Okuduklarımız bizi asıl büyüten.
Kimdi bu insanlar? Nasıl kavga ederlerdi, nasıl giyinirlerdi, nasıl konuşurlardı, ayakkabılarının bağcıklarını nasıl bağlarlardı, bir kalıp buzu buzluktan nasıl çıkarırlardı?
Benim bilinmeyene duyduğum bir korku vardı da sabahları önünden selam vermeden geçtiğim bakkalımın yok muydu?
Gittiğim her yerde insanların yan yana, ama birbirlerinden ayrı yaşadığını gördüm.
Hayat, sürekli içine düşerek yaşadığımız bir yanılgıdan ibaret, Peyami.
Dün, kalabalık bir sokakta, yalnızca seni gördüm.
Okumak, metnin sesini duymaktır; yazmanın da metnin sesini duymak olduğu gibi.
Merhamet acının anlaşılmasıdır. Anthony William
– Kız o evde mutlu değildi. Babasının evine geri dönmemiş miydi?

– Haa, doğru; ama daha o sabah babası döve döve koca evine geri götürdü onu. Hatta, hatırlıyorum, öyle kötü dayak yemiş ki, birkaç gün hasta yatmıştı kız. Ama bir daha öyle bir cahillik etmedi çok şükür.

Hayat, sürekli içine düşerek yaşadığımız bir yanılgıdan ibaret.
Bu dünyadaki en görünmez acılar, çocuğun çektiği acılardır.
❝ Asıl olan her zaman metindir. Kurallar metin içindir, metin kurallar için değil. Metin kurallara uymaz, metin kurallara uyar. ❞
Bizi büyüten, içinde doğduğumuz aile değil sadece. Okuduklarımız bizi asıl büyüten.
Bir kız çocuğuna kendisini değersiz hissettirmesinin en kestirme yolu, dünyaya başkalarına hizmet etmek için geldiğini, varlığının kendinden menkul bir değeri olmadığını ona doğduğu günden, hatta öncesinden beri aşılamak olsa gerek.
En görünmeyen acılar, çocuklara ve kadınlara yaşatılan şeylerden başlıyor.
“Merhamet, acının anlaşılmasıdır.”
Gördüğüm herkesi bir bir çevirip ” Nasıl her şeyi bu kadar olağan karşılar gibi, sapasağlam durabiliyorsunuz? ” diye sormak isterdim.
Cam fabrikasında çalışan babası iş kazasında öldükten sonra evdeki bütün bardakları paramparça etmiş çocuğum.
Bize yüzünü dönmüş hayatın gerisinde olup bitenlere şöyle bir eğilip bakmayı denemedik bile. Karşımıza çıkan her olayda , birbirimize elimize patenti verilmiş basmakalıp tanımları yapıştırmakla yetindik. Oysa ,kim bilir, penceremin camına her sabah taş fırlatan çocuk belki de benimle sadece arkadaş olmak istiyordu
Sevgili Baba,
Türkiye’de insanlar mektuplarına hep böyle başlıyorlar. Ardından hal hatır sormak da başlıca vazgeçilmez adetleri. Türklerin hemen her konuda kendilerine has öyle çok sorgulanmaz kuralları var ki kendimi nereye koyacağımı bilemediğim zamanlarda bu beni memnun bile ediyor. Nerede nasıl davranacağımın, hatta nasıl hissedeceğimin burada önceden belirlenmiş kalıpları var çünkü. Kararsız kaldığında bu kalıplardan birine uyup sürüklenmekten kolay hiçbir şey yok.
Acı’yı başkaları tarif ediyor, ben yaşıyordum. Öyle ki, ikimiz arasında bir çizgi kaldı mı, bazen şüphe ediyorum.
Sebepler yoktu; ortalıkta yalnızca dolaşan sonuçlar, kocaman soru işaretleri gibi dolaşır dururlardı. Sebepleri sorabileceğiniz kimse olmazdı.
Evimiz küçüktü, ama dünya çok büyüktü baba. O dünyada her gün, aklıma sığmayan türlü olay dönerdi.
Sadece yüzünü gördüğüm bir insanın içinde olup bitenleri anlayamam. Elime yalnızca çiçekleri verilen ağacın nasıl bir toprakta filizlendiğini tahmin edemem.
Kendi içimizde bizden öte bir biz olduğunu bilirdik, ama bir başkasının teninden ötesine dokunabileceğimize inanamazdık.
Dün, ucuz biberlerin tahta kasalarda satıldığı küçük bir sokakta, senin kocaman yalnızlığını gördüm.
Vaktini senin gibi gün gün solan perdelerde yıkayıp bir akşam vakti rüzgarda sallanan çamaşır iplerine asacaksın.
Gecenin kendisi olabilmek için can atıyorum gecenin içinde.
Eğer bir kez olsun başımızı kaldırıp gözlerimizin içine dosdoğru bakabilseydik, herkesin içinde bizim gibi bir insan olduğunu mutlaka görebilirdik.
Öyle bir çağda yaşıyorduk ki aramızda tenlerimizden daha kalın duvarlar vardı. Kendi içimizde bizden öte bir biz olduğunu bilirdik, ama bir başkasının teninden ötesine dokunabileceğimize inanamazdık.
Hayat sürekli içine düşerek yaşadığımız bir yanılgıdan ibaret. Gördüklerimiz, gerçekleri çepeçevre kuşatan perdenin bize ulaşan yalancı yansımasından başka bir şey değil. Bu perdenin arkasında koskoca bir dünyanın dönüp dolaştığını çoğu zaman fark etmiyoruz bile. Onun bize bakan sahte yüzüne sorgusuz sualsiz inanmakla yetinmeyi nedense daha kolay buluyoruz.
İnsanoğlu işte. Bir kusur görünce temizleyip çıkarmaya değil, makyajlayıp boyamaya pek meraklıyız.
Bir insanın nasıl bir maddeden yapıldığını ona dokunmadan kim anlayabilir?
“Acıyı başkaları tarif ediyor, ben yaşıyorum.”
“ Ben gerçeğin ne olduğunu bilirim, Peyami. Gerçek, çok uzun yıllar önce, uzak bir ülkenin sokağında söylenen eski bir masal ”
“Halbuki hepimiz aynı merhametten yaratılmış, bilerek bir araya konmuştuk. Hepimizin kalbi aynı zaaflar, aynı endişeler, aynı emellerle çarpıyordu. O zaman, her ikimiz de insandık da, niçin birbirimize ulaşamadık?”
“Öyle bir çağda yaşıyorduk ki aramızda tenlerimizden daha kalın duvarlar vardı. Kendi içimizde bizden öte bir biz olduğunu bilirdik, ama bir başkasının teninden ötesine dokunabileceğimize inanamazdık. Yürürken birbirimize çarpardık, ama konuşmazdık. Her sabah aynı durakta bekleyip aynı otobüse binerdik, ama hangimizin nereye gittiğini bilmezdik. Her biri kendi içinde yaşadığı halde hepsi aynı çoban tarafından güdülen, kalabalık bir koyun sürüsü gibiydik.”
“Omzundaki ağır yükün başka pencere pervazlarında sana ait olacağını sanarak teselli bulacaksın. Yüklendiğin hayatların tercihin değil, sana anneannelerinin bıraktığı eski bir miras olduğunu düşünmeyeceksin bile.”
“Merhamet, acının anlaşılmasıdır.” Anthony William/ Medikal Medyum
Sen bu gri taşlı yollar üzerinde hep böyle boynu bükük kalacaksın, Gülbike. Kimse üzerine basıp geçtiğini bilmeyecek. Şu sildiğin duvarlar arasında gün gün paslanacaksın. Laleler artık avutmaya yetmeyecek seni.
Keşke her insanın üzerinde de, şiirlere mısra mısra dönüp baktığım gibi, tekrar durup düşünebilseydim. Keşke her insanda verdiğim emek kadar, fark etmeye değer güzellik bulacağımı baştan bilebilseydim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir