İçeriğe geç

Hayat İçin Teşekkürler Kitap Alıntıları – Sibylle Berg

Sibylle Berg kitaplarından Hayat İçin Teşekkürler kitap alıntıları sizlerle…

Hayat İçin Teşekkürler Kitap Alıntıları

Hastalıklar, saç dökülmeleri, depremler değildi hayatı bu kadar zor kılan. Bu daha çok kendini haklı gören ve başkalarının kişisel özgürlüklerini kıskanan insanların bitmek bilmez kötülüğüydü.
Biliyor musun, bir şeyleri değiştirmek için artık çok yorgunum. Her gece, uyku ile düşüncenin sönüşü arasındaki zamanda yeniden nefes alabilmek ve yeniden mutlu olmak için ne yapmam gerektiği zihnimde netleşiyor. Mutlu olma duygusunun nasıl bir şey olduğunu unutmadım.
Toto hayvanların da insanlarla aynı zekaya sahip olduklarını ve sadece evrimsel birkaç şanssız koşul nedeniyle sözcüklere ve pratik ellere sahip olmadıklarını düşünürdü.
Frau Hagen kendini haklı bulurdu. Dünyadaki tüm sefalet tam da böyle başlar.
“Mikroplar dünya nüfusunun tiki olmuştu. Neredeyse herkesin antibakteriyel losyonların aşırı kullanımı nedeniyle cilt sorunları vardı.”
“Oysa ne kadar da kolaydı. Diğerlerine de izin verilen bir hayat sürmek, internet gazetelerini okumak ve olaylar hakkında sohbet etmek. Yeni bir toplum komedyası.”
“Sokaklardaki görüntülere genellikle güzel dişli yapılarına sahip ve bakımlı takımlar giymiş yetişkinler hükmediyordu. Neredeyse tümü hizmet alanında çalışıyor, benzer şekilde giyiniyor, benzer görünen dairelerde yaşıyorlardı ve yılda hastalık izinleri yaklaşık üç günlük ortalalamaya dayanıyordu. Gri fareler kitlesi bir zamanlar farklı olan her şeyi yutmuştu.
“Her vatandaşın doğumdan itibaren kendisine sorulmadan devletiyle yaptığı anlaşmada bireyin işgücünün satışı vardır. Buna karşılık olarak yetersiz bir sağlık hizmeti, temiz su ve atom enerjisi sunulur. Ve elbette özgürce seçme hakkı da verilmiştir. Toto bu anlaşmanın kişisel avantajından şüphe duyuyordu; çünkü kendi evine sahip olma sevinci kesinlikle günde dokuz saat çalışarak harcanan zamana değmiyordu.
“Bu boktan, karanlık ve sıkış tepiş ahır yüzünden olduğun için ölüp yenmek istediğini sorgulamayacaklar. Onlar senin sahibin; çünkü kendi masal kitaplarında öyle yazmışlar, böylece şunları söyleyebiliyorlar: Hayvanların insanlara, kadınların erkeklere hizmet etmesi yazılmıştır. Bunu da et yemeği seven ve kadınları dövmekten hoşlanan erkekler yazmıştır, çünkü ancak böylece bu değersiz hayatlarıyla baş edebiliyorlar.”
İnsanların elinden kapitalizmi aldığınızda, onlardan geriye pek bir şey kalmıyor.
“İnsanlr hep böyleydi,hep konuşurlardı ancak dinlemezlerdi”
“Dünya acımasız yeşil bir bahçeden çok kalabalık bir tarlaya benziyordu”
Hep birilerinde diğerlerinde olmayan bir şeyler var, başkaları başka hayatlar yaşıyor veya başka görünüyor diye oluşan onca nefret ne kadar da korkunçtu.
Birbirlerine selam veriyorlar ancak birbirlerinin gözlerine bakmıyorlardı.
Fragu Hagen kendini haklı bulurdu. Ve dünyadaki tüm sefalet tam da böyle başlar.
Pekala,budur işte, sonsuza dek böyle,derlerdi hassas bünyeli olanlar kendi kendilerine, demek ki benim de hayatım bu, pek de özel bir şey olacağa benzemiyor.
Can sıkıntısı dünyayı felç etmişti. Sanki artık her şey icat edilmiş, düşünülmüş ve tüketilmişti.
Kalp dediğin şerefin sağ altında ve umutsuzluğun hemen yanında bulunur.
Havanın aydınlanması ne yazık ve şimdi yeniden aydınlığa ve yeni güne uygun davranmak gerekiyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Fikirler düşüncelerden oluşur. Onlar aynı nefes gibi gelir ve giderler. Bu kadar uçucu olan bir şeye sıkıca tutunmak büyük ölçüde tembellik ve cehalet gerektirir. Aklı başında olan insan her bir şey öğrendiğinde: Bu saniye bir şeye inanıyorum ancak yarın başka bir fikre sahip olabilirim demeliydi.
En güzel kapitalizm neye yarardı ki onca söz verilen özgürlük sadece satın alınabilecek ürünlerin seçimlerindeki özgürlükten ibaretse.
Geleceği merak edebilirdi yine, ama merak etmiyordu. Durum sadece filmlerde absürd veya eğlenceliydi.
Sanki dünya nüfusu kablosuz internet bağlantılarıyla üzerleri kapanmış şehirlerde yaşamak, sanki hepsi aynı ülkelerde dolanmak, aynı giysileri giymek ve suşi yemek istiyordu.
İnsan tanıdığı kişilerin yanında kalmalı, onları tutup dünyanın belirsizliği karşısında sıkıcı sarmalıydı. Gitmek ise çok manasızdı.
İnsan sonsuz yolculuğunun önünde durduğunda, işte ancak o zaman her şeyin kocaman bir saçmalık olduğunu anlıyordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Çocuklar, eşler, sevgililer, kardeşler, arkadaşlar hepsi gidiyordu çünkü onlara göre harika egoları ve müthiş yaşam süreleri için en iyi olanın bu olduğuna karar veriyorlardı.
Salt kötülüğün varlığının bilincinde olarak hayata devam edilemezdi. Her yerde düşmanların birilerine zarar vermek üzere dövmek, tecavüz etmek, gasp etmek, öldürmek, dolandırmak, yaralamak üzere hazır beklediğini bilerek olmazdı.
Doğa kendini zapt ettirmezdi. Ne istiyorsa onu yapardı; insanlarsa bundan dolayı artık tanrıları sorumlu tutmaktan vazgeçtiğinden beri afet diye nitelendirdikleri şeyler yüzünden birbirlerini suçlamaktadır.
Sosyalizm ve kapitalizm, ne farkı vardı ki. İnsanlar kendi cehennemlerini yaratmışlardı ve bu cehennemlerinden ancak, tabii eğer mümkünse, kısa tatillerde kaçabiliyorlardı.
İnsanlar kendilerini ne hale sokmuşlardı böyle? İkinci bin yıldı ve yüz yıllık aptallığın hasarını tamir etmek için gitgide daha fazla uzmana ihtiyaç vardı.
Olmayan ihtiyaçlar yaratmak; kapitalizmin benzini olan piyasa ekonomisinin sloganı buydu.
Benzer duygulara sahip iki kişinin karşılaşması tesadüften ibarettir. Çoğu zaman bu ikisinden biri hayal kırıklığı içinde geride kalır.
Kendi evine sahip olma sevinci kesinlikle günde dokuz saat çalışarak harcanan zamana değmiyordu.
İnsan tüm tehditkar şeylerin sadece televizyonda var olduğu yanılsamasına alışıyordu, izleyen dokunulmaz derecede uzakta, üstündü, izleyenin dış dünyayla herhangi bir akrabalık bağı da yoktu.
Turist dünyayı keşfe çıktı, beyaz adamın içinde vardır bu, hiç dokunulmamış yerlere ayak izlerini bırakmak ister. İlk olma duygusu
Şu sonuna kadar düşünme yetisi okullarda öğretilse ne çok sefalet engellenebilirdi.
Lanet olsun insan neden bir düşüncesini rahatlıkla bitiremiyordu ki. Neden illa beyindeki ilk güdüye razı olarak konuşulup hareket ediliyor. Biraz daha özenle o kadar çok sorun ortadan kalkardı ki. Sıkışık trafik, kötü üretim ayakkabılar, mutsuz evlilikler; insanlar. Oysa birazcık daha fazla düşünülebilir olsaydı tüm bunlar olmazdı.
İnsanlar böyleydi, hep konuşurlardı ancak dinlemezlerdi.
Eğer onu seven biri varsa kimse gerçekten kötü olamazdı.
Her şey sadece bu an içindir ve bu nedenle de insan kendini rahatsız eden şeyi hızla değiştirmelidir.
Hayat denilen şu biyolojik ilginç olgunun hiçbir acıması, hiçbir duygusu yoktu ve adalet konusunda da herhangi bir üst anlama sahip değildi.
Belki de aşkın çevresinde kurulu tüm bu tantana sadece kimsenin ortaya çıkarmaya cesaret edemediği kocaman bir yalandan ibaretti, zira o olmadan insanların büyük bir anlamın hayalini kurmaları için hiçbir nedenleri kalmazdı.
O kendine ait bir küvet, kahvesiyle oturabileceği bir balkon ve belki de alışabileceği ve ona alışabilecek bir insan istiyordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir