İçeriğe geç

Somut Yaşam Kitap Alıntıları – Marguerite Duras

Marguerite Duras kitaplarından Somut Yaşam kitap alıntıları sizlerle…

Somut Yaşam Kitap Alıntıları

Birbirimizi sevdiğimizi biliyoruz ama karşılıklı susuyoruz.
Her şeydi annem, hem çevresindeki evdi, hem de evin içindeki kadın.
Alkol yalnızlığın yankısıdır ve sonunda kendini her şeye yeğlettirir. İçmek ille de ölümü istemek değildir.
Dediklerim konusunda başkalarının ne düşüneceği umrumda bile değil.
İnsan yaşadıklarından çok geç dersler çıkarıyor. Göreceksiniz.
Belki de, okuldaki kötü çalışmanın yaşamda uzayıp şimdi artık birkaç kuşağa bulaşması. Belki kötü eğitim gördük, gittikçe daha az şeyi anlar olduk, dolayısıyla, sonunda, hiçbir şey anlamaz hale geldik. Ondan sonra da kötü yaşadık. Sonra alıp başımızı kaçıyoruz.
Kitapla okur arasında özel bir ilişki söz konusu. Birlikte dertleşir, birlikte ağlarız.
Eskiden, çok çok eskiden, binlerce yıldan beri, sessizlik kadın demektir. Dolayısıyla, edebiyat da kadın demektir. İster kadınlardan söz edilsin, ister kadınların kendileri edebiyata el atsın, kadınlardır edebiyat.
Biz her zaman karşınızdakinden daha çok gerçekdışıyızdır. İnsan yaşarken, en az kendini görür, aynanın o düzmece görüngesi içinde bile, kendi düzenlenmiş görüntüsünün bakışında, en iyi görüntüyü, resmi çektirmek üzere alıcının karşısına dikildiği zaman takındığı silahlı yüzün imgesini saklamak ister.
Bir kadının işi, kalkışından yatışına dek, bir savaş günü kadar çetindir; bir erkeğin iş gününden daha çetin, çünkü o, kendi zamanını başka kimselerin, ailesinden insanların ve dış kuruluşların zamanına uydurarak kullanmak zorundadır.
Kitapla okur arasında özel bir ilişki söz konusu. Birlikte dertleşir, birlikte ağlarız.
Geriye yanlızca sözcükler kalsa bile sevgisiz durmak olanaksızdır, insan her zaman yaşar sevgiyi.
Dünya kocaman ve apaçık bir karmaşılıktı.
Yazmak bir takım öyküler anlatmak değildir.
Yazarın kendisinin de bilmediği şeyler vardır.
Henüz hiç kimse değişmek üzere olan şeyi bilemez.
Deniz, yaşamadığım şeylerdir. Başıma gelen, ama yaşamadığım yaşamayacağım için oturup kitaba döktüğüm şeydir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsan aynı anda hem bilip hem de bilmemeyi başaramaz.
°•En kötüsü, kimseyi sevmemektir.•°
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sanırım sevgi hep ölümle atbaşı gider
Birbirimizi sevdiğimizi biliyoruz. Karşılıklı susuyoruz.
En kötüsü, kimseyi sevmemektir..
..insan tek başına sevemez, hayır, buna inanmam, tek başına yaşanan umutsuz sevdalara inanmam..
Günün birinde, çok uzun yaşarsam, artık yazmayacağım..
İnsan öldükten sonra, yüzden ve
bedenden geriye hiçbir şey kalmıyor. Gülümsemeyle ilgili
hiçbir belge..
Bu sevi yazıya dökülebilme olanaksızlığı içersinde.

Yazının henüz ulaşamadığı bir sevi bu. Çok güçlü, insanlardan çok daha güçlü. Hiç mi hiç planlı değil

Gece, çoktan, hızlı hızlı ya da yavaş yavaş çökerdi..

Mevsimin günlerine, göğün durumuna ve yüreği saran acının korkunç ya da hafif oluşuna ayak uydurarak..

Erkekleri çok sevmek gerekir. Çok, ama çok. Sevebilmek için çok
sevmek gerekir. Yoksa, hayır, onlara katlanmak olanaksızdır.
Belki de oturur hep birlikte
dünyanın tam anlamıyla insansız kalmasını bekleriz
Benim küçük kaçığım..
Yazılmış olan, çoktan orada, karanlığın içinde.
Tam on beş yıl aspirinle ‘uyuşturdum’ kendimi. Ama hiçbir zaman uyuşturucu kullanmadım.
Sonra ciddiliği azaldı, bir sevda öyküsü oldu
Ne var ki susmak da kâğıda dökülemiyor..
ona, gece geç vakit döndüğünde, bunlara
saldırdığı için, peynir, yoğurt, tereyağı alıyorum. O da bana sevdiğim şeyleri, yağlı yumurtalı çörekler ve meyve alıyor.
Beni sevindirmekten çok beslemek üzere. Ölmeyeyim diye çocukça bir arzuyla beni besliyor, ölmemi istemiyor, ama şişmanlamamı da, bu ikisini bağdaştırmak zor, ben de onun ölmesini istemiyorum, birbirimize bağlılığımız, sevgimiz bu işte.
Akşamları, geceleri, zaman zaman birbirimizle sakınımsız konuştuğumuz oluyor.
Bu gece konuşmalarında, ne kadar çetin olursa olsun, birbirimize doğruyu söylüyoruz ve eskiden, içki içtiğimiz, birbirimizle yalnız öğleden sonraları konuşabildiğimiz günlerdeki gibi gülüyoruz.
Siz bunu anlayamazsınız, derler. Ya da, Beni burada tutan nedir bilmiyorum, ama başka türlü yapamam.
Birbirlerini seven insanlar değildir bunlar, ama yine de arada sevgi başlamıştır.
Birini şu ya da bu nedenle, kolaylıkla ya da rahatlık için sevmek de sevgidir.
Çoğu zaman dile getirilmemiştir, hiç kuşkusuz öyle de algılanmamıştır, ama sevgidir.
Bu türlü sevgiler ölümde dile getirilir.
İnsan kimi çiftleri görünce ürker..
bütün
sözlerdeki hiçlik hiç dile getirilmemiş gibi.
Günün birinde, çok uzun yaşarsam, artık yazmayacağım. O gün yazmak bana hiç kuşkusuz gerçekdışı, yapılmaz bir iş gibi gözükecek. Ve saçma
Kitaplarım zor mu, bu mu öğrenmek istediğiniz?
Evet, zor. Hem de kolay. Sevgili çok zor. La Maladie de la
mort zor, çok zor. L ’Homme Atlantique, çok zor, ama öyle güzel ki zorluğu ortadan kalkıyor.
Anlaşılmasa bile. Zaten bu kitaplar anlaşılmaz. Burada gereken sözcük bu değil.
Kitapla okur arasında özel bir ilişki söz konusu. Birlikte dertleşir, birlikte ağlarız.
Sartre konusunda çoğu zaman hiçbir şey düşünmem.
Aklıma geldiğinde, onu Soljenitsin’e benzetmekten kendimi alamam.
Gulag’sız bir ülkenin Soljenitsin’i.
Kendi eliyle kurduğu bir çölde yapayalnız gözükür bana.
Bir tür sürgünde.
Ne çok isterdim Conrad’ın şimdi yaşamasını. Her yıl yeni bir Conrad, ne mutluluk!
her ne dediyse, bu sözler her şeyi dile getirmekteydi.
O bir çift söz, ölümü gerçekleştirmezden önce edilen o son sözler, bu insanların ömür boyu
sürdürdükleri suskunlukla eşdeğerdeydi
müthiş ilgimi çekiyor, çünkü onda o kadındaki şey var: anlaşılmaz bir şiddet.
İnsanın bulgulamaya çıkabileceği, ancak sessizlikle yansıtabileceği içgüdüsel bir
davranış biçimi vardır.
Bir erkek davranışını sessizlikle anlatmak çok daha zordur, çok daha yapaydır, çünkü erkek-
ler sessizlik değildirler.
Eskiden, çok çok eskiden, binlerce yıldan beri, sessizlik kadın demektir.
Dolayısıyla, edebiyat da kadın demektir.
İster kadınlardan söz edilsin, ister kadınların kendileri edebiyata el atsın, kadınlardır edebiyat.
o şimdiki andır,
bu ânı bilemeyeceğimiz düşüncesidir.
Kuzey Kutbu’ndaki buzların altından kocaman bir ayının çıktığını gördüm.
Başını çıkarıp baktı. Deliğinden dışarı çıktı ve bitkin, olduğu yere devildi.
Artık kitaplığım yok. Kitaplığımı da, kafamdaki kitaplık kavramını da elden çıkardım.
Bitti bu iş
dünya tarihinin hangi yüzyılında
olursa olsun, kadını, en aşırı, en dayanılmaz durumda, ölümün tepesine gerilmiş bir ipin üstünde dans ederken görüyorum.
Erkekleri çok sevmek gerekir. Çok, ama çok. Sevebilmek için çok sevmek gerekir. Yoksa, hayır, onlara katlanmak olanaksız
şunu diyorum:
Tek bir sözcük ayrımıdır bu, hangisi olduğunu bilmiyorum, bir sözcük üzerindeki, o sözcüğün dile getirilişi üzerindeki bir gölgenin önemi. Özelliği bulunmayan bir renk, ansızın beliren kötü bir mavi. Alabildiğine bakımlı, ama kesinlikle kusurlu bir ayrım ya da tam tersine, aynı zamanda, her yerde, denizde, karada gölge yokluğu.
Ve gözlerde, sevgi yokluğunun oluşturduğu o yumuşacık tül.
Örneğin:
Gülüşüyle bakışını gören de yalnız benim.
Bunu size hiçbir zaman betimleyemeyeceğimi biliyorum. Size onu göstermeyi.
Hiçbir zaman hiç kimse yapamayacak bunu.
__bir tümcenin dönemecinde, kitabın konusunu değiştirirsiniz.
Ayrımına varmaksızın, bakışlarınızı pencerenize çevirirsiniz: akşam olmuş-
tur. Ertesi sabah keadinizi başka bir kitabın önünde bulursunuz.
Resimler, yazılı yapıtlar hep pırıl pırıl aydınlıkta yaratılmazlar.
Ve her zaman, her zaman bunu dile getirebilmek için sözcük eksikliği çekilir.
İnsan ansızın bir zırh karşısında kalıyor, artık sizden size, sizden başkasına hiçbir şey geçmiyor.
İnsan yazı yazarken, bir içgüdü karışıyor sanki işe.
Yazılmış olan, çoktan orada, karanlığın içinde. Yazmak,
insanın kendi dışında, zamanların birbirine karışmasında sanki:
Yazmakla yazmış olmak, yazmış olmakla daha yazmak zorunda olmak, olup biteni bilmekle bilmemek, dopdolu anlamdan yola çıkmak, onun içine girerek anlamdışı olana ulaşmak arasında.
Dünyanın ortasında dikilen kara
yığın imgesi rastgele bir imge değil.
Ve karşımda
durmuş zaman, soğuğun çekeceği büyük duvar, kutup kışı.
__sonunda hep olup biteni kavrayamayan,
ama arzuladığı şeyi yaşamakta geç kaldığını anlayan biri gibi şaşkın buldum kendimi
__ kesin düşüncenin ağır kaldırım taşını taşımam içimde.
Bu yaradan korudum kendimi!
Erkekler yazan kadınları sever.Söylemezler bunu.
İnsan büyüdükten sonra , bu anıları yanına alamıyor,hepsi dışımızda , yaşandıkları yerde kalıyorlar.
Orta güçte,orta boyda bir erkeğe yapması gerekeni söyleyince yapıyor.İki tabağı yıka derseniz yıkıyor;gidip alışveriş yap derseniz yapıyor.Bir kilo patates aldığı zaman kendini kahraman saymak gibi korkunç bir eğilimi var.Neyse,önemi yok.
Ben de , sevdiklerim ve yavrum için, yaşam gemisinin,yaşam yolculuğunun kendi yağıyla kavrulmasını isterim
Bugün insanın Tanrısı yok. Gençlikte bir gün bulgulanan
bu boşluğun bulgulanmış olduğunu hiçbir şey unutturamaz
bize. Alkol, evrenin boşluğuna, gezegenlerin oradan
oraya seğirtmesine, uzaydaki değişmez yörüngelerine,
acınız karşısındaki sessiz kayıtsızlıklarına dayanabilmek
için yaratılmıştır. İçen insan gezegenlerarası bir varlıktır.
Gezegenlerarası uzayda devinir. Orada yol gözler. Alkol
hiçbir avuntu sağlamaz, bireyin tinsel uzamlarını doldurmaz,
olsa olsa Tanrının bıraktığı boşluğu doldurur. İnsanı
avutmaz. Tersine, insanın çılgınlığını artırır, onu alıp kendi
yazgısının efendisi olduğu bağımsız ve özerk bölgelere
götürür. Başka hiçbir insan, hiçbir kadın, hiçbir şiir, hiçbir
müzik, hiçbir yazın, hiçbir resim içkinin insanoğlunda
gördüğü bu işlevin, asal yaratım yanılsamasının yerini tutamaz.
Alkol onun yerini tutmak için vardır. Ve aslında
Tanrıya inanması gereken, ama inanmayan bir sürü insanda
yerine getirir bu işlevi. Alkol verimsizdir, içkili bir akşam
söylenen sözler gün ağarır ağarmaz uçup gider. Alkolün
verdiği esriklik hiçbir şey yaratmaz, sözcüklere işlemez,
kavrama yeteneğini karartır, dinlenmeye yatırır.
İşin altından kalkamayan kadınlar vardır, içini alabildiğine
doldurdukları, ıvır zıvır yığdıkları evleriyle baş edemeyen,
kendi bedenleri üzerinde dışarıya doğru hiçbir
açıklık bırakmayan, bütünüyle yanılan ve buna karşı hiçbir
şey yapamayan, evi yaşanmaz kılan ve böylece çocukların
on beş yaşına basar basmaz, tıpkı bizim gibi, kaçıp
gitmesine yol açan kadınlar. Evden kaçarız, çünkü anamızın
öngördüğü tek serüven budur.
Abartıyorsun, diyorlar bana. Her zaman öyle söylüyorlar:
abartıyorsunuz. Kullanılması gereken sözcük gerçekten
bu mu dersiniz? Ülküselleştirme mi dediniz, kadını
yüceltiyor muyum? Olabilir. Ayrıca kim söylüyor bunu?
Üstelik yüceltmenin hiçbir zararı dokunmaz kadına.
Şarkı söyleyişinizi ya da konuşmanızı dinlemek üzere para verenler,yaşayabilmek için ‘alt etmeniz’ gereken düşmanlardır.
Bu markalar gizli sonuçları içinde inceliği, herkesle kibarca konuşmanın ve sesin,güzel pabuçların ,güzel kokuların inceliğini dile getirirdi. Bir bakıma ölçülülüğün züppeliğiydi.
Belki kötü eğitim gördük, gittikçe daha az şeyi anlar olduk,dolayısıyla,sonunda,hiçbir şey anlamaz hale geldik. Ondan sonra da kötü yaşadık. Sonra alıp başımızı kaçıyoruz. Okula inanmadık, ne küçük okula, ne büyüğüne. Kötü davrandık. Bütün eğitimimizi,bütün inceliğimizi, bütün havamızı yitirdik,geriye yalnızca ticari işlerin kurnazlığı kaldı.
Ses, bedenin varlığından öte bir şeydir. Yüz,bakış,gülüş gibi bir şey.
Kadınla erkek her şeye karşın birbirine benzemez. Analık,babalık değildir. Analık kadın bedenini çocuğuna,çocuklarına bırakır, çocuklar onun üzerinde bir tepeye çıkmış,bir bahçeye girmiş gibidirler; onu yerler,üstünde tepinirler,uyurlar;kadın çocukların kendisini yiyip bitirmesine göz yumar ve onlar gövdesinin üstündeyken zaman zaman uyur. Babalıktaysa böyle bir şey hiçbir zaman olmayacaktır.
Anamın tasarladığı gibi bir ev,gerçekten de bizler içindi. Aynı evi bir erkek ya da bir sevgili için kuracağını hiç sanmam. Erkeklerin bütünüyle habersiz oldukları bir etkinliktir bu. Ev yapabilirler kuşkusuz,ama yaratamazlar.İlke olarak,erkekler çocuklar için hiçbir şey yapmazlar. Somut olarak.Sinemaya ya da gezmeye götürürler. Sanırım o kadar. İşten döndüklerinde çocuk, temiz, üstü değiştirilmiş, yatmaya hazır olarak gelir kucaklarına. Mutlu. Erkeklerle kadınlar arasında dağlar kadar fark vardır.
Kimi zaman, geçmeyen olay, günün en önemli şeyiydi. Hiçbir şey geçmeyince,düşünme en öne çıkıyordu.
Bir erkek davranışını sessizlikle anlatmak çok daha zordur, çok daha yapaydır, çünkü erkekler sessizlik değildirler. Eskiden, çok çok eskiden, binlerce yıldan beri,sessizlik kadın demektir. Dolayısıyla, edebiyat da kadın demektir. İster kadınlardan söz edilsin, ister kadınların kendileri edebiyata el atsın,kadınlardır edebiyat,
Bunu yineliyorum. Bunun pek çok yinelenmesi gerekir. Bir kadının işi, kalkışından yatışına dek, bir savaş günü kadar çetindir; bir erkeğin iş gününden daha çetin , çünkü o, kendi zamanını başka kimselerin, ailesinden insanların ve dış kuruluşların zamanına uydurarak kullanmak zorundadır.
Tek bir varlığa, denetimsiz biçimde bağlanmak kadına özgüdür.
Kitaba benzemeyen şu kitapta her gün,bütün öbürlerine benzeyen,sıradan bir gün boyunca yaptığımız gibi, her şeyden ve hiçbir şeyden söz etmek isterdim.Sözün büyük otoyoluna, anayoluna dalmak,hiçbir özel şey üzerinde eğlenmemek. Anlamın dışına çıkmak,hiçbir yere gitmemek,belli bir bilgi yada bilgisizlik noktasından yola çıkmaksızın konuşmak ve sözlerin itiş kakışı arasında rastgele bir yere varmak olanaksızdır. Yapamayız bunu. İnsan aynı anda hem bilip hem bilmemeyi başaramaz. Bundan ötürü, söz konusu otoyol olmasını istediğim, aynı anda her yere gitmesi gereken şu kitap, her yere birden gitmek isteyen, ama bir seferinde yalnız bir tek yere giden, yeniden yola koyulan bir kitap olacak, susarsa o başka, ne var ki susmak da kâğıda dökülemiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir