Nicolas Chamfort kitaplarından Hayat ve Toplum Üstüne Düşünceler kitap alıntıları sizlerle…
Hayat ve Toplum Üstüne Düşünceler Kitap Alıntıları
Le bonheur n’est pas chose aisée: il est très difficile de le trouver en nous, et impossible de le trouver ailleurs.
“Mutluluk kolay değil: İçimizde bulmak çok zor, başka yerde bulmaksa imkansız.”
Bakanlar krallardan aldıkları,din adamları da dinden aldıkları yetkiyle felaketlere yol açtılar.Tanrı ve kral uşaklarının budalalıklarının cezasını çektiler.
Her şey ben;gerisi hiç:İşte despotizm,aristokrasi ve yandaşları.-Ben ötekiyim;öteki de ben:İşte kalk yönetimi ve yandaşları.Karar sizin!
Toplumun zengin ve yoksul,soylu ve halk tabakası, itibar sahibi ve adı sanı bilinmeyen kişiler arasında meydana getirdiği ezeli ve ebedi mücadeleyi iki açıdan gözlemlemek gerekir:Birincisi eylem ve söylemlerinin farklı ağırlık ve ölçülerle değerlendirilmesidir; birini ki bir lira ederken ötekinin on liradan yüz liraya kadar yolu vardır ve bu alışılmış orantısızlık bir standart halini almıştır ki bu başlı başına felakettir.Yasaların ve geleneklerin insanlar arasında böyle bir ayrıma izin vermesi, toplumun en büyük kötülüklerinden biridir ve tek başına bütün kötülükleri açıklamaya yetecektir.
Diğer bir gözlem de,yine bu eşitsizlikten yola çıkarak oluşan başka bir hak tecavüzüdür:Yoksulun,halk tabakasının parası pul olurken,zenginin ve soylunun ki
kat kat değerlenir.Bu karşılıklı konumlarının doğal ve zorunlu etkisidir.Yoksul ve halk takımı kendi konumundakiler tarafından çekilmezken,zengin ve soyluyla aynı konumda olanların bir kısmı sahip oldukları avantajları paylaşmak ve aynılarını elde etmek için onlara yardım eder,destek verir ve suç ortaklığı yaparlar.
Diğer bir gözlem de,yine bu eşitsizlikten yola çıkarak oluşan başka bir hak tecavüzüdür:Yoksulun,halk tabakasının parası pul olurken,zenginin ve soylunun ki
kat kat değerlenir.Bu karşılıklı konumlarının doğal ve zorunlu etkisidir.Yoksul ve halk takımı kendi konumundakiler tarafından çekilmezken,zengin ve soyluyla aynı konumda olanların bir kısmı sahip oldukları avantajları paylaşmak ve aynılarını elde etmek için onlara yardım eder,destek verir ve suç ortaklığı yaparlar.
Filler esaret altındayken üremezler; yoksullarda,bahtsız insanlarda böyle içgüdü ya da gurur olmaması , insanlar için ne büyük talihsizlik,zorbalar için belki de talihtir.
Ruhunu,bilincini ve aklını,tıpkı mideni bozduğun gibi bozarsın.
Dünyada mutlu yaşamak için, ruhumuzun bazı yönlerini felce uğratmak gerekiyor.
En boş geçen günler, kişinin gülmediği günlerdir.
Bir zalimin tembelliği ve bir aptalın sessizliğidir, arzu ettiğim şey.
Aşkta her şey doğru, her şey yanlıştır; üzerine ne söylense saçma olmayacak tek şey aşktır.
– ( ) Felsefe de tıp gibidir; pek çok ilacı vardır ama iyisi pek azdır, derde deva olanı ise, neredeyse hiç yoktur
Birisi Voltaire’e aşırı çalıştığını ve aşırı kahve içtiğini, bu yüzden kendini öldürdüğünü söyler. Ben doğarken öldürüldüm diye yanıtlar onu Voltaire.
Her şeyi beğeni kazanmak için söyleyenler, zevki kötü olan halktan alkış almak için özellikle kötü oynayan oyunculara benzerler. Halkın zevki iyi olsa, aralarında iyi oynayabilecek olanlar çıkardı. Onurlu insan, salondaki izleyiciyi düşünmeksizin, rolünü elinden gelen en iyi şekilde oynar.
Dam : – O adam hakkında konuşulurken neden hiçbir şey söylemediniz?
Clit :- Sessizliğime çamur atılmasını sözlerime çamur atılmasına tercih ediyorum da ondan.
Clit :- Sessizliğime çamur atılmasını sözlerime çamur atılmasına tercih ediyorum da ondan.
Clitandre :- Evlenin.
Damis :- Ben mi, asla; kendi kendime iyiyim ben, kendimle uyum içindeyim ve kendime yetiyorum. Hiç sevmedim, sevilmedim de. Görüyorsunuz, her gün yirmi beş kişiye yemek verdiğim bir evim olunca, sanki aile ocağındaymışım gibi oluyor.
Damis :- Ben mi, asla; kendi kendime iyiyim ben, kendimle uyum içindeyim ve kendime yetiyorum. Hiç sevmedim, sevilmedim de. Görüyorsunuz, her gün yirmi beş kişiye yemek verdiğim bir evim olunca, sanki aile ocağındaymışım gibi oluyor.
A. – Canlılarla yaşamalı.
B. – Bu doğru değil; ölülerle yaşamalı (yani kitaplarıyla).
B. – Bu doğru değil; ölülerle yaşamalı (yani kitaplarıyla).
A. – Evlenecek misiniz?
B. – Hayır?
A. – Neden?
B. Çünkü evlenirsem üzülürüm.
A. – Neden?
B. – Çünkü kıskanırım.
A. – Neden kıskanacaksınız ki?
B. – Çünkü boynuzlanacağım.
A. – Boynuzlanacağınızı kim söyledi?
B. – Boynuzlanacağım, çünkü bunu hak etmiş olacağım.
A. Peki neden hak edeceksiniz?
B. – Çünkü evlenmiş olacağım.
B. – Hayır?
A. – Neden?
B. Çünkü evlenirsem üzülürüm.
A. – Neden?
B. – Çünkü kıskanırım.
A. – Neden kıskanacaksınız ki?
B. – Çünkü boynuzlanacağım.
A. – Boynuzlanacağınızı kim söyledi?
B. – Boynuzlanacağım, çünkü bunu hak etmiş olacağım.
A. Peki neden hak edeceksiniz?
B. – Çünkü evlenmiş olacağım.
Birisi Voltaire’e aşırı çalıştığını ve aşırı kahve içtiğini, bu yüzden kendini öldürdüğünü söyler. Ben doğarken öldürüldüm diye yanıtlar onu Voltaire.
Mutluluk pek kolay bir şey değildir diyordu adam, onu kendi içimizde bulmak zor, başka yerde bulmaksa imkansızdır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsan diyordu biri aptal bir hayvandır, kendimden biliyorum.
Adamın biri, Düşmanlarım bana hiçbir şey yapamaz, çünkü doğru düşünme ve doğru olanı yapma yeteneğimi elimden alamazlar.
Adamın birini münzevi olmakla suçluyorlardı. “Ben, der, öyle değilim, ama olmayı çok düşündüm, fakat kendimi gerçekten iyi bir şekilde yola getirdim Buna nasıl engel oldunuz? Kendimi yalnızlığa bırakarak.
Adamın biri sofrada mükemmel bir şarabı onu hic mer hetmeksizin içiyordu. Bunun üzerine ev sahibi ona vasa bir şarap koydurur. Öncekine sessiz kalan adam, Iste iri şarap der. Bu ucuz bir şarap, diğeri tanrılara layıktı der ev sahibi. Misafir, Biliyorum ve onu methetmedim. Övülmeye ihtiyacı olan bu diye yanıtlar.
Dinin günden güne zayıfladığını gören Voltaire, Bu yine de üzücü bir durum, zira biz neyle alay edeceğiz? der. Sabatier de Cabre, Ah! Bayım, merak etmeyin size daha çok fırsatlar, çok vesileler çıkar diye yanıtlar. Voltaire kederli bir şekilde, Ah Bayım, bize ancak kiliseden hayır var der.
İnzivaya aşırı derecede meraklı olduğu için eleştirilen bir filozof, şöyle der: Toplumda her şey beni aşağıya çekiyor, yalnızlıkta her şey beni yukarılara çıkarıyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir adama neden hiçbir zevkin ona cazip görüũnmedigini sordum. Beni şöyle yanıtladı: Onlara karşı duyarsız oldu. gumdan degil; ama hepsi bana değerinden fazla önemse niyormuş gibi görünüyor. Insanın şanı şöhreti iftiralarla yönlendiriliyor; itibar sürekli bir uğraş, zevkler hep har ket, beden yorgunlugu istiyor. Insanlarla oturup kalkmak binlerce sakıncayı da beraberinde getiriyor: hepsini gör- düm, tekrar tekrar gördüm ve karar verdim. Toplum bana kendi içime yaptığım yolculuğa benzer hiçbir şey vermedi, kendimde de daha iyisini bulmadım. Bu yüzlerce kez tekrarlanmış deneyimlerin sonucunda, ne duygusuz ne de kayıtsız olmaksızın, devinimsiz oldum, ve şimdiki durumum bana hep en iyisi gibi geliyor, çünkü durumu- mun iyiliği de devinimsizliğimden kaynaklanıyor ve öyle- ce çoğalıyor. Aşk bir acı kaynağı, aşksız cinsel haz birkaç dakikalık bir zevk; evlilik hepsinden beter; baba olmanın gururu bir sürü musibeti beraberinde getiriyor, bir evi yo netmek hancılık gibi bir şey. Bir insanı aranan ya da itibar gören biri yapan sefil nedenler gayet açık ortada ve ancak bir aptalı kandırabilir ya da gülünç derecede boş bir insana hoş gelebilir, Bütün bunlardan, çılgınlık çağını geçirmiş bir adam içìn uygun olan şeylerin yalnızca istirahat, dostluk ve düşünmek olduğu sonucuna vardım.
Adamın biri diyordu ki: Bilge ve derinlemesine hisseden bir ruh, toplumun şimdiki håline bakınca acı ve kederden başka bir şey bulmaz. Bakış açısını acilen eğlenceli kısma yöneltmek ve onu insanı sadece bir kukla, toplumu da üzerine bindigi bir tahta parçası gibi görmeye alıştırmak gerek. O andan itibaren her şey değişir: Farklı durumlar- daki ruh hålleri, bunların her birinin kendine has kibirleri, bireylerin farklı ayrıntıları, sahtekârlıklar vb., hepsi eğlenceli bir hål alır böylece sağlığımızı koruyabiliriz.
Yüce ruhları çok seven bir melankoli vardır.
Krallar ve papazlar intihar öğretisini yasaklayarak köleliğimizin sürmesini sağlamak istemişler. Dante’de talihsiz Ugolin’in kapatıldığı zindanın kapısına duvar ördüren şu vicdansız* gibi, bizi çıkışı olmayan bir hücrede kapalı tutmak istiyorlar.
*Başpsikopos Roger, Cehennem, XXXIII
*Başpsikopos Roger, Cehennem, XXXIII
Bir filozofun, bir şairin münzevi olmaması neredeyse im- känsızdır: 1. Çünkü meraklari ve yetenekleri onlan top- Jumu gözlemlemeye götürür ki bu yüreğe sürekli istırap veren bir incelemedir; 2. Çünkü yetenekleri hemen he- men hiçbir zaman toplum tarafından ödüllendirilmeyin- (hatta cezalandırılmazlarsa şanslı sayılırlar), önceden sözünü ettiğimiz o istirap yarasa yarasa, karamsarlığa eğilimlerini katlanarak çoğaltmaya yarar.
Heyhat! Batmamış olsaydık battıydık
Aşk sonu her zaman iflasla biten fırtınalı bir alışveriştir; onurunu yitiren de iflas eden kişidir.
Sevilmek her şey değildir, değerimizin bilinmesi gerekir ki bunu da ancak bize benzeyen biri yapabilir. İşte bu yüz- den biri diğerinden çok aşağıdaki kişiler arasında aşk ol- maz, olsa da ömrü uzun sürmez; ve bu kesinlikle kibirden değildir, haklı bir onurdandır ki insan doğasından bunu sıyırmaya çalışmak imkansız ve abestir. Kibir zayıf ve bo- zuk bir mizaca özgüdür; ama onur, gayet iyi bildiğimiz gibi, düzgün bir mizaca özgüdür.
Ayrılık o kadar olağan bir durumdur ki, birçok evde, her gece karı koca arasında yatar.
Aşkta insanın kendini sevme güdüsünü çıkarın, geriye pek bir şey kalmaz. Aşk gururdan bir arındı mı, artık zar zor ayakta duran zayıf düşmüş bir hastadır.
Değer verilen duyguların aslında bir değeri yoktur.
Düşüne taşına yaşamak çoğunlukla acınası bir durumdur. Daha fazla harekete geçmeli, daha az düşünmeli ve hayatla yüz yüze gelmeliyiz.
Hayallerin yanılgisından kurtulmuş soylu insan, mükemmel insandır. Yeter ki aklı olsun, içinde bulunduğu toplum çok hoştur. Hiçbir şeye önem vermeyince, bilgiçlik de taslamaz. Hoşgörülüdür, çünkü kendisinin de bir zamanlar, hâlâ hayal peşinde koşanlar gibi olduğunu anımsar. Insan- larla alışverişinde kendinden emin olması, ne aynı şeylert tekrar tekrar söylemeye ne de can sıkıcı hareketlere gerek duymaması kaygısızlığının sonucudur. Biri ona karşı böyle davranacak olursa, o kişiyi aklından çıkarır ya da küçük görür. Mutlaka başkalarından daha eğlenceli olur, çünkü sürekli yanındakileri hicvetme hâlindedir. Ayakları yere basar, yanılgılar içinde hasbelkader yürüyenlerin şaşar adimları onu güldürür. Aydınlık bir yerden bakıp, karanlık bir odada gelişigüzel yürüyenlerin gülünç hareketlerini gören insandır o. Insanlara ve olaylara atfedilen yanlış de- gerlere ve ölçülere gülerek onları paramparça eder.
İşkence beden için neyse, tereddüt ve kaygı da zihin ve ruh için odur.
Cemiyet hayatına ve servete sırt çevirince, mutluluk, huzur, sağlık, hatta zenginlik buldum. Atasözünün tersine oyunu terk edenin kazandığını anlıyorum.
Aşkta ve dostlukta, gerek sevilen kişinin ölümü gerek ha yatın terslikleri nedeniyle yaşanan büyük acıları görünce ya da hissedince, insanın sefahat ve havailiğin çok da bü- yük budalalıklar olmadığına, yaşamın da cemiyet adamlarinın ona verdiği değerden fazlasını hak etmediğine inanası geliyor.
Şeytanın dediği gibi Si cadens adoaveris me* demeyen az iyilik sever vardır.
*Önümde diz çöküp bana taparsan (Matta İncili, IV, ix).
*Önümde diz çöküp bana taparsan (Matta İncili, IV, ix).
İyiliğini gördüğümüz çoğu insana karşı hissimiz, diş hekimlerine duyduğumuz minnete benzer. Bize iyilik ettiklerini, bizi bir dertten kurtardıklarını söyleriz. Ama o esnada çektiğimiz acıyı hatırlayınca, onlara pek de içten bir sevgi duymayız.
Ruh hastalığında tamamen beden gibi davranır: Acı çeker, her yöne sallanır, ama sonunda biraz olsun rahatlar. Sonunda huzuru için en gerekli olan duygu ve düşünce tarzında karar kılar.
Filozoflar diğer bütün erdemlere yön veren döôrt temel er- deme inanırlar: adalet, itidal, güç ve ihtiyat. Bu sonuncunun Ik ikisini, adalet ve itidali kapsadığı ve gücün gerekli oldugu nek cok durumda onun yokluğundan mutsuz olan insam kurtararak, bir şekilde gücün yerini tuttuğu söylenebilir.
Adetleri, gösterişleri, görgü kurallarını yalnızca sivil toplumun destekleri olarak görerek, sadece size ahlak, erdem, akıl ve hakikat sınırları içinde davranma yeteneğine sahip kişilerle görüşmeyi seçtiğinizde; dediğim gibi bu seçimi yaptığınızda (ki budala, zayıf ve aşağılık biri olmak istemi- yorsanız bunu yapmalısınız), sonunda neredeyse yalnız yaşamak zorunda kalırsınız.
Hayır demesini bilmeyen herkes köledir. Özgürlüğünü ve kişiliğini korumanın yalnızca iki yolu vardır: Hayır demeyi ve yalnız yaşamayı bilmek.
J. J. Rousseau’nun inziva arzusuna hiç şaşmamalı: Böylesi ruhlar kartallar gibi tek başına kalmaya, yalnız yaşamaya mahkumdur. Ama tıpkı kartallar gibi onlar da enginleri görür ve yüksekten uçarlar: Bu da yalnızlıklarının büyüsüdür.
Doğa bana yoksul olma demiyor: Zengin ol hiç demiyor; Ama Bağımsız ol diye haykırıyor.
Halkın fikirleri hemen hemen her zaman basit ve değersiz. dir. Kulağına aşırı uygunsuz konuların rezillikleri ve olayla. rindan başka hiçbir şey gelmediginden, ona kadar varan her olguyu ya da söylemi bu aynı renklere boyar. Halk, soylu bir senyörle onurlu bir insan, ya da mevki sahibi bi- riyle sıradan vatandaş arasındaki en yüce türden bir iliş- kiyi görür mü? likini sadece koruyucu ve onun koruması altındaki bir kişi, ikincisini ise düzenbazlık ve muhbirlik gibi görür. Yüce gönüllülük ve ilginç durumların karıştığı bir cömertlik eylemini, sadece kurnaz bir adamın kandırmacayla kopardığı borç para gibi görür. Bazen namuslu bir kadının sevilmeye değer bir erkege olan tutkusu dillere düştügünde, bu sadece kaltaklık ve hovardalıktır halkın gözünde. Çünkü bu yargılar ayıplanması ve aşağılanma- si gereken çok sayıda vakayla önceden belirlenmiştir. Bu gözlemlerden çıkan sonuç şudur: Namuslu bir adamın başına gelebilecek en iyi şey, halkın gözünden kaçmaktır.
Yalnızken toplum içinde olduğumuzdan daha mutluyuz. Bunun nedeni yalnızken olup bitenleri düşünmemiz, toplum içinde ise insanları düşünmeye mecbur olmamız değil mi?
Bir filozof toplumda mevki denen şeyi, Tatarların şehirleri gördüğü gibi görür, yani hapishane gibi. Bu ruhun ve aklın enginliğini ve gelişimini yok ederek fikirleri daraltan ve bir noktada toplayan bir çemberdir. Toplumda önemli bir konuma sahip olan biri, daha büyük ve daha süslü bir hapishanededir. Küçük bir mevkii olan zindandadır. Hiçbir mevkii olmayan insan, geçimini rahat sağlıyorsa ya da en azından kimseye ihtiyaç duymuyorsa, özgür olan tek insandır.
Akıllı bir adam, milyonerlerin olduğu bir mecliste 2000 ekü- lük bir gelirle mutlu olunabileceğini iddia eder. Milyonerler buna sertlikle hatta öfkeyle karşı çıkarlar. Onların evinden çıktığında arkadaş bildigi insanların, bu fikrine neden böyle sert bir tepki verdigini düşünür. Sonunda bulur. Çünkü bu kadar bir gelirle mutlu olması bu kişilere onlara bağımli olmadığını hissettirir. Zenginler azla yetinen her insanın kendilerinden her an kaçmaya hazır olmasından korkuyor- lar sanki. Bu durum tiranlara bir kölelerini kaybettiklerini düşündürür. Genelde bütün tutkular için böyle düşünebiliriz. Aşka olan zaafını yenen erkek kadınlara karşı iğrenç bir kayıtsızlık içine girer. Çok geçmeden kadınlar da onunla ilgilenmekten vazgeçerler. Bir filozofun servetiyle kimsenin llgilenmemesi belki de bu yüzdendir: Onun toplumu kışkırtacak ihtirasları yoktur. Mutluluğu için yapacak pek bir şey olmadığını görür ve olduğu gibi bırakırız onu.
Toplum dediğimiz dünya, dernekler, salonlar, araç gereçler ve dekorlarla iyi kötü ayakta kalabilen berbat bir oyun, yararsız bir operadır.
Fazla üstün nitelikli olmak insanın toplumla uyumunu bozar. Pazara külçe altınlarla gidilmez; kağıt ya da bozuk parayla gidilir.
Toplumun ve insanların bütün kusurlarının hakkını mizah yoluyla vermek lazım. Mizah sayesinde kendimizi tehlikeve atmaktan kurtuluruz. Mizah sayesinde şimşekleri üstümüze çekmeden herkesin ağzının payını veririz. Alay ettiğimiz durum ve kişiler karşısında üstünlüğümüzü şa- kayla sağlarız; insanlar da buna darılmaz, en azından neşe ve mizah duygusundan yoksun değillerse. Bu silahı iyi kul- lanmakla ün yapmış alt tabakadan bir insana toplum ve arkadaş çevresi, askerlerin kılıcı en iyi şekilde kullananlara atfettiği değeri atfeder. Nüktedan bir adama Onun impa- ratorluğunu şakayla yıkın, yarın burayı terk ederim de- diklerini duydum. Bu kan akıtılmayan bir düello türüdür ve diğeri gibi, insanları ölçülü ve edepli kılar.
Zamane insanları modern trajediye benziyor; anlamsız, acayip ve yavan.
Dünya denilen bu yer esasında, birbirinin karşıtı bir sürü küçük menfaatin çatışması, birbiriyle kesişen, çarpışan, biri öteki tarafından sırasıyla yaralanmış, aşağılanmış, bir õönceki gün kazanılan zaferin bedelini ertesi gün bir boz- gunun tatsızlığıyla ödeyen bütün gururların sonsuz çatış- masından başka bir şey değil. Yalnız yaşamak, bir an için dikkatleri üzerimize çekmenin karşılığı hemen ardından ayaklar altına alınmak olan bu sefil çarpışmada hiç yara almamak, bir hiç olmak, varoluşu olmamak demektir. Zavallı insanlık!
Acı ama kabul etmemiz gereken bir gerçek, toplumda özellikle de kalburüstü kimseler arasında her şeyin en hosa giden sadelik ve basitlik görünümünde kurnazlık, ustalik. hesap kitap işi olduğudur. Yaptıkları ilk bakışta iyilik gibi görünen, gerçekte çok çabuk hesaplanmış ama çok kurnaz ve ustaca hamleler olan insanlar gördüm. En düşünmek- sizin yapılan bir taşkınlık ve saflık gibi görünen şeylerin en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş hesaplar olduklannı gördüm. Bu bir koketin bilerek özensiz görünmesidir, o zaman kurnazlığı kurnazlıktan başka her şeye benzer. Bu can sıkıcı ama gerekli bir durumdur. Zayıflıklarını ve boş- luklarını en yakın arkadaşına bile gösteren insan, genelde mutsuz olur! En yakın arkadaşlarının bir sırrını yakaladık- larında onların gurunu zedeleyen insanlar gördüm. Toplumun bugünkü durumunda (kalburüstü kimselerden söz ediyorum), ruhunun derinliklerini, kişiliginin ayrıntılarını, özellikle de zayıflıklarını en yakın arkadaşına gösterebile- cek tek bir insan bulmak imkânsız görünüyor. Ancak, daha da ötede, insan ruhunu saklamakta en küçük şüpheye bile yer vermeyecek şekilde titizlenmeli ki şahane komedyen- lerden oluşan bir grubun oyuncusu gibi aşağılanmasın.
Bir bakandan iyilik isteyen birine, ona gülerek değil de hüzünlü bir havayla yaklaşmasını öneririm. İnsan kendinden daha mutlu birini görmekten hoşlanmaz.
200
Toplumun değerli olanı kendiliğinden kavradığı zamanlan olur. Çok defa fark ettim ki, toplum kendini kafaya takma- yanlara daha çok itibar ediyor; onu küçümsemek tavsiye edilen de bir durumdur, yeter ki bu küçümseme gerçek, samimi, naif, yapmacıksız, kasıntısız olsun.
201
Toplum öyle küçümsenesi bir yer ki, orada bulunan az sa- yıdaki onurlu insan onu küçümseyenlere saygı duyar, ve onları güzide kılan da bizzat bu küçümsemedir.
Toplum iki büyük sınıftan oluşmuştur: İştahlarından daha fazla yiyeceği olanlar ve yiyeceklerinden daha fazla iştahı olanlar.
Tutku çağımız geçince toplum yaşanmaz hale gelir. İnsan topluma ancak eğlenmek için midesini, zaman öldürmek için sosyal kişiliğini kullandığı zamanlarda katlanabilir.
Rosseau, Emile, III: Kitaplardan nefret ederim, onlar ancak bilmediğimiz şeyler hakkında konuşmayı öğretirler.
Mutluluğu fazlasıyla akılda arayan, onu sorgulamaya tabi tutan, hazlarıyla deyim yerindeyse becelleşen ve yalnızca ince zevklere prim veren kişi, sonunda onu hiç bulamaz. Bu Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olandır.
Servet çoğu zaman, zengin bir çeyizle geldikleri evi batıran varlıklı ve müsrif kadınlar gibidir.
Kırk yaşına erebilmiş bir insanın hayata dair bilgilerini oluşturan acimasız gerçekleri, üzücü keşifleri, toplumun iç yüzünü, aynı insan yirmi yaşındayken tanısaydı ya umutsuzluğa düşerdi ya da kendi de yaptığı işler de çürümüş, kokuşmuş olurdu; ama yine de az sayıda da olsa, bü- tün bunlardan ders alarak, fazlasıyla aydınlanarak, ne bo- zulmuş ne de mutsuz olarak bu yaşa gelmeyi başarabilmiş aklı başında insanlar var. Sağduyulu olmak erdemleriyle genel kokuşmuşluğa karşı durmalarını sağlamıştır; güçlü kişilikleri de onları engin bir aklın ışıklarına kavuşturmuş, insanların sapkınlıklarının verdiği kederle baş etmelerini sağlamıştır.
Kabul etmek gerekir ki, dünyada mutlu yaşamak için, ruhumuzun bazı yönlerinin tamamen felce uğraması gerekir.
Hayatın çekilmez olmaması için iki şeye alışmak gerekiyor: zamanın açtığı yaralara ve insanların açtığı yaralara!
Yaşamak on altı saatlik acımızı uykuyla yatıştırdığımız bir hastalıktır. Uyku geçici bir çaredir. Ölüm ilaçtır.
Şarlatan olmaktan kaçınmak isterseniz, sahnelerden uzak durmanız gerekir; zira bir kere sahneye çıktınız mı, şarlatan olmaya mecbur kalırsınız, yoksa izleyiciler sizi taşa tutar.
İnsanlar öyle acınacak durumdalar ki; doğanın kötülüklerine karşı teselliyi toplumda, toplumun kötülüklerine karşı teselliyi ise doğada aramak gerekiyor. Sonuç, dertlerinin devasını ne birinde ne diğerinde bulmuş onca insan!
Umut bizi sürekli kandıran bir şarlatandır. Bana gelince, mutluluk ancak umudumu yitirdiğimde başladı. Dan- te’nin cehennem kapısına yazdığı dizeyi, ben cennet kapısına seve seve yazardım.
Lasciate ogni Speranza, voi ch ‘entrate*
*Buraya her kim girerse, umudu geride bıraksın. Dante, Cehennem, III, 9.
Hiçbir insan tek başına bir topluluk kadar rezil olamaz. Hiçbir topluluk da yoktur ki, halk kadar rezil olsun.