İçeriğe geç

Elif’in Öküzü ya da Sürprizler Kitabı Kitap Alıntıları – Sevan Nişanyan

Sevan Nişanyan kitaplarından Elif’in Öküzü ya da Sürprizler Kitabı kitap alıntıları sizlerle…

Elif’in Öküzü ya da Sürprizler Kitabı Kitap Alıntıları

Eskiden sadrazam sefere çıktığında yerine bir kaim-i makam tayin etmek usuldenmiş. Tanzimat döneminin idari reformlarıyla kazalara tayin edilen kaymakamlar da vilayet valisinin ilçedeki vekili olarakdüşünülmüşler. Eskiden İsmet İnönü gibi devlet adamları kaymakam görünce ayağa kalkarmış. Şimdi artık kalkmıyorlar.
Eski Yunanca idéa, daha eskiden eidéa. Esasen “göz önüne getirme” anlamına gelen bu sözcük sonradan Eflatun felsefesininetkisiyle “soyut fikir” ya da “bir varlığın saf kavramsal modeli” anlamını kazanmış. İdeal, ideoloji, idefiks oradan geliyor. İdol yani eídolon, biçim ve görüntü, özellikle bir şeyi temsil eden heykel demek. Kaleidoskop ise güzel (kalós) görüntü(eîdos) gösteren (skópos) sözcüklerinden oluşan bir bileşik. İçine renkli kâğıt kırpıntılarıyla simetrik aynalar konulmuş dürbünşeklinde bir aletin adı. Çevridikçe değişen güzel görüntüler gösteriyor.
Batı Avrupa haritasında tabii burg/burgh/borough/bourg/borgo’lu isimlere rastlamadan adım atmak imkânsız. Sözcüğün asılanlamı kale, ama etrafı surla çevrili her türlü yerleşim için de bu söz kullanılmış. Orta Çağ’da “etrafı surla çevrili, dolayısıylafeodal beylere karşı belirli hak ve özgürlüklere sahip olan ve özyönetim hakkını kullanan yerleşim” diye özetleyebileceğim gayet net bir hukuki anlam kazanmış. Böyle bir yerleşimde oturan kimseye İngilizce burgher, Fransızca bourgeois denmiş.Özetle, köylü olmayan ve feodal bir beye bağlı olmayan kişi demek. 18. yüzyıla doğru bu kesim özellikle İngiltere ve Fransa’da devlet yönetimine ağırlığını koymuş.
Ban, feodal Ortaçağ hukukunun temel kavramlarından biri. Asıl anlamı “ferman”, fakat özellikle bir feodal beyin hüküm yetkisi ve hüküm alanı anlamında kullanılıyor: tıpkı bizim ‘ferman sahibi olmak’ deyimindeki gibi bir şey.
Derebeyi fermanına tabiolmak pek arzulanan bir durum değil tabii; ama neyse ki en koyu Ortaçağda bile feodal hukuk, herkesi ve her yeri kapsamaalanına almamış. Surla çevrili kentler derebeyi ban’ının dışında kalmışlar. Dolayısıyla esasen “derebeyi ban’ına tabi olan”anlamına gelen Fransızca banal sözcüğü “kentli olmayan” demekle eş olmuş. ‘Ay şekerim çok banal‘ cümlesinde geçen banalbu banal. Aslında köylü demek.
Papaz efendinin eşine Rumlar papádia adını veriyorlar. Bu sözcük hangi alakayla bizdeki papatya olmuş halâ çözebilmişdeğilim. Çiçeğin Rumca adı böyle değil; geçmişte de hiç olmamış. Buna karşılık ilginçtir, Farsça babūna da hem a) papaz eşi,ya da “baba hanım”, hem b) papatya anlamına geliyor. Acaba Türkçe çiçek adı Farsça kelimenin bire bir çevirisi midir diyeaklımdan geçiyor, ama karar veremiyorum.
Kelimeler zamanla bambaşka anlamlara bürünebiliyorlar. Fenikelilerin öküzünün, 3000 yıl sonra, Türkiye’de son zamanlardadoğan her on kızdan birine verilen güzel bir ada dönüşmesini başka nasıl açıklayabiliriz?
Bebe içer biberon, baba içer bira. İkisi de Latince bïbere yani içmek kökünden.
Arapçadan Türkçe yazı diline onbini aşkın kelime aktarılmış. Bu kelimelerden
yaklaşık üçbini halen Türkçede kullanılıyor.
Bu aşkın asıl nedeni muhakkak ki din. Ama ikinci bir nedeni de bence gözden
kaçırmamak gerekiyor. Arapça, olağanüstü denecek ölçüde güzel bir dil. İnsan
aklının başyapıtlarından biri sayılması gereken, adeta matematiksel bir yapısı ve
muazzam bir şiirselliği var. Kelime hazinesi inanılmayacak ölçüde zengin.
Şiirsel bir bakış açısıyla bakıp Anadolu’nun analarla dolu bir toprak olduğunu
söylemek belki mümkün. Ama Anadolu’ya Anatolé adını verenler
olaya bu açıdan yaklaşmamışlar. Anatolé
Yunanca Doğu anlamına gelen bir sözcük – tam olarak söylemek gerekirse
“yukarı kalkmak” anlamına gelen anatélein fiilinden, “güneşin kalkışı” anlamına
geliyor.
3000 küsur yıl önce
Fenikelilerin kendi alfabelerinin ilk harfine verdikleri elif adı ise 21. yüzyıl
Türkiye’sinde popüler bir kadın adı olarak yaşamaya devam ediyor.
Aynı testa sözcüğü avam Latincesinde kafatası anlamında da karşımıza çıkıyor (Türkçe argodaki saksıyı çalıştırmak deyiminde sanırım aynı fikir söz konusu).
Kadeh ve kase anlamına gelen Latince cuppa sözcüğünden türeyen Almanca Kopf (kafa) da benzer bir yerden geliyor.Eski insanlar kelleyi kaseye benzetmeyi severmiş anlaşılan.
Ortaçağ Fransızcasında kuyumcuların altın ve gümüş ayarını belirlemek için kullandıkları toprak kasenin adı olan teste de az bilinen sözcüklerden. Ama Fransa’dan Manş’ı aşıp İngiltere’ye geçtikten sonra bahtı açılmış. 17. yüzyılda altın ve gümüşün saflığını sınamak ya da mihenk taşına vurmak anlamında İngilizce to test fiiline rastlıyoruz. Bir süre sonra değerli metaller dışındaki şeyler de test edilir olmuş; her çeşit sınama anlamında test sözcüğü, İngiliz diline özgü kıvraklıkla fiilden ayrılıp isim haline gelmiş. Amerikalıların icat ettiği çoktan seçmeli sınav türünün adı olarak Türkçe dahil bilimum dillere geçmiş. Test tipi sınav deyimi aslında sınav tipi sınav anlamına geliyor.
Kayseri’nin aslı Kaisaria yani Sezar kenti. Erciyas ise Argaíos’dan bozma: Akdağ demek.
Tatil, hareketsizleştirme, durdurma demek. Hareketsiz kalma, yani TL kökünden geliyor. Eskiden tatil deyince akla yatıp uyuma gelirmiş. Şimdi millet nereye gideceğini şaşırmış, fellik fellik dolanıyor.
Kendi cahil olan ne bilir tecahülü,
Ariften bahs için evvela irfan gerek.
Latince *amator* Fransızca *amateur* şeklinden Türkçeye amatör olup gelmiş. Bu arada, “bir işi para için değil sevdiği için yapan kimse” anlamını kazanmış.
Orhun yazıtları
Üze kök tenri asra yağız yer kılındukta ekin ara kişi oğıl kılınmış kişi oğlında üzre eçüm apam bumın kağan istemi kağan olurmış olurıpan türk budunın törüsin tuta birmiş iti birmiş tört bulın kop yağı ermiş sü sülepen dört bulundaki budunığ kop almış kop baz kılmış başlığığ yükündürmüş tızlıgig sökürmiş.

Yukarıda mavi gök aşağıda kara toprak yaratıldıkta ikisi arasında kişi oğlu yaratılmış, kişi oğlu üzerine babam amcam bumın kağan ve istemi kağan (tahta) oturmuş, oturunca Türk budununun ülkesini töresini tutuvermiş, itivermiş. Dört taraf hep düşman imiş, asker salıp dört taraftaki budunları hep almış, hep altetmiş, başıyla baş eğdirmiş, diziyle diz çöktürmüş.

Ayşe’nin (arapça Āiş) anlamı yaşayan (kadın) . Ancak burada söz konusu olan yaşama herhangi bir yaşam değil bolluk içinde yaşama, geçim sıkıntısı çekmeme, rahatça yiyip içme gibi anlamlarında içeren bir durum. Bu yüzden aiş’in mübağlası olan ayyaş Tükçe kullanımında umulmadık bir anlam kazanmış. Önceleri bolluk içinde yaşayan, çok yiyip içen demek iken zamanla kapsama alanı daralıp çok içen olmuş. Şimdi alkolik berduşlara ayyaş diyoruz.
İnsan öğrendikçe öğreniyor.
Öğrenince de eski yazdıklarını
eksik, zayıf, yanlış görmeye başlıyor.
ALFA-ELİF
Fenikece alep:öküz.
Alfabeyi bundan 3000 küsür yıl önce Fenikeliler icat etmiş basit gibi gözüken son derece zekice bir buluş bu daha önce her biri bir basit kavramı ifade eden binlerce simge-resim varken bunlardan 25 kadarını almışlar her birini adının ilk sesini simgelemek için kullanmışlar. “Öküz” anlamına gelen “ALEP”: “a”olmuş (küçük matbaa a’sına dikkatle bakarsanız öküz başını hala görebilirsiniz). Ev anlamına gelen bet b, cirit sopası anlamına gelen gmel g, kapı anlamına gelen dalıt d olmuş.
Finikelilerin icadını önce komşuları olan Suriyeli Aramiler ve İbraniler MÖ 700’lerden itibaren de Yunanlar taklit etmişler harflerin biçimleri bir hayli değişmiş ama isimleri pek değişmemiş Arami ve İbrani alfabesinin ilk dört harfi alep bet gimel dalet. Yunan alfabesinin ilk dört harfi ise alpha beta gamma delta. Yunan alfabesinin harfleri batı geleneğinde öteden beri soyut sıra adları olarak kullanılıyor fizikteki alfa beta gama ışınları öyle tansiyon hastalarının yakından tanıdığı alfa ve beta bllokerler öyle bilgisayar yazılımın da piyasaya çıkarılan deneme versiyonu anlamında kullanılan beta öyle Sonny’nin Betamax’ı da aynı zümreden “alfabe” sözcüğü (Fransızca alphabet yoluyla) yunan harflerinin adından türetilmiş.
Hz. Muhammed’den 300 yıl önce ortaya çıkan Arap alfabesi bugünki Süryanicenin atası olan Aramiceden esinlenmiş Arapça harf isimlerinin elif ba cim dal olması bu yüzden Aramice gimıl’ın Arapça cim olması normal çünkü başka dillerdeki g sesi Arapçada daima c’ye dönüşmüş.
Kelimeler zamanla bambaşka anlamlara bürünebiliyorlar Fenikelilerin Öküzünün 3000 Yıl sonra Türkiye’de son zamanlarda doğan her on kızdan birine verilen güzel bir ada dönüşmesini başka nasıl açıklayabiliriz?
Aristoteles, Polis’te yaşamayan insanın alelade bir vahşi olduğunu düşünmüş.
Farsça şīr : süt.

 

Hemşīre aslında “beraber süt emmiş” demek: süttaş da denebilir. Farsçada kız-erkek ayrımı gözetmeksizin kardeş anlamına gelen bu kelime bizde neden sadece kızkardeş anlamını kazanmış? Bildiğimi sanmıyorum. Belki Farsça “olmuş, edilmiş, gibi” anlamını taşıyan -e takısı, zevce, valide, mahdume sözcüklerinden tanıdığımız Arapça dişil -e takısıyla karıştırıldığı içindir

Şeş‘in altı anlamına geldiği belli. Şeşhane ise altı fişek atan eski bir tüfek cinsinin adı. Yarısı alaturka kaval tüfeğine, yarısı modern altıpatlara benzeyen melez şeylere ise ‘altı kaval üstü şeşhane’ deniyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Eski Türkçe *yamak: yakmak.

Yakmak, yalmak, yanmak ve yarımak eski Türkçede ateş ve ışıkla ilgili olup ya- ile başlayan dört fiil. Yanmak ve yakmak malum. Işımak anlamına gelen yarımak tan yarın yâdigar kalmış. Bu sözcüğün esas anlamı tan ağarması ya da sabah.

Arapça kök SWD: siyah.

Bir kere sevdanın sevmekle, sevgiyle alakası yok. Arapça sawda kara safranın bir adı. Fransızcası melankoli: Ibni Sina ekolünden hekimlerin insanı kara kara düşüncelere sevk ettiğini söyledikleri bir vücut salgısı.

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Esas kentin Rumca adı da haliyle şehiriçi anlamında stín Póli(s) İstanbul (daha doğrusu Stanbol) aslında şehrin değil, İç Şehrin adı.
20. yy. başına gelinceye kadar zaten kimse Galata ve Üsküdar’a İstanbul demeyi aklına getirmemiş.
Bugün Portekiz adıyla tanıdığımız bu ülkenin Osmanlıcası (Italyanca Portogallo’dan) Portakal olarak geçiyor Portekizlilerin Japonya’dan ithal ederek Avrupa’ya getirdikleri bir tür narenciye de bu nedenle, Malta eriği, Çengelköy hıyarı gibi, Portakal turuncu adıyla anılmış. Sonradan turunç atılmış, portakal kalmış.
Farsça pā veya pāy: ayak.

Pāpūş: ayak giysisi anlamına gelen bu bileşik isim Türkçede pabuç olmuş.
Sepā: yani üçayak Türkçede sehpa olarak geçiyor.
Piyāda: ayak askeri, yaya (piyade).

Farsça nişastan: oturmak.

Oturmuş şey ya da daha doğrusu çökelti anlamına gelen nişasta Türkçe nişasta olmuş.
Nişân ise esasında oturtma, yere koyma, sabitleme anlamına geliyor. Ok talimi için bir yere dikilen hedefin adı bu anlamda nişan.
Nişanlanmak deyimi aynı sözcüğün işaret, alamet, simge demek olan mecazi anlamından türemiş.

Arapça kök NZL : inme.

Rahmetli anneannem soğukta durma ciğerine inecek derdi. Boğazına inmek deyimini de hatırlıyorum. Arapçada bu tür rahatsızlıkların (üst solunum yolları iltihabı) geneline inme anlamına gelen nazla, (nezle) adı veriliyor.

Tenezzül ise birinin düzeyine kendini indirme demek.

6 aylık süre (okulda yarıyıl) anlamına gelen sömestr kelimesi Latince sex, se- 6 ve mestris ay sözcüklerinden yapılmış bir bileşik isim.
Hint-Avrupa anadili mên-: ay.

Farsça ay anlamına gelen mah ile ışık anlamına gelen tab birleşip Mehtap olmuş. Mahitab da aynı anlama geliyor.
Sözcüğün ikinci biçimi III. Murat zamanında yapılan eğlencelerde atılan çeşitli havai fişeklerden birinin adı olarak karşımıza çıkıyor: Maytap .

Eski Türkçe karımak: yaşlanmak.

İnsanlarda herhalde eşlerini olduklarından daha yaşlı görme eğilimi var. Koca sözcüğünün aslında ihtiyar anlamına geldiğini hepimiz biliyoruz. Enteresandır, karı da o anlama geliyor. Eski Türkçede yaşlanmak anlamına gelen karımak fiilinden sıfat olarak türemiş. Kaşgarlı Mahmud’a göre karı er yaşlı adam demek.

Eski Yunanca kératon: boynuz.

Yeni Yunancası kérato olmuş. Türkçede ayakkabı çekeceği anlamında kullanılan kerata sözcüğünün kökeni bu. Yunanca keratás ise boynuzlu demek. Şeytanın sıfatlarından biri. Türkçede yaramaz insanlara verilen kerata adı herhalde şeytan anlamında.

Arapça kök QR’ :okuma.
Bilirsiniz, memleket kurtarmanın en sevilen yöntemleridir: Taksim meydanında birkaç tane sallandırmak, bir de kahvehaneleri kapatıp okuma odası yapmak. Sanırım İttihat ve Terakki’nin veya tek parti rejiminde bir gün yine ülkedeki bütün kahvehanelerin kapatılıp yerlerine okuma odaları yapılması emredilmiş. Anadolu’da eski kahvehanelerde bazen hâlâ rastlarsınız okey takımlarının arkasında kalmış tozlu bir vitrinde 1940 baskısı birkaç kitaba.
Kıraathane adı işte bu olaydan yadigâr.
Latince capa/capanna: külahlı cübbe, kepenek.

Sivri külahlı kahverengi cübbe giyen Fransisken rahiplerine verilen capuccino lakabı ise İtalyanca capuccio’dan türemiş. Espresso kahvenin üzerine sivri külah şeklinde krema oturtarak yapılan kapuçino sanırım İtalya’da 1945’ten sonra üretilmiş saygısızca bir benzetme.

Eski Yunanca karis: kabuk

çoğulu karides , yani kabuklar. Karkinos bildiğimiz yengecin adı.
Sözcüğü Latinler de almışlar ama cancer (kanker) biçiminde karar kılmışlar. Yengeç anlamına gelen bu kelime, Eski ve Orta Çağ hekimlerinin dilinde, kapanmayan kabuklu yaralar ve ülserleri tarif etmek için kullanılmış.

Kadının Farsçası zen .

Zenne, kadın olmuş anlamında.
Zamparanın ise zenperest (kadın seven) sözcüğünden bozma olduğu varsayılıyor.

Arapça kök QDY : yargılama

qadiyya (kaziye), mantıkta önerme anlamında kullanılıyor. Osmanlıca kaziye-i anha , sonuç önermesi demek.
Dur bir dakika yahu, ‘kaziye-i anha’ öyle değil!

Kazın ayağı öyle değil! deyimi işte buradan geliyor.

Şarz ne oluyor? Cevap: dissimilasyon oluyor. Dilbilim lisanında dissimilasyon, bir sesin bir kelimede iki kez geçmesi halinde birinde keyfi olarak değiştirilmesine verilen ad. Her dilde rastlanan bu olgu özellikle l, m, n, r seslerini etkiliyor. “Bir berber bir berbere ” derken dilin ‘bil berber’ veya ‘bir belber’e kayması dissimilasyon örneği. Gardroptan bozma ‘kardolap’ ise dünya çapında bir dissimilasyon şaheseri.
Eski toplumlarda bir kimseyi okunmuş yağla ovmak büyük bir saygı işareti olarak kabul edilmiş.Krallar tahta gectiginde, taç giyme ya da kılıç kusanma gibi , yağla ovma töreni yapılmış. (Özellikle Yahudi krallarina ve peygamberlerine mahsus bir âdet.) Eski İbrani peygamberler kıyametten bir süre önce gelip günahkarı günahsızdan ayıracak olan büyük peygamberi yağla ovulmuş anlamında İbranice masiyah adıyla anmışlar.
Ahlak, esasen bir kişinin doğuştan sahip olduğu hasletler anlamında yaratılış Arapçası. Esas anlamı karakter ya da huy.
Phainomenon (fenomen) aslında aydınlanan şey demek. Felsefede özellikle bilincine varılan şey, fiziksel bilimlerde bilimsel inceleme konusu olan nesne anlamlarına geliyor.
Kayseri’nin aslı Kaisaria yani Sezar kenti. Erciyas ise Argaíos’dan bozma: Akdağ demek.
Latince bi- : iki
Fransızca bis- : iki kez
bis sözcüğü Fransızca’da da kullanılıyor. Cuit(pişmiş) sözcüğüyle birleşip biscuit (iki kez pişmiş) gibi bir bileşik kelime yapılabiliyor. Bizde bisküvi diye yazılan bu sözcük aslında çifte kavrulmuş demek.
Farsça şîr: süt

Hemşire aslında beraber süt emmiş demek. Farsçada kız-erkek ayrımı gözetmeksizin kardeş anlamına gelen bu kelime bizde neden sadece kızkardeş anlamını kazanmış? Bildiğimi sanmıyorum.
Süt gibi tatlı olan kişi ve nesnelere verilen Farsça şirin sıfatı da Türkçeye aynen alınmış.

Farsça giriftan: tutmak.

Türkçesi girift olmuş. Şimdiki zamanın etken sıfatı gîr (tutan) ise bazı bileşik kelimelerde karşımıza çıkıyor.
Beygir (bârgîr, yük tutan),
kevgir (kafkgîr, köpük tutan),
peşkir (ön tutan, yani önlük).

Arapçanın Türkçe üzerindeki etkisinden şikayet edenleri ben pek fazla ciddiye alamıyorum. Ya Arapça bilmiyorlar ya da milliyetçilik afyonunu biraz fazlaca yutmuşlar.
17. yüzyılda opera ve tiyatroda kadın rolü oynayan erkek oyunculara İtalyanca travestito denirmiş. Oradan travesti şeklinde Fransızcaya, sonra da değişmeden Türkçeye alınmış. Özet: travesti olmak için tıbbi müdahaleye gerek yok, giysi değiştirmek yeterli.
Utopia adlı muhteşem eser, Sir Thomas More’un hayalindeki ideal ülkenin adı. Yokistan diye çevrilebilir belki.
Eskiler seks deyince birleşmeyi değil daha çok ayrışmayı anlarmış. Latince sexus’tan kastedilen şey de pek sex on the beach değil, insanların kadın ve erkek olarak iki cinse ayrılması.
Selçuk Cezaevi’nde bulunduğum günlerde haftanın belirli günleri cezaevine manav gelir, bazı arkadaşlarımızın sebze ihtiyacını karşılardı.
İngilizler Arsenal adını verdikleri Londra’daki ünlü gemi imalathanelerini kurarken Venedik’i model almışlar. Meşhur futbol takımının adı da oradan geliyor: yani Tersanespor.
Batı dillerinde server, to serve gibi hizmet etmek anlamına gelen ikincil biçimler türemiş. Conserver’den konserve, preserver’den prezervatif, reserver’den rezervasyon birinci sahanın örnekleri.
Penisin Latince asıl anlamı kuyruk . Ama eski çağlardan beri başkaca sarkan organlar için de bu sözcük kullanılmış. Penicillum, resim fırçası anlamına geliyor. İngilizce pencil yazı kalemi sözcüğü de oradan.
Pantone tüm renk , akla gelebilecek bütün renk tonlarını sınıflandıran bir katalogun ticari ismi. Panteizm tüm-tanrıcılık , varolan her şeyin Tanrı’nın bir görünümü olduğunu ileri süren felsefe ekolü. Panteon tüm-tanrılarınki , Eski Roma tanrılarının tümüne adanmış olan büyük bir tapınağın adı.
Eski İbrani peygamberler kıyametten bir süre önce gelip günahkarı günahsızdan ayıracak olan büyük peygamberi yağla ovulmuş anlamında İbranice masiyah adıyla anmışlar.
Medreseler kapatıldığından bu yana Türkiye’de ilim tahsili veren hiçbir müessese kalmadığını söylersem acaba abartmış olur muyum?
Diş-temizler anlamında cure-dent (kürdan) ile rahim içinin kazınarak temizlenmesi anlamında curetage (kürtaj) cure fiilinin türevleri.
Eski Yunanca gaipten haber veren, peygamber anlamına gelen mantis ile delilik anlamına gelen mania aynı kökten kelimeler. Arapça nebi sözcüğünün masdarı toplumdan uzak durma, asosyal ve itici olma anlamına gelen nübuw.
Kıraathane adı, kıraat Arapça okuma anlamından geliyor. Aynı kökten gelen eş anlamlı bir başka masdar da quran . Türkçe yazımıyla Kur’an. O da okuma demek.
Bahçesinde domata
Al yap oni salata
Vermedi seni boban
Turşi yapsun kerata
Haşema, Arapça utanmak anlamına gelen h-ş-m fiiline benzetilerek Türkiye’de uydurulmuş bir marka imiş. Hakiki şeriat mayosu ifadesinden kısaltma olduğu iddiası şaka mıdır ciddi midir bilemedim.
Eskiden İsmet İnönü gibi devlet adamları kaymakam görünce ayağa kalkarmış. Şimdi artık kalkmıyorlar.
Chauffeur ya da ısıtıcı eskiden buharlı trenlerde ocağa kömür atan ateşçinin adı iken, benzin motorlu otomobilin icadından sonra bu cehennem aletini kullanan kişilerin lakabı olmuş. Türkçesi şöfer değil şoför.
Eski Yunancada kadın anlamına gelen sözcük gyne veya gynaike. Örneğin kadın hastalıkları uzmanlığı anlamına gelen gynecologie sözcüğünün Fransızca telaffuzu jinekoloji.
Arapçanın güzelliği de zaten burada: neredeyse matematiksel bir şıklıkla yeni sözcükler üretmeye imkan veren bir dil.
Ahlak, esasen bir kişinin doğuştan sahip olduğu hasletler anlamında yaradılışın Arapçası. Esas anlamı karakter ya da huy.
Phainomenon (fenomen) aslında aydınlanan şey demek. Felsefede özellikle bilincine varılan şey, fiziksel bilimlerde bilimsel inceleme konusu olan nesne anlamlarına geliyor.
9. yüzyıl başında büyük gelişme gösteren Arap felsefesi, Halife el-Mütevekkil zamanında İslamiyet’e aykırı bir Rum icadı sayılarak gözden düşmüş; hatada ısrar edenlere iyi gözle bakılmamış.
Yunanca oikos sözcüğü klasik devirde hem mahalle hem ev anlamını üstlenmiş.
Zamanını özgürce kullanma ayrıcalığı eski toplumlarda üst sınıfa mensup olmanın en önemli göstergelerinden biri sayılmış. Köleler çalışmış, seçkinler ise sohbete, işrete ve kültüre vakit ayırabildikleri ölçüde seçkin olmuşlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir