İçeriğe geç

Ağıt Toplumu Kitap Alıntıları – Adnan Binyazar

Adnan Binyazar kitaplarından Ağıt Toplumu kitap alıntıları sizlerle…

Ağıt Toplumu Kitap Alıntıları

( )İyi kitaba alışmış kişi, kitabın dışındaki hayatın, alışkanlıklarla sarmalanmış bir tekdüzelik olduğunun ayrımına tez varır.( )

( Okuma Körlüğü )

( )Kitap seçmenin tehlikeli noktası, kitaba başkasının güdümünde yönelmektir.( )

( Okuma Körlüğü )

( )Kitapla okuyan arasında gizli bir etkileşim doğar ki, önemli olan budur.( )

( Okuma Körlüğü )

( )Her kitapla, iç dünyamızın derin keşiflerine çıkarız.( )

( Okuma Körlüğü )

( )Assalar da kesseler de, kitabın soyunu tüketmeye kalksalar da, bilmelidirler ki, bedenin kanı kurur, kitabınki kurumaz.( )

( Okuma Körlüğü )

( )12 Mart’lar, 12 Eylül’ler hep kitabı hedef aldı. Tavan aralarında, toprağın altında ne kitaplar çürüdü.( )

( Okuma Körlüğü )

( )Özgür birey, güdüme başkaldırır. Oysa dinci temele dayanan yönetimlerde birey yoktur, bireyi güdüme bağlayan tartışılmaz kurallar vardır.( )

( Okuma Körlüğü )

( )Toplumsal etkileşim ancak kitapla sağlanıyor. Gelişmelerin önünü kesmek isteyenler çağlar boyunca bu etkileşimden korkmuştur.( )

( Okuma Körlüğü )

İnsanın ruhsal gelişim basamaklara gibi, bir kitabı okuyup kavrama düzeyine girme basamakları da vardır. Bu, takvim yaşına pek bağlı değildir.( )

( Okuma Körlüğü )

Bir şey ancak anladıktan sonra nefret ya da sevgi duyulabilir.

Leonardo da Vinci

Yitip giden dostlar gözlerimin perde arkasından geçtikçe ölüm sıcak geliyor bana. İçimdeki ölüm korkusunu yeniyorum.
Kitabı kaldıracaksın öğrencinin başına diktatörler, rahipler dikeceksin. Kimi yüksek sesle nutuk atacak kimi telkin lerde bulunacak. Buna da öğretim diyeceksin! Onu tartışmadan uzaklaştırıp bir Ortaçağ kafasıyla düşündüreceksin. Her şey yoluna girecek böylece ?
Şu çok iyi bilinmelidir ki, televizyon bilinçlenmeyi değil, eğlendirmeyi, oyalamayı önde tutar.
Ne zaman bozulur dostluklar? Kim ki bir insanı kendi çıkarı doğrultusunda kullanmak ister, ne dostluk kalır ortada ne kişilik. Aslında kişiliğe saygılı bir insan, insanı kullanmak isteğindeki ilkelliği sezer.
Her çağda kişi, anlamadığına, anladığından daha çok düşman olmuştur.
İnsanı, başkaları gibi düşünmeye zorlamak kötünün kötüsü bir iştir. İnsanı kendi çıkar düzenine göre biçimlemektir. Böyle düşünenler için insan bir varlık değil, araçtır.
Ne erdemsizlikler sergileniyor, çıkar yolunda ne kişilikler harcanıyor Kokuşmuş bir düzende kimi inandıracaksınız gerçeklere? Kime erdemleri anlatacaksınız? Kimi insanlığın bilincine erdireceksiniz?
Bizde kız oğlan ilişkilerinde deneyimi olanlara her şeyden haberi var anlamında piç denirdi.
Sanat; bir insan yorumu, sanatçı da bunun yorumcusudur.
Sanatçı ele almadıkça, toplumsal bir varlık olan insanı gerçek boyutlarıyla tanıyamayız
.

Kendini anlatma isteği, başka varlıkların var olmasıyla açıklanabilir. Bu gereksinimi, yani kendini başkalarına anlatma isteği duyan insan ,kuşkusuz yeryüzünün ilk sanatçısıdır.

Her şeyden önce can acısının gerçeğinde direnme vardır.
İnsanın sesi çıkmasa da gerçeğin sesi çıkar.
İnsanı özündeki özgüvene yabancılaştıran yine insanoğludur.
İnsanın sesi çıkmasada gerçeğin sesi çıkar.
Tanzimat döneminde yetişen yazarların ancak %7.1’i Anadolu’da doğmuş.Cumhuriyet sonrasında bu oran %67’dir.İstanbul doğumlular Tanzimat döneminde %79.5, 1923’ten sonra ise %29’dur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ona gelinceye değin eğitim,belirli bir sınıfın malı olmuştur.Eğitimin amacı da yönetenleri yetiştirmekti.Yönetenlerden oluşan bir kurumdu okullar.Bu okullarda ayrıcalıklı yetişen kişiler arasında yurdunun gerçeklerini kavrayanlar çok azdı.
Her ne arar isen kendinde ara . Sokrat’ın mı, Aristo’nun mu söylediği bu söz bir Anadolu yeşermesi. Tam Anadolu mantığıyla söylenmiş. Onlar, kendini bil ya da kendini tanı diyorlar. Bireye büyük sorumluluk yükler bu söz. Bireyin bireyliğinin ayrımında olmasını gerektirir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Türk kültürünü ne Doğu’da ne Batı’da arıyordu. Anadolu’da yaşamış,bu topraklardan gelip geçmiş halkların birikimi önemliydi Eyüboğlu için.Bu kültürü bulmak, insanımızın kendini de bulması demekti. Ulusal kültürün doğması da buna bağlıydı. Anadolu’yu eksen sayıp Anadolu biçimlemesi (yorumu) olarak tanımlıyordu kültürü.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, güleç bir yüz,dopdolu bir yürek, ışıl ışıl bir Anadolu bıraktı, uçup gitti. Duvarlarda boyaları,taşları, güzellikleri kaldı. Bakıyorum masamda üst üste iki kitap. Birinde şiirleri var(Dol Karabakır Dol)birinde denemeleri (Delifişek). Hangi dizesine baksanız, hangi satırına baksanız insan, insanımız
Biz yürek toplumunun türküsü dağ ardlarından,tüm acıları aşarak gelir.Bu türkü türkü olmaktan çıkar, keskin bir bilinç hançerine dönüşür.
Duygusuyla düşüncesiyle ağıt yakan bir toplumun yazarı,ozanı bu ağıtsal evrenden uzak kalamaz. Yaşar Kemal’in Demirciler Çarsısı Cinayeti’ni okurken kesinlikle inanmıştım buna. Bir kinin, bir tutkunun, bir sevginin bir intikam duygusunun nasıl ağıtlaştığını görmüştüm.
Bir iki sözcük bulup kurtulurum sandım mutsuzluk bunalımlarından. Kazancakis’in Elgreko’ya Mektupları’nı aldım elime, bir ara Yaşama Uğraşı adı verilen günlüklerini okudum Cesare Pavese’nin.Sonra takıldım kaldım Konstantin Paustovski’nin Bir Hayatın Romanı’na. Mutluluk bulmak için sarılmıştım bu kitaplara.
Görülüyor ki sanatın yozlaşması değer yargılarıyla ilgilidir.Kötü sanat ürünlerini iyinin yerine yerleştirmeye çalışmak, insanı uyuşturmanın en kestirme yoludur.
En kötü talep edildikçe kötünün kötüsü öylesine artıyor ki
Eylemi ile düşüncesini bütünleştirmiş,ağzından çıkan sözün sorumluluğunu kavramış bir insan çağımızın gerçek insanıdır.Hangi alanda olirsa olsun yokluğu duyulan insan da bu insandır.
Bu kör ortamda beyinsizler gün gün çoğalmaktadır. Bir ayda bir günlük bile iş görmeden paraları cebe indirip Spancer’ın mutlu domuzu gibi semiren aydınlar(!) Bilim masalarında toto kağıdı doldurup kahve yudumlayan uzmanlar(!)
Çağlar boyu büyük saldırılar hep düşünceye yapılmıştır.Din gücüyle,yönetim gücüyle, baskı gücüyle öbekleşen egemen güçler düşünceyi söndürmek istemişlerdir.
Yazar, gerçeği kavrarken onu kavratır da. Kimi zaman dümdüz, hemen herkesin yaşamı olan dilimleri yansıtarak gerçekleştirir bunu. Myth yaratmadan yapılan bu gerçeği arama çalışması yazarın evrenselligini kuran etmenlerden biridir. Homeros’tan Gorki’ye, Gorki’den Jack London’a uzanan gelenek budur. Gerçeği kavramak ve insanı gerçek içindeki yerine oturtmak!
Bugünlerde baştan sona okuyorum Gorki’yi. Dümdüz olan yaşamın gerçeğini yansıtan bu soylu yazarı okudukça insan gerçeğini daha iyi kavradığımı sanıyorum. Her yaşta başka başka tat veren yazarlardan Gorki. Onyedi onsekiz yaşlarında okurken neler kaçmış gözümden.
Hep gözümün önüne yüzbinlerin alkışa boğduğu kişiler gelir. Yüzlerinde bir mim sanatçısının bin türlü oyununu görürsünüz. Duygularından çok maskeleriyle dönüktürler topluma.
İnsan yaşadığı çağda kendini nereye oturtacak? Başkalarının kendini oturttuğu yere nasıl meydan okuyacak? Kendini insan olarak nasıl tanıyacak? Çağlar boyu, burgu burgu beynin derinliklerinde bir özeleştiri yaratmıştır bu sorular?
Fakir Baykurt, insanı toplumsal bir varlık olarak ele aldı.Baykurt’un şunun bunun röportaj diye romanları,öyküleri insanımızın kendi değerleriyle anlatıma dönüşen gerçegidir.
Dünya, Tanrı’nın elinden haksızlık ve hatalarla dolu bir halde çıktığı ve bu hayal süvarisi onu düzeltmeye borç bilsin diye mi yaratıldı Don Quijote ?
Gücümü güçsüzlüğümden alıyorum.
bir kitap okuyarak belki insanın hayatı değişmez, ama sanatsal üretimle var olan düşünsel güç ve duyarlık, insanı insanla çoğaltır.
İş gücü bekliyorduk, ‘insan’la karşılaştık.
Öykünüle öykünüle bir kör noktaya saplanıyoruz.
Günlerdir mutluluğu, mutsuzluğu düşünüyorum. Mutluluk gibi görünen şeyin mutsuzluk olduğunu, kimi zaman bunun tersinin gerçekleştiğini anladım.
Hiç kimse bir ada değildir.
Ne de bütünüyle kendisi,
Her insan kıtanın bir parçasıdır,
Gövdenin bir bölümü;
Bir toprak parçası deniz tarafından alıp götürülse, Avrupa azalır.
Tıpkı haritadaki burun gibi,
Tıpkı senin veya bir arkadaşının sahip olduğu mülk gibi;
Bir insanın ölümü de beni azaltır,
Çünkü ben insanlığın kendisinde içeriğim,
Öyleyse asla haber gönderip sordurma
Çanlar kimin için çalıyor diye; Onlar senin için çalıyor.

John Donne

Mantığın nasıl bir görüntü kazanacağı her zaman önemli bir soru olarak çıkacaktır karşımıza.
Sanatçı, milyonların bir insana dönüşmesinin sonucunda çıkar ortaya.
Apaçık ortada, gidişin gidişe benzemiyor. Alıp başını giderken yöneldiğin, erişmek istediğin bir hedef yok. Sözlerin bulanık, belirsiz. Şöyle ışıkla donatamıyorsun konuşurken. Bu tutumuna bakıyorum da, amacın beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor.
Goethe, Faust’ta, Ben Tanrı mıyım? Işığı duyuyorum! diyor.
Tek bir adam olman gerek, iyi ya da kötü, tek bir adam!
Öğrenimle sanat olmaz; sanat, yaşamayla olur. Elleri kalem tutan halk çocukları yaşamlarını yazdıkları zaman Türkiye ‘nin gerçeklik haritası çizllecektir.
Kaftancıoğlu şöyle diyor :
.. Kanımı, damla damla değil, oluk oluk akıtmaya ant içmiştim Atatürk için. Ben Atatürk’ün çocuğuyum. Onun kurtardığı ülkenin topraklarını çiğniyor, onun kanadının altında yaşıyorum. Dağların kovuğundan, mağaradan onun eliyle kurtuldum •.
Ünlü sanatçı Aziz Nesin, 1967’1erde polisteki sorgusunu aniatığı yazısını şu sözlerle bağlıyor:
Birtakım insanlar var ki, çocukları, onların adlarından bile utanacaklar.

Biz, yarınlardan utanmak istemiyoruz •

.

Kazancakis de bu soy yazarlardan. On yıl, yirmi yıl düşünüp düşünüp bulamadığım bulduruyor kişiye. Don Kişot’u kaç kez okudum. Sancho’ya kaç kez güldüm, başkalarının gülmelerini de istedim ona Kaç kez ikisini birbirine karıştırdım, Don Kişot mu, Sancho mu diye sordum Kazancakis’in şu yargısı birden çözüverdi kafamdaki sorunları ..
Sancho’yu biraz kazıdım altından Don Kişot çıktı
Her kitap, oluştuğu çağın tanığıdır
Adam yazının kötüsünü yazıyor, halk istedi diyor; müzik diye saçma sapan işler yapıyor, halk istedi diyor; ·kötü filmler çeviriyor, halk böyle istiyor diyor. Ecileri bicileri halk istiyor diyoruz, sanat müziği adı altında gazinocuları halk istiyor diyoruz, çağı geçmiş gözü yaşlı oyunları halk istiyor diyoruz Halk halk
diye ne cinayetler işleniyor! Halk istiyor diye kendi kusurlarımızı, yeteneksizliklerimizi nasıl gizlediğimizi ne zaman
anlayacağız?
Hasan Dede, ta XVJ’ncı yüzyıllarda :

Halka ta’neylemek nemiz
Bilcümle vebal bizdedir

dizelerini söylerken bu çel işkiyi göstermiyor mu .

.

Her kötülüğü yapacaklar size, sesinizi çıkarmayacaksınız. DÜzen altüst olacak, görmezlikten geleceksiniz. Yeteneksizlikleri yüze vurmayacaksınız. Hatta yeni bir ağız
yaratıp yeteneksize yetenekli demenin yol larını arayacaksınız. O size inanmayacak, siz ona inanmayacaksınız , ama gene de pohpohlayacaksınız birbirinizi. Ezilen hep siz olacaksınız. Ezildikçe, ezilmenin erdemine inanacaksınız. Başkaldırının toplumsal .. anarşi yarattığını yayanlara katılacaksınız. Beylerin paşaların katında boynunuz eğik olacak.
Alnınızın akını bile onlardan gizleyeceksiniz.
Eylemi ile düşüncesini bütünleştirmiş, ağzından çıkan sözün sorumluluğunu kavramış bir insan çağımızın gerçek insanıdır. Hangi alanda olursa olsun, yokluğu duyulan insan da bu tür insandır.
insanı insan yapan, onun düşünebilme yeteneğidir. Düşüncelerini üretime dönüştürme gücüdür.
Beyin, yüce bir düşünce, dünyayı yerinden oynatan bir buluş, çağları aşan bir sanat ürünü yaratıyorsa, kuşkusuz, bunda bütün bir toplumun emeği vardır.
Örneğin bir Einstein varsa , Einstein’e yakın binlerce kişi vardır. Zincirleme etkileşim bilimlerde, sanatlarda da söz konusudur. Düşünceler, duygular birike birike, birbirini çoğalta çağalta bir çıkış noktası bulur
«Düşüncenin (beynin) bu ana kaynağına yapılan her saldırı , düşünen insana saldırıdır, yani toplumsal bir suçtur.•
Kazancakis: Yalnız uşaklarla korkaklar umitlenir; kararını ver, dünya kötünün bir tuzağıdır, oltadaki yemi ısıracak kadar alçalma; açlıktan öl!•
Hemen her dönemde, gelişmelerin önüne engeller çıkaran gericilik, kökten dincilerin sığınağı olmuştur. Bir atasözümüzde dile getirilen, suyun uyuyup düşmanın uyulmadığı gibi zaman uyuyor da gericilik uyumuyor!
“Sevgi, iç çekiçlerin buharıyla yükselen bir dumandır. Bu duman ortadan yok olunca, birden, aşıkların gözünde parlayan kutsal bir ışık kalır. Bu kutsal ışık zihni acıya sürüklediğinde gözyaşıyla beslenen bir deniz olur, sevgi bundan başka nedir ki?..”
Kişi, yargılarında özgür olduğu duygusuna kapılabilir. Ne var ki kitap okuma söz konusu ise, kişinin onu sevmeme özgürlüğü yoktur. Kitap insanın en yüce beyin emeğidir çünkü. Kitabı sevmemek, insanlığın yüzyıllarca verdiği emeğin ayrımında olmadan, bu emeği bir anda ayaklar altına almaktır.
Değersiz sanatçıların baş tacı edildiği ülkelerin yönetiminde bir bit yeniği vardır. Çünkü yozlaşmanın temel belirtisi, değersizin, değerlinin yerini almasıdır.
Kendi dışındakileri ortadan kaldırmadır ilkel insanın barış ortamı.
Kötü sanat ürünlerini iyi nin yerine yerleştirmeye çalışmak, insanı uyuşturmanın en kestirme yoludur.
Ortak amaçlarda birleşme ise çıkarcı bir insanlık yerine dost bir insanlık yaratır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir