İçeriğe geç

Süpürge – Kadın Destanı Kitap Alıntıları – Metin Göz

Metin Göz kitaplarından Süpürge – Kadın Destanı kitap alıntıları sizlerle…

Süpürge – Kadın Destanı Kitap Alıntıları

ben bugün kafesinden soyunmuş gibi duran
bir kuştum
kalbimin sessizliğine uçtum
‘kötü zamanlar geçecek’ dedi hayat. ‘kötü zamanlar geçecek’ dedi ölüm.
işte söylüyorum: bugün bir alakarga ödünç aldı yüreğimi
yazdı kanat izleriyle havaya bir ömürlük şiirimi
Bana kötü birşey olsun istedim
bana aşık olsun istedim
ağaçların evlerden daha yüksek olduğu zamanlar. . . dünya daha masumdu.
geciktim biraz ne var ki
şehri bildiğimi sanıyordum, anıların cesetlerini çiğneyerek geçilen caddelerini
bilmiyormuşum geciktim
kederim ben. ama şimdi unut bunu, atla eşiğimden.
bu şehri terketmem gerek. ama ya şehir beni terketmezse, katie?
her görünmez kentten yalnızca yazarı geçebilir ve her kubilay han kendi yazarını arar.
kim bilebilir ne kalır, ne gider
kalan: zamandan kaldığıyla kalır
ne olmak isterdim -bir dans figüründe
kederin ve aşkın soylu temsili
sınırı aşma bugün -sınır tam kalbimdi
mayınlar döşemiştim mayınlar döşemiştim

savaşlardan kırımlardan geçtim
kaldım sonunda bir başıma

sadece adlarımızın kavıdır kalacak olan çünkü geriye
bulması zor, kaybetmesi zor, unutmaması zor unutması zoroğlu zor
her sabah sabah olacak
dünyanın bir yerinde
birkaç kelimem kalacak benim
o cümleye kadar atacağımız adımların
ortaklığı senin olsun
çocuklar uyusun o vakte kadar
bazı şeyler yarım olmayı sever
eksik değildir oysa her yarım
yarım öteki yarımı bekler
beklemenin unutulduğu yerde ben beklemek olurum
kimse olmazmış, ben olurum
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
çıkıp gelirim aklından
geçmişten gelirim, gelecekten gelirim kullanılmayan bir şeyden, tozlanan
gelmek ne demekse onu olurum
unutturduktan sonra kendimi, kendim olurum
kadınlar mı? yaşamaları şiir demiş şair.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
aşk mı, ölüm mü? bu açmazda sakatlanıp kalır erkekler.
geliyorum diyen kazadır oysa. bilmez erkekler.
kapatalım bu bahsi bir aşk hikayesinin girişinde bırakın ise toza beleneyim
hissediyorum: hep aynı güzel teraneyim
ömrüm bir hasta mandalinasının kokusunu özlemişti
bilirim yaşamak ne ram kış ne mükellef bir yaz
unutmanın ateşinde kendini sokan
cümlelerimle doluydu dağ taş
zaten gömülmüşüm ne erken bir merhaba ne geç bir elveda -bütün bunlar
akıntıya referans, ölüme reverans
ansızın bir boşluk buldumcuğuna reverans
ama öyle kısaydı ki adımların, atılmamıştı diyelim
geçip gitti deyişim yalan. zaman yoktur ya, yokluğuyla kırar beni
anneannemle biz, ölüm hiç gelmeyecek diye kararımızı çoktan vermiştik
üstüne su bile içmişliğimiz oldu. en azından zaman zaman
ben hala karşıyım ölüme. anneannem de uzaktan öyle
sonraları aşkın a’sı olduğunu, yetmedi azabın da a’sı olduğunu hissedecektim iliklerime kadar.
seni sevmiştim evvel zamanda, kulağıyla işitti bunu biri
binlerce hikaye yazmıştı böyle, yine de çekip önüne kağıdı
ve dinleyip diğer binlerce yazarı sabırla yeniden
yazdı başı sonu belirsiz bu hikayeyi
teyelleyerek usulca ötekilerin kuyruğuna
sonraya bırakılmış güzel günler varken
sabahını nice göre bir uzun gece
sen çiçek açmış limon ağacı kaç filme konu olur kim bilir kaç son ‘son’ niyetine okunur tek hece
yol da yoktur ikimiz yoksa, ne de kalan
ikimiz kim, kim mi ikimiz: bir şiirin son mısraı
bir hayat aksak adımlarla yürümesini bilmelidir
bir ev bir evden fazladır hep ve birkaç kuşak sonrasının utangaç hayaletlerine kalır
uzaklaşan adımların ufalan sesleri
bu valse davet ediyorum seni
bir karganın güngörmüş, çirkin sesiyle geçip giden şu yeryüzünde
bir armağandır her bozgun
doğmamış gülücüğe
tütünlü, görüşlü bir selam gibilerden
siz bir şiire çok şey asmayın
kaldırmaz mesela adamsız bir şapkayı
otopside bir türlü bulunamayan kalbi
cildine kızıl kan bulaşmış lugatı
bir şiire gelin bunu da yazın
biliyorum çok acı çekildiğinde
acının tozu bile kalmaz
morun şiiri dedilerdi izinden çıkıp yola
sen bir devre adını bilmeden vermiş kadın
sanki birilerinin konuşurken kanattığı bir dil kalmış bana
huyları birbirine karışan aylar, mesela insanı yakan mart
donduran temmuz, dirilten eylül, üşüten nisan
bu aylar ve bu ayların içinde çırpınan umarsız zaman
otur. daha erken
daha çok erken
yaşa mecbursun bu tutsaklığa.
sessizliği tanrı misafiridir, fincan fincan demli çay ikram eder ona -masal bu ya
bir eski zaman minyatürü
sanki ince ince işlenmiştir
gerçi bir kadının teessürü en nadide sabır çiçeğidir
oysa her şiir bulantı yapmalıdır biraz. nakarat bıktırıcı olmamalıdır ve fakat.
tuttum düşlerimi vurdurdum sıfır numaraya. anlamışsınızdır, hazırlık biraz. /
siz hiç geceye bekaretini teslim etmemekte diretmiş şehir gördünüz mü -ben görmedim, yine aynısı oldu.
Oysa her şair kıymık gibi batar Hayat’a. canını acıtmak ister biraz onun. biraz. her zamanki gibi işte. biraz.
ben bu deli denizi yuttum zilyon yıl önce
ne asa ne gereksiz mısra
herkeslerin güneşiyle hiç işim yoktu
kendi güneşimden bir iyi yararlandım
şarkılardan şarkıcıları sepetledim ani kararla kesin kararla
ve çıktım ardıma bakmadan vakarla
ben bugün kafesinden soyunmuş gibi duran bir kuştum
kalbimin sessizliğine uçtum
ve uçmayı bilen düşmeyi de bilir. ve düşmeyi bilendir nilgün ve uçmayı elbet. ve kanatları vardır nilgün’ün, uçurumları sevdiği için.
bütün renkler renkti o zaman. şendi. şenlikti. beyaz biraz daha oyunbazdı, o kadar. seviyordu parça pinçik olup yere sayısız öpücük kondurmayı.
ağaçların evlerden daha yüksek olduğu zamanlar
dünya daha masumdu.
kederim ben. ama şimdi unut bunu, atla eşiğimden.
sınırı aşma bugün -sınır tam kalbimdi
mayınlar döşemiştim
ölen taraflarımızı bir tekneye koyup rüzgara bırakın*
lime lime de olsa sığınılacak bir kalp bul kendine
varlığımızdan haberdar olan kainata teşekkür ederiz
dünya vardı biz vardık
bizim şiir yazan ellerimiz vardı
görmediğim şehirlerin sokaklarında yürür gibi seviyorum seni.
kadınlar mı? yaşamaları şiir demiş şair.
bense dağ gibi çirkinim,
(*) bir fotoğrafın arabı olur da uğultusu olmaz mı derim ece ayhan’a.
der ve gizlenirım dünyanın karşısına.
ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
binlerce kitabın enkazından sessiz çığlıklar
yükselirken üzerimde biriktirdim bütün gözleri
”hiçbir şey kanatları olandan daha hafif değildir.
bütün şairlerin ahını toplasam dünyayı oynatır mıydım yerinden?
fizik yasalarını bilmesem de?
seni sevmiştim evvel zamanda, ipliğin iğneyi sevdiği gibi
ah ne masum hata, nasıl da ihmal edilebilir istatistiksel sapma!
ikimiz kim, kim mi ikimiz: bir şiirin son mısrası

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir