Juan Rulfo kitaplarından Kızgın Ova kitap alıntıları sizlerle…
Kızgın Ova Kitap Alıntıları
Yürüyorum, yürüyorum ve bir de bakıyorum sanki yerimde saymışım.
İnsan onu görünce kendisinin gönülsüzce ya da artıklardan yaratıldığını hissediyordu.
Yaşlılık kapını çaldığında yaşamayı öğreneceksin; zamanı gelince çocukların çekip gittiğini ve giderken sana hiç minnet duymadıklarını, seni anılarından bile sildiklerini göreceksin.
Her zaman kendi işini gör, yapman gereken işte bu.
Şunu iyi öğren evlat : Her yeni yuvaya bırakmak gerekir bir yumurta.
Ne derler bilirsin : Çan çalmıyorsa içinde dili olmadığı içindir.
Açlık diye bir şey var, baba; siz iyi yaşadığınız için hissetmiyorsunuz ama
Söyleyecek başka bir şey kalmadığını ve umudu başka bir yerde araması gerektiğini düşündü.
Bütün ömrüm böyle geçti. Bir ya da iki yıl değil, bütün ömrüm.
Bir umut olmalıydı. Bir yerlerde hâlâ bir umut kalmış olabilirdi.
Gerçek şu ki orada zaman hiç ilerlemez. Kimse ne geçen saatlerin hesabını tutar ne de yılların birbiri ardına nasıl geçtiğini görüp kaygılanır. Günler başlar ve biter.
Artık neredeyse gömülmek için ihtiyaç duyacağımız bir avuç toprağı bile bulamayacaktık.
Ölümü bölüşmek için her birimiz kendi yolumuza giderken bize bakakaldı.
İyi şeylerin yolu ışıl ışıl, aydınlık. Kötü şeylerin yoluysa kapkaranlık.
Yaşamın onca insanın arasında yürürkenki kadar yavaş ve kadar olduğunu daha önce hiç hissetmemiştim
Bu koyunlar senin mi? diye sordu. Ona benim olmadıklarını söyledim. Bunlar onları doğurmuş olanların dedim.
Ölüler canlılardan daha ağır çekiyor, insanı resmen eziyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Onun yerini gösteren bizzat kendi öfkesi oldu.
İmkansız olana karşı elden bir şey gelmez ki.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Başka bir yerde gayet keyifli olunabilecek bir sohbet, burada çok çaba gerektiriyor. İnsan burada konuşurken ağzının içindeki sözcükler dışarıdaki sıcaklığın etkisiyle ısınıp dilinin üzerinde kuruyor ve nefesini kesecek gibi oluyor.
çiftliklerde yaşayanlar köylere iniyor, köylerde yaşayanlar kentlere gidiyordu. kentlere gidenler insan kalabalığının içinde yitiyor, yokoluyordu
”indir beni baba ”
”artıyor mu ağrın? ”
”evet ”
”korkma, mutlaka varacağız tanoya’ya. orada sana bakacak birini bulacağım. üstelik bir de hekim varmış kasabada, öyle diyorlar. saatlerdir sırtımda taşıyorum, gelip işini bitirsinler diye seni buralarda bırakıp gidecek değilim ” .
”artıyor mu ağrın? ”
”evet ”
”korkma, mutlaka varacağız tanoya’ya. orada sana bakacak birini bulacağım. üstelik bir de hekim varmış kasabada, öyle diyorlar. saatlerdir sırtımda taşıyorum, gelip işini bitirsinler diye seni buralarda bırakıp gidecek değilim ” .
.
zamanla tek bir arkadaşı kalmamıştı urbano’nun; yolda karşılaştık mı, para istemesin diye görmezden gelirdik
.
şu herife söyleyelim de biraz tekila getirsin, ne dersin? bira içti mi, habire helaya taşınıyor insan
.
ancak oğullarının biri suç işlediği zaman hatırlanır luvina’lılar. beyefendilerin candarmaları köye baskın yapan, delikanlı yakalanır, öldürülür. bunun dışında adı bile anılmaz luvina’nın .
onlara bu ülkenin kendi ülkeleri olduğunu anlatmaya çalıştım. bu sözlerime başlarını iki yana sallayarak karşı çıktılar. güldüler sonra
.
defolun, piçkuruları! amma kafa şişirdiniz!
.
”hey camilo, iki bira daha ” dedi adam. sonra konuşmaya devam etti: ”bir şey daha var, dostum. luvina’da hiçbir zaman mavi bir gökyüzü göremeyeceksin ”
hayatın öyle güçlü, öyle zorlu olduğunu en çok, çevremizde bir yığın insan, üstümüzü kaplayan ve bizi kıskıvrak yakalayan toz bulutunun ortasında kımıl kımıl, sıcaktan birbirine girmiş solucanlar gibi ilerlerken sezmiştim.
yorgun argın yürümeliyiz hep. ancak öldüğümüz zaman gerçekten dinleneceğiz
..
ağustos böcekleri tükendiği gün yeryüzü kutsal ruhların çığlıklarıyla dolacak, herkes çıldırıp kaçışmaya başlayacakmış. bütün bunlarla birlikte, ağustos böceklerinin ötüşünü dinlemeyi çok severim
.
ebegümeci çiçeği tadı vardır felipa’nın sütünde. keçi sütü içtim, yeni yavrulamış domuz sütü içtim, ama hiçbiri felipa’nın sütü kadar güzel değildi
.
karnından başka her yeri yeşildir kurbağanın. ödlübağsa karadır tepeden tırnağa. analığımın gözleri de karadır. kurbağaların tadı güzeldir. gel gör ki, ödlübağalar öyle değildir. ödlübağayı kimseler yemez. kimseler yemez, bir ben yerim
yama gibi duran uzun yorumlara girişmeksizin, sık dokulu bir düz yazı kullanır rulfo. yoğun olmayan, özlü, hiçbir şey sakınmamacasına gerçekçi, ama gene de şiir yüklü bir dile sahiptir. imgelerin belirgin, kırsal bir tadı vardır:
toprak, kayalar, toz, rüzgâr, ay, şahanlar, çakallar .
toprak, kayalar, toz, rüzgâr, ay, şahanlar, çakallar .
.
(juan rulfo üzerine, george d. schade)
rulfo kişilerinin çoğunu derinlemesine inceler, ama bazıları da, tıpkı çoğu zaman bulutlarla kaplı, kırağıyla örtülü olan kırlar gibi bulanık, belirsiz ve suskun kalırlar. yüzleri hiçbir zaman bütünüyle görünmez; her zaman bir gölge hâlindedirler. açık seçik, belirgin olan tek şey bu dünyada pek önemsenmez gibi görünen, ama hayata hükmeden ölümdür
.
(juan rulfo üzerine, george d. schade)
“Zaman, insanın sırtında taşıyabileceği en ağır yükten bile daha ağırdır.”
“Onun yaşam alevini söndüren o esintinin yanımdan geçişini, sanki şu anda üzerime doğru esmeye devam ediyormuş gibi hala hissediyorum.”
“Ay oradaydı, onların tam karşısında. Gözlerini ışıkla dolduran ve toprak üzerindeki gölgelerini daha da uzatıp koyulaştıran büyük ve kızılımsı ay.”
“Ölüyü canlandırmak yeni bir yaşam vermekten daha zordur.”
“Sadece kertenkeleler doğduğu oyukta ölmek ister.”
“Köpekler bile öldüğü için sessizlikte havlayacak hiçbir şeyin olmadığı, can çekişmekte olan bir yer; zira insan orada esen şiddetli rüzgâra alıştıkça, bütün ıssız yerlerde hüküm süren sessizlikten başkasını işitmez olur. Ve bu insanı bitirir. Bana bir bakın. Beni bitirdi. Siz oraya gittiğinize göre ne demek istediğimi çok geçmeden anlayacaksınız ”
“O hükümet denen beyefendi onları sadece evlatlarından biri suç işlediğinde hatırlar.”
“Tek derdi yaşamaktı. Onu öldüreceklerinden artık hiç şüphesi kalmadığı şu anda, içini o kadar büyük bir yaşama isteği doldurmuştu ki, bunu ancak ölüp de dirilen biri anlayabilirdi.”
“Sürdürdüğüm hayat sanki artık tükenme noktasına gelmişti ve heyecan kardıracak durumda değildim.”
İşte tam o anda içimde bir hüzün hissettim. Onca canlı şeyin arasında olmak, tam karşımızda bize gülümseyen Bakire’yi görmek ve diğer tarafa bakıp sanki bir ayak bağı gibi orada duran Tanilo’nun cansız bedeniyle karşılaşmak beni hüzünlendirdi.
Zira ölmesi için onu oraya biz getirdik ve bunu asla unutmuyorum.
Zira ölmesi için onu oraya biz getirdik ve bunu asla unutmuyorum.
Tanrı’ya şükranlarımı sunuyorum çünkü bana doğarken bahşettiği yeteneklerin neredeyse hepsini geri aldığı için, artık beni idam etseler de kaybedecek bir şeyim kalmadı.
Şimdi yapmamız gereken dişimizi sıkıp bizim gibi onca insanın peşinden ve diğer birçoğunun önünden yürümeye devam etmek.
Evet, şu anda yapılması gereken bu. Ancak öldüğümüz zaman gönlümüzce dinleneceğiz.
Evet, şu anda yapılması gereken bu. Ancak öldüğümüz zaman gönlümüzce dinleneceğiz.
Geçen hafta yiyecek bir şey bulamadık; önceki haftaysa sadece horozibiği çiçeği yedik. Açlık diye bir şey var, baba; siz iyi yaşadığınız için hissetmiyorsunuz ama
Guadalupe Terreros benim babamdı. Büyüyüp babamın nerede olduğunu sorunca bana öldüğünü söylediler. Kök salmak için tutunabileceğimiz kişinin öldüğünü bilerek büyümek çok zor bir durum. Bizim başımıza gelen buydu.
Yanıma geldi ve bana: Bu koyunlar senin mi? diye sordu. Ona benim olmadıklarını söyledim. Bunlar onları doğurmuş olanların dedim
Siz de ben de biliriz ki, zaman, insanın sırtında taşıyabileceği en ağır yükten bile daha ağırdır.
Şuna inanıyorum ki, yemek yemeyi bıraktığım gün öleceğim !
Karafatmaların ne tarafımda yürüdüklerini görmek için kibrit bile yakmıyorum. Artık hiç hareket etmiyorum. Çuvallarımın üzerinde yatıyor ve bir karafatmanın pürtüklü ayaklarıyla boynumda yürüdüğünü hissettiğim anda üzerine şaplağı indirip onu oraya yapıştırıyorum. Ama kibrit yakmıyorum.
Kibriti tutuşturup yorganımın altına giren karafatmaları ararken, günahlara hazırlıksız yakalanmak istemem
Kibriti tutuşturup yorganımın altına giren karafatmaları ararken, günahlara hazırlıksız yakalanmak istemem
Yemeğimi yer yemez odama kapanıyor ve günahlar benim karanlıkta olduğumu görüp içeri doluşmasınlar diye kapıyı iyice sürgülüyorum
Düşüncemizi dile getirmiyoruz. Konuşma arzumuzu yitireli bayağı bir zaman oldu.
“Kök salmak için tutunabileceğimiz kişinin öldüğünü bilerek büyümek çok zor bir durum.”
Gerçeklik dayanılır gibi değildir , ama gene de göğüslenecektir
Baba, bizi öldürdüler.
O hükümet denen beyefendi onları sadece evlatlarından biri suç işlediğinde hatırlar.
‘Hükümetin bize yardım edeceğini mi söylüyorsun, öğretmen? Sen hükümeti tanımıyor musun?’
Onlara tanıdığımı söyledim.
‘Şu tesadüfe bak, onu biz de tanıyoruz. Ama hükümetin anası hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.’
Onlara tanıdığımı söyledim.
‘Şu tesadüfe bak, onu biz de tanıyoruz. Ama hükümetin anası hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.’
Günler başlar ve biter. Sonra gece olur. Onlar için ümitle beklenen bir şey olan ölüm vakti gelinceye dek sadece gündüz ve gece vardır.
En azından anıların kötü tadını silmek için bile olsa, bir içkiyi hak ettiğimizi düşünmüyor musunuz?
Büyüyüp babamın nerede olduğunu sorunca bana öldüğünü söylediler. Kök salmak için tutunabileceğimiz kişinin öldüğünü bilerek büyümek çok zor bir durum. Bizim başımıza gelen buydu.
Canı hiçbir şey istemiyordu. Tek derdi yaşamaktı. Onu öldüreceklerinden artık hiç şüphesi kalmadığı şu anda, içini o kadar büyük bir yaşama isteği doldurmuştu ki, bunu ancak ölüp de dirilen biri anlayabilirdi.
Ve ben sanki hiçbir yere varmamışız, buradan geçerken sadece dinlenmek için durmuşuz ve daha sonra yürümeye devam edecekmişiz gibi bir hisse kapılmaya başlıyorum. Nereye gideceğimiz konusunda bir fikrim yok, ama devam etmemiz gerekiyor.
Günün birinde gece olacak. Hep bunu düşünüyorduk. Gece olacak ve dinlenebileceğiz.
Kim bilir, belki ikimiz de körleşmiştik ve birbirimizi öldürdüğümüzün farkında değildik.
İnanın bana, katilleri öldürmek çok hoşuma gider. Bu benim hep yaptığım bir şey değil tabii ki; ama bu İblis tohumlarının kökünü kurutmada Tanrı’ya yardımcı olmak insana kendini iyi hissettirirdi herhalde.
Benim sabrım var, ama senin yok; sana karşı avantajım işte bu. Ayrıca benim yüreğim kendi kanının içinde kıpır kıpır ve dönüp duruyor; seninkiyse bozulmuş, kurumuş ve çürümüş. Bu da sana karşı bir diğer avantajım. Yarın, öbür gün ya da sekiz gün içinde ölmüş olacaksın. Zamanın bir önemi yok. Benim sabrım var.
Lakin herkesin gittiği yerden gitmek tehlikeli.
Düşüncemizi dile getirmiyoruz. Konuşma arzumuzu yitireli bayağı bir zaman oldu.
Açlık diye bir şey var, baba;
siz iyi yaşadığınız için hissetmiyorsunuz ama
siz iyi yaşadığınız için hissetmiyorsunuz ama
O hükümet denen beyefendi onları sadece evlatlarından biri suç işlediğinde hatırlar.